İstanbul Su Mahkemesi karar verdi

İstanbul Su Mahkemesi jürisi kararlarını açıkladı.  Jüri kararında Hasankeyf ve Yusufeli vadisindeki kültürel mirasın UNESCO dünya mirası listesine alınması için gerekenlerin yapılmasını istedi.

İstanbul Su Mahkemesi karar verdi

İstanbul Su Mahkemesi, Heinrich Böll Stiftung Derneği ve Latin Amerika Su Mahkemesi’nin (Tribunal Latin Americano del Agua) danışmanlığında 10- 11 Mart tarihlerindeyapıldı.

İstanbul Su Mahkemesi’nin kararlarını oyuncu Pelin Batu’nun başkanı olduğu, Avrupa ve Latin Amerika’dan isimlerin bulunduğu jüri açıkladı.

Latin Amerika Su Mahkemesi Müdürü Javıer Bogantes kararların açıklandığı toplantının ardından yaptığı konuşmada, “İstanbul’da düzenlenen mahkeme su ile doğa arasında hayati bir bağ olduğu yönündeki anlayışımızı güçlendirmiştir” dedi.

Bogantes mahkemenin özelliklerini vurguladığı konuşmasında şunları söyledi: “Suyla ilgili çeşitli vakaları incelemek için son birkaç gündür İstanbul’da faaliyet gösteren bu mahkeme etik bir mahkeme olduğu kadar bilimsel ve teknik bir mahkemedir. Bunun anlamı, mahkeme kararlarımızın, analizlerimizin ve formülasyonlarımızın küresel bir ahlâk anlayışı yaratacak olan sözleşmelere, bildirgelere ve uluslararası anlaşmalara dayanıyor olmasıdır. Dünyanın korunması bu ahlâk anlayışına bağlıdır.

Mahkemede sunulan vakalar bilimsel kanıtlar temelinde ortaya konulmuştur. Karara varmak için bu kanıtlar uzmanlarca analiz edilmiştir. Vakalardan bazıları çeşitli mahkemeler önünde görülmüştür ve çözüme ulaşılamamıştır. Bu mahkemenin kararları ile yetkili makamlarda, şirketlerde ve finans gruplarında farkındalık yaratmak amaçlanıyor. Bu çatışmalara bir çözüm aramak ve bulmak daima çok boyutlu bir meseledir. Bu sorulara çözüm önerileri getirmek ve insana ve doğaya başka zararları önlemek hiç kolay bir görev değildir”5. Dünya Su Forumu’nun alternatiflerinden biri olan İstanbul Su Mahkemesi'nin  Türk Hükümeti'ne önerileri arasında şunlar var:

-Hükümetin su ve enerji politikalarını gözden geçirip yeniden tasarlaması ve bunu yaparken sivil toplum ve baraj projelerinden etkilenecek yöre halkına danışması.
-Hükümetin bunları yaparken doğal kaynakların sürdürülebilir politikalarla kullanılmasını, insan hakları ve özgürlüklerinin, biyolojik çeşitliliğin ve doğal ve kültürel mirasın korunmasını göz önünde bulundurması.
-7 Şubat 1993 tarihinden önce planlanan baraj projelerini Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporu gerekliliğinden muaf tutan geçici 4. maddenin kaldırılması.
-Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporlarının hiçbir istisna olmaksızın istenmesi.
-Kamu İhale Kanunu’nun ülke güvenliği söz konusu olduğunda kanunun dışında kalınmasına olanak sağlayan 89. maddesinin yürürlükten kaldırılması.
-Hasankeyf ve Yusufeli vadisindeki kültürel mirasın UNESCO dünya mirası listesine alınması için girişimde bulunulması.
-Türk Hükümeti'nin çevre ile ilgili ulusal ve uluslar arası sözleşmeler ve mevzuatlardaki yükümlülüklerini yerine getirmesi.

"TÜRK HÜKÜMETİ'NİN BARAJ FETİŞİZMİ"

Jürinin kararları açıkladığı basın toplantısında Heinrich Böll Stiftung Derneği İstanbul Temsilcisi Ulrike Dufner şöyle konuştu:

“Türk hükümetleri her zaman bir baraj fetişizminin kurbanı olmuştur. Birbiri ardına baraj inşa etmek gibi ekonomik, sosyal ve ekolojik açıdan anlamsız olan bu politikayı akılla açıklamak mümkün değil. şu anda planlanan sayısız baraj projesiyle dünya sıralamasında en yukarılarda yer alıyor.

Su Mahkemesi’nin davalıları olan Çevre Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, Başbakan ve DSİ, bu mahkemeyi görmezden geldi. Biz 19 Şubat 2009 tarihinde Türkiye’den dava edilen tüm kişi ve kurumlara mahkemeyle ilgili bilgi gönderdik ve görüş bildirmelerini istedik.  Bu kişi ve kuruluşlar haklarındaki suçlamalar karşısında sessiz kalmayı tercih ettiler.

Türk hükümetinin Su Mahkemesi karşında takındığı tavır, bizim açımızdan bir sorumsuzluk örneğidir.

Aynı şekilde uluslararası kurumlar ve hükümet temsilcileri de sorumluluklarını yerine getirmedi. Sadece İsviçre, Almanya ve Avusturya için kredi teminatı veren kurumlar 5 Mart 2009 tarihinde Ilısu Barajı davasıyla ilgili ortak bir yazıyla görüş bildirdiler. Bu yazıda Türk Hükümeti öngörülen uluslararası kriterleri yerine getirmek için gerekli adımları atana kadar Ilısu Barajı inşaatının erteleneceği söyleniyordu. Bu kurumların yanıt vermiş olmaları bile kayda değer bir gelişme olsa da, bu yanıt bizim iç hiç tatmin edici değil. Çünkü söz konusu kriterler yıllardır yerine getirilememiş olmasına rağmen, inşaatı başlamış bulunan Ilısu Barajı’nın çevreye verdiği ilk zararlar ortada."

Dufner Meksika ve Türkiye arasındaki sunumu karşılaştırdığı konuşmasında şunları söyledi: “Meksika örneği bize ekonominin liberalleşmesinin ve Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nın (NAFTA) tarım sektörüne nasıl zarar verdiğini, kırsal bölgelerden göç eden halkın 22 milyonluk Mexico City gibi kentler için nasıl bir yük oluşturduğunu ve halkı yoksulluğa ittiğini gösterdi.  Türkiye ve Meksika’daki durum arasındaki paralellikler gerçekten ürkütücü. Bu iki ülkenin sosyal adalet, çevre ve ekonomi alanlarında anlamlı politikalar üretmelerini ve gelecek nesillere karşı sorumluluklarının yerine getirmelerini umuyoruz.”



İSTANBUL SU MAHKEMESİ

10- 11 Mart tarihleri arasında yapılan İstanbul Su Mahkemesi’nde şu davalar ele alınmıştı:

1)Çoruh Nehri üzerindeki Yusufeli Barajı projesi 2) Dicle Nehri üzerindeki, tarihi Hasankeyf kentini sular altında bırakacak olan Ilısu Barajı projesi; 3)Tunceli ilinde, Munzur Vadisinde, Fırat Nehri üzerindeki barajlar; 4)Brezilya’nın Rondônia eyaletinde Madeira Nehri üzerindeki mega-baraj inşaatları; 5)Meksika’daki su projelerinin toplumsal ve çevresel etkileri.

Sivil toplum örgütlerinin davacı olduğu duruşmada sanık sandalyesinde aralarında Başbakan Recep Tayip Erdoğan ve Federal Almanya Başbakan’ı Angela Merkel’in de yer aldığı aktörler ve resmi makamlar vardı.

Bu kuruluş ve kişilerin bazıları şunlar: Enerji Ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, T.C. Başbakanlık

DSİ Genel Müdürlüğü, Çevre Ve Orman Bakanlığı, Almanya Başbakanı /  Angela Merkel, İsviçre Başbakanı Micheline Calmy-Rey, Avusturya Başbakanı / Werner Faymann.

Bakılacak beş davanın jürisi ise şu isimlerden oluşuyordu:

Pelin Batu- Oyuncu; Dilek Kurban- TESEV; Emel Kurma- Helsinki Yurttaşlar Derneği; David Barkin- Fransa;  Maurits Groen-Hollanda; Silke Helfrich-Almanya; Alexandro Comanho-Brezilya

LATİN AMERİKA SU MAHKEMESİ  (Tribunal Latinamericano del Agua)

İlk örnekleri 80’li ve 90’lı yıllarda Hollanda ve Brezilya’da görülen Su Mahkemesi 1998 yılında kuruldu. İlk duruşma 2000 yılında Kosta Rika’nın San Jose kentinde yapıldı. Davanın konusu Orta Amerika’daki sulak alanlara yönelik on bir tehdit vakasıydı. Orta Amerika ile ilgili olarak yine San Jose kentinde 15-19 Mart 2004 tarihleri arasında yapılan ikinci duruşmada sulak alanların haksız işgali ve bölgede yaşayan toplulukların çevre haklarının ihlali ile ilgili dokuz davaya bakıldı. Su Mahkemesi 13-20 Mart 2006 tarihleri arasında Mexico kentinde toplandı. Bu kez diğer çeşitli davaların yanı sıra Meksika’da La Parota’daki kapsamlı baraj projesi, sanayi ve madencilik faaliyetlerinin yarattığı kirlilik, ve Bolivya’daki gibi suyun özelleştirilmesi nedeniyle ortaya çıkan haksız hidrolojik sistem işgalleri ve Latin Amerika ülkelerinde çevre haklarının ihlalleri ile ilgili on üç davaya bakıldı. Ekim 2007’de Meksika’nın Guadalajara kentinde yapılan bir sonraki duruşmada


Su Mahkemesi Meksika’dan Güney Amerika’ya ve Orta Amerika’daki açık maden ocaklarının yarattığı kirlilikle ilgili çeşitli davalara kadar yedi vaka hakkında karar vererek uluslararası kimliğini bir kez daha ortaya koydu. Son duruşma Guatemala’nın Antigua kentinde yapıldı. Yerlilerin yaşadığı bölgelerdeki sulak alanlara verilen zararlarla ilgili davalara Guatemala’nın başlıca yerli topluluklarının bazılarından temsilciler çağırıldı.

Su Mahkemesi su kütleleri ve hidrolojik sistemlerle ilgili anlaşmazlıkların çözümlenmesine yardımcı olmak amacıyla oluşturulan, uluslararası, bağımsız, ve özerk bir çevre adaleti kuruluşu. Su Mahkemesi’nin yargılama usulleri iki ana paradigmaya dayanıyor. Bunlardan birincisi merkeze insanı değil, doğayı yerleştirmesi, ikincisi ise, katı mekanizmaları reddederek, gerçekliği parçalara ayıran köktenci düşünce tarzının aksine bütünselci bir yaklaşımı benimsiyor.

Su Mahkemesi’nin hedefi, su temelli ekolojik sistemleri ve su kaynaklarını olumsuz biçimde etkileyen uygulamaları değiştirmek veya ortadan kaldıran bir yaklaşımı güçlendirmek.

Sayfa Yükleniyor...