Dalgaya düşmek

Cep telefonuyla helikopter düşürülebilir mi? NTV Bilim dergisinden İnan Aran, bu soruyu “dalga”yı anlatarak yanıtladı: “Cep telefonunun 5 Watt’lık gücüyle kabinde elektromanyetik alan elde etmek mümkün değildir.”

NTV Bilim dergisinden İnan Aran, Taraf gazetesinin asılsız çıkan iddiasıyla ilgili yazdı:

BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’yla beraber beş kişinin öldüğü helikopter kazası, yedi ay sonra tekrar gündeme geldi. İddiaya göre, Yazıcıoğlu ve yanındakiler cep telefonlarından sıklıkla (toplam 295 kez) aranarak bir manyetik alan oluşturulmuş ve helikopter “düşürülmüştü”! Halbuki helikopterler, uçaklar güçlü manyetik alanlardan etkilenmeyecek standartlara göre yapılır. Yüksek gerilim hatları, radar sahaları, vericiler, elektrik yüklü bulutlar, yıldırımlar, hatta havaalanları çok büyük elektromanyetik alanlar oluşturur. Hava araçları bunların içinden uçmak, geçmek zorundadır. Cep telefonunun 5 Watt’lık gücüyle kabin içinde bir elektromanyetik alan elde etmek mümkün değildir.

Cep telefonuyla helikopter düşürülebilir mi? Epey “dalgacı” sayılabilecek bu soruyu “dalga” geçmeden yanıtlamak istiyorum; fakat “dalga”lardan bahsetmeden bunu yapabilmek yazık ki mümkün değil.

Işığın elektromanyetik bir “dalga” olduğu keşfinden çok önce İngiliz bilimci Faraday, manyetik “dalgalar” ile elektriksel alanların ilişkisini çözmüştü. Elektriksel alanlar manyetik etkiler oluşturuyor, bu da yetmezmiş gibi manyetik alan değişimleri ile elektrik akımı elde edilebiliyordu. Faraday'ın ulaştığı bu bilgi, elektromanyetizma kuramı ve uygulaması olmasa hapı yutmuştuk. Elektrikle çalışan ne varsa hepsini, hatta şebeke elektriğini derhal unutun. Çünkü jeneratörlerin, türbinlerin ve motorların çalışması da bu ilkeye dayanır.

1836’da Faraday, iletken bir metalle kaplayıp güzelce toprakladığı kafeslere elektriksel alanların ulaşamadığını görünce çok sevindi. Ömrü elektriğin içinde geçen bir adam düşünün. Yalıtkan yüzeylere başvurmadan elektriği dizginlemeyi başarıyor. Bir an için suyun üzerinde çıplak ayaklarıyla yürüyebildiğini hissetmiş olmalı. “Faraday kafesi”ni günümüzde yaygın olarak kullanıyoruz.

Elektrik alanını yalıtmak lazım. Gelsin Faraday kafesi. Elektromanyetik yayın var, bundan kurtulmalıyız. O iş bir Faraday kafesine bakar. Yıldırım düşerse perişan oluruz. Kolayı var, hemen bir Faraday kafesi. Ben bu kimyasalın parlamasından, küçük bir elektrostatik boşalımın cephaneyi patlatmasından çok çekiniyorum. Şipşak Faraday kafesi. Daha bitmedi. Elektrikle çalışan araçlar yaptık ama bunlar çevrelerine “dalga” yayıp birbirlerinin çalışmasını engelliyor. Ne yapacağız? Elbette Faraday kafesi.

Faraday kafesi özellikle hassas ölçüm araçlarının yalıtılması için kullanılır. Havacılık malum son derece hassas hesaplara dayanan “akıldışı” bir uğraştır; pek çok değerin sürekli olarak belirlenmesini ve “hızla” değiştirilmesini gerektirir. Elektromekanik araçlar olan uçak ve helikopterlerde bulunan hassas ölçüm araçlarının EMI denen elektromanyetik interferans etkilerinden korunması son derece önemlidir. Bunu sadece ben demiyorum, havacılığın emniyetini öngören JAR standartları aynen böyle söylüyor. Uçakta veya helikopterde elektrikle çalışan ne kadar araç varsa hepsini yalıtacaksın. Yalıtmazsan bunlar çalışmaz. Lazer jiroskop sapıtır. Radar altimetre fıttırır. GPS şaşırır. Bu durumda cep telefonunu aşağıdan çaldırıp kabine önceden yerleştirilen bilmem hangi “çip”in indüklediği “korkunç” elektromanyetik alanın, seyrüsefere yarayan hassas ölçüm araçlarını bozması bir yana, yerden santim teker kesmek mümkün değildir.

Bu arada “çip” dediğimiz elektromanyetik üretecin üzerinde bir anten ve amplifikatör bulunması gerektiğini vurgulamak lazım. Anten bu çipe gelen “dalgayı” algılamaya, amplifikatör de gücünü arttırmaya yarayacak. Elimizde “lambda bölü n” hesabına uygun olarak tasarlanmış bir antenimiz var diyelim. Amplisi de varsa o zaman bu düzeneğin epey bir büyük olması beklenir. Çelişki, “çip” tanımı ve “çip”ten beklenen işlevin birbirini tutmamasından kaynaklanıyor, fakat burada bitmiyor. Ne kadar büyük olursa olsun elde ettiğimiz “varsayımsal” elektromanyetik alan, yukarıda anlatılan standart Faraday kafesi yalıtımını aşamayacağı için elimizde kalıyor.

Peki helikopterler manyetik alanlarda güvenle uçabilir mi? Çevremizde “varsayımsal” elektromanyetik alanlardan çok daha güçlü ve “gerçek” elektromanyetik alanlar olduğunu hepimiz biliyoruz. Sağda solda metrelerce uzunlukta antenler var örneğin. Çamlıca tepesinde kocaman radyo televizyon vericileri. Askeri ve sivil radarlar. Elektrik yüklü bulutlar. Yıldırımlar. Helikopterler ve uçaklar çaresiz bunların civarında uçacak. Hatta daha da tehlikeli bir şey yapıp arada bir havaalanına inecekler ki, orada hakikaten “korkunç” elektromanyetik yoğunluk sözkonusu. Her uçağın, her helikopterin anlaşılmaz bazı iletişim ihtiyaçlarını gidermek için mecburen telsiz taşımasından daha riskli olan bir şey varsa, o da bu havaalanlarında sanki mevcut radar teknolojisi yetmezmiş gibi ILS, MLS, VOR gibi bazı modern “dalga” donanımları bulunması olmalıdır. Bu safi “dalga” elektronik iniş sistemleri o denli etkilidir ki uçakları otomatik olarak yere indirebilir (bazı havaalanlarında ILS olmadığı için kazalar yaşandığı bile söyleniyor). Uçakların bir kısmı hemen yanlarında başka bir uçak pist başı beklerken alanı pas geçiyor, diğeri beriden transit uçarken öteki kontrol amirinin “sen şimdi bekle” talimatı üzerine taxi yapıyor. Olacak iş değil. Peki nasıl oluyor da uçaklar ve helikopterler bu keşmekeşte uçmaya devam ediyor? Yanıt Faraday kafesi. İstenmeyen elektromanyetik etkileşimin zararlarını gayet iyi bilen uluslararası havacılık otoriteleri, uçak ve helikopterlerin bu niteliği “yapısal” olarak taşımasına özellikle dikkat ediyorlar.

Kabin içinde altı üstü 5 Watt güç ederi olan birkaç cep telefonunu üstüste çaldırarak indüklediğiniz “çip”in büyük bir elektromanyetik alanla değil ama küçük ve etkili bir “tuşe” ile helikopterin yaşamsal önem taşıyan sistemlerini sabote etmesi mümkün olabilir mi? Söz konusu senaryoyu üreten “meçhul” telekomünikasyon otoriteleri, helikopterin her biri Faraday kafesiyle ayrı ayrı korunan aviyonik sistemlerine, temel bilimler açısından “şimdilik” olanaksız görünen elektromanyetik bir saldırı yapıldığını öne sürerken kabin ve gövdenin muhtelif yerlerine dağılmış halde bulunan onlarca ölçüm aracını, bunların niteliğini ve işlevini ihmal etmiş olmalı.

Hava araçlarının olağan insan açısından “akıl dışı” görünen işleyişi, özellikle ölçüm ve denetim araçlarının baştan sona paranoyak endişelerle tasarlanıp üretilmelerini gerektirir. Bir tane koyuyoruz, bozulur da çalışmazsa ne yapacağız? İyisi mi iki tane koyalım. Hayır hayır, en güzeli üç altimetre koyalım, üçünün sonuçlarını ayrı ayrı okuyup ona göre sonucu değerlendiririz. Radar altimetre yalnız olmaz hem, bir de barometrik altimetre bulunmalı mutlaka. Sadece elektrikle çalışan ölçüm araçlarına güvenemeyiz. Ya elektrik kesilirse, motorlar durursa ne yapacağız? Hadi uçağın kanatları var, süzülüp yavaş yavaş yere iner. Helikopter ne yapacak? Bu durumda pilotun tek seçeneği kalıyor: Otorotasyon eğitiminde öğrendiklerini yaparak helikopteri kavak tohumunun döne döne süzülmesine benzer biçimde yere güvenle indirmek.

“Dalga” geçmekten çekinmemeliyiz. Öğrenmenin “eğlenceli” olmasını sağladığı sürece “dalga” geçmek iyidir. Ancak bu olayda “dalga” geçmenin mümkün olmadığı bir taraf var. Bir helikopter düştü. İnsanlar öldü. Onları sevenler çok üzüldüler. Herkes bu kazanın nedenini öğrenmek istiyor. Ben de öğrenmek istiyorum. Onca aramaya rağmen bir türlü “düşmeyen” cep telefonu aramalarıyla helikopterin düşürüldüğünü öne süren varsayım, bu kazanın teknik boyutunu anlamamıza yardım etmiyor. Bu ve benzeri olaylarda kırıma uğrayan bir aracın enkazını “okuyabilen” uzmanların yapacağı çalışmaya ve hazırlayacağı rapora güvenmeliyiz.

Her kazadan “öğrenir” ve “daha iyisini yapmayı” umarız. Bu kaza helikopter bakımının aksamasına dayanıyorsa daha iyi bakım yöntemleri bulmaya çalışırız. Profil buzlanmış pal kırılmışsa, hub aksamış swashplate bozulmuşsa, pitch link bükülüp kuyruk rotoru dağılmışsa... Onlarca başka yapısal neden söz konusu olabilir, bunların yerini tutacak daha etkin tasarımlar üzerinde çalışır, çok daha sağlam yapılar üretiriz. Kaza pilotajla açıklanabilirse pilotlarımızı nasıl daha iyi yetiştirebileceğimizi düşünürüz. Bir de, tabii, ismini vermeden ahkâm kesen uzmanlara, sızdırdım, demek ki değerlidir muhabirliğine, suçladığım insana sormam gerekmez kaptıkaçtıcılığına dayanan gazetecilikle birilerini suçlamış ve üst perdeden konuşmuşsak, gazeteciliğimizi geliştirmenin bir yolunu aramalıyız. Bu süreç sıkıntılı, yorucu, kısa sözle epey bir “dalgalı” dır.

Merhuma rahmet, kalana başsağlığı, hepimize teknik akıl fikir dilerim.

Sayfa Yükleniyor...