'Demokrasilerde balans ayarı, seçimle yapılır'

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ''Demokrasilerde balans ayarı topla, tüfekle, müdahaleyle, darbeyle yapılmaz. Sandıkla, seçimle yapılır'' dedi.

'Demokrasilerde balans ayarı, seçimle yapılır'

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Artuklu Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi'nde düzenlenen ''Anayasa Değişikliği'' konferansında yaptığı konuşmada, bir bakan ve milletvekili olarak anayasa değişikliğinin çok faydalı olduğuna ve arkasının da gelmesi gerektiğine inandığını söyledi.

''Artık bir darbe anayasası ile bu ülkenin yönetilmesine veya temel belge olarak bir darbecinin yaptığı anayasayı elimde tutmaktan gerçekten utanıyorum'' diyen Arınç, anayasanın ne kadar değiştirilirse o kadar iyi olacağını vurguladı.

Arınç, mücadelelerinin demokrasi mücadelesi olduğunu, varlık sebeplerinin de demokrasi olduğunu kaydederek, şöyle konuştu:

''Parlamento varsa, hükümet varsa, muhalefet varsa demokrasi vardır diyebiliriz. Ancak bu demokrasinin güçlü olması lazım. Bir ülkede meclis ne kadar güçlü olursa demokrasi de o kadar güçlü olur. Meclis demokrasinin kalbidir. Siyasi partilerde demokratik hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Son yıllarda atılan adımlarla bir taraftan AB, bir taraftan da demokratikleşme konusunda atılan adımlar 'yi ideal noktaya doğru götürüyor. Biz artık ayrıcalıklığı, ayrımcılığı kendi içinde çifte standartları taşıyan sık sık parlamentosuna müdahale edilen ülke olmaktan çıkıyoruz. Darbeler müdahaleler ve açık gizli postmodern darbeler, Türkiye'nin son 50 yılının yüz karasıdır. Birinci Meclis 1921 Anayasası'nı yaptı, ikinci meclis 1924 Anayasası'nı yaptı. Bu anaysa 1960 darbesine kadar devam etti. Bu darbe 1924 Anayasası'nı yürürlükten kaldırdı. 1961'de kendi hazırladığı anayasayı kabul ettirdi.

20 sene sonra bu sefer Kenan Evren ve arkadaşları Milli Güvenlik Konseyi olarak darbe yaptılar. 1961 Anayasası'nı kaldırıp, 1982 Anayasası'nı kabul ettirdiler. Şimdi elimizdeki 1982'den kalan anayasadır. 16 defa 70'ten fazla maddesi değişmiştir. Ama elimizdeki anayasanın üzerinde 80 darbesinin anayasası yazmaktadır. 1920'den 1960'a kadar Meclisin yaptığı iki sivil anaysa var. 1960'tan bugüne kadar 50 sene geçti, 2 anayasa var ikisi de darbecilerin anayasasıdır.

Darbe anayasasını ne kadar değiştirirseniz o kadar iyidir. Bizden önceki bütün hükümetler ihtiyaç olduğu dönemde, AK Parti zamanında da değişmiş. Allah yazısı bir anayasa değil, kul yapısı. İhtiyaç oluyor değişir, dar geliyor değişiyor, bol geliyor değişiyor. Sandık demokrasilerde temeldir. Demokrasilerde balans ayarı topla, tüfekle müdahaleyle, darbeyle yapılmaz. Sandıkla, seçimle yapılır. Ne kadar çok sandığı getirebilirsek demokrasi o kadar güçlenir. Bugün Avrupa ülkelerin pek çoğunda belediyeler bile sık sık referandum yapıyorlar. Bizde çok azdır. Bayram namazı gibi. Bayram namazı kılmaya gidersiniz imam her defasında aynı şeyi söyler: 'Senede iki defa olduğu için ben size bir defa daha tarif edeyim'. Bizde de öyle en son 3 sene evvel yaptık. Bundan sonra olur mu olmaz mı Allah bilir. Ama keşke olsa. Çünkü demokratik bilinci artırmanın yolu da referandumdan geçer. Niye bundan çekineceksiniz. Tam demokrasi istiyoruz. Yarım yamalak şeylerle uğraşmak istemiyoruz.''

Demokrasilerde insanların kendi kimlikleri ile hür yaşayabildiğini ve kendilerini rahatlıkla ifade edebildiğini bildiren Arınç, kimsenin bölgesinden, kıyafetinden, inancından ve etnik kökeninden dolayı farklılıkları tehlike olarak görüp, düşmanlık yaratılmaması gerektiğini kaydetti.

Arınç, farklılıkların zenginlik olarak kabul edilip, saygı gösterilmesi gerektiğini vurgulayarak, şöyle dedi:

''Bir bütünlük içerisinde yaşamayı ancak demokrasi içerisinde öngörebiliriz. Türkiye'de hiçbir zaman artık darbe olmamalıdır. Askerler kendi anayasal görevlerini ancak yapmalıdırlar. Yani yurt bağımsızlığının korunması, dış müdahalelere karşı güvenlik tedbirlerinin alınması...

Tarım onların işi değil, eğitim, sağlık onların işi değil. Hükümet politikaları onların işi değil. Onların işi çok önemli. Şehitlik ve gaziliği içinde barındıran yurt savunmasıdır. Kendilerini yurt savunmasına hazırlayacaklar, eğitim yapacaklar, silah kullanmayı bilecekler ve Türkiye'nin bağımsızlığı bir gün tehlikeye düşecek olursa, ancak o zaman ortaya çıkacaklar. Bir siyasetçi gibi her gün her yerde konuşurken görmek, her konuda fikir ifade etmek veya düşüncesini söylemek, hatta zaman zaman kaş kaldırmak, surat asmak hiçbir demokratik ülkede askerin yapacağı iş değil. Türkiye bu konuda çok acı deneyimler geçirdi.

27 Mayıs bunlardan bir tanesi. 1980 darbesi, 12 mart 1970 muhtırası ondan sonraki muhtıralar, 28 şubat süreçleri vesaire... Bunlar demokrasiyi kesintiye uğratmışlar Türkiye'de. Zaman gelmiş bütün partiler kapatılmış, zaman gelmiş bütün parlamentolar feshedilmiştir. Zaman gelmiş anaysalar tozlu raflara bırakılmış, kendi anayasalarını kurmuşlar. Bu çok acı olaylardır. Artık 'Türkiye'de siviller bu işi yapamıyor. Gene bize iş düştü.' Düşüncesi ile kapalı kapılar arkasında cuntacılık, kapalı kapılar önünde sivil hükümetlere müdahale edilme dönemleri bizde partileri de siyasi süreci de iktidarları da her zaman yıpratmıştır. Ve halk her zaman bunlardan şikayetçi olmuştur.''

Bakan Arınç, Türkiye'nin 1980'lerde toplumsal olaylarda çok acılar çektiğini, bunlardan kurtulmanın yolunun tam demokrasiyi kurmak olduğunu söyledi.

''Eğer demokrasi ve hukuk olmasa o ülkede faili meçhul cinayetler olur'' diyen Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

''O ülkede işkence olur, o ülkede insanlar isyan ederler 'Ben kendimi ifade edemiyorum' diye. Hatta çok daha radikal kararlar alır dağa çıkarlar. Yani insanların suç işleme meylini artıracak haksızlıklar yaparsanız; mesela bir ülkede zamanı geldiğinde o da 1980 ihtilalinin hemen arkasıdır. 'Artık kimse Kürtçe konuşmayacak. Kütçe konuşmak suçtur' derseniz çok yanlış bir şey yaparsanız. Kendini Kürt olarak tanımlayan ve bundan iftihar eden insanlarımız var. Çok tabii bir şey. Bu dili konuşmak hiçbir zaman suç olamaz. Bu fıtrata aykırı bir şey olur. Ama bunu yaptılar. Diyarbakır Cezaevinde başka cezaevinde de bu tür suçlamalarla insanların işkenceye dönüştürüldüğünü hepimiz biliyoruz. Benim bildiğim o yasak 4-5 yıl uygulandı. Mardin'de köken olarak kendisini Arap olarak nitelendiren insan takdire layıktır, kucaklanmaya layıktır. O da bu ülkenin milletin bir parçasıdır. Ana dilde konuşmayı kimse yasaklayamaz. Radyoyu yasaklamamalı, televizyonu yasaklamamalı, kitaplar, tiyatrolar vesaireler hepsi olmalı. Herkes kendi dilini öğrenmeli. Bunun yolu açılmalı. Bu çok doğru bir şey. Ama yılardır suç olarak bilindi bunlar. Demokrasiler gelişmedikçe, insanlar kendi kültürel haklarını tanımadıkça ve yaşamadıkça çok büyük sıkıntılar içine girdiler. O zaman fitne doğdu. Aslında bu haklar verilse fitne olmayacak. Fitne ırkçılık fitnesi olarak girdi.

Bugün terörden hepimiz şikayet ediyoruz. Terör sadece bir sonuçtur. Terörü inceldiğimiz zaman orada kendi kökenini, kendi etnik kimliğini ifade etmemek var, kendi toprağında ekonomik geri kalmışlık var, işkence görmek, haksızlık yapılmak var, zulüm karışında kalmak var. Terör en kötü bir hastalıktır, ona giden yolları keseceksiniz. Önemli olan bataklığı kurutmaktır. Terörle mücadele etmenin yolu da ekonomik geri kalmışlıktan tutunuz kimlik haklarına, ifade özgürlüğüne kadar sosyal alandaki geri kalmışlığa kadar maddi anlamdaki fakirliğe kadar pek çok şeyi yok etmektir. Bizim demokratik açılım değdiğimiz projemiz içinde de bu vardır. Temelde prensibimiz teröre yol açan sebepleri ortadan kaldırmaktır. Örgütü eylem yapamaz hale getirmek ve bu ülkede yaşayan etnik kökeni farklı insanları her birini kucaklaştırarak, beraberliğe geleceğe hazırlamaktır. Demokrasi böyle bir şeydir. Yarım olmuyor bu iş. Olacaksa tam olması lazım.''

Sayfa Yükleniyor...