'Buz Fırtınası'ndan önce

Yıl 1973'tü ve iklim değişiyordu... Çatırdayan aileler, sorunlu ebeveynler, seksle var olmaya çalışan çocuklar... Ang Lee'nin başyapıtlarından 'Buz Fırtınası' aileyi paramparça ediyor!

'Buz Fırtınası'ndan önce

Not: Bu yazı filmle ilgili bazı gelişmelerden bahsetmektedir.


Amerikan aile hayatını en sert şekilde eleştiren yapımlardan Ang Lee’nin 1997 yapımı filmi ‘Ice Storm/ Buz Fırtınası’ Cannes gibi önemli festivallerden ödülle dönse de, yeterince incelenmemiş başyapıtlar arasında yerini hala korumakta! Hollywood’un her daim kutsallaştırdığı ‘aile’yi gerçekçi bir biçimde ele alarak, alt metinleri çok güçlü bir film ortaya çıkaran Ang Lee’nin bu başyapıtı ana akım içerisinde gözden kaybolsa da Amerikan sinemasının yüz aklarından biri olarak hala birçok filme ilham kaynağı oluyor.

Hikayesi, 70’lerde Connecticut’ta geçen ‘Buz Fırtınası’ Watergate dönemini arka planına alarak dönemin aile yapısı ve yaşam tarzının bütün çatlaklarını gösteriyor.

‘’Aile insanın kaçtığı ama ölmek için geri döndüğü boşluktur. İçine ne kadar girersen, o kadar boşluğa düşüyorsun.’’

‘Buz Fırtınası’ hikayenin geçtiği coğrafya ve iklimi karşılayan bir film adı gibi dursa da, asıl olarak fırtınayı işlevsel ve anlamlı kılan, bunun metaforik olarak neredeyse sahne sahne kullanılması oluyor. Film boyunca beklenen hava fırtınası finale doğru aile/aileler içinde yaşanan sorunların ve kopukluğun son noktası olarak karşımıza çıkıyor.

‘’ – Çocuklar merhaba, ben geldim.
- Yok muydun?’’


Aile üyeleri arasındaki bu kopukluk sadece birkaç repliğe bakıldığında bile rahatça görülebiliyor ve kendini var edemeyen karakterleri anlamamızı da kolaylaştırıyor. Çünkü ‘Buz Fırtınası’ndaki karakterlerin ve o yaşamın parçası olan insanların ortak özelliği ‘hayatta var olmaya’ çalışmaları ve var olmaya çalışırken aslında tam tersine parçalanmaları. Birkaç kez yakın çekim gösterilen buzdolabındaki buz küpü gibi, ailelerde de giderek çatlaklar oluşmaya başlıyor ve her karede o çatırdayış daha da belirginleşiyor. Ve geri dönülmez biçimde bu hasarlı ailelerin iletişimsizliği - doğal olarak - en çok çocuklarda görülüyor ve çocuklar için ebeveynleri rahatsız edici figürlerden başka bir anlam ifade etmiyor.

‘’- Baba: Mickey bu gece kendinde değil gibi.
- Anne: Mickey doğduğundan beri kendinde değil ki.’’


‘Var olmak’ ‘Buz Fırtınası’ndaki karakterler için belki de en doğru kelime... Filmin başlarında sınıtaki sahnede ‘Dostoyevski-varoluşçuluk felsefesi’nin konuşulmasının boşuna olmadığı gibi. Asıl sıkıntı da karakterlerin düştükleri bu boşluk ve ‘yakın’larıyla aralarındaki uçurum. Sorunlu bireyler olarak büyükler bir kayboluş/arayış içine girerken, çocuklar da varoluşu sekste görüyorlar. Onlar için seks yapmak özgürleştirici bir şey. Kavga-terapi grubuna katılan, Anahtar partileri* düzenleyen ebeveynler ise uzak oldukları çocuklarıyla cinsellik konusunda konuşamazlar bile. Ben bir sahnede oğluyla ‘erkek erkeğe’ konuşmak ister ama ilk kurduğu cümle, ‘’Kendinle oynamak önemli ama bunu duşta yapma, su ve elektrik israfına yol açarsın…’’ olur. sonra bu dediğinden utanır ama başka bir iletişim kurma biçimi geliştirememiştir. Cinselliği konuşmanın ötesinde ebeveyn-çocuk ilişkisinden bahsetmek de olanıksız. Belki de, Ben’in, ormanda yürürken ayağı üşüdüğü için Wendy’yi kucağına aldığı sahne filmdeki ‘kopuk’luğun olmadığı tek karedir.

'Buz Fırtınası'ndan önce - 1

‘’Muhteşem Dörtlü diğer süper kahramanlar gibi değil, daha çok bir aile gibiydiler. Ne kadar güçlenirlerse farkında olmadan birbirine o kadar zarar veriyorlardı…’’

Ang Lee’nin bu kopukluğu, birbirine, kendilerine yabancılaşan karakterleri ve aile kurumunu ele alırken kullandığı metaforlardan biri de çizgi romanlar oluyor. Hikayeyi başlatan ve yer yer anlatıcı olan Paul, çizgi roman evreninden pasajlar okuyor. Bu pasajlar Ang Lee’nin çizgi romana olan düşkünlüğünden öte, yakınlık kavramı üzerinden kutsallaştırılan ve muhafazakarlık ile iki yüzlülük arasında yalpalayan aileyi çözümlemek için dramatik yapının önemli birer parçası oluyor. Böylece, Ang Lee 70’ler üzerinden kurduğu bu hikayeye dar bir çerçeve çizmemek için de etkili bir yöntem kullanmış oluyor.

Yıl 1973'tü ve iklim değişiyordu. Afişte yazan bu cümle, filmin finaline doğru yavaş yavaş hissediliyor. Son bölümde film boyunca sessiz bir şekilde çatırdayan ‘buz’ kırılıyor. Sessiz ama bir o kadar da acı verici bir kırılma… Ama buz fırtınası gerçekleştiğinde bir ‘son’ olmuyor. ''Bundan sonra ne olacak’’ yok, sadece belirsiz bir son, belli olan her şey fırtınadan öncesi zaten…

Künye
The Ice Storm, 1997
Yönetmen: Ang Lee
Senaryo: James Schamus (Rick Moody'nin kitabından)
Görüntü Yönetmeni : Frederick Elmes
Müzik : Mychael Danna
Oyuncular: Kevin Kline, Sigourney Weaver, Joan Allen, Christina Ricci, Elijah Wood, Tobey Maguire, Katie Holmes

'Buz Fırtınası'nın DVD'si 'de de satışta.

Sayfa Yükleniyor...