Heper: Açılımın ordudan gelmesi önemli

Harp Akademileri'nde yaptığı konuşömada önemli açıklamalar yapan Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un en dikkat çeken söylemi, ‘Türkiye Halkı’ ve Kürt sorununa ilişkin yeni açılımlarıydı. Başbuğ'un bu konuda atıfta bulunduğu Prof.Metin Heper, Canlı Gaste'ye konuştu.

Heper: Açılımın ordudan gelmesi önemli

‘Atatürk, Türk milletini, ‘ Cumhuriyeti’ni kuran halkı’ olarak tanımlıyor. ‘Türk halkı’ derseniz cümle düşer. ‘Türk milleti’ demiş Atatürk. Buradaki ‘halk’ ifadesi,

sınırları çizilen bir coğrafyada; ki butası Türkiye, yaşayan halkın bütünününü içeriyor. Etnik ayrım yapılmaksızın Türkiye halkını işaret ediyor.’

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, yıllık toplantısında bunları söyledi. Türkiye Cumhuriyeti'ni Atatürk'ün de dediği gibi ‘Türkiye halkı’nın kurduğunu söyleyen Başbuğ, ikincil kültürel kimlik olarak ‘Kürt ve Zaza kökenli vatandaşlar’ için de önemli mesajlar verdi.

Kişilerin aidiyet hissettikleri kültürel kimliklerinin engellenmemesi, aksine korunup geliştirilmesi gerektiğini, bunun devletin görevi olduğunu vurguladı. Başbuğ'un bu açılımı yaparken atıfta bulunduğu Prof. Metin Heper, Canlı Gaste'nin konuğu oldu.

Heper, Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar, Turgut Özal gibi pek çok devlet adamının bu meseleye dolaylı olarak temas ettiklerini ve bunun yeni bir yeni açılım olmadığını belirttikten sonra, 'Bunun ordudan gelmesi son derece önemli. Bu meseleleri artık daha rahat konuşabileceğimizi düşünüyorum" dedi.

Heper'in açıklamaları şöyle:

'Türkiye halkı' ibaresi Türkiye'de uzun süredir tartışılıyor ve pek çok kimse meseleye bu şekilde yaklaşılmasına karşı çıkıyor. Oysa 'Türkiye halkı' kelimesi ilk önce Atatürk tarafından kullanılmıştır.

1920’lerin başında Atatürk dini bir cemaatten laik bir millete geçişi ve bu millete Türk milleti adını verilmesini açıklamak zorunda hissetmişti ve burada şu tespitlerde bulunmuştu;

Biz neden Türk milletinden bahsediyoruz, neden milletten bahsediyoruz? Şu şekilde açıkladı; Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu yana bu coğrafyada yaşayan insanlar kültürel alışveriş içinde

olmuşlardır. Bunun sonucunda bu insanların birbirleriyle paylaştıkları hususlar, paylaşmadıkları hususların önüne geçmiştir. Artık bir ümmetten bahsedebiliriz, çeşitli dini etkin gruplardan oluşan bir mozaikten değil.

İkinci can alıcı tespiti ise, neden bu millete Türk milleti diyoruz? Dedi ki; 'Bir isim bulmak lazım bu millete ve Türk kelimesi çok bilinen, çok yaygın bir kelimedir, bunu kullanalım.' Genelkurmay Başkanı'nın da altını çizdiği gibi, Türk kelimesini bir isim olarak kullandı, bir sıfat olarak kullanmadı.

'Bu millet sadece Türklerden oluşuyor' demek istemiyordu. Lozan’da ve başka yerlerde, hem Atatürk’ün hem de İsmet İnönü’nün; 'Biz Türkler, biz Kürtler, biz Boşnaklar' dediğini hatırlatmak isterim. İşte o noktadan hareket ederek Atatürk, 'Türk milleti' derken Türk kelimesini bir üst kimlik olarak kullanıyordu. Bu milleti oluşturan çeşitli unsurların alt kimliklerini tanıyordu. Kürtlerin varlığını inkar etmiyordu. İşte o yüzden Türk halkı değil, Türkiye halkı dedi. Daha sonra bu Türk halkı olarak değiştirildi.

Temel nokta şudur; orada Türkiye veya Türk kelimesi bir üst kimlik olarak kullanılıyordu. İfade ettiğim gibi, bir takım alt kimlikler vardı; bunlar tanınıyordu. Bugün Genelkurmay Başkanı'nın işaret ettiği gibi, devlet, ikincil kimliklerin birincil kimliklere dönüşmemesi üzerinde durmuştu.

"DAHA RAHAT KONUŞACAĞIZ"
Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar, Turgut Özal gibi pek çok devlet adamı, politikacı bu meseleye bu şekilde dolaylı olarak temas ettiler. Onun için bu bir yeni açılım değildi. Fakat bunun ordudan gelmesi son derece önemli bir husus. Bu meseleleri artık daha rahat konuşabileceğimizi düşünüyorum.

ASİMİLASYON - ENTEGRASYON
Genelkurmay Başkanı, asimilasyonla entegrasyon arasında bir ayırım yaptı. Asimilasyon, farklı olanı size benzetmeye çalışmaktır. Entegrasyon ise, farklı unsurların birarada yaşamasını temin etmek ve onların farklarına saygı duymaktır.

Ben kitabımda, asimilasyon politikasının, ne Osmanlı'nın ne de Cumhuriyet'in resmi devlet politikası olmadığını ileri sürüyorum. Genelkurmay Başkanı 'elbette bazı tedbirler alındı' dedi ve bunu açıklığa kavuşturmak gerekir.

Yeni bir millet anlayışı var, bir üst kimlik ve bir takım alt kimlikler var; isyanlar çıkıyor. 1925’te Şeyh Sait isyanıyla başlıyor. 1938’e kadar aralıklı olarak irili ufaklı bir takım isyanlar var. Bu dönemde devletin bir takım tedbirler aldığını görüyoruz. Tedbirlerin amacı farklı olanı bize benzetmeye çalışmak değil. Alt kimlikler tanınıyor ve bu unsurların yüzyıllar boyunca birbirlerine benzedikleri, pek çok şeyi paylaştıkları düşünülüyor. Alt kimliklerin sahipleri, sizden farklı olarak düşünülmüyor. O zaman asimilasyona ne gerek var.

ALINAN TEDBİRLER
'Tedbirler nedir?' diye sorulduğunda cevap şu olur: İsyanlar dolayısıyla, alt kimlikler içinde değişik bir düşünce ortaya çıkmaması ve alt kimliklerin üst kimliklere dönüştürülmesini önlemek içindir o tedbirler. Mesela, Kürt kökenli vatandaşlarımızın çocuklarına Kürt isimleri koymasını yasakladık. Umumi müfettişlikler kurduk; Osmanlı döneminde de vardı.

Genelkurmay Başkanı'nın 1938’den 1984’e kadar geçen döneme atıf yapması önemlidir. Çünkü 1938’den sonra, tedbirler yavaş yavaş kaldırılmaya başlanıyor. Umumi müfettişlikler 1947’den sonra etkisiz hale geliyor ve 1952’de tamamen kaldırılıyor.

Kitabımda ileri sürdüğüm tez şu: Bir asimilasyon olsaydı, 1938'den sonra da o politikalara devam edilirdi. Çünkü 1938'de Kürtler ikincil kimliklerini muhafaza ediyorlar. Bütün Kürtler Türkleştirilmiş değil. Bu açıdan bakıldığında, Genelkurmay Başkanı'nın o soruyu ortaya atması son derece önemli.

Bir şey daha ilave gerekir. Atatürk'ten günümüze belli başlı politikacıların bu meseleye çok değişik bakmadığını hemen hemen hepsinin vatandaşlık itibariyle milliyetçilik yaklaşımını benimsediğini söylemek isterim. Türkiye'nin resmi politikası 'farklılıkları muhafaza etmek, onları ortadan kaldırmaya çalışmamak, farklıkları bir arada tutucak entegrasyon politikası inşa etmek, ama hiçbir zaman bir asimilasyona gitmemektir' diye düşünüyorum.

ASKER VE SİVİLİN ORTAK POLİTİKASI
Çizdiğim resmin zaman zaman istisnaları var tabiki. Fakat bugün gelinen noktada gerek asker gerekse sivillerin ortak politikada anlaştıklarını zannediyorum. 4 ayaktan oluşan bir politika var diye düşünüyorum.

Birinci ayak teröre son vermek. İkincisi, Güneydoğu'daki sosyal ve ekonomik gelişmeyi hızlandırmak. Son zamanlarda ikisi arasında tercih yapmak zorunda kalıyoruduk ama şu an farklı. Üçüncüsü, Kürt kökenli vatandaşlara kültürel hakların verilmesi. Ve en önemlisi, 'Kürt kökenli vatandaşları daha kucaklayıcı bir poltika' konusunda ortak noktaya varılmış gibi görünüyor. Bu 4 ayaklı politikaya, son derece realist bakıldığını görüyorum.

Şu da unutulmamalı; etnik sorunlar kolay kolay bitmez, kontrol altına alınır. Zaman zaman yine ortaya çıkar. Ama yeni politikada cesaret ve açılımlarla olaya yaklaşılıyor. Meselenin ne olduğunu anlama çabaları; örneğin Genelkurmay Başkanı'nın 'PKK neden insanları saflarına çekiyor. Bunu incelemeliyiz' yaklaşımı, konuyu bütün yönleriyle ele almak, çekinceli yaklaşmadan 'sorun neyse ortaya koyarak çözmemiz gerekli' mesajı bugün ortaya koyuldu diye düşünüyorum. Bu da siyasal hayatımızda son derece önemli bir gelişmedir.

Sayfa Yükleniyor...