'Dışarıdan değil, kendimizden korkmalıyız'

Sözünü Sakınmadan'ın konuğu Hakan Bıçakçı, ''Ben korkulacak şeyin hayatın kendisi olduğunu düşünüyorum. Dışardakilerden değil kendimizden korkmalıyız” diye konuştu.

'Dışarıdan değil, kendimizden korkmalıyız'

Sabit Fikir ve İstanbul Modern işbirliğiyle düzenlenen Sözünü Sakınmadan önceki akşam bir etkinliğe daha ev sahipliği yaptı. Keyifli bir ortamda gerçekleşen söyleşide eleştirmenler Semih Gümüş ve Ömer Türkeş, edebiyatının genç kuşak yazarlarından Hakan Bıçakcı’yı ağırladı.

Hakan Bıçakcı’nın konuk olduğu Sözünü Sakınmadan, Ömer Türkeş’in yazarın ilk kitabı Romantik Korku’yu okuduğu 2002 yılına dönmesiyle başladı. Bıçakcı’nın romanlarında korkunun bir “efekt” gibi değil, hayatın getirisi gibi durduğunu söyleyen Türkeş yazara; “Bir genç olarak korkuların olduğu için mi bunu romanlarına yansıtıyorsun?” sorusunu yöneltti. Hakan Bıçakcı, korkunun kaynağının bu olmadığını ifade ederken, sorguladıkça korkunun çok tehlikeli olduğunu fark ettiğini de belirtti: “Buna kaygı da denebilir aslında. Hollywood bunu çok kullanıyor. Ben korkulacak şeyin hayatın kendisi olduğunu düşünüyorum. Dışardakilerden değil kendimizden korkmalıyız.”

'Yaşadığım hayatla kurduğum hayat aynı değil'
Semih Gümüş ise genç yazarların bugün daha farklı şeyler yazmak istediğini belirterek Bıçakcı’ya bu korkunun “yalnızca bir kurgu” olup olmadığını sordu. Hakan Bıçakcı ise bunun tamamıyla kurgudan ibaret olmadığını, ancak kurgunun da bir parçası olduğunu belirterek bunun Apartman Boşluğu adlı kitabında görülebildiğini belirtti: “Orada onu yazan kişinin hayalleriyle yeteneği arasında bir uçurum var. Yani bir anlamda kurgunun kendisinden korkan bir yazar var bu kitapta.”

Gümüş’ün bu cevap üzerine sorduğu “Yazdığını yaşamak gibi bir şey mi?” sorusu üzerine Bıçakcı, hayal ettiklerinden etkilendiğini ve korktuğunu; ama hayalleriyle yaşamını ayırt ettiğini söyledi. Bunun hayatının değil, zihninin bir parçası olduğunu söyleyen yazar, yaşadığı hayatla kurduğu hayatın aynı olmadığının altını çizdi.

'Önümüzde adı konmuş bir hayat var'
Ömer Türkeş’in “Hepimizin kendimize dair korku değilse bile endişeleri var. Bu İstanbul gibi bir yer, en azından tekinsizlik duygusu veriyor. Sizin kuşağın da kendi korkuları, endişeleri yaygın. Kahramanlarının hayatla bir sorunu var. Geçim sıkıntısı yaşıyorlar, çalışmak istemiyorlar. Kendi kuşağının sorunları...” sözleri üzerine Bıçakcı, önümüzde adı konmuş bir hayat olduğunu vurguladı: “Her şeyin fiyatı , son kullanma tarihi var.... O anlamlandıramadığımız şeyler de var. Günlük hayatın içinde anlamlı olan, her şeyi anlamsızlaştıran bir hayat.”

'İnsan beyni mantık hastalığına tutulmuş'
Yazma hissinin ağırlıklı olarak sinemadan geldiğine dikkat çeken Bıçakcı, yazmaya başlamadan önce izlediği filmlerden etkilendiğini vurguladı. David Lynch’in Kayıp Otoban filminden çok etkilendiğini söyleyen yazar, Lynch sayesinde, bir hikâyenin başka türlü de anlatılabileceğini fark ettiğini söyledi. Hakan Bıçakcı, insan beyninin mantık hastalığına tutulduğunu ve her şeyi bir mantığa oturtmaya çalıştığını da sözlerine ekledi: “Kaygıya isim koyma ihtiyacı ile bu korkuya dönüşüyor. Biz hep kaygılardan kurtulmak için onlara nesneler uydurmaya çalışıyoruz. Rüyaların da böyle olduğunu düşünüyorum, kısa devre şeyler görmeye başlıyoruz.”

Semih Gümüş’ün Türkiye’deki genç romancı furyası hakkında ne düşündüğünü sorması üzerine Bıçakcı, üretim alanında sorun yaşamadığımızı ancak nitelikli okur ve izleyici sorunu olduğunu düşündüğünü söyledi.

Ömer Türkeş’in, “Bütün romanlarını bir araya getirirsek bir romanın parçaları gibi. Hep erkeklerin dünyası, hiç kadın karakter yok” sözleri üzerine, Hakan Bıçakcı yeni yazdığı kitabındaki kahramanın pr ajansında çalışan, çok sosyetik ve kendini çok önemli hisseden bir kadın karakter olduğunu söyledi.

'Kendim gibi birini hayal edip ona yazıyorum'
Yazdıklarının belli bir okur kitlesi olduğunu ifade eden yazar, kitle dışına çıktığında benimsenmeyeceğini düşündüğünü söyledi: “Kendim gibi birini hayal edip, ona yazıyorum aslında. Eğer bu bahsettiğim kitle çok büyürse, yazdıklarımın sevilmeyeceğini ve benimsenmeyeceğini düşünüyorum. Ama, amaçsızca kendim için yazıyorum gibi bir durum da yok. Kendime “neden yazıyorum” diye sorduğumda verdiğim cevaplar dönemden döneme değişiyor. Net bir cevabı olmaması da güzel tarafı. Bu yarı şuurlu, içgüdüsel bir süreç. Ama elbette amaçlarım var. Bunlar; insanların beni okuması,romanlarımın yabancı dillere çevrilmesi veyanitelikli bir filme çekilmesi olabilir. Ve herhangi bir kitabım filme çekilecek olsaydı David Lynch’in yönetmen olmasını isterdim. Beyazperdeye uyarlanmaya en uygun kitabım ise bence Karanlık Oda.

Türkiye’de, sinemayla edebiyat arasında son zamanlarda sıkı bir ilişki görmediğini belirten Hakan Bıçakcı, ülkemizde yönetmenlerin çoğunlukla kendi hikayelerini yazdıklarının altını çizdi. Son dönemlerde TV dizilerinin edebiyat ile ilgisinin arttığına değinen Bıçakcı, dizilerin ise başka bir algı için yapıldığını söylerken; dünyada standartların yükseldiğini, prodüksiyon açısından ülkemizde de ilerleme olduğunu fakat içerik açısından zayıf kaldığını sözlerine ekledi.

Sayfa Yükleniyor...