CHP’nin Kürt politikası neydi, ne oldu?

Meclis'te BDP'li Sırrı Sakık'ın, 11 yıl önce CHP lideri Deniz Baykal'ın "aday yapmak için 20 militan istediği" iddiası tartışmalara neden oldu. Şimdilerde MHP'yle birlikte "Demokratik Açılım"a muhalefet eden CHP, "Kürt meselesi" konusunda geçmişte nasıl bir politika izliyordu?

TBMM'de dün BDP’li Sırrı Sakık’ın, 1999 seçimlerinden önce CHP ile HADEP arasında bir temas yaşandığını ve CHP lideri Baykal’ın “Sayın Türk’ü, Sayın Sakık’ı, Sayın Yurttaş’ı kaldıramam, ama bana 20 tane militan gönderin onları aday edeyim” dediğini öne sürmesi ortalığı karıştırdı.

Görüşünü aldığımız bir kaynak, olayın doğru olduğunu ancak militan kelimesinin kastını aştığını, söz konusu görüşmede kastedilenin 20 kişilik isimsiz bir grup partili olduğunu belirtti.

Aslında bu tartışmaları anlamlandırmak ve belli bir çerçeveye oturtmak için CHP’nin ve bu partinin 1980’lerdeki öncülü SHP’nin; Kürt sorununa yaklaşımı, geliştirdikleri politikalar, kullandıkları söylem ve Kürt siyasi hareketiyle ilişkilerine bakmak gerekiyor.

CHP, 1970’li yıllarda Kürt seçmenlerin en çok tercih ettiği partiydi. 1980 darbesinden sonra yaşanan baskılar ve 80’lerin ortalarından itibaren güvenlik güçleriyle PKK arasındaki çatışma ortamından bölge halkının zarar görmesi, 12 Eylül’den sonra diğer tüm partilerle beraber kapatılan CHP’nin yerini alan SHP’nin sürekli ilgi alanında bulundu.

Gelecekte ilk Kürt partisi Halkın Emek Partisi’ni (HEP) kuracak olan kadrolar da 80’lerin sonuna kadar SHP’de siyaset yaptı. 2009 sonunda milletvekilliği düşürülen Ahmet Türk, Adalet Partisi’nden ayrılanlarca kurulan Demokratik Parti’nin milletvekili olarak ilk kez 1973’te girdiği TBMM’ye, 1977’de CHP’den, 1987’de ise SHP’den seçildi.

“SHP 1989 Kürt Raporu” olarak bilinen çalışma da o dönemde hazırlandı. Raporda; 1983’te çıkarılan 2932 sayılı kanun (“Kürtçe yasağı” olarak da bilinen, Türkçe dışındaki anadillerde konuşma, yazma ve iletişim yasağı), Olağanüstü Hâl (OHAL) ve koruculuk sistemi şiddetle eleştirildi. Anadil yasağıyla ilgili “totaliter yönetimlerde bile örneğine az rastlanan bir düzenleme” yorumu yapılırken, yasakla “insanlığa karşı suç işlendiği” görüşü ifade edildi. OHAL için “evrensel hukuk sisteminde kabul edilmesi olanağı bulunmayan birçok yasak, taraf olduğumuz uluslararası anlaşmalara da aykırı olarak mevzuatımıza getirilmiştir” yorumunu yapan rapor, köy koruculuğunun da yörede düşmanlığı ve toplumsal çelişkileri kışkırttığını dile getirdi.

KÜRT KONFERANSI’NA KATILANLAR İHRAÇ EDİLİYOR
Öte yandan, SHP’nin kendi Kürt milletvekilleriyle ilişkisi sorunsuz da olmadı. 1990’da Paris’teki Kürt Konferansı’na katılan 7 milletvekili partiden ihraç edildi. Buna tepki olarak çok sayıda milletvekili de SHP’den istifa etti.

Atılan ve ayrılan milletvekillerinin çoğu HEP’e girerken, bir kısmı da Sosyalist Birlik Partisi’ne (SBP) katıldı. Halen CHP Grup Başkanvekili görevini sürdüren Kemal Anadol da SBP’ye katılanlar arasındaydı. SBP daha sonra Anayasa Mahkemesi tarafından “bölücülük”ten kapatıldı.

O dönemde SHP’de Genel Başkan Erdal İnönü ile Genel Sekreter Deniz Baykal arasında iktidar mücadelesi yaşanmaktaydı. Baykal girdiği her kongrede İnönü’ye karşı kaybetmesine karşın parti içinde güçlü bir isimdi. Çeşitli kaynaklar 7 Kürt milletvekilinin partiden ihracında Baykal’ın rolü olduğunu öne sürüyor.

1990 Kurultayı’nda Baykal İnönü karşısında bir kez daha kaybetti ve Parti Meclisi’nde çoğunluğu Baykal karşıtları aldı. SHP’nin yeni yönetimi HEP’le yakınlaştı ve Ekim 1991 seçimlerine HEP’li adaylar SHP listelerinde katıldı.

Bunun sonucunda da, Leyla Zana’nın TBMM kürsüsünde Kürtçe yemin etmesiyle başlayan ve DEP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılıp meclisten yaka-paça götürülmeleriyle sonuçlanan olaylar dizisi yaşandı.

'KÜRT SORUNUNU BİZ ÇÖZECEĞİZ'
SHP ile CHP, CHP’nin çatısı altında birleştikten sonra Aralık 1995 seçimlerine gidildi. CHP seçim bildirgesinde OHAL’i ve koruculuğu kaldırmayı vaat etti. “Kürt sorununu biz çözeceğiz” başlığı altında da “CHP, her kökenden insanımızın, kendi anadillerini daha iyi öğrenebilmelerine ve geliştirebilmelerine olanak tanınmasını, her türlü iletişim ortamından özgürce yararlanabilmelerini, kültürde çoğulculuk anlayışının ve kültürel kimliğe duyarlılığın gereği saymaktadır” denildi.

‘GENELKURMAY ANDIÇLADI’ İDDİASI
Partisini tarihte ilk kez baraj altında bıraktıktan sonra genel başkanlıktan istifa eden Baykal yerine CHP’nin lideri olan Altan Öymen döneminde, HADEP’le bölgede işbirliğine yönelik toplantılar düzenlendi. Kimi iddialara göre bu toplantılar JİTEM kaynaklı istihbarat sonucu Genelkurmay tarafından andıçlandı. Başbakan Bülent Ecevit de CHP yönetimini sert biçimde eleştirdi. Öte yandan Öymen’in genel başkanlığı sadece 1 yıl sürdü, 30 Eylül 2000’de gidilen kongrede Baykal partinin başına geri döndü. Bazı Kürt çevrelerinde Genelkurmay’ın, Baykal’ın önünü açmak için söz konusu andıçları hazırladığı iddia ediliyor.

Altan Öymen döneminde HADEP’le yapılan görüşmeler, CHP’nin Kürt siyasetiyle son teması oldu. 2002 seçimlerinden itibaren AKP’ye karşı muhalefetini, kimi çevrelerin sosyal demokrasiden uzaklaşılıp ulusalcılığa sapıldığı eleştirilerini beraberinde getiren bir düzleme oturtan CHP, ’nin Kürt nüfuslu bölgelerinde gitgide marjinal bir parti haline geldi.

2007 seçimlerinde bölgeden tek sandalye bile kazanamayan CHP, halkın çoğunluğunun Alevi olmasından ötürü geleneksel olarak güçlü olduğu Tunceli’den bile milletvekili çıkaramadı. Onur Öymen’in son Dersim çıkışı ise Tunceli’deki CHP örgütlerinde depreme yol açtı ve art arda istifalar yaşandı.

2007 seçimlerinde Nur Serter gibi, 80’li ve 90’lı yılların SHP-CHP’sindeki siyasetçi profiliyle fazla benzerlik göstermeyen kimi isimler parlamentoya taşınırken, CHP’de kalan Kürt kökenli siyasetçilerden biri olan ve 17 Ekim 2007’de görüşülen Kuzey Irak’a operasyon tezkeresine olumsuz oy veren Eşref Erdem’in aynı yılın Kasım ayında partideki tüm idari görevlerinden istifa etmesi dikkat çekti.

'ETNİK KİMLİK ŞEREFTİR' DÖNEMİ
CHP’nin 2008’de yenilenen programında “Etnik kimlik şereftir” başlığı altında, çok sayıdaki genel nitelikli cümlenin arasında, somut olarak kültürel haklarla ilgili ifadeler yer alıyor.

Türkiye’de halen uygulanmakta olan mevzuatın mümkün kıldığı yasal çerçeveyi aşan bir vaadin bulunmadığı metinde, önceki yılların aksine, söz gelimi koruculuk sistemi hakkında bir ifade bulunmuyor ya da “Kürt sorunu” terimi kullanılmıyor.

Sayfa Yükleniyor...