CHP, pusulasını arıyor

Sol sloganların atıldığı, Deniz Gezmiş posterli kurultayda daha çok özgürlük, daha çok sosyal hak vaat eden “Gandi Kemal”i, kurultaydan sonra da gecekondu ziyaretinde gördük. İyi de CHP’nin pusulası artık solu gösteriyor diyebilir miyiz?

Kurultay salonuna Deniz Gezmiş’in resminin olduğu kocaman bir pankart asıldı. Evet, aynı pankartta Kemal Kılıçdaroğlu’na da Che beresi giydirilmiş, biraz tuhaf bir görüntü, ama askeri mahkemenin ölüme mahkum edip TBMM’nin idamını onayladığı Deniz Gezmiş, orada işte…

Deniz Gezmiş, her ne kadar kurduğu örgüt THKO’nun halefleri 1970’lerden bugüne Kemalizm’den fersah fersah uzaklaşmış olsa da, 60’ların sonundaki Kemalist söyleminden ötürü, pek küçük bir kısmı devrimci olan geniş bir kesim tarafından günümüzde sempatiyle yad edilen gençlik önderi. Hatta Baykal’la aynı adı taşıdığı için, geçen Mayıs ayında Deniz Baykal’ın parti liderliğinden istifa etmesini istemeyen CHP’lilerin yaptığı gösteride “sevdalandık Deniz’lere” yazılı tişörtlerde bile resmi yer aldı. Bu gerçekten absürttü işte. Ankara 78’liler Derneği Başkanı Hüseyin Esentürk o günlerde yaptığı bir basın açıklamasında, kendi deyimiyle “Baykal’ın müritlerine” “herkes haddini bilsin” diye seslenmişti.

Peki Cumartesi günkü kurultayın toplandığı spor salonuna Deniz Gezmiş’in resminin asılması da absürt değil mi? Evrensel gazetesi çalışanı arkadaşım Mithat Fabian Sözmen, Twitter’dan tepkisini gösteriyordu Kılıçdaroğlu’na: “Oraya resmini koyduğunuz Deniz Gezmiş kırk sene önce ‘yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği’ diyordu. Sene 2010, siz daha Kürt diyemiyorsunuz”.

Evet, Kılıçdaroğlu Kürt demediği için, Alevi demediği için eleştiriliyor. Şüphesiz ki bu eleştirileri seslendirenlerin bir kısmı üzüm yemek, diğerleri bağcı dövmek peşinde. Kürt sorunu demeyen yahut diyemeyen Kılıçdaroğlu’nun öte yandan Sezgin Tanrıkulu’nu Parti Meclisi’ne (PM) sokmasına tanık oluyoruz. Ancak Tanrıkulu, parti içi güç mücadelesinin bir sonucu olarak en az oyla PM’ye seçilen Gürsel Tekin’in ardından, sondan ikinci sırada giriyor PM’ye. Elbette kimliği ve görüşlerinden dolayı.

“Eski söylem”in simgeleşmiş isimlerinden Nur Serter de PM’de. Kürt asıllı Mesut Değer de PM’de. Kurultay günü canlı yayında, liderinin aksine, “Kürt sorunu” terimini telaffuz ediyor. Zıtlıklar partisi gibi ‘Yeni CHP’. Ve bu zıtlıklar içinde yolunu arıyor.

GEÇ SOLCULAŞMA
Kılıçdaroğlu bu kurultayda kasketli değildi. Kravat da takmıştı. Ama salonda esen hava 70’lerden, Ecevitli günlerden kalma gibiydi. Muhalefetteki sosyal demokrat partilerin solculaşması dünyada sık görülen bir durum. CHP, başka sularda gezer iken rotasını yeniden sosyal demokrasiye Mayıs 2010 gibi geç bir tarihte kırdığından olacak, bu solculaşmayı (en azından solculaşma görüntüsünü) çok geç yaşıyor. Ama doğruya doğru, coşkulu yaşıyor.

Televizyon başında kurultayı izleyen hemen her sosyalistte “şartlı refleks” kabilinden heyecan refleksi uyandırdığına emin olduğum sloganlar oturma odalarında yankılandı. “Faşizme karşı omuz omuza… Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz…”. Partinin genel başkanı kürsüden salonu şu dizelerle coşturdu: “Ekilir ekin geliriz. Ezilir un geliriz. Bir gider bin geliriz”.

İSTİSMARIN DERECESİ
Bu manzara bir istismara mı işaret ediyor? Bir yerde evet. Çünkü herkesin oylarına talip olmaya soyunan, bir “catch-all” parti asla bu denli devrimci olamaz. Zaten sermayeye ve sağa da göz kırpıyor Yeni CHP. Bursa’da işadamlarıyla biraraya geliyor Gandi Kemal; tarihinde “özel teşebbüs”ün simge ismi, İş Bankası’nın kurucusu Celal Bayar’ın mezarını ziyaret ediyor; kurultayda da PM’ye DYP kökenli, Abdüllatif Şener’in partisinden de yolu geçmiş Bülent Kuşoğlu’nu dahil ediyor.

Peki söz konusu “istismar”, Türkiye’nin son 30 yıllık tarihi dikkate alındığında insana “ne alaka?” dedirtecek şekilde referandum öncesi 12 Eylül’le hesaplaşma bayraktarlığına soyunan AKP’nin “istismarı” kadar kesif mi? O kadar da değil sanki. Parti yönetiminin çizgisinden bağımsız olarak, CHP’nin (özellikle taşradaki) tabanının bir kısmında sol bir damar olduğu bilinir. Sekiz yıllık AKP iktidarının ardından emek ve özgürlük temalı sol özlemlerin, sol taleplerin en güçlü muhalefet partisinin saflarında (da) seslendirilmesi hiç şaşırtıcı değil. Coşkunun çakması olmaz, o salondaki sosyalizan coşku samimiydi.

MUHAFAZAKARLIK MI, BAŞKA BİR ŞEYLER Mİ?
Nuray Mert köşe yazısında “Ecevit dönemini örnek alıp, yüzde 40 iddialarıyla ortaya çıkmak veya CHP’ye bu yönde gaz vermenin de hiçbir anlamı yok” deyip ekliyor: “O zamandan bu yana geçen otuz küsur yılda Türkiye ve dünya çok değişti. Acı gerçek şu ki, siyasal davranış artık çok daha az oranda sosyal demokrasi kaygısı etrafında belirleniyor. Onun yerini laiklik ve muhafazakarlık ekseni aldı”.

Acaba mı? Bugün, 8 yılın ardından AKP’nin ardında hâlâ böylesine güçlü bir halk desteği olması insanların muhafazakar olmasından mı? Yoksa mevcut tüm sorunlarla beraber; büyüyen ekonomi, artan iş olanakları, yatırımlar, başarılı yardım ağları, başarılı hayırseverlik koordinasyonu, sosyal devleti hatırlatan kimi uygulamalar, özellikle sağlık sektöründe vatandaşların geçmişe göre daha iyi hizmet alması vesaire gibi etmenlerden mi?

SOSYAL DEMOKRASİNİN KARŞILIĞI VAR MI?
Kılıçdaroğlu’nun sosyal devlet vurgusunun günümüz Türkiye toplumunda siyasi bir karşılığı var mı? Rakamlar var diyor. TÜİK’in Temmuz ayındaki araştırmasına göre nüfusun yüzde 20’si milli gelirin yarıya yakınını alıyor, en alttaki yüzde 20’nin payı gelirin yüzde 6’sına ulaşmıyor. Bu iki katman arasındaki gelir farkı bir türlü azalmıyor. Nüfusun yüzde 60’ı et ve balığı seyrek yiyebiliyor, nüfusun yarıya yakını yeni giysi alamıyor, yüzde 90’a yakını tatile gidemiyor. AKP’nin sosyal haklara bakışıyla ilgiliyse Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın geçenlerde bir sendikanın genel kurulunda sarfettiği şu sözler bir fikir veriyor: “Bizler gelişmekte olan Türkiye olarak mutlaka yeri gelecek 16-18 saat çalışabileceğiz”.

Kılıçdaroğlu’nun vaatleri arasında şunlar yer alıyor: Üniversite öğrencilerinin yurt sorunu en geç 2 yıl içinde çözülecek, harçlar kaldırılacak, aile sigortası getirilecek, işsizlik sigortası fonu amacına uygun kullanılacak, kamuda taşeron işçilik kaldırılacak, emeklilere milli gelir artışından pay verilecek…

Tüm bunlar için kaynak lazım. Söz gelimi askeri harcamaların radikal biçimde düşmesi lazım. Eh, bunun için de Kürt sorununun çözülmesi lazım. “Kürt” kelimesini zikretmeden Kürt sorunu tabii ki çözülemez. Ama Sezgin Tanrıkulu’nun siyasetine yön verebildiği bir partinin iktidarı çözebilir.

Karışık işler, değil mi Sayın Kılıçdaroğlu?

Sayfa Yükleniyor...