Bu acı unutulmuyor

'11 yaşında vefat eden oğlum, benim kıymetlim, canım, her şeyimdi. Şimdi ismini söyleyemiyorum. Oğlumun ve eşimin fotoğrafına bir kez bakamadım. Çok özledim ama dayanamıyorum, fotoğraflarına bakacak cesareti kendimde bulamıyorum'

Bu acı unutulmuyor

17 Ağustos depreminde yıkılan binaların yerine yenileri yapıldı, hasarlı yapılar, yollar, viyadükler onarıldı. 12 senedir onarılamayan tek şey yakınlarını kaybetmenin acısı.

Kimi hala ölen oğlunun, eşinin fotoğraflarına bakamıyor, kimi evladından kalan eşyalara dokunamıyor. Kiminin çocuğuna aldığı hediye elinde kaldı, kiminin acısı dizelere yansıdı.

İşte, depremin 12. yılında altı farklı dram, altı yürek burkan hikâye:

‘ÖZLEDİM AMA FOTOĞRAFLARINA BAKAMIYORUM’
17 Ağustos depreminde eşi, oğlu, annesi ve kardeşini kaybeden Ülkü Karahan, enkaz Altında 48 saat birlikte kaldığı kızı sayesinde yeniden yaşama tutundu ancak ölen oğlu ile eşinin fotoğraflarına 12 yıldan bu yana bakamıyor.

Evlerinin enkazından eşi ve oğlunun cansız bedeninin çıkarıldığını, kendisi ile birlikte 5 yaşındaki kızı Feyza ve evlerinde misafir olarak kalan erkek kardeşinin 48 saat enkaz altında kaldığını söyleyen Karahan, şöyle devam etti:

''Ezan sesleriyle zamanı tayin etmeye çalışıyordum. Kızım 5 yaşındaydı. Enkaz altında ağzı, bileğime denk gelmişti. Öleceğimi, kendimden geçeceğimi düşünüyordum. Kızıma, 'sesim çıkmazsa bileğimi ısır' dedim. Acısıyla diğer insanlara ses verip, en azından çocuğumun kurtarılabileceğini düşünüyordum. Ama o şekilde ne kadar ayık, ne kadar baygın kaldım hatırlamıyorum. Kızım ara ara ısırması sonucu elimdeki acıyla arada bir kendime geldim. Enkaz altında eşime ve çocuklarıma çok seslendim ama onlardan ses duymadım...''

Enkazdan çıkarıldıktan sonra hastane bahçesindeki cesetlerin arasına konulan Karahan, burada cesetlerle 2 gün kaldıktan sonra, yaşadığı anlaşılınca tedavi altına alındı.

Oğlunun ismini ölümünden sonra bir kez bile telaffuz edemediğini anlatan Karahan, ''11 yaşında vefat eden oğlum, benim kıymetlim, canım, her şeyimdi. Şimdi ismini söyleyemiyorum, yazamıyorum da... Hem oğlumun hem de eşimin fotoğrafına bir kez bakamadım. 12 yıldır oğlumu ve eşimi çok özledim ama dayanamıyorum, fotoğraflarına bakacak cesareti kendimde bulamıyorum'' şeklinde konuştu.

Hastaneden çıktıktan sonra prefabrike evlere, ardından Arızlı Irak Konutları yerleştirildiğini anlatan Karahan, sözlerini şöyle tamamladı:

''Şimdi buradan bizi çıkarmak istiyorlar. Lütfen bizi mağdur etmesinler. Tek çocuğum kaldı ve onun en iyi şekilde yetişmesini istiyorum. Her işe girdim, denedim. Ama 2 gün dayanamadım. Bacağımdaki ağrılar, sakatlığım nedeniyle yapamıyorum. Yarım kalmış insanlarız. Kızım şu anda lise son sınıfta. Ufak bir maaşla birlikte yaşıyoruz. Evden çıkartırlarsa çok zor durumda kalırız. Bu evi alacaklarsa çocuğuma bakabileceğim bir şey sunsunlar. TOKİ ve Kentkonut taksitlerini ödeyemem.''

ÖĞLEN OĞLU, KIZININ İSMİNİ VERDİ
17 Ağustos depreminde tek evladını, 7 yaşındaki oğlunu kaybeden ve o döneme kadar ikinci çocuğu olmayan 42 yaşındaki Meryem Kavşut, deprem sonra dünyaya gelen 2 evladıyla hayata yeniden bağlandı.

Anne olduğu gün tarifsiz bir mutluluk yaşadığını dile getiren Kavşut, hem kendisinin hem de eşinin oğullarına çok düşkün olduğunu, sokakta oyun oynarken bile kısa süreli yokluğuna dayanamayıp büyük bir özlem duyduğunu ifade etti.

Depremde yaşadıklarını anlatırken gözyaşlarını tutamayan Kavşut, oğlunun cenazesini bulunduğu yerden çıkarmak için eşiyle birlikte büyük mücadele verdiklerini ve en sonunda oğlunun cansız bedenine ulaştıklarını belirterek, ''Yavrusunun cesedini görmek bir anne için en büyük acı olsa gerek. Ölecekmiş gibi oldum. Kendimi çok zor toparladım'' dedi.

Oğlunun kız kardeş istediğini, eşinin ve kendisinin istemesine rağmen 7 sene boyunca çocuklarının olmadığını belirten Kavşut, ''Ömer'im depremden bir kaç gün önce yanıma geldi. ''Anne ben sana bir şey söyleyeceğim. Benim bir kız kardeşim olsun. İsmini de Büşra koyacağım'' dedi.

‘SENİ ALAN ELLER KIRILSIN, KIRILSIN OĞUL’
1999’daki Marmara depreminde 15 yaşındaki oğlunu ve eşini kaybeden 58 yaşındaki Rıza İncekara, evladının cebinden çıkan kâğıt para üzerine şiir yazıp evinin duvarına asmış.

''Depremde yaşamını yitiren eşim Melek ve oğlum Servet'in cenazeleri ile kalan eşyalarını aylar sonra teslim alabildim'' diyen İncekara, şöyle konuştu:

''Yaklaşık 9 ay sonra evin enkazından çıkan eşyalarının bulunduğu depoya gittik. Vefat eden oğlum ve eşimin eşyalarını kontrol edip işe yarayanları alalım, diğerlerini sağa sola verelim dedik. Oğlumun kıyafetlerini kontrol ederken, depremden önceki gece yani 16 Ağustos'ta ona verdiğim harçlıktan kalan para çıktı. Bu parayı aldım, çerçevelettirdim ve duvara astım. Kâğıt paranın üzerine de şu dizeleri yazdım: 'Doymadım sesine, fidan boyuna. Ah evladım yaram indi yarına, gül gibi düştün toprağın tenine. Seni alan eller kırılsın, kırılsın oğul. Gömdüm oğul seni toprağa gömdüm. Tabutunun üzerinde akan pınara döndüm. Canım oğlum yüreğimdesin, özlüyorum seni.' Evladımı özlediğimde onun elinin değdiği o paraya ve ondan geriye kalan resimlere bakarak özlem gideriyorum.''

Depremde her şeyini kaybettiği için 2001 yılında Arızlı Irak Konutları'na yerleştirildiklerini dile getiren İncekara, sözlerini şöyle tamamladı:

''Çok zor bir dönemde bu konutlara yerleştirildik. Kızım burada büyüdü. Burada onlarca kişi çok zor durumda. Şimdi buradan çıkmamız isteniyor. Emekli maaşıyla geçinmeye çalışıyorum. Tek geçim kaynağım da bu. Yalnız son bir iki yıldır bizi buradan çıkartmak istiyorlar. Bu konuda büyüklerimizin yardımını istiyoruz. Biz zaten her şeyimizi depremde kaybettik, bize sahip çıkıp korusunlar. Evlerde kalmamıza müsaade etsinler. Ölmeden ikinci kez açıkta kalmak istemiyorum.''

ALDIĞI HEDİYELER ELİNDE KALDI
Ağrı'da vatani görevini yaptığı sırada, 17 Ağustos depreminde 1,5 yaşındaki oğlu ve hamile eşini kaybeden Erkan Saraç, askerden izne gelirken olaydan habersiz bir şekilde eşine ve çocuğuna aldığı hediyeleri 12 yıldır saklıyor.

17 Ağustos 1999 günü depremin meydana geldiği saat 03.02'de nöbet tuttuğunu kaydeden Saraç, ''Nöbet sırasında içimde bir şey oldu, sanki içimden bir şey koptu. Değişik bir şey, duygusal bir şey yaşadım. O sırada tabi deprem olmuş. Arkadaşlar falan haberleri izlerken onlar haber verdi. Kocaeli'de deprem oldu diye. Telefonlar çalışmıyordu ailemi çok merak ettim'' diye konuştu.

Depremden sonraki birkaç gün boyunca Kocaeli'den haber alamadığını ifade eden Saraç, daha sonra afet bölgesinde oturan askerlere 5 gün izin verildiğini, kendisinin de eşine ve 1,5 yaşındaki oğlu Emre'ye çeşitli hediyeler alarak yola çıktığını aktardı.

Bu süre içinde depremde ailesini kaybedeceği düşüncesinin hiç aklına gelmediğini belirten Saraç, şöyle devam etti:

''İzmit'e gelip evimi gördüğümde ise manzara çok değişikti. Oturduğu bina yıkılmıştı. Kayınvalidem ve karımın kardeşleri bina enkazının başında bekliyordu. Onların yanına gittim, eşim ve oğlumun nerede olduğunu sordum. Onlar da anlattılar ne olduğunu. Deprem olduğunda 1,5 yaşındaki oğlum Emre annesinin kucağında vefat emiş. Sonra kendimden geçmişim ve hastaneye kaldırmışlar beni. O gün ölmekten beter oldum. Yaşamak çok zor gelmişti. Allah kimsenin başına böyle acılar vermesin. Kocaeli'de 45 gün izin yaptıktan sonra vatani görevini tamamlamak üzere geri döndüm ve bitirdim.''

İki yıl evli kaldığı eşinin ölümünden sonra evlenmeyi hiç düşünmediğini dile getiren Saraç, ''Çok severek evlendim. O yüzden evlenmeyi hiç düşünmedim. Aklıma evlenmek hiç gelmedi. 8 yıl boyunca o psikolojiyi üzerimden atamadım. İlk zamanlar öldüklerine inanmıyordum. Sanki tekrar gelecekler tekrar görüşeceğiz gibi bir psikoloji vardı. Ama şimdi bunları atlattım. İzne gelirken eşime ve oğluma aldığım hediyeleri 12 yıldır saklıyorum. Hediyelere bakıp karımı ve çocuğumun anısını hatırlıyorum'' şeklinde konuştu.



HÂLÂ APARTMANLARA GİREMİYOR, GECELERİ UYUYAMIYOR
Depremde oğlu ve eşini kaybeden Huriye Özdemir, aradan geçen 12 yıla rağmen yeniden enkaz altında kalma korkusuyla çok katlı binalara giremiyor ve gün ışıyana kadar uyuyamıyor:

''İçimde bir sıkıntı vardı. 10 dakika içinde resmen ölüm uykusuna yatmışım, 10 dakikada 'kıyamet koptu, dünyanın sonu geldi' sandım. Deprem beni yatağımdan fırlatıp atınca, oğlumun yatağının önüne düştüm. Oğlum belki o anda ölmüş, belki de sağdı bilemiyorum. Evin tepemize göçtüğünü, yıkılan kirişleri görüyor, camların patladığını duyuyordum. 'Eyvah dünyanın sonu geldi' dedim ve başıma bir şey düştü, ondan sonrasını hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde kollarımın üzerinde çok büyük bir ağırlık olduğunu hissettim. Sürekli sallanıyor, sallandıkça göçük altındaki mesafe daralıyordu. Yığıntılar iyice beni sıkıştırmaya başladı. Enkaz altında 2 güne yakın kaldım. Kurtaramadım oğlumu, hiç bir şey yapamadım. Oğlum 11, eşim 39 yaşındaydı. Beni çıkarttılar ama nasıl yaptılar bilemiyorum. Bana göre bir mucize...''

Depremde yıkılan binaların enkazından çıkarılanların ve yakınlarını kaybedenlerin psikolojilerinin normal olmadığını dile getiren Özdemir, 17 Ağustos'un üzerinden 20 sene de geçse depremi yaşayanların normal olamayacağını savundu.

‘DEPREM ANI AĞLAYAMAMIŞTIM AMA BUGÜN AĞLIYORUM’
Kocaeli'nin İzmit ilçesinde 58 yaşındaki İshak Çuvalcı, 1994'te trafik kazasında kaybettiği kızının acısını diğer çocuklarıyla kapatmaya çalışırken, 17 Ağustos 1999 Marmara depreminde ikinci kez evlat acısını yaşadı:

“4 katlı binanın en alt katında olduğumuz için bina bizim üzerimize çöktü. Ben salona vuran cılız bir ışığı fark ederek dışarı çıkmayı başardım. Dışarı çıktığımda herkes bağırıyordu. Kendi başıma bir şey yapamadım. Depremden 10 saat sonra bir cankurtaran geldi. Onların yardımıyla enkaz altındaki büyük kızımı sağ olarak çıkardım. Eşinin sol bacağının sıkışmıştı. Saatlerce süren çalışmaların ardından onu da çıkarabildik. Daha sonrada küçük kızımın cesedini çıkardılar. Elle çıkardıkları için parçalanmamıştı. O an yıkıldım. 'Keşke görmez olaydım, keşke ölseydim' dedim kendi kendime.”

Depremin ardından kızının ölümüne üzülmek için zaman bulamadan eşinin acısı ile ilgilenmek zorunda kaldığını anlatan Çuvalcı, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Kızımı öyle gördüğümde, yüreğim parçalandı ama eşimin enkazdan çıkma anı da beni derinden yaraladı. Eşimin sol bacağı, enkazdan çıkardıklarında büyük hasar görmüştü. Kaldırıldığı hastanede kangren olma olasılığından bacağın önce diz bölümünden daha sonra kalça bölümünden kesmek zorunda kaldılar. 6 ay boyunca eşimle uğraştım. O zaman Değirmendere Mahallesi'ne gelen Amerikalı doktorların tedavi ettiğini ve eşine protez bir bacak taktılar. Ancak o da bir iki sene sonra kırıldı. Eşim zaten onu hiç kullanmadı. Bir gün olsun dışarı çıkmadı. Kullanamıyor protez bacakları. Ben de yardımcı olmaya çalıştım ona. Büyük kızımla birlikte eşimin acısını dindirmeye çalıştık. Şimdi kol değnekleri ile yürümeye çalışıyor. Ancak eşimi o koltuk değnekleri ile her gördüğümde depremi bir kez daha hatırlıyorum. Bu nedenle acım ölünceye kadar dinmez.''

1994 yılında da o gün 2 yaşında olan Remziye'nin 8 yaşındaki ablası Suzan'ın okul çıkışı otomobil çarpması sonucu öldüğünü hatırlatan Çuvalcı, şunları kaydetti:

''Ondan da önce annemi ve babamı kaybetmiştim. Ama kızımın ölmesi kadar acı vermemişti bana. Trafikte kazasında ölen kızımın acısını o zaman Remziye ile dindirmeye çalıştım. Remziye, beni teselli etti. Remziye ile tekrar hayata bağlandım ama o kızımı da deprem aldı. Deprem anı ağlayamamıştım, haykıramamıştım 'Kızım, kızım' diye ama bugün ağlıyorum. 'Kızımın ölümünü görmez olaydım, yerine keşke ben ölseydim' diye haykırıyorum.”

Sayfa Yükleniyor...