Hayal kurmanın anarşist manifestosu

''Neden insanlar aynı gün aynı saatte aynı şeye başlar? Kutsal bir ritüel gibi. Herkesin bunu aynı anda yapması en fantastik romandan daha fantastik.'' Doğu Yücel, varoluşu ve düzeni sorgulayan hayalperest manifestosu 'Varolmayanlar'ı anlattı...

Hayal kurmanın anarşist manifestosu

Genç bir işadamı. İşinde başarılı, güzel sevgilisi, iyi bir ilişkisi, ideal bir hayatı var. Gündelik hayatın rutinine dahil olmuş. Görünürde hiçbir sorun yok. Ta ki, bir gün yazdığı bir hikaye gerçek olana kadar. İsmini bilmediğimiz bu adam yazmaya başladıkça gerçeklerin farkına varır, dünyası değişir.

Doğu Yücel yeni romanı 'Varolmayanlar'da bir yandan Türk edebiyatında benzeri olmayan bir hikaye anlatırken, bir yandan da kapitalist sistemi ve otoriteyi eleştiriyor, hem de bunu klişelere mahal vermeden, mizahi bir dille yapıyor.

Yücel, ilk sayfalarda dünyanın sonunu gösterdiği hikayesinde aslında hayal kurmanın tarihini anlatıyor. İnsanlık varolduğundan beri hayal kuran ve tarihi, edebiyatı, sinemayı yaratan, değiştiren yüzlerce ismi bir araya getiriyor. Jules Verne, P.K.Dick, Ursula K. Le Guin, George Orwell, Orson Welles, Terry Gilliam, Yusuf Atılgan, Oğuz Atay gibi sayısız isim ince ince işlenen hikayenin birer parçası oluyor. Ve sevdiği/ sevdiğimiz şeyleri de bu dünyanın içine yerleştiriyor; Metin Demirhan'ın dükkanı, çocukluğumuzun çizgi filmleri, mahalle maçları, dağılan grupların keşke olsa dediğimiz albümleri, yaşamayan yazarların hiç olmayan kitapları...

Kendi kuşağının en iyi yazarları arasında olduğunu bir kez de 'Varolmayanlar'la gösteriyor Doğu Yücel. Gerçekliğin sınırlarını zorladığı, kimine fantastik gelebilecek hikayesiyle aslında tam da gerçekliği anlatıyor çünkü. Şimdi bu gerçekliği, anarşist romanı Yücel'in kendisinden dinlemek en doğrusu:

Kitabın alt başlığı hayal kurmanın/hayalciliğin tarihi olabilir mi?
Bu kitabın biraz hayalperestlerin başucu kitabı olmasını istedim. Bu bir roman ama aynı zamanda hayalperestliğin geçmişine uzanan bilgiye de sahip. Ufak da olsa ansiklopedik değeri olan bir kitap olmasını istedim. Özellikle o sinemadaki bölümde hayalciliğin, roman geleneğinin başladığı dönemlere gidiyorum. Biraz okurken insanlar kendi hoşlandıkları yazarları görsün istedim. ’de fantastik sinema ve edebiyata dair çok fazla kaynak yok. Genç okurlar da onlar için yeni olan yazarlarla tanışsın istedim. Benim mesela ilk iki kitabımı okuyan okurlar biz böyle kitaplar okumak istiyoruz diye mesajlar atıyorlardı. Hem o mesajlara toplu yanıt vermek istedim hem de benim de etkilendiğim en önemli yazar ve yönetmenlere selam göndermek istedim. Bir de kitabın konusu buna çok zemin hazırlıyordu zaten. Bilinçli yapmadım, yazarken oluştu.

Aslında varoluşa dair temel bir hikaye değil mi?
Herkes hayatında ara ara ‘Ben nereye gidiyorum’ diye sorgular. Yani çocukken kurduğumuz hayaller üniversite hayatı ve sonrasında işe girme sürecindeki kaygılarla başka bir şeye dönüşüyor. Ve bir anda o kurduğumuz hayalleri unutuyoruz. Daha çok para kazanmak, daha havalı bir araba, daha havalı bir kız arakadaş istiyoruz. Eski hayallerimiz yerine daha maddiyatçı amaçlar devreye giriyor. Bu aradaki karakter de bu fikirlere boyun eğmiş. Ama bir anda yaşadığı doğaüstü deneyimle, geçmişte kurduğu hayalleri hatırlıyor ve aslında böyle bir hayat istemediğinin farkına varıyor. Dışarıdan bakıldığında belki gıpta edilecek bir hayatı var ama mutlu değil, tamamlanmış hissetmiyor kendisini. Bir sorgulanma süreci başlıyor.

Kitapta kapitalist sistem eleştirisi ve varoluş sorunu birlikte yürüyor. Bu ikisi bu kadar yakından ilişkili mi?
Kesinlikle öyle. Varoluş bizim bildiğimiz dar anlamıyla hayatın kendisi; hayatı yöneten ekonomik sistem, otorite ve dayatılan gerçekler. Bunlar varoluşun dayanakları. Dolayısıyla birbiriyle yakından ilişkili.

‘Varolmayanlar’ temelde bir sistem eleştirisi ve doğal olarak bilimkurgu klasiklerinin, anarşist metinlerin bir uzantısı.
Tabii, ‘1984’, ‘Blade Runner’, ‘Mülksüzler’in söylediği şeyi söylüyor ama onlardan daha direkt ve masalsı dile getiriyor derdini. Benim hikayem başka bir gezegende değil kendi dünyamızda geçiyor. O yüzden alegorik bir durum yok aslında. Kapitalizm ve onun etrafında örülü olan bütün inanç sistemlerine, yönetim şekillerine bir eleştiri.

Başkarakter, sisteme entegre olmuş, işinde dakik, çevresine uyumlu. Ve bir uyanış gerçekleşiyor. Bu bakımdan John Murdoch, Neo ve birçok P.K. Dick karakteri gibi diyebilir miyiz?
Evet Matrix’in Neo’su gibi o çarkın parçası olmuş, daha sonra bir kıvılcımla harekete geçiyor. O yönden bir benzerlik var. Orada Neo’yu uyandıran şey Morpheus’un ilettiği mesajdı burada ise bir kalem ve yazdığı hikayenin gerçekleşmesi.

Peki başkarakter kader, yazgıya kafa tutuyor diyebilir miyiz?
Kadere kafa tutma durumu var tabii. Alın yazısına karşı çıkan bir kahraman hikayesi Varolmayanlar. Alın yazısı kelimesini bu noktada yazıyla bir tuttum da denebilir. Diğer yandan romandaki diğer karakterlerin de bir kahraman arayışı var. O yüzden de aradıkları kahramanın kaderden ve tüm benzeri zincirlerimizden kurtulmuş, bağımlılıklardan ve geleneklerden bağımsız olmasını istiyorlar. Roman kahramanı zihnini özgürleştirince de bu defa ondan korkmaya başlıyorlar.

Hikayedeki ‘gerçek dışı’ unsurlardansa gündelik yaşamdaki alışkanlıkların absürt, gerçek dışı olduğunu gösteriyorsun…
Aslında o alışkanlıklar; insanların takdir ettiği şeyler, işe aynı saatte gitmek, düzenli olmak, trafiğin sıkışık olduğunu bile bile metroyla değil de arabayla bir yere gitmek, her hafta araba yıkatmak, sürekli cep telefonu değiştirmek falan, bunlar bana daha fantastik geliyor. Neden insanlar aynı gün aynı saatte aynı şeye başlar? Kutsal bir ritüel gibi. Herkesin bunu aynı anda yapması en fantastik romandan daha fantastik. Roman kahramanı bazen fantastik şeyler uyduruyor ama bunlar alıştığımız birçok şeyden daha fantastik değil. Esas gerçek dışı olan sistemin bize zorunlu diye dayattıkları. Doğal olan şey kaygılardan uzak, doğayla bütünleşerek yaşamak ama biz bundan uzaklaşıyoruz. Kitapta aylaklığa bir övgü de var. Teknoloji gelişse de insanoğlu her geçen gün daha çok çalışıyor. Her yeni teknolojik araç işimizi kolaylaştıracağına işimizi gündelik hayatımıza yayıyor. Akıllı telefonlar sayesinde artık tuvalette bile çalışıyoruz. Bundan daha gerçek dışı bir şey olabilir mi?

Gündelik hayata dahil çok fazla detay yer alıyor. Gerçek-gerçek dışı arasındaki sınırı belirsizleştimek mi istedin?
Her şeyi hikayenin istediği kadar koydum. Mesela göndermeler biraz fazlaydı onları azalttım. Yani hikaye neyi gerektiriyortsa onu yaptım. Ben hikayeye hizmet eden bir yazarım. Varolmayanalar 8-9 yıl önce aklıma gelen bir hikaye ve onu geliştimek için bugüne kadar çalıştım. Bazı yönetmenler kendi bakış açılarını göstermek için filme çekerler. Bazı yönetmenler ise hikaye anlatmak için çekerler. Onların filmlerinde perdenin içine girersin. Ben de öyle bir yazarım. Hikaye anlatmak için yazıyorum.

Hayal kurmanın anarşist manifestosu - 1

Ne kadar ‘fantastik’ hikaye anlatırsan anlat, gerçeğin sınırlarını ne kadar zorlarsan zorla gerçeklikten kopmuyorsun.
Aslında çok önemli bir tespit bu. Benim tarzım fantastik edebiyat olarak geçse de insanların bildiği anlamda bir fantastik edebiyat değil bu. Gerçek dünyada geçen ve bütün gerçekliğiyle yaşadığımız bir süreç anlatılıyor. Hiçbir zaman gerçeklikten kopmamak gerektiğini düşünüyorum.

Yalnızca bir tane fantastik unsur var kitapta: Adamın kalemle yaratabildiğini keşfetmesi.
Fantastik unsurlar gerçek hayattaki bazı sorunları eleştirmek için çok işlevsel olabiliyor. Zaten edebiyatta sistemi en iyi eleştiren tarz bilimkurgudur. O yüzden bilimkurgu ve fantastik unsurlardan besleniyorum.

‘Varolmayanlar’da hayal kadar önemli bir unsur da Ezgi. Çok güçlü bir karakter, varlığı da yokluğu da önemli bir itici güç.
Bence de Ezgi kitaptaki en önemli karakterlerden biri. Yok, varken de var mı belli değil ama karakterin hayatında çok önemli bir yeri var. Kitabın en önemli sahnelerinde var. Varolmayanlar geleneklere, tabulara saydırırken ilk aşk gibi geleneksel bir şeye sahip çıkıyor. Ama ilk aşktaki o büyü ve masumiyeti sonraki ilişkilerimizde bulamıyoruz. Sistemin öldürdüğü bir şey o. İlk romanımda platonik aşka sahip çıkmıştım. Bu romanımda ilk aşka sahip çıktım.

Toplumcu-bireyci karşıtlığı da önemli bir yer tutuyor kitapta.
Kitabın adı Varolmayanlar olsa bile Varolmayanlar tarafında bile değiliz. Bütün ideolojilere alternatif bir şey sunuyor. Hiçbir tarafa yakın durmuyor. Sondaki gücün paylaşımı bu bakımdan çok önemli.

İlk sayfadan biliyoruz ki; sonunda kaos okuru bekliyor. Sistem sadece kaosla mı değiştirilebilir?
Farklı şekillerde gelişse de kitabın başı ve sonu bende aynıydı. Başka şekillerde yıkılmaz mı? Elbette yıkılabilir. Yavaş yavaş olabilir, değiştirerek, geliştirerek iyileştirilebilir. Sonda bir kaos var ama hikayeyle alakalı bir şey bu. Karamsar da değilim. Bence iyiye doğru gidiyoruz. Bir uyanış olduğu gerçek. Ama bizim iyiye doğru gidişimiz evrimin hızına yetişemiyor. Vicdanlarımız sistemden daha iyi ilerliyor. O yüzden şu anki sistemin gediklerini en materyalist adam bile fark etmeye başladı.

Hikayeyi günlük ve gazete üzerinden anlatman amatör kamera ile çekilmiş film hissiyatı veriyor. Her an diken üstünde, gerçekçilik hissi artıyor.
Biçim üzerine çok düşündüm. Önce 3. tekil şahıs üzerinden yazdım, sonra 1. tekil üzerinden dış sesle denedim. İkisi de işe yaramadı. Sonunda bu günlük olmalı diye düşündüm. Sonra parçalar yerine oturdu. Amin Maalouf’un ‘Yüzüncü Ad’ kitabından da etkilendim anlatım olarak. Günlük bazı şeyleri anlatmak için kolaylık sağladı, söylediğin gerçeklik hissini de verdi. İyi ki o kararı vermişim.

Kitaptaki ‘Aşırı dozda hayale maruz kaldınız’ cümlesi önemli. Gerçekçiler için dileğin bu mu?
Ama aşırı doz da tehlikeli olabilir. O yüzden kitabı 440 sayfada tuttum. Daha fazla olsaydı gerçek hayata alışan insan için fazla gelirdi.

Sayfa Yükleniyor...