Emek için bir yürüyüş daha

Beyoğlu bir sinema mezarlığına dönüşürken siz neredeydiniz?

Emek için bir yürüyüş daha

Daha önceki yürüyüş ve eylemlerde olduğu gibi yine ailecek gittik Emek yürüyüşüne. Taksim’de toplaşıp beklediğimiz sırada ( Mimarlar Odası’nın pankartını da oğlum Cem’e emanet ederek ) etrafımıza baktık ki, yine eş dost akraba üçgeninin içine düşmüşüz. Bu durum bazen iyi, bazen kötü geliyor bana. Omuz omuza verdiğimiz dostlarla hala aynı yolda yürüyor olmak, mücadeleden vazgeçmemiş olmak duygusu iyi geliyor da örneğin; “bunu dert edinen tek biz miyiz?” sorusunu sormak kötü geliyor. Ama ne yapalım, çaresiz, az da olsak sayıca, “Emek bizim, İstanbul bizim” demeye devam edeceğiz.

Bu arada bir parantez açıp ( eskiden “antırparantez” derdik, yani fransızcasıyla “entre paranthese”, parantez arasında manasında; ne günlerdi ) 8,5 yaşındaki oğlumun yürüyüşe gitmeden önce evde “Yeter artık bu kaçıncı yürüyüş, hala olmadı mı Emek?” deyişini de aktarmak isterim. Çocuk bile sıkıldı anlayacağınız. Her ne hikmetse kendini İsveç’te falan yaşıyor sanıyor herhalde ( ki İsveç’e falan gitmişliği de yok ha ), sokağa çıkıp iki protesto yapınca demokratik haklarına kavuşacağını düşünüyor. Yok öyle yağma, burası , bir kazanım elde edilecekse bile burnundan gelmeden olmaz. Emek için az bile yürüdük aslında. Pazar günkü eylemde sık sık tekrarlandığı gibi “Bu daha başlangıç”.

Taksim’de tam da “yine yağmura mı yakalanacağız?” sorusunu sorduran hafif bir çiselemenin ardından artık onlarsız yürümeyi yadırgadığımız varyete davulcularının temposuyla İstiklal’in içlerine doğru adımlamaya başladık. Bu arada Emek’in önünde yırtacağımız biletleri de almayı ihmal etmedik tabii. Sinema yazarları Senem Erdine, Burak Göral, Tunca Arslan, Murat Erşahin, Yeşim Tabak, Cem Altınsaray ilk gözüme çarpan sıradaşlarımızdı. İKSV’den Ayşe Bulutgil de bizle beraber yürüyor; Emek Sinemasını Yıktırmıyoruz Platformu’ndan Senem Aytaç ise elindeki tomardan biletsizlere yırtılacak bilet dağıtıyordu. “Emek bizim, İstanbul bizim” başta olmak üzere sık sık slogan da atılıyordu haliyle. Slogansız yürüyüş, eylem olmaz. Medyanın da yoğun sayılabilecek bir ilgisi vardı doğrusu, gerçi yürüyüş ekranlara nasıl yansıdı, şu an itibariyle bihaberim ama, en azından kalabalık bir kamera ve muhabir topluluğu gördüğümü hatırlıyorum.

Şu sorular hep soruluyor ve sorulmaya da devam edilecek sanıyorum: kaç kişi geldi, kimler vardı? Her iki sorunun da çok anlamı yok galiba. Kalabalık mıydı? Evet, ama hiç bir zaman yeterli olmuyor o kalabalık. Hep eksik kalıyoruz. Kimler geldi derseniz, hiç girmeyelim, çünkü o ruh haliyla “A, bak bilmem kim gelmiş” diyorsunuz, sonra o kişi kimdi, unutuyorsunuz. O yüzden kimsenin hakkını yemek istemem. Üstelik aynı saatlerde Bakırköy’de Grup Yorum’un “tarihi” sıfatını gerçekten hak edecek ( yani öyle U2 konseri falan gibi değil ) bir konseri vardı ki, herhalde burada ( İstiklal’de ) olmayan, oradadır diye düşünüyordum yürürken. Önemli olan da o zaten, “şimdi ve burada” olmayı bilmek, burada ya da orada, çok fark etmez.

Emek için bir yürüyüş daha - 1

Yürüye yürüye Ağa Camii’nin ve Demirören AVM’nin önüne kadar geldik. Ağa Camii’nin duvarına asılmış bir pankartta “Vakıflar Kurulu ve Demirören arasında imzalanan protokol gereği Ağa Camii’nin restorasyonu Demirören tarafından yapılmaktadır” gibi bir şey yazıyordu. Açıkçası daha önce bu yazıyı fark edememişim, çok yeni asılmasadıysa tabii. Ama anlamı çok açık. Demirören AVM’nin inşaatı sırasında caminin duvarlarında çatlaklar oluşmuştu hatırlarsanız. Yani resmen yıkıyorlardı az kalsın tarihi camiyi. Şimdi de tamir ediyorlarmış. Bir de bunu yazıyla asıp, gururla belgelemeleri var ki, hakikaten takdire şayan. Ağa Camii’nin hemen yanındaki heyyula Demirören AVM’nin önüne gelindiğindeyse protestolar doruğa çıktı. AVM’nin balkonunda oturup kahvesini içen zevat pek bir anlam verememiştir belki ama bu çirkinlik abidesinde keyif çatanlar fena halde yuhlandılar Emek’çiler tarafından.

Tam da Emek Sineması’nın sokağının önünde, Demirören AVM ile sokağın kesiştiği bölgede durduk ve yere oturduk. Bir iki kısa konuşmanın ardından hep beraber üzerinde “Fetih Beyoğlu – Grand Pera 3D” yazan ve afişinde malum şahısların bulunduğu o hep izlediğimiz filmin biletlerini yırttık. Hafif rüzgarın da etkisiyle bilet parçaları oraya buraya savrulurken yeniden sloganlar, alkışlar başladı. Çadırımın Üstüne türküsü “Misbah paraya doymadı doymadı” şeklinde okundu ki, benim aklımda en çok kalan bu oldu herhalde.

Ama başka bir şey daha kaldı aklımda, beni ziyadesiyle üzen. Yok, öyle biber gazı, polis müdahalesi falan gibi şeyler yaşanmadı ama, daha beterini de görmezden gelemedik. Emek Sineması için yaptığımız protestolu yürüyüş Beyoğlu’nda Pazar gezmesi yapan insanlarımızı ( en azından bir kısmını ) nedense rahatsız etti. Öfkeyle söylenenler, aşağılayıcı bakışlar atanlar ve hatta küfredenler vardı ki, galiba ben de kendimi İsveç’te falan yaşıyor zannediyormuşum. Sözünü ettiğim kişiler arasında genç simalar da vardı ve beni çok üzen de onların bu halini görmek oldu. Polisin copu bu kadar canımı acıtmazdı herhalde. Yoksa fetih çoktan gerçekleşti de, biz sınırdışı mı edildik diye sordum kendi kendime. Boşuna mı bunca yürüyüş, alkış, slogan? Tükendi mi umutlar? Bu sorulara verilecek yanıt herkesçe farklı olabilir, bilemem, ama ben kendi adıma ( ve 8,5 yaşındaki oğlum için ) “hayır” diyorum. Bu kadarına hakkım var ve dahası mecburum. Emek için, İstanbul için.

Sayfa Yükleniyor...