"Bu da Metin Oktay’a ait... Özel..."

Metin Oktay, hayatının anlatıldığı "Taçsız Kral" filminin çekilmesinden neden vazgeçti? Oktay'ı kim, nasıl ikna etti? Filmen senaristi Safa Önal anlatıyor.

"Bu da Metin Oktay’a ait... Özel..."

Safa Önal, "Ne Kadar Gamlı Bu Akşam Vakti" kitabında Metin Oktay'a bir hayli yer ayırıyor. Safa Önal'la söyleşimizde Önal'dan dinlediğim Oktay'ı ben de çok sevdim.

Önal, Taçsız Kral'ın çekiminde yaşadıkları sorunu ve nasıl çözüm bulduklarını özetle şöyle anlatıyor:

"Hayatının üç kadınını oynamak üzere, üç oyuncu hanım üzerinde anlaştı Arzu Film. Biri Gönül Yazar, biri Ajda Pekkan, biri Ayten Gökçer’di. En genç, en taze, en şöhretli zamanlarıydı o üç bulunmaz hanımın…

Senaryoda şöyle bir şey yazmışım. İşte bu Servet hanımı iyice tedirgin etmiş… Filmin çekimini önlemeye kalkmıştır, tazminatını ödeyip! İmkânlı bir hanımdı karısı. Ekonomisi yerli yerinde!.. Sen “bunda oynama” demiş, Metin de fazla direnmemiş…

Filmin yapılmasını, ortaya çıkmasını ancak Atıf Yılmaz’ın zekâsı; insanı iyi tanımış olması, dengeleri iyi bilmesi, esnekliği, hoşgörüsü, gülümsemesi aşmıştır. Atıf Yılmaz’ın yerinde başka hiçbir yönetmenle bu film çekilemezdi. Reddetmiş, çünkü hiç istemediği bir sahne yazmışım…"

"Ne Kadar Gamlı Bu Akşam Vakti" kitabında Önal'ın efsane futbolcu ile ilgili anlattıkları şunlar:

METİN OKTAY’A SAYGIYLA...
“Taçsız Kral”ı yazıyorum Metin Oktay için. Galatasaray’ın ve milli takımın değişmeyen, müthiş bir adamıdır Metin. İzmirli, son derece sağlam bir insan… Fizik yapısı da, karakter yapısı gibi ciddi, kendisine ve dünyaya karşı saygılı… Ve yakışıklı, güleryüzlü Metin… O zaman Yeniköy’de Carlton Oteli var. Carlton Oteli’ne kapattı bizi Arzu Film! Atıf Yılmaz, Metin ve ben… Metin’i tanımıyoruz. Metin bize yaşamını anlatacak. Onları notlayacağız, daha çok ben notlayacağım. Sonra Atıf Abi ile bir-iki konuşacağım. Sonra da yazıya geçireceğim. İlk yazı bir şablon… Üzerinde konuşabileceğimiz, tartışabileceğimiz bir alan açılacak bize. Üç yataklı bir odada kaldık günlerce. Metin’i ne yapsak konuşturamadık. Gülüyor, son derece nazik… Az konuşan ve çok zeki… Sorularımızdan ustaca kaçmakta… Sonra dost olduk, teyzesi ve teyzesinin kızı ile, Şile’ye gelmişti. Biz, Şile’de karımla beraber tatildeydik. Orada beraber yürüyüşler yaptık. Hanımlar önde biz Metin’le arkada, dünyalarımızı, futbolu ve sinemayı konuştuk. Sonra bir gün oraya Galatasaraylı futbolcu -o zamanın acar futbolcusu, yakışıklısı, tatlısı, sevimlisi- Kamil Altan geldi... Candemir geldi “cango”.

"Bu da Metin Oktay’a ait... Özel..."  - 1

Ben, bu futbol devleriyle, Şile’ye yakın Kumbaba’da, deniz kenarında, kumsalda çıplak ayakla top oynadım. Yani biri Cango, biri Metin, biri Kamil, biri bendim. Olacak iş değil! Biz, Metin’le ikili olduk. Onlar da Cango ve Kamil oldular, bizi yendiler. Böyle bir zamandı geçen…

Dönelim senaryoya… Otelde ilk gece, yemeğe çıktık. Carlton’a yerleştikten sonra… Yok bugün o otel, yıkıldı, gitti… Yeniköy Vapur İskelesi’nin dibinde, o sokağa girilince sağlı-sollu içkili lokanta. Muntazam, güzel yerler. “Domani” var o sıralar. Domani benim pek tutturduğum bir yer.

Hatta Domani’yi “Vesikalı Yarim” de bir sahne için düşünmüştüm. Sahne yazmıştım. Filmdeki isimleriyle, Halil ile Sabiha için, Türkan Hanım ile İzzet Günay için…Bu sahneyi orada düşündüğümü, onları burada oturttuğumu ve birbirlerine hediyeler verdirttiğimi söylemiştim. Lütfi Akad Abi’de o sahneyi orada çekti.

TAÇSIZ KRAL’LA BERABER GEÇEN ZAMAN...
Gittik, oturduk Domani’de. Kıştır, gecedir; yağmur var. Kapıdan girince sol tarafta, pencere başında bir masaya oturduk. Garsonlar beni de, Atıf Abi’yi de tanıyorlar ama, Metin’i görünce başka türlü tatlılaştı hava. Komisi, garsonu servis için koşturmaktalar. Mezeler geldi, rakı içiyoruz üçümüz de. O zamanlar sağlıklı ve genç biriyim. İyi içiyorum ve iyi yiyorum. Eştahlı bir herifim. (Bunu söylememin nedeni var.) Metin’le ben karşı karşıya oturduk. Atıf Abi, Metin’in yanına oturdu. Benim sol tarafım boştur, türküdeki gibi… Metin, su ile rakıyı sulandırdı; silme yaptı bardağı, dudak payı yoktur. İzliyorum, gözlüyorum, işim o. İçmeye, yemeğe, sağdan soldan sohbete başladık. Atıf abiyle aklımızsıra dokunduruyoruz ve konuşturacağımızı falan sanıyoruz. Hiç oralardan su içmiyor. Derken, et miydi, balık mıydı sohbeti… Balıkta karar kıldık… Lüfer istedik. Birer tane lüfer geldi. Bütün eştahıma rağmen o kadar meze, lüferin yanındaki çeşitlemeler bana yetti. Metin bir Lüfer daha istedi, sonra bir tane daha istedi, dördüncüyü istedi... Dehşetler içindeyim!



Yani koca bir el büyüklüğünde, yağlı, etli güzel bir lüfer. Yaşım otuz yedi-sekiz ve iştahlı geçiniyorum. Altıncıyı söyledi! Hiç unutmuyorum! O zaman ne yaktığını vücudunun, vurduğu zaman topa, o topun gidip, bir kalenin filelerini nasıl yırttığını yakalayabiliyorsun! Ya altıdır yediği balık, ya yedi! Helal olsun, afiyet olsun, iyi ki yemiş içmiş, geçti gitti! Bendeki ilk Metin Oktay böyle başlar.

Belki üç gün, kahvaltıda, otelde, odada, sağda-solda, açılmıyor, ipucu vermiyor; çok ufak şeyler anlatıyor: “İzmir’de, Çırçır’da oynuyordum. Annem şuydu, babam buydu. Sonra Beşiktaşlı Sadri Usuğlu başkan, çok değerli Beşiktaş Başkanı… O görmüş beni, futbolumu beğenmiş… Aldı İstanbul’a getirdi. Beşiktaşlılar beni tutmadılar, yani gözleri kesmedi!. Boşta kaldım. Boşta kalınca da Gündüz Kılıç Abi Galatasaray’a…” falan gibi şeyler anlatıyor. Hayalimde kaldığı kadarıyla, çok dokunur bana Metin. Neyse sırayla anlatayım bu olayı.

Bunun böyle olmayacağını anladım! Benim arkadaşlarım Galatasaraylı. Ben bir koyu Fenerbahçeliyim ama on arkadaşımın sekizi ve çevrem hep Galatasaraylı. Kamil’den ve Cango’dan bir de Büyük Ali’den imdat isteyeceğim!. Üçü de o sırada Galatasaray’ın belkemikleri. Onlara gittim. Kamil dedi ki “Sen ona sorsana. Yooo! Ben anlatayım...” Galatasaray’da ilk antrenmana çıkacak İzmirli bir genç adam. Gurbete gelmiş ve bir savaşa!. Soyunma odasında oturmuş, soyunuyorlar. Donlar, formalar, işte tekmelikler, çoraplar, pabuçlar giyiliyor. Metin de soyunmuş o sırada “Aaa, sen Afrika’dan mı geldin” diye bunlar dalga geçmişler! İki ayak bileğinde mavi nazar boncuklarından yapılmış bilezikler varmış. Çok gülmüşler!..

Düşünebiliyor musun, nazar boncuğundan bilezikler bir genç futbolcunun ayağında. Muhterem annesi, nazar değmesin oğlumun ayağına diye, meğer onları yapmış; Metin de takmış! Ne bilsin bu heriflerin kendisini böyle Afrika’dan mı geldin diye yamyam gibi karşılayacaklarını!. Bunu anlattım ben Metin’e, güldü “Nereden biliyorsun” diye şaşırdı, “Bak konuşmazsan devamı var.” dedim.

Sonra iyi arkadaşım, çok sevdiğim Büyük Ali anlattı. Bunlar paralı pullu geçiniyor. Galatasaray’ın asları, ama para yok! Yani çok az para alınıyor o dönemde. Bir gün kızlarla buluşuyorlar, gidip iyi bir yerde yemek yiyorlar ama gelen hesabı karşılayamıyor ceplerdeki para... Üçüne de ter basmaya başlıyor, kaşıntı, kurdeşen!.. Bir tanesi “gideyim para bulmaya çalışayım” diye kalkıyor, yemiyorlar! Tüyecek çünkü! Sonra Büyük Ali koşuyor Kulup’e... “Daha dün yetmiş lira aldın” diyorlar. Yetmiş lira almış bir gün evvel Ali, o bile laf oluyor! Neyse, birtakım paralar buluyor paçayı kurtarıyorlar ama bir daha o kızları göremiyorlar! Filmde vardır bunlar, yer yer...

Metin gördü ki, biz ulaşıyoruz ve öğreniyoruz, daha da öğreneceğiz... O zaman biraz daha açıldı dili... Anlattıklarının büyük bir kısmını kullanamadık. Yani sinemasına giremedi. Oradan geçmiyordu hikaye. Ayrıca evliydi ve karısı Servet Hanım bu konuda çok titizdi! Bizimle arası iyi değildi, iyi bakmıyordu bu filme! Bu filmi yapmasından yana değildi kocası Metin Oktay’ın...

Nedeni belli miydi?
İstemiyordu. Zaten futbolda büyük şöhret yapmış bir kocası var. Ayrıca arada Oya hanımla evlenmiş, ayrılmış... Başka serüvenleri de var. Yani kral bir adam! Böyle bir adamın üzerine bir de sinema dünyasının gelmesini istemiyor! Neden sonra açıkladı bunu... Çok kadınca bir histir Servet Hanım’ı etkileyen bana göre! Ama kadınına göre değişir. Kimisi geniş bakar, kocası biraz daha şöhret olsun, başka yerlere de el atsın ister. Ama kimisi de böyle kapalı bakabilir. Doğal hakkıdır. Asıl söylemek istediğim oydu. Hayatının üç kadınını oynamak üzere, üç oyuncu hanım üzerinde anlaştı Arzu Film. Biri Gönül Yazar, biri Ajda Pekkan, biri Ayten Gökçer’di. En genç, en taze, en şöhretli zamanlarıydı o üç bulunmaz hanımın…

"Bu da Metin Oktay’a ait... Özel..."  - 2

Senaryoda şöyle bir şey yazmışım. İşte bu Servet hanımı iyice tedirgin etmiş… Filmin çekimini önlemeye kalkmıştır, tazminatını ödeyip! İmkânlı bir hanımdı karısı. Ekonomisi yerli yerinde!.. Sen “bunda oynama” demiş, Metin de fazla direnmemiş…

Filmin yapılmasını, ortaya çıkmasını ancak Atıf Yılmaz’ın zekâsı; insanı iyi tanımış olması, dengeleri iyi bilmesi, esnekliği, hoşgörüsü, gülümsemesi aşmıştır. Atıf Yılmaz’ın yerinde başka hiçbir yönetmenle bu film çekilemezdi. Reddetmiş, çünkü hiç istemediği bir sahne yazmışım…

Gönül Yazar’la bir sahne: Denizden çıkıyorlar Metin’le… Elele koşuyorlar, kumda karşılıklı, alın-alına yatıyorlar, dirseklerini kumlara bastırarak ve Gönül mayosunun sütyenini çıkartıyor… Göğüslerini hiç göstermeden çıkartıyor ama yüz yüze bir bakışma, öyle bir sevdalanma sahnesi var! Bundan çok rahatsızlık duymuş Servet Hanım! Metin’in karşısında oynayacak olanlar da albenili, çok şöhretli ve çok güzel kadınlar Allah için. Ve Servet hanım, Arzu Film’e “Hayır” demiş kısacası!..

O akşam ben Selim Soydan’ın -Fenerbahçeli meşhur futbolcu, benim has arkadaşım Hülya Koçyiğit’in sevgili kocası, Gülşah’ın eşi bulunmaz babası ve torunlarının- Selim Soydan’ın annesine-babasına davetliyim. Selim’in abisi, soylu, güngörmüş iyi dost Melih vardı, rahmetli oldu. Banka Genel Müdürüydü… O gece o da gelecek yemeğe… Nereden nereye, yani arkadaşlarımın annesi ve babası benimle sohbet edecekler ve karımla… Düşünüyor musun, yani yaş ve baş farklarımız var. Ben onların yaşıtı değilim, onlar benim arkadaşlarımın anneleri ve babaları… Ama bizimle bir akşam yemeğinde buluşmak istiyorlar… Ne güzel bir şey!.. “Bu aşamada, Melih’le, Selim’in kardeşleri, o yakışıklı ve zarif, bütün ailesi gibi görgülü ve duygulu, hem de iyi futbolcu Galatasaraylı Küçük Ali’yi de unutmamalıyım!..”



BİR YAŞAM HOCASI: ATIF YILMAZ...

Servet hanımla sorun nasıl çözüldü?
O gece, Atıf Abi’de Galatasaray Adası’na, Metin ve eşi Servet Hanım’la yemek yemeğe ve bu işi halletmeye gitti... Karımla, Galatasaray Adası’na kadar uğurladık Atıf Abi’yi. Keyifli-güvenli gitti. Biz Galatasaray Adası’ndan döndük, ver elini Şaşkınbakkal! Oradaydı Selim’in annesinin-babasının evi. Ben müthiş tedirginim, ne olup ne bittiği hakkında. Atıf Abi, hiçbir şeyi büyütmez. Gülümser, şakaya döker, yaman yakalamıştır hayatı, yaman bir filozoftur. O belki kabullenmez ama bana göre mükemmel bir derviştir. Yani tahammüllüdür sarsıntılara... “Bu konuşmalar sırasında, ölüm Atıf abiyi henüz yanına almamıştı...”

Belirli bir yaştan sonra gelen olgunluk mu?
Hayır hayır! Tanıdığımdan beri aynı Atıf Abi’ydi o… Gece yarısına doğru telefon ettim “Abi ne oldu?” “Kıs kıs” bir gülüşü vardı onun. Çok da yakışırdı ona. O da bilirdi bunu… “Hallettim, kabul ettirdim” dedi. “Film öyle çekilecek..”

Çekimden önce basına duyurmak için büyük bir kampanya açıldı. Metin Oktay, Ajda Pekkan, Ayten Gökçer, Gönül Yazar, ben, Atıf Abi… Galatasaray’ın Ali Sami Yen Stadı’nda basın toplantısı yaptık. Tribünlere çıkıldı. Metin, hanımlarla oturdu, resimler çekildi. Sahaya inildi, bütün bu tadlar yaşandı. Ondan sonra da binildi arabalara, Kuruçeşme’ye inildi ve Galatasaray Adası’na gidildi. Öğlen yemeği yenildi alkollü ve kutlandı…

Filmin galası, Yeni Melek Sineması’nda bir öğlen vakti yapıldı. Müthiş bir ilgi gördü. Çünkü Fenerbahçe’nin o zamanki kaptanı Naci’den, Baba Gündüz’e kadar bütün futbol şöhretleri de katılmışlardı filme, oynamışlardı… Erol Taş -rahmetli- çok önemli bir rol oynuyordu. Metin’i yetiştiren adam ve ona şefkati ile müthiş gönül koyan babayı oynuyordu. Her şey yerli yerindeydi. Atıf Abi’de çok iyi çekmişti… Yeni Melek Sineması, hıncahınç saatler yaşadı o gün…

Aynı Ali Sami Yen Stadı’na, seneler sonra koştum gittim. Sabah 09.30 gibi gittim!.. Beraber oturduğumuz tribünlere çıktım, o üç oyuncu hanımla Metin’in oturduğu, benim oturduğum!.. Oralarda, ayakta zırladım. Önümden Metin Oktay’ın tabutunu geçiriyorlardı çünkü. Sabahtı, tören vardı.. Ali Sami Yen Stadı’na getirmişlerdi Metin Oktay’ın tabutunu. Önümden geçiriyorlardı, ayaktaydım, ağlıyordum…

BU DA METİN OKTAY’A AİT... ÖZEL...
Ona ait bir şey daha anlatayım. (Bu kimsede yoktur, bu Metin’le gitmiştir!) Şimdi Metin müthiş formsuz. Gündüz Kılıç antrenör.. (Allah rahmet eylesin hepsine) Gündüz’e diyorlar ki, “Metin’in hali kötü… Fazla dağınık bir gece yaşamı var ve bizim tek tabancamız, gol makinamız!” Öyleydi, pek önemli olmayan bir nedenden ötürü, belki gecikmiş askerliği ile ilgili olabilir, hatırlamıyorum. Bir süre cezaevinde yattı. Cezaevinden çıktığı gün, antrenmansız, o kadar gün cezaevinde kalmış adamı stada getirdiler, forma giydirdiler, çıkarttılar, top oynattılar… Bir Karagümrük maçıydı. Oradaydım, seyretmiştim. Bir Fenerbahçeliydim, bu adamın futboluna hayrandım… Bir gün ona böyle bir şey yazacağım aklımın ucundan bile geçmiyordu. Üç tane gol çakmıştı o gün, sonra soluğu bitmiş olmalı, saha kenarında kusmuştu.

Evet.. Ve soruyorlar “Baba Gündüz’e..”: “Ne yapalım?” Metin’i Ortaköy Şifa Yurdu’na kapıyorlar. Kampa alıyorlar, tek kişilik kampa. Gece hayatı olmayacak, içmeyecek, uykusuz kalmayacak, kadın ilişkileri falan sıfırlanacak!..” demişti ki bana: “Öyle bir haldeyim ki pas atıyor arkadaşlarım, aldığımı sanıyorum, bir bakıyorum top gitmiş. Ayağım havada kalmış, top geçmiş… Ya da indirmişim, top ayağıma çarpmış, biraz öteye gitmiş başkası kapmış!.. Yani top kontrolüm berbat.” Ortaköy Şifa Yurdu’na kapatılıyor ve kat hemşiresi var, tenbih ediliyor ona da “Zinhar ha! Hiçbir tarafa…”

Metin’in o sırada, ismini veremeyeceğim bir sevgilisi var!.. Herkesin tanıdığı, çok meşhur bir ailenin güzel mi güzel bir kızı! Yeni boşanmış galiba kadıncağız o sırada. Akşamları, telefon ediyor Metin’e: “Şömineyi yaktım, konyağımı koydum, seni bekliyorum, ama yoksun...” gibi tetikliyor. Ne yapsın Metin, çıkmasına imkân yok! Müthiş zekâsıyla çareyi nihayet buluyor. Önce, kat hemşiresi ile işini uyduruyor. Önce onun gönlünü yapıyor mükemmel bir şekilde, sonra çıkıp gidiyor!.. Gecenin birine, ikisine, üçüne kadar diğer işlemlerini yoluna koyuyor, dönüyor. Dört gibi yatıyor. Saat 06.30’ta Gündüz Abi geliyor. Metin’i antrenmana çıkartacak. O da yeni uyanmış gibi davranıyor. Topu topu iki saat uykusu var, içmiş, yorulmuş da iyice… Çıkıyorlar, Gündüz Abi düdük çalarak Şifa Yurdu’nun arka bahçesi nasıl bir yer ise, orada sabah 06.30, 07.00’de antrenman yaptırıyor!.. Metin son gücüyle zıplıyor, koşuyor… Jimnastik yapıyor… Gündüz Kılıç, çok memnun.. “Burada sıkılıyor, bunalıyorsun ama görüyorsun ne kadar iyi gidiyoruz” diyor. Kutluyor Metin’i…

(Ne Kadar Gamlı Bu Akşam Vakti- İş Bankası Kültür Yayınları)

Sayfa Yükleniyor...