Erdoğan'ın konuşmasının tam metni

Başbakan Erdoğan NTV Ankara Temsilcisi Murat Akgün'ün sorularını yanıtladı.

Murat Akgün: Terörle mücadele ve Kürt sorunu ile başlamak istiyorum. Gerek sizin gerekse Sayın Cumhurbaşkanı'nın çözüm sürecine yönelik olumlu mesajlarınız vardı. Sonra üst üste şehit haberleri gelince sanki askıya alındı bu süreç. Doğru mu bu izlenimim; hızlandırıp inisiyatif almayı düşünüyor musunuz?

Recep Tayyip Erdoğan: Aslında 2005 yılında benim bir Diyarbakır seyahatim olmuştu. Bu seyahatte Kürt kökenli vatandaşlarımızın meselesinin benim meselem olduğunu ifade etmiştim orada. Kaldı ki bu konuya biz partimizi kurarken, programımızda özel yer vermişiz. Bu soruya ister Kürt meselesi veya sorunu deyin, ister Güneydoğu sorunu deyin; bu soruna yönelik olarak partimizin programındaki yeri budur. Sosyoekonomik problemlerin çözümünden tutunuz sosyokültürel sorunların çözümüne varıncaya kadar bunu ele almayı hedefledik ve buna yönelik çalışmalarımızı da başlattık. 2005’te gittiğimde de o ana kadar attığımız adımları açıklamıştım. Ve bunların bundan sonra nasıl devam edeceğini de orada ifade etmiştim. 79 yıllık tarihimize baktığımızda gerek Güneydoğu gerekse Doğu Anadolu bölgesinde bizim yaptığımız yatırımların o dönemle mukayese edilemeyecek derecede fazla olduğunu görürsünüz. Bunu adalette, emniyette ulaşımda sağlık eğitim alanında tarımda bunu görürsünüz. En son biliyorsunuz kendilerinin de bu noktada sürekli farklı yerlere kanalize edilen bir psikolojik baskı altında tutulduklarını görüyoruz oradaki Kürt kökenli vatandaşlarımın. İşte kimlik siyaseti noktasından kimlikleri tanınmıyor. Bir defa böyle bir şey söz konusu değil; bizim özellikle şahıs olarak söylüyorum; alt kimlik olarak benim ülkemi oluşturan bütün etnik unsurları her zaman açıklamışımdır; saygıyla karşıladığımızı söylemişimdir. Bu AK Parti’nin politikasıdır. Ve üst kimlik olarak da Cumhuriyeti vatandaşlığını hep birlikte benimseyeceğiz; bizim çatımızdır, burada bütünleşeceğiz. Ama benim Türk kardeşim, Kürt kardeşim, Laz, Çerkez, Gürcü, Abaza, Arnavut, Boşnak, aklınıza ne gelirse ülkemde yaşayan her etnik unsur saygındır bunu bütün etnik unsurlarda böyle anlamalıdır. Ve 'yaradılanı Yaradan'dan ötürü severiz' anlayışı, bizim ta Yunus’tan gelen bu noktadaki kültürümüzün en önemli yanını oluşturuyor bunu hep ifade etmişizdir. Ve bölgeye de çok rahat giden bir siyasi parti lideri dikkat ederseniz benim ve çok sık giden. Bölgede bugüne kadar attığımız adımları bundan sonrada yine çok daha kararlı bir şekilde atmaya devam edeceğiz. En son TRT Şeş... Çok büyük bir adım atıldı dillerini öğrenme noktasında; kursların açılması ve saire... Örneğin cezaevlerinde kendi dillerini konuşamadıkları söylendi; bunu çözmüş bulunuyoruz. Bakanlar Kurulu kararı şu anda çıkmış vaziyette; böyle bir durum var. Bütün bunlarla beraber bu eksikleri, bu sıkıntıları gideren bir iktidar iş başında. Kürt kökenli vatandaşım benim kardeşim; şu anda onun meselesi, onun sorunu, benim meselem; iktidarımın meselesi; bunu çözüyoruz. Bizler birçok şeyleri yaptık. Şu anda 'Ben Kürt kökenli vatandaşlarımın temsilcisiyim' diye ortaya çıkanlar acaba bu uğurda neler yaptılar; sormak lazım...

DTP’yi kastediyorsunuz değil mi? 

Mesela... Biz laf üretmek yerine iş üretmek suretiyle bu çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu arada muhalefet olarak parlamentonun çatısı altında bulunan DTP şunu yapmalı; 'İktidara bu konuda ben nasıl yardımcı olurum. Gerek bölgeye hizmet götürmede, gerek Kürt kökenli vatandaşlarıma hizmet götürmede nasıl yardımcı olabilirim'; bunu düşünmesi lazım... Ama onlar bunu yapmıyor; günlerini eylemler üzerinden nemalanmak suretiyle geçirmeye çalışıyorlar. Bir huzursuzluk ortamını tahrik etmek suretiyle geçirmeye çalışıyorlar. Öbür taraftan 'Barış çiçeği uzattık' diyorlar. Nasıl barış çiçeği bu? Molotofkokteylinden barış çiçeği olur mu? Şehir halkını sindirme politikaları ile kalkıp da; böyle anlayış, böyle bir yaklaşım, barış için olur mu?

Ahmet Türk’le bir görüşmeniz söz konusuydu fakat olmadı. Tamamen gündemden kalktı mı Sayın Başbakan ya da görüşmeniz mümkün mü?

Hayır gündemden düşürmüş değilim. Böyle bir talep geldi ve geçen yine bir televizyon kanalında bana soruldu bu soru; orada da cevabını verdim: Biz kendimizi görüşmeye hazırladığımız esnada bakıyorsunuz ertesi gün bir haber; 10 tane şehidimiz... Tekrar bakıyorsunuz bir süreç; sonra 6 şehidimiz... Buralar da kalkıp da bunu kınayan bir şeyi söyleyemiyor. Bunu ben Meclis'te ilk girdikleri dönemlerde söyledim. 'Başbakan bizi kabul etmiyor' diyorlar. Ben de diyorum; 'PKK örgütünü, terör örgütü olarak dünya ilan etti; siz de terör örgütü diye ilan edin.' İlan ettiğiniz andan itibaren bir çok görüşmenin farklı bir zemine oturacağını göreceksiniz. Ama bunu söyleyemediler ve tam aksine avukatlığına soyundular. Mesela 'Taraflar silah bırakmalı' diyorlar; bir ülkenin güvenlik gücü silah bırakır mı? Yapılması gereken teröriste 'Silahını bırak' demektir.

Siz o zaman DTP’den tek yanlı bir çağrı bekliyorsunuz.

Tabii bu konularla ilgili olarak bu çağrıyı tek yanlı yapması lazım. Çünkü güvenlik güçlerinin görevi içerde ve dışarıda saldırılara karşı ülkemizin can ve  mal güvenliğini sağlamaktır. Bununla sağlayacak bunu da. 'Silah terörün ortadan kaldırılmasında tek yoldur mu?' diye söylüyorsanız, bunun tek yol olduğunu hiç iddia etmedim. Diplomatik boyutu var, siyasi boyutu var, bu işin sosyoekonomik, sosyopsikolojik boyutu var. Bunların hepsinin bir arada yürümesi lazım.

Bu sürecin af boyutu var mı, adı af olmasa bile?

Bakın biz görece, geldikten sonra eve dönüş yasasını çıkardık. Ve bu yasa şu anda var. Bunun önünü de kendileri kesti. Halbuki bunu teşvik etmiş olsalar, belki binlerce Cumhuriyeti vatandaşı olan insan, bundan istifade edecek. Ama bunu da istemiyorlar. Çünkü böyle bir şey başladığı anda, bir yerde terör örgütünün nemalanma yolları tıkanmış olacak.

Bu yasa üzerinde bir takım oynamalar olabilir mi?

Yapılabilir; daha faydalı hale getirilebilir ama biz şu anda yeterlidir, diyoruz.

İçişleri Bakanlığı bünyesinde bir yapılanma olduğunu biliyoruz. Başına bir vali gelecek diye haberler gelmişti. Kimin geleceği belli oldu mu bu yapının başına?

Yani; 'Şudur' demem yanlış olur. Ama İçişleri Bakanımız, gerek bu konuyla çalışmayı yapan arkadaşlarımızın üzerinde düşündükleri bazı isimler, şu anda değerlendiriliyor. Sonunda bana takdim edilecek ondan sonrada bizler kararımızı vereceğiz.

Meclis kapanmadan sonuçlanır mı?

Meclis şu anda çalıştırılmıyor. Yani şu anda meclisteki muhalefet Meclis'in çalışmaması için elinden geleni sürekli yapıyor. Gece geç saatlere kadar çalışılmasına rağmen ve bundan dolayı da biz belki de Meclis'i kapattırmayacağız. Temmuz’da tatile girmeyeceğiz, devam edeceğiz. Bizim çıkarmamız gereken yasalar var; mücadele vereceğiz. Muhalefet yasama organını  çalıştırmamak için gayret ediyor; biz de yasama organını çalıştırmak için gayret ediyoruz. Önergelerle sürekli önünü tıkıyorlar.

Talabani, sayın Deniz Baykal’ı Bağdat’a çağırdı. Ne çıkabilir bu görüşmeden? Yararlı buluyor musunuz böyle bir görüşmeyi?

Yararlıdır tabii. Türkiye'deki ana muhalefet lideri olarak sayın Baykal’ın davet edilmesini normal karşılıyorum. Türkiye-Irak ilişkilerine, temenni ederim ki güç katacak görüşmeler olur.

Sayın Baykal’la ilişkiniz oldukça gerilimli devam ediyor. Sayın Baykal; 'Ben samimiyetimden ona 'sen' diyorum' dedi. Ardından da sizi kaba bulduğunu ifade etti. Sayın Baykal’la ilişkiniz hep bu düzeyde mi devam edecek?

Kabayı da mı samimiyetinden söylüyor? Sen’i samimiyetinden söylüyor anladık; nasıl bir samimiyetse... Peki Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'na, 'Türkiye Cumhuriyeti’nin gelmiş geçmiş en kaba Başbakanıdır' derken, bunu da mı samimiyetinden söylüyor? Bunun nezaket kuralları içinde yeri nedir acaba? Bakın benim seçim öncesi, Başbakan olduğum süre, daha öncesi; alın inceleyin, hiçbir zaman şahsıyla ilgili bir hakaret görmeyeceksiniz. Ama Sayın Baykal’ın şahsımla ilgili hakaretini her zaman göreceksiniz. Kampanyalarını hep bunun üzerine bina etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak bulunduğum makamda bu tür hakaretlerin bir Genel Başkan tarafından yapılmasının ne denli sağlıklı olacağını, ne denli, yakışı kalacağını düşününüz. Fakat o saygısızlığına varsın devam etsin; ben kendisine bu tür bir saygısızlığı yapmayacağım. Çünkü benim aldığım edep-adap dersleri, buna müsaade etmez. Ben yine 'sayın' derim; bazen belki ağzımızdan kaçarak 'sen' demiş olabilirim. Ama ben zihniyeti, yapılanı eleştiririm; asla şahsıyla uğraşmam. Mesela geçenlerde yine oldu. Kendilerine Anayasa Mahkemesi'nin vermiş olduğu 1 trilyona yakın cezayı eleştirdim; o kalkıp başka yere götürüyor ve vakıflardan yardımlar meselesini gündeme getiriyor. Vakıflarla ilgili aldığı, almadığı yardım; bunları ben hiç dile getirmedim; gazetelerin yazdığı şeyler. Benim onları eleştirdiğim şey şu: Siz hazineden aldığınız yardımdan 1 trilyonun hesabını veremediniz ve Anayasa Mahkemesi de sizi mahkum etti ve gittiniz bu parayı ödemek durumunda kaldınız. Bunun hesabını verin; nereye ödediniz bu parayı?   Asıl yolsuzluk burada naylon fatura mı, şu mu, bu mu; bunlar yolsuzluk değil mi? Kullandığı ifade; 'İspat edemezsen namertsin...' Hayır Anayasa Mahkemesi tescil etmiş bunu; benim başka bir şey söylememe gerek yok ki. Ben merdim ama karşımda mert insan arıyorum. Ama kendisi namertse bilemem.

Zaman zaman bazı açıklamalarınız, çıkışlarınızla ilgili olarak fazla sinirli, gergin olduğunuza dair yorumlarda çıkıyor. Akşam eve gittiğiniz zaman; 'Keşke bunu söylemeseydim; fazla sert kaçmış' dediğiniz oluyor mu?

Her şeyden önce insanım. Kaldı ki bulunduğum makam sebebi ile tabii, ben bir kişi ile, on kişi ile muhatap olmuyorum; yüzlerce, binlerce kişiyle oluyorum... Siyasetteki tüm siyasi partiler size saldırıyor. Bunu 29 Mart seçimlerinde de yaşadık. Görüyorsunuz; irili ufaklı bütün siyasi partiler size saldırıyor. Doğru, yanlış önemli değil; şimdi Pazar günü yapılan seçimlerde de aynı şeyleri yaşadık; irili ufaklı hepsi size saldırıyor. Ama ben mesela, bu seçimlerde hiçbirine katılmadım. Ne ilçe, ne belde; katılamadım; sağolsun, bakan, milletvekili arkadaşlarım oralara gittiler. Ve seçimlerin neticesi de ortada. Biraz da tabii medya bu işi karıştırıyor. Yani ben burada size bir basit örnek vereyim; çok çok önemli bu da; hatta rakamlarla vermek de mümkün: Şimdi sürekli söylüyorlar; 'siyasette üslup sorunu' ve saire gibi... Bunları söylerken tabii bize yapılan saldırılar noktasında kimsenin bir şeyi yok. Bakıyorsunuz, bir köşe yazarı çıkıyor; bugüne kadar benim şahsımla ilgili hakaret içeren, Başbakanlığım dönemimdeki oran, yüzde 90’ı buluyor. Bu Başbakan'ın yaptığı hiç hayırlı iş yok mu? Hakaretten başka sizin yazılarınızda yer alacak başka bir şey yok mu? Bir gün de 'Şu Başbakan şu hayırlı işi yaptı; şurada şu okulları açtı; şurada şu hastaneleri açtı...' Şurada 130’a yakın adalet sarayı açtık. Bu ülkede geldiklerinde bunların 6 bin kilometre Türkiye Cumhuriyeti’nde yol vardı; bölünmüş yol; şimdi 10 bin kilometreye ulaştı. Geldiler 330 bine yakın toplu konut inşa ettiler; 81 vilayet şantiye haline geldi... Bunları görmeyecek misiniz? Tarımda atılan adımlar, enerjide atılan adımlar; bunları görmeyecek misiniz? İnanın çok açık söylüyorum, belki de bu yapılanların hiçbirinden haberleri de yok. İnsan bunları da biraz görsün. Biz ülkemiz adına bu tür şeylerin de biraz değerlendirilmesini isteriz.

Karikatürlerinize niye çok sinirleniyorsunuz?

Karikatürlerin de belli bir insaf çizgisi içinde olmasını isterim. Latife, nükte taşıyan bir şey olduğu zaman buna eyvallah ama kalkıp da hakikaten bir insanın değerleri açısından, onun değerlerine saldırı niteliği taşıyorsa, bu karikatür de olsa ben ona eleştirimi yaparım.

Bütün dünyada başbakanların saldırı veya eleştiri kampanyası içinde olduğunu düşünmüyor musunuz? Mesela Berlusconi son zamanda son derece zor durumda.

Hangi başbakan neler sebebi ile eleştiriliyor veya hakarete uğruyor? Ben eleştiriden bahsetmiyorum; hakaretten bahsediyorum. Şimdi benim karşısında durduğum konu hakarettir, eleştiri değildir. Şimdi Berlusconi benim dostumdur, hangi yönleri ile eleştiriliyor, buna bakmanız lazım. Recep Tayyip Erdoğan hangi yönleri ile eleştiriliyor buna da bakmanız lazım. Bunca şeyler yapılmış olmasına rağmen hiç konuşulmuyorsa, Erdoğan’ın yapmadığı şeylerle tanıtılması gündeme getiriliyor. Neymiş; üslubu sert... Olabilir, herkesin üslubu yumuşaktır diye bir şey yok. Ama ben halkımın karşısına da böyle çıkıyorum; halkım beni bu halimle kabul etmiş. Eğer beni böyle sert görüyorlarsa, ben sert olduğumu kabul etmiyorum. Beni arkadaşlarım çok daha iyi tanırlar. Ve tanıdıkları içindir ki İstanbul gibi bir yerde Belediye Başkanı seçerlerken de beni bu yapıyla seçtiler. Partimizi kurup bu günlere geldiğimizde de bu halimizle seçtiler; bu noktalara geldik. Bütün mesele üsluptan öte; üslubun muhtevasında ne var... Bu çok önemli... Eğer muhtevada bu ülkenin değerleri savunuluyorsa, bu ülkenin değerlerine saygı varsa, bunu kimsenin eleştirmeye hakkı yok. Üslubunuz çok yumuşak olur; bu ülkenin değerlerini hiçe sayarsınız... Bu mudur olması gereken? Bu noktada, bir defa üslubumda zaman zaman sertlikler olmuşsa bile, belki o andaki haleti ruhiye sebebiyle olabilir ama hiçbir zaman bunlar benim asli karakterimin tezahürü değildir.

Siz daha evvelden söylediniz; 'Zahid Bey kendisini savunur' dediniz. Siz Zahid Akman’a yönelik eleştirilerden ötürü şahsınızın, partinizin, Hükümetiniz'in yıprandığını düşünüyor musunuz?

Zahid Bey'e yapılan eleştiriler veya hakkında söylenenler Zahid Bey ile alakalı konulardır; benim partimle alakalı değil. Bir defa Zahid Bey üzerinden partimi vurmaya çalışmak çok ciddi bir haksızlıktır. İşte orada ben derim ki; o konuyla ilgili partimi ilintili hale getirmek, namertliktir. Çünkü benim partimin kasasına hiçbir zaman, hiçbir yerden, kayıt dışı para girmemiştir; girmez.

Ama Sayın Akman sizin partinizin kontenjanından seçildi. Bu şekilde bağlantı kuruluyor. 

Seçilebilir; bunu Meclis seçiyor. Ve biz bu arkadaşımızı, şu ana kadar tanıdığımız, bildiğimiz kadarıyla, temiz bir arkadaşımız olarak biliyoruz. Ve adaylar arasına koyduk; Meclis'ten seçildi; şu anda RTÜK üyesi.

Bülent Arınç da onun istifa etmesi gerektiğini söyledi: Hatta basında da 'İstifa etme, Temmuz’da yeniden adaylığını koymazsın' dediğiniz söylendi. Doğru mudur bunlar?

Bir defa; Zahid Bey üzerinden bir çatlak oluşturma gayreti içine girmek çok yanlış. Bülent Bey böyle bir yaklaşım içinde bulunmuş olabilir; o onun kişisel kanaatidir. Kaldı ki Zahid Bey açıklamasını yapmıştır; başkanlık süresi 15 Temmuz’da doluyor ve dolduktan sonra da aday olmayacağını söyledi. Ondan sonra 3 yıl gibi de bir üyelik süresi var. Dün de yaptıkları toplantıda değerlendirme yapıldı; 5’e 3 CHP’nin müracaatı veya dilekçesi reddedildi. Şimdi burada görünen bir gerçek var; bir ay gibi bir süre var zaten aday olmayacağını açıklamış. Burada kalkıpta fırtınalar koparmanın bir anlamı var mı? Alman mahkemeleri kalkıp Türkiye’den bu noktada bir talepte  bulunuyorlar. Ve anında buradan tabi bir karar çıkıyor. Bu kararın çıkması Alman mahkemesinin talebi üzerine Türkiye'nin içinde olan bir konu değil. Fakat Türk yargısı Alman yargısından talepte bulunuyor; Alman yargısı hala Türk yargısına cevap vermiyor. Bu da enteresan... Şimdi burada dengeyi iyi korumak lazım; benim yargımın bu noktadaki duruşuna oradan saygı duyulmayacak ama onlar talep ettiği zaman anında biz oraya cevap yetiştirmenin gayreti içine gireceğiz. Buradaki dengeleri bir defa iyi korumak lazım. Zaman zaman, mesela kalkıyor Alman iktidarı ve saire yönetimi, Türkiye'deki Türk yargısı, onların herhangi bir vatandaşının burada işlediği suçla ilgili bizim yargımızın vermiş olduğu kararı eleştirmeye veya bize müracaat ederek; 'Bırakılsın, şu olsun, bu olsun...' Yani siz de yargı bir karar verdiği zaman Türklerle ilgili, bırakmıyorsunuz da, sizin bir vatandaşınız burada bir suç işlediği zaman, benim yargım burada bir karar verdiği zaman, niye rahatsız oluyorsunuz? Yargıya lütfen saygı duyun. İşte Marco olayı, biliyorsunuz neler yaptılar, neler yaptılar... Dedik ki; yargının vermiş olduğu karar neyse saygı duyacaksınız; yargının tarafsızlığına saygı duyacaksınız ve verilen karara sizler de tabi olacaksınız. Burada biz işin bu yanını da ihmal etmeyelim. Bunun üzerinden vurma gayreti içine girmeyelim. Yargı süreci bittiğinde, karşılığı neyse, herkes bulacaktır.

Almanya’dan iktidarına karşı bir tavır mı seziyorsunuz?

Ben olayı iktidara karşı görmek istemem ama ülkeme karşı saygı beklerim. Ben bunu Sayın Merkel’in kendisine de söyledim. Avrupa Birliği bağlamında bunu söyledim. Avrupa Birliği konusunda nedense bu imtiyazlı ortaklık yaklaşımını şu andaki Almanya yönetimi çıkardı. Avrupa Birliği müktesebatında da böyle bir şey yok. Daha dün açıklama oldu; aynı hükümetin içinde Dışişleri Bakanı 'Ben bunu anlamıyorum' diyor. Anlamak mümkün değil ki... Çünkü Avrupa Birliği müktesebatı içinde böyle bir şey yok ama Merkel tutturmuş 'imtiyazlı ortaklık...' Nasıl bir şeyse. Yanında da Sarkozy; o da çıkmış aynı şeyi söyleyip duruyor. Bir taraftan da Fransa’da Türkiye günleri gibi buna benzer bir şeyi, güya bize lütfediyorlar. Ben şimdi onun üzerinde düşünüyorum; yapıp yapmamayı... Çünkü Türkiye'ye böyle yaklaşan bir yönetimle böyle bir konuda ne yapabiliriz? Fransız halkının ne kadarı bu tanıtımı gelip yerinde görecek? Bazı farklı yönleri de var; bundan dolayı değerlendirmesini yapıyoruz. Türkiye küçük bir ülke değil, sıradan bir ülke değil. Türkiye bir defa herkes bulunduğu yerde kabullenmek durumunda. Türkiye NATO’nun bir ülkesi. Türkiye OECD’nin bir ülkesi. NATO’nun en güçlü ülkelerinden biri; nasıl Türkiye'yi bir kenara atmaya kalkarsın? 500 bin-600 bin nüfusu olanlar Avrupa Birliği’ne girebiliyor; kalkıp da '71 buçuk milyon nüfusu olan Türkiye girerse acaba ne olur?' diye soruyorsun. Şimdi gündeme gelen, tartıştıkları konu bu. Ama bütün bunlara rağmen Avrupa Birliği içinde Türkiye dostları ülkeler de var. Bunlarla tabii dostluğumuz gayet iyi. Fakat Sayın Sarkozy de yaptıklarından er veya geç pişman olacak. Biz Chirac'dan böyle bir şey görmedik; bakın aynı partinin o da lideriydi.

Peki, Avrupa Parlamentosu'nun son seçimlerinde Avrupa’da genel bir sağa kayış ve bu bağlamda da  Türkiye’ye karşı ses tonunun artışı var. Mesela Hollanda’nın ikinci büyük partisi Türkiye'ye çok net şekilde karşı. Ne dersiniz, Avrupa Parlamentosu seçim sonuçlarından sonra Türkiye'nin işi Avrupa Birliği yolunda biraz daha zorlaştı mı?

Avrupa Birliği yolundaki süreç şu ana kadar neyse, bundan sonra da öyle devam eder. Çünkü bu Avrupa Birliği üyesi ülkelerin yönetimleriyle ağırlıklı olarak alakalı bir konu. Ve şu ana kadar biz bu noktada iyi bir durumdayız. Kararlılığımızı aynen sürdürüyoruz biz. Fasıllar üzerindeki çalışmalarımız aynen devam ediyor. Bakın işte, yılbaşında, biliyorsunuz, bir baş müzakereci ataması yaptık ilk defa. Daha yakın bir markaja bu işi alalım diye bu işe vaktini tamamıyla tahsis eden bir arkadaşımızı Devlet Bakanı olarak tahsis ettik ve Egemen Bey bu işi götürüyor. Şimdi Avrupa Birliği Genel Sekreterliği ile ilgili yeni bir yapısal değişikliğe gidiyoruz. Avrupa Birliği Genel Sekreterliğimiz daha etkin bir hale gelecek. Brüksel’de bir daimi temsilcilik binası satın aldık. Çok mükemmel bir yer oldu orası da. Donanımı ile, her şeyiyle, büyük, müstakil bir bina; tam da merkezde bir bina.

Ancak bu yıl sonu itibarıyla Avrupa Birliği ile ilişkilerde sıkıntılı bir dönemin, bir takım kararların sinyalleri geliyor; özellikle limanların açılması konusunda. Hatta dün Olli Rehn'e atfen 'Eğer limanlar açılmayacaksa en azından Türkiye'nin Heybeliada ruhban Okulu'nu açması, patriğin ekümenik sıfatını tanıması' şeklinde demeçler geldi. Böyle bir şey mümkün mü?

Şimdi, limanların açılıp açılmaması meselesi yeni bir mesele değil. Finlandiya’nın dönem başkanlığında da yine gündeme geldi. O zaman biz kendilerine dedik ki; 'Limanların açılıp açılmaması meselesinde karşılıklı olarak biz buna 'evet' deriz. Güney, Kuzey ve Türkiye. Ama Güney, bunu başta Ercan Havaalanı olarak açmak durumunda. Karşılıklı olarak neyi gerektiriyorsa buna varız. 'Türkiye, Kuzey bunu yapsın da Güney bir şey yapmasın'; kusura bakmayın biz yokuz böyle bir şeyde. Bakın biz Güney'e vize uygulamasını kaldırdık; biz yaptık bunu. Onlar bu noktada ciddi bir adım atamadılar. Sadece; 'Gayet güzel oldu, jest oldu...' Tamam da bu jestler hep bizden mi olacak? Lokma kapısı ile yine biz adım attık. Onlardan yine sağlıklı gelişmeler olmadı. Ruhban Okulu konusu da konuşulabilir. Aslında Ruhban Okulu, 72 yılına kadar olan bir şey. Bana göre çok da önemli bir konu değil. Ben bunu yetkililere her zaman söyledim ama siz ne yapıyorsunuz? Sen şimdi kalkıp da Batı Trakya’daki halka, bizim oradaki vatandaşlarımızın seçmiş olduğu bir müftüye; 'Resmi, olarak seni tanıyorum' demezsen, kendi atadığın bir kişiyi müftü olarak kabul edersen, kusura bakma arkadaş. Burada patriği kim seçer Sen Sinod Meclisi seçer. Ve Sen Sinod Meclisi'nde olanların tamamen bizim vatandaşımız olması gerekir Lozan’a göre. Şu anda bizim vatandaşımız değiller üyeler; biz burada da anlayış gösterdik. Hatta ben açık konuşuyorum; hiç olmazsa vatandaşlık müracatı yapsınlar da bir yanlışın içinde olmayın; bunu dahi söyledim. Onların yaptığı bir şey yok. Batı Trakya’da Türk kelimesine tahammül edemiyorlar. En son mahkeme kararını verdi, dolayısıyla sonra telaşın içine düştüler. Bunu yapacaksak bir defa azınlıkların hukukuna her yerde aynı şekilde saygı duyalım.

Atina’ya gideceksiniz. Orada bunları Karamanlis’e dile getirecek misiniz?

Ben bunu Karamanlis dostuma çok söyledim. Ben bunu dışişleri bakanlarına çok söyledim bir araya geldiğimizde. Onlar savunamıyorlar kendilerini bu noktada zaten. Yapacağız, edeceğiz filan diyorlar ama orada da işte kusura bakmayın, medyanın baskısından çok korkuyorlar. Onların mahalle baskısı ileri derecede medyadır.

AİHM’nin utanç verici bir kararı var aile içi şiddetin önlenememesine yönelik. Bu karar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Siz cevabı verdiniz: Utanç verici. Yani tekil bir olayı kalkıp da Türkiye geneline fatura etmek çok ciddi bir yanlış. Bu tekil olaylar, hepsinde, kendilerinde de var. Sanki Türkiye'nin her yerinde bu tür şeyler oluyormuş gibi bunu değerlendirmek çok yanlış bir şey. Yargıdadır... Bu konuyla ilgili yargı zaten gerekli olan kararlarını her zaman vermektedir. Güvenlik güçlerimiz bu tür şeylerin üzerine çok ciddi, kararlı gitmektedir. Yasalarımız bu işte zaten hakikaten yeterlidir. Ama yürütmede bir yere kadar belli şeylerde muvaffak olabiliyor. Yani siz diyebilir misiniz; 'Ben ülkemde yaşayan bütün insanların can güvenliğini dört dörtlük sağlayabilirim...' Tarihin hangi döneminde bu olmuş? Bugün dünyanın en ileri ülkesi ABD'yi düşünün; başarılabiliyor mu? Adam girmiş; bakıyorsun bütün okulu tarıyor. 'Niye tarattırdın arkadaş; ver bakalım hesabını' diyebiliyorlar mı, Amerika’da böyle bir şey var diye.

Mardin’de gördük; 44 vatandaşımız katledildi. Her gün öldürülen insanlar var. Kimisi zorla evlendirilmek istendiği için evinden kaçıyor; kaçarken yakınları tarafından öldürülüyor. İşte tecavüze uğrayanlar var. Sanki toplum olarak şiddete doğru meylimiz giderek artıyor. Sizin Hükümet olarak yapmayı planladığınız bir şey var mı?

Bu güne kadar bazı çalışmalar oldu. Şu anda kadın ve aileden sorumlu bakanlığımızın bu konuyla ilgili çalışmaları var. Bunun içinde pratik hayatın içinde olanlardan tutun da, akademisyenler ve saire, hepsiyle geniş bir çalışma. Bunlar zaten bizim sorumluluk alanımız. Yasal değişiklik mi gerekir, yoksa kurumsal yapıda bazı değişiklikler mi gerekir, ne gerekiyorsa üstünde duracağız. Burada bizim asıl desteğimizin yazılı ve görsel medya olması lazım. Eğer yazılı ve görsel medya bir olayı alır da bunu allayarak pullayarak günlerce reyting uğruna gündeminde tutarsa, biz Türkiye'yi adeta bu işlerin bir üzengi noktası haline getirmiş oluruz.

Ama 44 vatandaşın öldürülmesi haber değil midir Sayın Başbakan?

Bir kere olur, iki kere olur, üç kere olur, tamam ama bu olayda her bir kişinin başına bir güvenlikçi koyabilir misiniz; koyamazsınız... Şimdi orası bir korucu köyü zaten ve hepimiz toplu halde neler olduğunu hep beraber öğrendik. Bunun akılla mantıkla izahı mümkün değil ki; bu akıl dışı bir olay. Tabii ki onlar bunun karşılığını bulacaklardır. Bunun dinle imanla, şununla bununla alakası yok. Bazen öyle şeyler görüyoruz ki eğitimli insanlar neler yapıyorlar. Onun çalışmalarını arkadaşlarımız yapıyorlar. Ondan sonra da bunun üzerine gidilecek. Hatta evvelki gün Televizyon Yayıncıları Derneği ile toplantı oldu, bütün temsilcileri oradaydı, onlara söyledim; 'Bu konuda bize yardımcı olun' diye. 100 gün oldu, bir olay yaşadık, hala bazı televizyon kanallarında yayınlanıyor. Bu televizyon kanallarını çocuklarımız seyrediyor; tahrik unsuru olabilir bunlar; çocukların geleceğe olan umudunu köreltebilir.

Ama aynı zamanda unutulmamasının da yararı olmaz mı?

Çok çok zararı olur. Biz unutturmanın gayreti içinde olmalıyız. Eğer unutturmazsak bir travma meydana getiririz ama unutturursak geleceğe umudumuz artar. Biz tim kurduk bununla ilgili; biliyorsunuz bu işi kırmızı bültenle İnterpol'e aktardık. Şu anda İnterpol vasıtasıyla da bunun takibi yapılıyor; peşindeyiz, bırakamayız. Er veya geç, inşallah bu iş çözüme kavuşturulacak. Benim Bakanımın, tüm güçlerimizin ortak sorunudur.

CHP Milletvekili Atilla Kart soru önergesi verdi ve meşhur Dolmabahçe görüşmesi ile ilgili niçin açıklama yapmadığınızı sordu. Ne yapacaksınız; 'Sadece Büyükanıt’la benim aramda' deyip mi geçeceksiniz, yoksa yanıtınız detaylı mı olacak?

Yok, bir detayı filan yok... Bunlar bu soru önergelerini çok basite aldılar. Utanmasalar sıkılmasalar aile mahremiyetlerini bile Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne taşıyıp orada soru önergeleri ile onların da cevabını isteyecekler. 'Aranızda ne konuştunuz?' Burada biz iki yetkili, Genelkurmay Başkanı ile Başbakan bir araya gelmişiz, bir mahrem görüşme yapıyoruz, bunları açıklamaya mecbur muyuz? Bu benimle mezara gider. İnanıyorum ki Sayın Büyükanıt da böyle düşünür. Fakat Sayın Büyükanıt'ın böyle bir şeyi -ki yapacağına ihtimal vermiyorum- açıklamaya kalkarsa, o zaman ben de tabii yaptığımız görüşmeyle ilgili şeyleri açıklarım. Yakın çevremden de kimseyle paylaşmadım.

Mayınların temizlenmesi ile ilgili yasa tasarısı şimdi Cumhurbaşkanı Sayın Gül’ün önünde. O hukuk ekibine incelettiğini söyledi. Sayın Gül’ün onaylamayacağına dair bir endişeniz var mı?

Ben böyle bir endişe taşımıyorum, taşıyamam, çünkü üzerinde çok çalıştık. Muhalefet sadece her zamanki, o karaya beyaz deme, beyaza kara deme mantığı ile hareket ederek buna karşı çıkmıştır. Ve şu yasanın içinde olmayan şeyleri konuşmuşlardır. Orada ihale ile alakalı, ki üçüncü safhasıdır ihale, İsrail’e yönelik, oraya sipariş edilmesine yönelik bir ifade mi var? İsteyen alabilir. Bakın ben geçen gün yine 26 tane fabrikanın açılışını yaptım orada da sanayiciler çıktı; 'Biz' dediler, 'hazırız...' Onlar da gelip girebilirler. NATO’daki bu işlerle ilgili kuruluş gelip bu işe girebilir. Biz bu işi öncelikle Silahlı Kuvvetlerimiz'e yaptırmak istedik. Bununla ilgili istedikleri ödeneği ayırdık ama daha sonra yapamayacaklarını söylediler ve ödeneği iade ettiler. Bunun üzerine maliye bakanlığı ile bu işi yapma yoluna gittik. Ve bu sürecin içinde de yine bir güvenlik sınırı var; derinliği 200 metre. Suriye güvenlik sınırı, İsrail sınırı değil. Suriye şu anda bu tür temizlikleri yapmış vaziyette; asker bile dolandırmıyor oralarda. Aramız şu anda gayet iyi, bu şekilde devam ediyoruz. 200 metre derinlikteki güvenlik sınırımız, yine Silahlı Kuvvetlerimiz tarafından korunmaya devam ediyor. Bunun dışında olan bölgenin mayınlardan temizlenmesi suretiyle bu bölgede organik tarıma yönelik adımlar atılacak. Burada yeraltı madenleri ile ilgili; 'Bunları kime peşkeş çekeceksiniz?' diyorlar. Yeraltı madenleri ile ilgili petrol zaten verilmiş; 90’lı yıllardan itibaren buralar verilmiş. Türkiye petrollerinin orada araştırmaları var. Türk firmalarının araştırmaları var. Bizim dönemde de verildi. Bizim bölgelerimizde petrol var; bunu çıkaracak olanla biz oturup anlaşmaz mıyız? Yüzde 50-50. Bu tür anlaşmalarımız var, yapılıyor. Şu anda Karadeniz de aynı şekilde kendi masrafını kendisi yapıyor. Ondan sonra da 'Çıkanın 50’si senin, 50’si bizim' diyoruz. Ama bunların derdi bu değil; derdi bu ülkede imkanlarımızı nasıl engelleyelim, nasıl baltalayalım... Hep dertleri bu. Bir yerde biz hayırlı bir işe giriyorsunuz, bakıyorsunuz, hemen önüne geliyor bu yabancı sermaye. Bırakın yerli yapmıyorsa yabancı yapsın. Küresel sermayeyi ülkemize çekmek kadar başarı olabilir mi?

İsrail dahil?

Kim olursa olsun. İşte İstanbul’da Galataport. Bakın 4 yıl kadar önceydi, ihalesi yapıldı, çeşitli yollarla bağırdılar, çağırdılar; medya da bu işe bulaştı ve Danıştay o zaman yürütmeyi durdurma kararı verdi. Şimdi yeniden hazırlık yapıyoruz, o ayrı mesele. O zaman başlamış olsaydı şu anda Tophane bugünkü haliyle olmayacaktı, bambaşka olacaktı. Orada turistlerin gelip otellerde kaldığını görecektik. Bütün o tarihi eserler pırlanta gibi olacaktı ve buranın İstanbul’umuza çok büyük katkısı olacaktı. Yazık. Söyledikleri tek şey var. Kardeşim, gelip de oradan binayı alıp götürüyor mu? Kimler çalışacak orada; benim evladım, vatandaşım çalışacak. Bir taraftan işsizlik diyoruz, istihdam meydana getiriliyor, hemen hizmet sektörü... Hizmet sektöründe meydana getirilen bu imkanı nereden yakalarsın? Bizim için bunlar petrol kuyuları. Biz ihraca dayalı bir ekonomiyi benimsemişiz. Turizm gibi bir kaynağı elde edelim istiyoruz. Geldiğimizde 10 milyar dolar civarında bir turizm gelirimiz vardı şimdi 22 milyar dolara çıktı bu. Bunu daha artırmamız lazım. Bu imkanı, bu kapasitesi olan bir Türkiye var. Şimdi mesela ben böyle konuşunca 'Başbakan sinirli' diyorlar. Dertliyim ben dertli; sinirli değil...

İMF ile ilişkili son açıklamanızda; 'Biz onlarla siyaset değil ekonomi konuşuruz' dediniz. Peki İMF ile ilişkiler ne zaman netleşecek?

Şimdi, biz diğer iktidarlar gibi değiliz. Ülkemin menfaatlerine ters bir şey olduğu sürece biz böyle bir şeye imza atmayız. Ben bunu İMF Başkanı'na da, yardımcısına da söyledim. İMF başkanı ile üç kere görüştüm, şimdi yeniden gelecek. Bize Sayın Baykal 'Ne istediler de siz bu işi oyalıyorsunuz?' diye soruyor. Söylüyorum ama anlamıyor çünkü iştigal alanı bu değil; farklı... Diyorum ki; 'Bakın, bizden talep ettikleri şeyler, gelir idaresi özel kuruluş haline gelsin...' Olamaz dedik, kabullenmeyiz, bırakın o işi biz yapalım. Bu konuda muhalefet bize yardımcı olsunlar da, şu anda yani, gelir idaresi kurumunun içinde dört ayrı baş var; dört ayrı kuruluşu tek hale getirelim. Hepsi müfettiş olsun veya hesap uzmanı olsun; bunlar tek baş olarak; sayı yeterli değil, az biliyoruz, arttıralım sayıyı. Ve denetimleri yaparken tabii vergi denetmenleri ki sayısı onların daha fazla bu noktada, onlar daha çok küçük esnafla uğraşıyorlar. Ama asıl gidilmesi gereken yerler boş bırakılıyor. Büyük tüccarlar diyelim, bunların denetiminin her yıl sağlıklı yapılması lazım. Büyük tüccarlarla konuştuğunuz zaman, diyorlar ki 'Bu tür kontroller bizi ürkütüyor.' Şimdi, sizin her şeyiniz sağlam yürüyorsa niye ürküyorsunuz? Ama şu anda bakıyorsunuz ki yüzde 50 gibi bir kayıt dışı var. Biz bunu kayıt altına almak zorundayız ki Türkiye şu sıkıntıları atlatsın. Ama kendileri ile bir araya geldiğimiz zaman, 'Şu vergiyi düşür' diyorsun, 'KDV’yi, ÖTV’yi düşür' diyorsun, 'Kurumlar vergisini düşür' diyorsun, düşürelim. Peki, onu düşür, bunu düşür de, Türkiye'yi biz nasıl yöneteceğiz? Bu yatırımları nasıl yapacağız? Mecbur değiliz yani... İMF olmazsa bir ölecek miyiz? Bizim öyle bir derdimiz yok. 'Bize açık açık şunu söyleyin' diyoruz; 'Sizinle beraber çalışacağız, çalışmayacağız' bunu söyleyin... İcabında deriz ki 'Kardeşim, kusura bakmayın, madem ki olmuyor bu iş, olmasın...' Bunu da diyebiliriz; Türkiye'nin bu gücü var. Yani Brezilya nasıl diyebiliyorsa, Türkiye de bunu der. Ama bizi bu noktaya getirmeyin. Yakın süreçte bir son bulacak; artı veya eksi bunları görüşüp... Hele hele siyasi dayatma asla kabul edemeyiz.

Peki, deniyor ki 'Önümüzdeki seçimleri düşünerekten İMF ile bağlayıcı bir anlaşmaya girmeyi düşünmüyor.' Bu söz konusu mu?

Hepsi uydurma. Biz bugüne kadar siyasi etik açısından, siyasi etiğe sığmayan hiç bir uygulama yapmadık, yapmayız da. Hiçkimseye bizim bu noktada borcumuz yok. Siyasetimizi, ilkelerimizi biz belirleriz ve ilkeli siyaset bizim için bir fazilet mücadelesidir. Bu mücadeleyi vermeye de devam ederiz.

Artısıyla eksisiyle İMF ile ilişkiler sonbahara kadar gelecek.

İnşallah.

Hafta sonu iki Afrikalı size galiba İstiklal Marşı okumuş. Pek hoşunuza gitti galiba, gözleriniz doldu.

Onlar Ankara’da da okumuşlardı, ben yetişememiştim. Meğerse onlar Kayseri Şehir Stadı'nda o gün program vardı. O program öncesi, ben Ankara’ya dönerken yolumuzu gruplar kesiyordu. Baktım, onlar da bir grubun içindeydiler. Ben önce tanımadım. Bana 'İstiklal Marşı'nı okuyan Kongolu yavrular bunlar' dediler. 'Gelsinler o zaman' dedim, ikisini kucağıma aldım ve 'Hadi okutalım tekrar' dedik. Otobüsün mikrofonundan 10 kıtayı hiç eksiksiz okudular.

Galatasaray Rijkaard’ı getirtti, Fenerbahçe 'Daum' dedi, Beşiktaş Mustafa Denizli ile devam ediyor. Bir Fenerbahçeli olarak Daum transferini yeterli görüyor musunuz?

Sadece teknik direktörle bu iş olmaz. Yani geçen yıl Aragones’i aldılar ama Aragones’in bana göre alınışta zamanlaması çok yanlıştı. Adamcağız geldiş, elinde kimleri bulduysa onlarla devam etti. Türk futbolunu tanımıyor futbolcuları tanımıyor; transferler ondan önce yapılmıştı. Geldikten sonra transfer filan yapamadı. Mevcut futbolcularla o sezona girdi, sezonu böyle götürdü. Şimdi Daum’un gerek Fenerbahçe’yi tanıma noktasında gerek Türk futbolunu tanıma noktasında, hatta Türkiye'deki futbolcuların bir kısmını tanıma noktasında, geçmişe göre bir deneyimi var. Bu bakımdan sanıyorum Daum’un intibakı çok daha rahat olacak. Çok daha faydalı olabilir. Şu anda da yeni yeni bazı transferleri yapmak istediğini de yönetime bildirmiş. Onun da şu anda gayreti, çabası içindeler. Ama ben bu yıl da ligin çok renkli olacağı kanaatindeyim. Çünkü Rijkaard da tabii çok başarılı bir teknik direktör. Futbolculuğu da başarılı olan bir insan. Bu bakımdan bu yılın maratonu çok daha heyecan dolu olacak. Temenni ederiz ki fair play yine galip gelsin, başarılı bir sezonu hep birlikte yaşayalım.

Futbola gösterdiğiniz ilgiyi basketbola da gösteriyor musunuz?

Göstermeye başladım. Hidayet kardeşimize, bugün hatta kendisini telefonla aramayı düşünüyorum, şans dileyeceğim. Gerçekten bizim için, özellikle Amerika’da bir Türk’ün ve Türkiye'nin tanıtımı noktasında çok büyük bir rol üstlendi. Hidayet ile ilgili dolarların da orada çıkarılıp reklamda kullanılmış olması, çok önemli bir fotoğraf. Bundan dolayı tabii ben kendisine sevgilerimi gönderiyorum. Bugün telefonda da kendisi ile görüşeceğim. Kendisi ile gurur duyuyoruz. Tabii Mehmet de buna benzer; aynı şekilde onun başarıları da var. Yurt dışında tabii her alanda, bilim dalında da başarılı olan bilim adamlarımız, hocalarımız var. Hidayet tabii ki özellikle son final maçlarında çok büyük bir performans gösteriyor. Sadece attığı basketlerle değil asist noktasında da başarıları var. Onun için kendisini tebrik ediyorum.

Sayfa Yükleniyor...