İstanbul küresel ısınmaya hazır mı?

Küresel ısınma ve kirlenmeye karşı alınacak en önemli önlem, İstanbul’un mevcut yeşil alanlarının korunması ve arttırılması...

İstanbul küresel ısınmaya hazır mı?

İstanbul’un kuzeyi , Kuzey Boğaziçi ve Karadeniz kıyı şeridi boyunca uzanan geniş yeşil alanlarıyla, belki de şehrin bozulmadan kalmış en güzel bölümüdür.  Bu bölüm, kayalık yamaçlar, kumullar, sulak alanlar ve ormanlardan oluşan zengin bir biyolojik çeşitlilik içerir. Buralarda kendine özgü maki, mera ve kayalık bitki toplulukları arasında, 15’i İstanbul’a ve ’ye özgü (endemik) olmak üzere, 40 civarında tehlike altında bitki türü yetişiyor. Bunlardan 5’i, ’nin taraf olduğu uluslar arası Bern Sözleşmesi’ne göre, doğal ortamlarıyla birlikte koruma altına alınması gereken bitkiler. İstanbul’un bu bölümü yalnız uluslar arası sözleşmelerle değil, Boğaziçi Kanunu ile ve aynı zamanda Doğa Sit Alanı olarak koruma altına alınmıştır. Bu bölümde ayrıca, hem bir Tabiatı Koruma Alanı ve hem de Yaban Hayatı Koruma Sahası yer alır. Kuzey Boğaziçi, Türkiye’nin Önemli Bitki Alanlarından biri olarak tanımlanmıştır (ÖBA No: 10)*. Göçmen kuşlar için Avrupa’daki en önemli göç yollarından biri üzerinde yer alır, bu nedenle Türkiye’nin Önemli Kuş Alanlarından biridir (ÖKA No: 5). Bütün bu özelliklerine rağmen, İstanbul’un kuzeyi, yapımı planlanan III. Boğaziçi Köprüsü ve bağlantılı yapılaşmalar nedeniyle, büyük bir tehlike altındadır.      
Doğal alanlar, şehirlerde yaşam kalitesinin (temiz hava/su ve dinlenme vb.) garantisi ve küresel ısınmaya karşı sigortadır. İstanbul’da yaşayanların daha fazla gökdelen, yol ya da alışveriş merkezine değil; nefes alabilecekleri daha fazla yeşil alana ihtiyaçları var.  Avrupa’da şehirlerin ekolojik planlanma çalışmaları yaklaşık 100 yıl öncesine dayanıyor. Son on yıldır da, Avrupa Birliği’ne üye ülkeler küresel ısınmanın neden olacağı kaçınılmaz değişimlere (aşırı sıcak, yağış ve kuraklık vb.) karşı araştırmalar yapıyor, stratejiler/rehberler geliştiriyor ve projeler yürütüyor. Türkiye’de ise konunun önemi henüz algılanamamış durumda: halen karar vericilere şehirlerdeki yeşil alanların hayati önemi, yararları ve bunların imar planlarına aktarılmasının gereği anlatılmaya çalışılıyor. Artık her ülke ve her şehir, küresel ısınmaya karşı insana ve doğal süreçlere yararlı olacak önlemlerini almak ve kamuoyunu bilgilendirecek çalışmalar yapmak zorunda.

Son yıllarda, yaz mevsimlerinde kısır bir döngü yaşanıyor: her yaz biraz daha artan sıcaklıklara karşı, binalara daha çok klima takılıyor. Daha çok klima, daha fazla elektrik kullanımına ve binalardan dışarıya  (atmosfere) daha fazla sıcaklık ve karbon salımına neden oluyor.  Avrupa’da bu konuda yapılan araştırmalar, şehirlerdeki yeşil alanların cankurtaran görevi gördüğü ve şehri aşırı ısınmaktan koruduğunu göstermiştir (bir şehirde %98 oranında bitki örtüsünün bulunduğu bölüm ile %20 oranında bitki örtüsünün bulunduğu bölüm arasında neredeyse iki katına varan bir sıcaklık farkı olduğu saptanmıştır). İstanbul ancak yeşil alanları sayesinde küresel ısınmaya karşı mücadele edebilir. Buna ek olarak, binalarda yalıtıma (daha kalın duvarlar, çift cam ve diğer yalıtım malzemelerinin kullanımı vb.) ve binalar arasında da park gibi (şehre gölge ve havalandırma sağlayacak, tozu ve kirleticileri emecek) açıklıklara yer vermek gibi bazı önlemler de almak zorunda.

Küresel ısınma ile ilgili araştırmalar, 1970’li yıllardan beri sıcaklıklarda her on yılda, 0,3°C‘lik bir artış yaşandığını  ortaya koymuştur: bilim insanları 2003 ve 2010 yazlarının, Avrupa’da son 500 yılın en sıcak yazları olarak kaydedildiğini ve bu örneklerin artacağını, özellikle aşırı nüfuslu şehirlerin bundan çok daha fazla etkileneceğini bildiriyor. Betonlaşan şehirlerde binalar bütün gün, yeşil alanlara kıyasla çok daha fazla sıcağı emiyor ve bütün gece salıveriyor. Çoğunlukla yüksek binaların ve gökdelenlerin olduğu yerler, şehirlerin en sıcak bölümleri olarak saptanmış. Çünkü bu büyük binalar, daha büyük miktarlarda ısı üretiyor ve binalar arasında yok denecek kadar az yeşil alan bulunuyor.  Bu nedenle, şehirlerde mikro klimalar oluşuyor, sıcaklık ve rutubet artıyor, rüzgar istikameti ve yağış miktarları değişiyor.  Ayrıca kirli havayı da unutmamak gerekir, çünkü aşırı sıcaklar ile kirli havanın birbirlerini kuvvetlendirdiği kanıtlanmıştır. Trafikten ve kimyasalların kullanıldığı endüstriyel tesislerden havaya karışan zehirli gaz ve diğer kirleticiler nedeniyle, şehirlerdeki kirli havanın aşırı sıcaklarda etkisini arttırdığı, hastalandırdığı ve öldürücü etkiler yarattığı biliniyor.

Türkiye’de yağış miktarlarındaki değişime bağlı olarak zaman, zaman kuraklıkların görülmesi olağan sayılır. Ancak, küresel ısınma nedeniyle son on yılda daha sık ve şiddetli kuraklıkların görülmeye başlamıştır.  Bu durum, İstanbul gibi olağanüstü ve plansız büyüyen bir şehirde su probleminin katlanmasına neden olacaktır. Yalnızca kullanılabilir (temiz) su miktarı değil, aynı zamanda su kalitesi azalacak; buna bağlı olarak da sağlık ve ekonomik sorunlar artacaktır. Çünkü temiz su yalnız içmek amacıyla değil, aynı zamanda endüstriyel üretim, soğutma, ziraat, enerji üretimi, ulaşım ve turizm amacıyla pek çok sektörde kullanılmaktadır. Kaldı ki, son yıllarda İstanbul’da mevcut su kaynaklarının ihtiyacı karşılamakta yetersiz olduğu düşünülmüş; Kırklareli (Istranca Dereleri) ve Sakarya (Büyükmelen Deresi) gibi başka şehirlerden içme suyu getirme çalışmalarına başlanmıştır.

Küresel ısınma, yalnızca aşırı sıcak ve kuraklıklarla değil, aşırı yağış ve sel baskınlarıyla da kendini gösteriyor. Yağmur suları şehirlerde asfalt ve betonla kaplanan toprağa ulaşıp süzülemiyor ve yeraltında depolanamıyor, bunun yerine kanalizasyona karışıyor. Son yıllarda sıklığı artan ağır yağışlarda ise, şehirlerde yetersiz altyapının çökmesi sonucu, kanalizasyonlar taşıyor, su baskınları ve seller meydana geliyor.  Ve eğer betonlaşma nehir yatakları ve sulak alanlarda ise, sonuç çok daha büyük bir felakete dönüşüyor. Buna karşın, betonla değil, bitki örtüsüyle kaplı yeşil alanlar, yağmur sularının yeraltına süzülmesini sağlıyor,  bitkiler ve diğer canlılar için depoluyor ve aşırı yağışlarda üzerinden akıp giden suyun hızını azaltıyor.

Sonuç olarak, küresel ısınma ve kirlenmeye karşı alınacak en önemli önlem, İstanbul’un mevcut yeşil alanlarının korunması ve arttırılmasıdır. Yok edilen her metrekare yeşil alan, İstanbul’u küresel ısınmaya karşı biraz daha savunmasız bırakıyor. Buna karşın, İstanbul Boğazı’na III. köprü, bağlantı yolları, yeni ticaret ve yerleşim alanları gibi yapılaşmalarla, şehrin kuzeyindeki cankurtaran doğal alanlar parçalanacak ve işlevini büyük ölçüde kaybedecektir. Bu tahribatın alternatifi, (merkezi ve yerel yöneticilerin öne sürdükleri ve öğündükleri gibi) şehre milyonlarca ağaç dikmek değildir, tam tersi (milyonlarca yılda meydana gelmiş doğal ekosistemlerin yerini doldurmak) mümkün değildir. Üstelik, çoğunlukla yanlış yerlere ve yanlış türlerle (hızlı büyüyen ancak İstanbul’a ve hatta Türkiye’ye yabancı ve arsız türlerle) yapılan ağaçlandırma girişimleri yarardan çok, zarar verebilir. Çevre koruma ve küresel ısınma ile mücadele çalışmaları ancak yeterli araştırmalara ve bilimsel verilere dayanılarak yürütülebilir. İstanbul ve Türkiye genelinde böyle çalışmalara acilen gerekli önem ve öncelik verilmelidir.


* Kaynak: Özhatay, N.; Byfield, A.; Atay, S. Türkiye’nin 122 Önemli Bitki Alanı, WWF Türkiye, İstanbul (2005).



Sayfa Yükleniyor...