İzmir adaylarının gündeminde arsenik vardı

29 Mart Yerel Seçimleri'nde İzmir'i yönetmeye aday olan 3 isim, Oğuz Haksever'in sorularını yanıtladı; projelerini NTV'ye anlattı.

İzmir adaylarının gündeminde arsenik vardı

CHP adayı ve şu anki Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, AKP'nin adayı Taha Aksoy ve İzmir için MHP'den başkanlığa aday olan Musavat Dervişoğlu NTV'ye konuk oldu.

Oğuz Haksever sordu, başkan adayları İzmir için düşüncelerini anlattı.

Aziz Kocaoğlu, bir dönem kamuoyunda tartışılan arsenikli su konusunda açıklamalarda bulunurken, merkezi yönetimle arasında sorun olmadığını, Başbakan ve birçok Bakan'la ortak çalışmalar yürüttüklerini belirtti. Bunun aksine bazı projelerde sıkıntı çektiklerini de dile getiren Aziz Kocaoğlu, projelerini anlattı ve 'neyle anılmak istersiniz sorusuna', 'şu an söylenenler benim için yeterli' yanıtını verdi.

Geçtiğimiz yerel seçimlerde de İzmir adayı olan ancak Ahmet Priştina'ya kaybeden Ak Parti Adayı ve İzmir Milletvekili Taha Aksoy ise, arsenikli su nedeniyle Aziz Kocaoğlu'na yüklendi. İktidar partisinin adayı olmanın avantajları kadar dezavantajları olduğunu belirten Aksoy, 'İzmirli'nin hayat tarzına müdahale endişesinin' yersiz olduğunu belirtti. Aksoy, 'Priştina - Kocaoğlu, hangisi daha zor?' sorusuna da, 'rakip fark etmez, önemli olan benim' şeklinde yanıt verdi.

Adaylığını 22 Temmuz Genel Seçimleri'nin hemen ardından açıklayan MHP adayı Musavat Dervişoğlu ise, İzmirlinin 3 adayı aynı masa etrafında görmek istediğini kaydederek, İzmir'in bilinmeyen çözümler aramasına gerek olmadığını, ihtiyaç duyulanın 'yuvarlak masa' toplantıları olduğunu söyledi.

CHP Adayı Kocaoğlu, AKP Adayı Aksoy ve MHP Adayı Dervişoğlu'nun Oğuz Haksever'in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Oğuz Haksever: Sizin, diğer partilerin aksine ortak bir mesajınız yok. Diğer partiler merkezden gelen bir mesajı her ilde kullanıyorlar ama siz ‘İşimiz İzmir gücümüz İzmir’ diyorsunuz. Oradaki gücünüzü biraz anlatır mısınız?
Aziz Kocaoğlu: Gücümüz 3 buçuk milyon İzmirli ve biz hemşerimizden aldığımız güçle 5 yıl hiç durmadan çalıştık ve çalışacağız. Çünkü bizim ‘İşimiz İzmir gücümüz İzmir.’

OH: Kordonda evlere sizin posterleriniz aılmış durumda. Oraların gelir düzeyi oldukça yüksek, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
AK: İzmir seçime iştirakini ve desteği hissettiren, sokakta olmayı ve hareketliliği seven, insanı seven ve kendisiyle barışık bir kent. Biz seçim bürolarına asmak için bir poster bastırmıştık. Bir seçmen de gelip posteri alarak evinin balkonuna asmış. Sonra bu yönde talepler arttı. Kentin belirli yerlerinden bize desteklediğini ilan etmek isteyen hemşerilerimiz, bizim resmimizi asmak istediler ve böyle bir yöntem uyguladılar.

4 SAAT UYUYABİLİYORUM
İzmir’de 4 buçuk yıl nasıl geçti bilmiyorum. Biliyorsunuz ki, rahmetli başkan Piriştina’nın ani vefatından sonra göreve başladık. Büyükşehir Belediyesi’ne hazırlanmadığımız için işi bilmiyorduk ama yoğun bir tempo içinde çalıştık. Kentin belirli bir bölümünü çok iyi tanımamıza rağmen bir hazırlık dönemi oldu ve bu sıkıntılı bir dönemdi. Hep işe endekslendik; iki sene sonra yaptıklarımızla vatandaşımıza dokunmaya çalıştık. Başarımızla bu iş gitsin istedik, hiç reklam yapmadık. Ama çok çalıştık. Mesela ben ilk yılı çok az uyuyarak; ortalama iki saatlik uykuyla geçirdim. Şimdi de ortalaması 4 saati geçmiyor.

Aday olup olmayacağımıza seçimden 6 ay önce karar vereceğiz demiştik ve karar verdik. Bir görev gereği adaylığımızı koyduk ve genel merkezde onaylayınca adaylığımızı sürdürüyoruz. İşte 29 Mart’ta görücüye çıktık, halkımızın oylarıyla desteğiyle tasvip ederlerse 5 yıl daha bu işe devam etmek istiyoruz.

PİRİŞTİNA İLE KENDİMİ KIYASLAMADIM
OH: Rahmetli Piriştina’nın aldığı oy oranını aşma gibi bir hedefiniz olduğu söyleniyor, doğru mu?
AK: Ben hiç bir söylemimde ve eylemimde rahmetli Piriştina ile kendimi kıyaslamadım. Rahmetli başkanın aldığı oy 47.8’dir. Biz başkanın ismini sürekli andık ama bundan bir artı getiri beklemedik. Onun başladığı projelerin bitiminde veya onun düşündüğü projelerin başlamasında kendisini rahmetle anıyoruz. Kentimize büyük hizmetler yapmış bir başkandır ve efsane olarak adlandırılır.

OH: Bu arsenikli su meselesi sizce bitti mi?
AK: Olmayan şey bitti. Esasında böyle bir şey yok. İzmir’in suyunda, yaz aylarında; küresel ısınmadan dolayı arsenik beliriyor. Onu da bir vatandaş yakalıyor.

ARSENİK SORUNUNU ÇÖZDÜK
Esası şudur; İzmir suyunda ilk defa 2007’de arseniği gördük. 9 Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği Ana Bilim Dalı ile bir anlaşma yaparak bunun nasıl arıtılacağı üzerine incelemelere başladık. Onların önerileri vardır ve 2007-2008 kışında yağışlarla arsenik kayboldu. 2008’de tekrar çıktı ve büyütüldü. Bir çok bakan da devreye girdi. Ben bunu artık konuşmak istemiyorum. Kendi sistemimiz içinde oynayarak, uzunca bir müddet 10 mikrogramın altında su verdik bu kente. İZSU’da 'nin en özgür ve özgün çalışan kurumlarından biridir. Bir şey yok, problem yok ve kökten halletmiş olduk.

'de yeraltı suları bugüne kadar arıtılmıyordu. Çevresel kirlenme, kimyasal atıklar, tarım ilaçlarıyla beraber gördük ki, yeraltı sularımızın da artık arıtılması gerekiyor ve onu da yaptık. 24 saat suyu her yerden veriyoruz. Yağışlarda iyi olunca barajlar iyi duruma geldi. Kentin suyunun yaklaşık yüzde 40’ını karşılayan Tahtalı Barajı’nda doluluk oranı yüzde 35 düzeyinde.

OH: İzmir’de su rezervi bakımından kaç yıl sonrasına kadar sorun yok diyebiliyorsunuz?
AK: Bu tamamen yağışa bağlı. Tahtalı Barajı 300 milyon metreküp su alıyor ve dolduğu zaman 3-4 sene su problemimiz olmuyor. Güneyde yüzey sularımız , barajlarımız, Gediz Havzası’nda yeraltı sularımız ve kuyularımız var. 5 tane kuyu bölgemiz var; Akhisar yakınında Sarıkız, Melemen yakınında Göksu, Melemen Ağacı ve Çavuşköy kuyularımız, tarihi Halka Pınar kuyularımız var ve bunlardan su alıyoruz. Yeraltı sularımız su ihtiyacımızın yüzde 60’ını, barajlar ise yüzde 40’ını karşılıyor.

BAŞBAKAN'LA PROBLEMİMİZ YOK
OH: Merkezi hükümetle aranız nasıl?
AK: Merkezi hükümetle benim derdim de yok sorunum da. Ama merkezi hükümet de tek sesli değil. Yani bunu da herkesin bilmesi gerekir. Bizim bugüne kadar sayın Başbakan’la hiç bir problemimiz olmadı. Binali Yıldırım Bey’le Türkiye'nin en büyük kent içi ulaşım projesini yapıyoruz, hiçbir sorunumuz yok. Liman problemini beraber çözdük. Özel idare şu anda merkezi hükümette ve aile jeotermal kaynaklarında ortak çalışmamız var.

SAĞLIK VE ÇEVRE BAKANLARI YANLI DAVRANDI
Ama mesela bir su konusunda, tabi bunda seçimin yaklaşmasının da da etkisi olduğuna inanıyorum, Sağlık ve Çevre Orman Bakanı yanlı davrandı. Sonra üçlü bir basın toplantısı yaptılar. Ben bir belediye başkanıyım. Sağlık Bakanı, Orman Bakanı ve İçişleri Bakanı müşterek toplantı yapıp da İzmir’in suyuyla ilgili açıklamalar yaparsa ve ondan sonra işe Türkiye Büyük Millet Meclisi eski başkanımız karışırsa, en sonunda sayın başbakanımız karışırsa... Değirmendere Barajı projemiz var orman arazisi içinde. Orman tahsisi yapıldığında her şeyi hazır barajın. Biz ihaleye o gün çıkabiliyoruz ama başka bir arazi yok alternatif olarak. Seçimden sonra bunların hallolacağını düşünüyorum. Ve nasıl hiçbir insanımızı ayırmadıysam sayın başbakanımız da 81 vilayeti ayırmaz ayıramaz da. Öyle bir lüksü yoktur kimsenin. Seçim kampanyasını Çok centilmence götürmeye çalışıyoruz. Onun için benim hükümetle de bir sıkıntım yok. Kentin, halkın yararına olan her türlü istediğimin de karşılık göreceğine inanıyorum.

İZMİR FUAR, SANAT VE TEKNOLOJİ KENTİ OLMALI
OH: Bundan sonraki dönem için ne vaad ediyorsunuz İzmir halkına?
AK: Biz planlı büyümeden yanayız. 500 proje ile kenti vizyonuna taşımayı hedefledik. Vizyon İzmir, bir liman kentidir, sanayisi ve tarımı vardır. Bu sektörlerde kalkınacaktır. Fuarlar ve kongreler kenti olmalıdır. İzmir kültür sanat kenti olmalıdır ve İzmir teknoloji üreten bir kent olmalıdır. 500 proje ile biz bunu götürüyoruz.

Tabi bu stratejik plana her sene bir kaç tane yenisi eklenecek. Belki bir kaç tanesi güncelliğini yitirecek. Ulaşım mastır planımız ile stratejik planımız bitti. Yol haritamız belli. Hedefimiz şu; İzmir’in varlıklarını koyduk önümüze ve geliştirme anlamında ne yapabiliriz koyduk. Projeleri sıraladık. Hedef genelde kalkınmayı gerçekleştirmektir. Sektörlere indiğimizde, sanayicinin organize sanayi bölgeleri planladık. Şimdi onların yaşama geçmesi için uğraşıyoruz.

Biz , organize bölge yasası çıkmadan 2007 yılında organize tarım bölgeleri ayırdık. Bayındır’da çiçek organize, Kemal Paşa’da da hayvancılık organize bölgeleri işaretledik. Mesela anlaşmalı tarım üretimi yapılıyor ve organik tarımı destekliyoruz. Toprak tahlilleri yapıyoruz, jeotermal kaynakları çıkarttık, seracılığı desteklemeye çalışıyoruz. Çokta başarılı olduk.

İzmir’in fuar kongre birikimi vardır. 337 dönüm bir yerde 90 bin metrekare kapalı bir fuar alanı ve fuarımızı 5 misli büyütüyoruz. Bir de, 5 bin kişilik kongre merkezi yapıyoruz. Mesela bir kültür sanat kenti etkinliğimiz var. Belediyeler bir taraftan yatırım yaparak kenti geliştirmeye çalışır bir taraftan da doğru planlama yaparak kenti geliştirmeye çalışır. Bizim liman arkası Salhane ve Turan bölgesi dediğimiz bölgede, 550 hektarlık bir alan var. Ticaret merkezi ve turizm merkezidir şimdi orayı gökdelen merkezi olarak belirledik, gökdelenler yükseliyor bitti.

Termal turizm, sağlık merkezi, hastaneler, termal oteller, spalar, günü birlik tesisler olarak planladık. Yarımadamız için bir kalkınma yarışması düzenledik. ‘Nasıl olur, neresinde ne yapmamız gerekir?’ 21 tane proje katıldı ilk 3 seçildi, 5 tanesi mansiyon oldu. Onları da kitaplaştırdık yayınladık ve kurumlara dağıtıyoruz.


OH: TOKİ ve bu Çankaya’nın altında olağan üstü bir tarihi miras olduğu söylenir. O ne durumda, sorun hallediliyor mu?

AK: Biz Kemeraltı’na girdik. Hükümet Konağı’nın oradan Konak Meydanı’ndan Anafartalar Caddesi’ndeki bütün yapılara uygun olarak cephe düzenlemesi yaptık. Sonuncusu bu ay bitiyor. Oradan Agora’ya geçiyoruz. Agora’nın kamulaştırılması için 23 trilyon liralık kamulaştırma yaptık. O kamulaştırma yaptığımız binaları yıkarken içinden tarihi surlar çıktı. Şimdi onları koruyoruz. Orada bir kaç tane tescilli bina var onları restore edeceğiz. Agora’da bir taraftan kazılar devam ediyor ve oradan 162 tane konut kamulaştırıyoruz.

Roma Antik Tiyatrosu’nun kazısı var. 16 bin ile 20 bin kişilik bir Roma Antik Tiyatrosu olduğu varsayılıyor, kazılara başlayacağız. Türkiye'nin en nitelikli konser salonu Ahmet Adnan Saygun’u yaptık. 425 dönümlük bir doğal yaşam parkı yaptık.

ÇALIŞKAN, DÜRÜST, HALKIN BAŞKANI, BAŞARILI DİYORLAR
OH: Neyle anılmak istersiniz İzmir’de?
AK: Şu anki durumumdan memnunum. Çalışkan, dürüst, halkın başkanı, başarılı diyorlar ve bunlar da yeter zaten bir başkana.

OH: İşsizlik konusu düşündünüz mü belediye olarak?
AK: Ben ekonomistim. 40 yıldır ekonomiyle uğraşıyorum. Bütün mesele yerelde kalkınma. Yerelde kalkınmayı gerçekleştirmek demek, kenti büyütmek , kentin ekonomisi büyütmek, işsize iş yoksula aş vermek, yaşam standardını yükseltmek demek. Çocuğumuza gencimize daha iyi eğitim, daha iyi sağlık, daha iyi beslenme olanağı sağlamak demek.





Oğuz Haksever: Bir kez daha seçime katılıyorsunuz, bunun arkasında ne var?

Taha Aksoy: Ben siyasete, aday olduğum seçimden 6-7 ay önce İl Yönetim Kurulu’na girerek adım atmıştım. İl Yönetim Kurulu’ndaki arkadaşlarım, yaptığımız çalışmalardan etkilenmiş olacaklar ki, destek verdiler. Sayın genel başkanımızla konuştuk ben öylece aday oldum.

Hayatımda yaşadığım ilk siyasal kampanyaydı o. Ben seçime girerken, bir önceki seçimde AK Parti İzmir’de üçüncü partiydi bizimle oylar iki katına çıktı. Ve o günden itibaren İzmir’de bir yükseliş başladı. Daha sonrada milletvekili seçildim. Milletvekili seçildikten sonra bu yerel yönetimler gündeme geldi.

BURADA BABA OLDUM, BURADA BABAMI KAYBETTİM
Arkadaşlar seni istiyoruz diyorlardı ama AK Parti’de aday belirlemede çok ciddi bir süreç var. Ben aday adayı olmadım o süreç içinde. Aday belirleme çalışmalarının ciddi bir bölümünde milletvekili olarak bulundum. Bütün bu değerlendirmelerden sonra Başbakan bu görevin bana kalacağını özel bir toplantıda söyledi. Kurul kararı çıktıktan sonra da telefonla tebliğ etti. O da benim İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olmak için geçen seçimde nasıl çalıştığımı biliyordu. 5 yılda beni daha iyi tanıdı ve bu görevin bana verileceğini söyledi. Benim de istediğim bir görevdi. Sevdalı olduğum bir kent, kucağıma bir çocuk verdiler baba oldum ben burada. Kucağımdan babamı aldılar yetim oldum. Yani toprağında babam var. Ailem bu kentte, havasını soluduğum, suyunu içtiğim, ekmeğini yediğim bu kente artık birikimlerimi aktarmam, hizmet edebilmem, borcumu ödemem gerektiğini düşünerek adaylığı kabul ettim.

Milletvekilliği de elbette çok önemli bir iş fakat Büyükşehir Belediye Başkanlığı hem hizmet açısından, hem hizmet sunulanlara yakınlık bakımından çok önemli bir görev. Yerel yönetimlerin demokratik süreçteki en önemli yeri zaten sizi seçenlere olan yakınlığınız. Tepkileri almada, övgüleri almada avantajlı bir konumdur bu. Yerel basınla iç içesiniz. Halbuki milletvekilliğinde o kenti hiç ilgilendirmeyen ama Türkiye'nin geneli için çok önemli olan elbette yasal düzenlemeler ve benim içimde bulunduğum komisyon itibariyle dış görevler vardı.

BAŞLANIP BİTİRİLEN TEK İŞ YOK
OH: İzmir’de de partinin ortak bir sloganı kullanılıyor ‘Büyük düşün sen İzmir’sin.’ Büyük düşünmenin arkasında ne var?

TA: İzmir’de uzun yıllardan beri büyük düşünülmediğini ben biliyorum. İş hayatının içinden gelen 5 yıldır da siyasetin içinde olan birisi olarak, İzmir’de büyük düşünülmüyor. İzmir’de büyük projelere girişilmiyor. İzmir’de başlanan projeler bir türlü bitirilemiyor. İnsanlar söyleyebilirler ‘şunlar yapıldı bunlar yapıldı’ diye ama, merkezi hükümetin yapıp bitirdiklerinin dışında son yıllarda başlanmış ve bitirilmiş tek bir iş yok İzmir’de. En sonunda İzmir halkı da ‘bu böyle gelmiş böyle gider’ diyor.

1950’lerden başlayan göçün tesiriyle büyük kent olmanın sorunlarını yaşadılar büyük kentler. Ama çoğunda bakıyoruz çözüm arayışları çok daha güçlü, çok daha hızlı, çok daha etkili oluyor. İzmir’de bu arayışlar çok naif, çok zayıf. Yani bir su konusunun ele alınışının İzmir’deki yansımaları bana göre büyük şehirde ve İZSU’da ciddi bir yönetim sorunu olduğunu gösteriyor. Hep yedek kulübesinde bekleyemezsin, bir kalk oyuna gir bakalım diyoruz. İzmir’i bütün Türkiye için bir lokomotif olarak gördüğümüz için, mevcut duruma razı değiliz.

Arsenik konusuna sayın başkanın yaklaşımı beni çok üzüyor. Arsenik, bilimsel bir gerçektir, ağır metaldir, vücutta birikim yapar ve kansere neden olur. Dünya Sağlık Örgütü üst limiti 50 mikrondan 10 mikrona boşuna indirmemiştir. Üstelikte 10 mikrograma indirilmesinin nedeni, daha azının portatif cihazlarla ölçülemeyişidir. Daha ziyade, az gelişmiş ülkelerde rastlanan bu sorun, portatif cihazlarla ölçülüyor. Dünya Sağlık Örgütü’nden giden insanlar tarafından. Bu oran daha düşürülecek 3 mikrograma düşürülecek. Gözlenen sağlık riski nedeniyle yapılıyor bu.

ARSENİK CİDDİYE ALINMADI
OH: Sizin bu konuda farkınız ne olur?

TA: Bu bir yönetim anlayışı ve davranış şeklidir. 2005 yılında Sağlık Bakanlığı bu konuyla ilgili olarak bütün su üreticilerini uyardı. ‘3 yıl içinde bu konuyu çözün ama bu süre içinde de su analizlerini yapın bana bildirin’ dedi. İZSU analizleri bildirdi. Ama o analizlerin içinde arseniğe yer vermedi. Ondan sonra sağlık müdürlüğü yapmaya başladı bu analizleri. Ve öyle dendiği gibi değil 30’un 40’ın üzerinde çıktığı yerler oldu. Konu ciddiye alınmadı, faturaların üzerine damgalar basıldı, bu su içilmez diye tarifelerle oynandı, halk suyu içmede kullanmasın diye okullara su dağıtıldı ama konunun hala ciddiyeti konusunda sayın başkanın ifadelerinde bir şey var.

Yeraltı suyunda seviye düştüğü zaman arsenik çözeltisi suyun içine giriyor. Bu toprağın özelliğine bağlı. Ama bizim aldığımız Manisa’da derin kuyuların bulunduğu iki havza var oralarda arsenik çıkıyor. Başka derin su kuyularımızda da var. Ama bakın aynı kuyulardan Manisa Belediyesi de su kullanıyor. Aynı uyarıları Manisa Belediyesi de aldı. Manisa Belediyesi’nin arıtma tesisi normal ihale yöntemleriyle yapıldı ve İzmir’inkinden bir yıl önce devreye girdi. Şimdi İzmir’de yaşayan birisi olarak, İzmir’e Manisa gibi bir kenti örnek gösterince rahatsız oluyorum. Bütün çözümlerde başka kentleri örnek gösteriyoruz. Yağmurun yağması, yerüstü sularının çoğalması arsenik problemini küçültür. Yani, Dünya Sağlık Örgütü’nün bizde de Sağlık Bakanlığı’nın Avrupa Birliği’ne uyum çerçevesinde verdiği o üst sınırın altına düşürür. Bu sudaki arsenik problemini giderir, büyükşehirdeki yönetim problemi yerinde durmaktadır.

AYNI DÜŞÜNENLERİN İŞBİRLİĞİ OLUMLU SONUÇ VERİR
OH: İktidarla birlikte olmanın avantajını da dile getiriyor musunuz?

TA: İzmir siyasetinde şöyle bir handikap var. Eğer merkezi hükümetten bir adaysanız her söylediğinize çok dikkat etmeniz lazım. Bakanlar buraya geldiği zaman, aşırı dikkat göstermesi lazım. Yerel yönetimle merkezi hükümetin aynı partiden olmasının getireceği sinerjiye işaret ettiğinizde, hemen bazı yerlerde ‘efendim tehdit ediliyoruz’ diyorlar. Ama bu tehdidin hangi uygulamadan kaynaklanarak söylendiğini kimseden duymadım.

Bir önceki belediye başkanımızda, mevcut belediye başkanımızda, hükümetin her konuda kendilerine destek olduğunu söyler. Şimdi burada AK Parti merkezi hükümeti iktidarda. Benim AKP’li olup aday olmamda bir sakınca mı var? bunu anlayamıyorum. Ben AKP’nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı’yım. Bir buçuk yıllık milletvekilliği yaptım, grubun tamamını tanırım, bakanlarla arkadaşlığım dostluğum var, bunun İzmir’e bir zarar getireceğini ben düşünmüyorum aksine faydası olabilir. İzmir’in faydasına olacak her şeyde ben eminim ki terside olsaydı öteki partideki arkadaşlarımız da yardımcı olurlardı. Ama şunu kabul etmek lazım, aynı şekilde düşünen aynı şekilde değerlendiren insanların işbirliği daha olumlu sonuçlar verir. Rasyonel düşünce bunu icap ettirir.

'İZMİR VE İZMİRLİ ÖZGÜRLÜĞÜ SEVİYOR'
OH: İzmir’de, bunu her zaman hissediyorsunuz, seçmenin en iyi motivasyonu, yaşam biçimlerine müdahale edileceği yolunda endişe diye söylenir. Bu konuda ne düşünürsünüz?

TA: Biz özellikle yerel seçimler öncesi bu kaygıları çok küçük yüzdelerle de olsa, sosyal araştırmalarda gördük. Bizim için söylenen birkaç şeyi burada tekrarda fayda var.

Deniz kenarındaki restoranlarda içkiler yasaklanacak, gençlerin el ele gezmelerine mani olunacak, hanımların beylerin sabah köpekleriyle gezinti yapmaları engellenecek... Bunlar iddia olmanın ötesinde büyük bir saçmalıktır. Böyle bir şey olamaz, düşünülmesinde bir rahatsızlık var.

Şimdi bakın geçtiğimiz seçimlerde bu tip kaygılar olsaydı belki daha güçlü olurdu. Normal karşılanabilir bir ölçüde çünkü, parti yeni bir parti, liderlik kadrosu devlet yönetiminde hiç bulunmamış veya kısmen başka partiler vasıtasıyla gelmiş, iktidara gelmiş bir buçuk yıl geçmiş hemen arkasından yerel seçimler. Şimdi 6 buçuk yıllık bir iktidar dönemi var. 5 yıldır da Türkiye'nin pek çok yerinde, illerin-ilçelerin-beldelerin çoğunluğunda AK Parti iktidarı var. Bir defa bizim temel hareket noktamız, ’İzmir ve İzmirli özgürlüğü seviyor, yaşamına müdahale edilmesini istemiyor’ şeklinde. Biz bunu alıyor başımızın üstüne koyuyoruz. Müdahale düşünmemiz söz konusu değil. Ben İzmirliden farklı yaşamıyorum onlara yapılan bana da yapılmış demektir. Bunu seçim motifi olarak kullananlardan da gerçek olmadığını biliyor. Samimi olarak inanan insanlar var. Onları ikna etmeye çalışıyoruz ‘böyle bir şey olamaz’ diye. Eşiyle el ele gezen insana, birbirini seven iki gencin el ele tutuşmasına engel olunur mu? Yerel kültür dediğimiz bir şey var. Her kentin kendi kültürü var, aynı ülkede de olsa bu Anadolu’da büyük farklılıklar gösterebilir. Bu kente dışarıdan gelenler de, isteseler de istemeseler de kentin bir parçası olmaya başlıyorlar. Hatta biz, ileride uygulayacağımız projeleri esas aldığımız Avrupa konseyi kent şartlarındaki o kültürler arasındaki zenginlikleri, kaynaştırma ve İzmirlilik kültürünü öne çıkartmayı çok önemsiyoruz.

Benim en büyük başarılarımdan biri şu olur: 5 sene başkanlık yaptıktan sonra sokaktan çevirip birine sorduğunuzda ‘nerelisiniz’ diye, önce ‘İzmirliyim’ desin. Ama şimdi ben bunu bir sıkıntı olarak görüyorum. Kendisi İzmir’de doğmuş büyümüş 20 yaşında, 30 yaşında ailesi 40 yıl önce İzmir’e gelmiş ama gelinen kenti söylüyor. Kaldı ki, yıllar sonra buraya gelen amcam, İzmir’e geldiğinin birinci yılından itibaren sorduklarında biz İzmirliyiz diyor.

KENT DURAĞANLAŞTI
İzmir’de önce şu yönetim anlayışını değiştirmemiz lazım. Sorunları algılamada, çözüm bulmakta gördüğüm yönetim anlayışını değiştirmesi lazım İzmir’in. İzmir, durağanlaşmış bir kent. Halbuki bu kent, girişimci, bu kent öncüydü yani program uzun olsa da ben size saysam. Bakın, pek çok ürün ilk olarak İzmir’de üretilmiştir. Yani Çimento; devletin fabrikaları olabilir ama ilk özel fabrika buradadır. İlk özel demir çelik buradadır. İlk özel süt fabrikası buradadır, matbaa mürekkebi buradadır, boya fabrikası buradadır, ilk fuar buradadır. Şimdi bu ilkler şehri, bir konu konuşuluyor mesela ‘Avrupa Birliği Projeleri’nden istifade etme’ Ben de yapıyorum ve üzülüyorum. Konya’yı örnek gösteriyorum. Ben istiyorum ki, İzmir’de büyükşehir ve ilçe belediyelerinin müşterek çalışması olsun ki, Anadolu’nun her kentinden belediyecilikle ilgili bir konu olduğunda İzmir’de nasıl çözülüyordu bir bakalım. Rol modeli olsun, idol olsun. ‘İzmir’in yaptığını yeniden araştırmaya gerek yok densin’ istiyorum. Ama ben İzmir’in konularını burada inceliyorum, çözüm arayışı için başka kentlerden örnekler ya getiriliyor ya da ben arayıp buluyorum.

TÜRKİYE DENİNCE AKLA GELSİN
OH: Marka şehir meselesinin içini nasıl dolduruyorsunuz?

TA: Bizim AK Parti olarak 2009 yılı seçimleri için logolarda kullanılan sloganlardan biri bu. Bunu, sayın Başbakan anlatırken, bazı kentler için ürünler söyleyerek örnekler verdi. ‘Tarım denilince Şanlıurfa dedi’ işte ‘İncir denilince Aydın’ dedi. İzmir denilince de İzmir akla gelmeli. Yani, İzmir bir ürüne bir aktiviteye bir sektöre sınırlandırılamayacak, tarihi geçmişi, yaşanmışlıkları, ilkleri olan bir kent. İzmir bir marka kent. Amerika’da söylendiğinde, yabancı ülkelerin birinde söylendiğinde veya Türkiye dendiğinde, İzmir akla gelsin. Böyle bir marka var biliyorsunuz. İstanbul deyince akan sular duruyor. İzmir niçin olmasın.

OH: Seçilirseniz ilk nereden başlayacaksınız?

TA: Bizim üzerinde uzun süredir çalıştığımız projeler var. Bunların bir bölümü kentte yaşanan sorunları çözmeye yönelik. Kent hayatını daha rahat daha huzurlu güvenli kılmak üzerine. Ulaşımda, katı atık yönetiminde, atık su yönetiminde, sosyal hayatta neler yapabiliriz. Kültürel hayatta, sanat hayatında neler yapabiliriz gibi projeler var. Tabi bu kentin ekonomik yönden güçlenmesini sağlayacak projeler.

EGE MAHALLESİ MODERN SULUKULE OLACAK
Bir de burada liman arkası üçgen alan dediğimiz, daha sonra Salhane, Bayraklı, Turan’a uzanan sahil kesiminde, 5 milyon 200 bin metrekare civarında bir alan var. Burası yeni kent merkezi olarak düşünüldü. Biz burayı bir vizyon projesi olarak belirledik. Ve burada yeni kent tasarımı modeliyle bir şey yapalım dedik. Yani, alışılmış planlamanın dışında burayı öyle tasarlayalım ki, tarihi yapıları restore ederek, günlük hayatın içine kazandırılsın bunlar. Modern yapılarla bir arada olsun, yeşil alanlar çok olsun, su ile ilişki artsın. Hem körfezler hem Melez çayı ile ilişkisi çok güçlü olsun. Burada, içinde yaşanılan bölgeler var. Buraları da onların kültürüne uygun bir yenilemeden geçirelim. Roman vatandaşlarımızın yaşadığı Ege Mahallesi’ni kastediyorum. Şu anda çok salaş bir durumda. İnsanların geçim düzeyi oldukça düşük ama oranın kendine özgü bir yaşamı var. Modern Sulukule’yi yapmak istiyoruz biz.

İzmir’de dikkat ettiyseniz körfezin kullanımı son derece sınırlıdır. Feribotlarımız gider gelir, iskelelerin standardı son derece düşüktür ve bir de yolcu taşıyan klasik vapurlarımız var. Küçük tekneler var. Burayı bir zenginleştirmemiz lazım. Bunun için marina ve sosyal aktivite alanlarına ihtiyaç var. Onları planladık, iş merkezlerini planladık ve yine kent planlama anlayışına uygun olarak fonksiyonları birbirinden koparmayan ama bütünleştiren, böylece kentin gece gündüz yaşamasını sağlayacak bir planlama yaptık. Burada nerede ne yapılacağı belli. Cepheleri belli, fonksiyonları belli. Yatırımcı buraya geldiği zaman, önünün arkasının sağının solunun ne olacağını biliyor.

BARIŞ İÇİNDE BİR ARADA YAŞAYACAĞIZ
OH: Bundan önceki seçimde, Ahmet Piriştina rakibinizdi, şimdi Aziz Kocaoğlu... Bir fark var mı sizce?

TA: Eğer bir seçime giriyorsanız, kaçınılmazdır ki rakipleriniz olacak. O rakipleriniz güçlü olabilir ya da olmayabilir ama önemli olan sizin performansınızdır. Ben iki seçimde de şunu yapıyorum; mevcut durumu değerlendiriyorum. Kendime göre kentin hedeflerini gösteriyorum ve diyorum ki ‘şu durumdan buraya gidilir mi? Bu kişiyle bu partiyle gidilir mi?’ Kendi görüşüme göre bunu anlatıyorum ve kendimi anlatıyorum, partimi anlatıyorum, programımı anlatıyorum. Karar seçmenindir. Rakip kim olursa olsun, seçmen karar verecek ve seçim sonrası bugün rakip olduğumuz insanlarla partililerle bir arada huzur içinde, barış içinde yaşamaya devam edeceğiz.





Oğuz Haksever: Adaylığı ilk açıklanan isimsiniz, bu size ne kazandırdı?

Musavat Dervişoğlu: Yapmış olduğunuz yayınlara bakarak, İzmir halkı üç büyük belediye başkanını aynı masanın etrafında göreceğini düşündü. Bunun için uğraştığınızı biliyorum ama mümkün olmadı. İzmir’in bu beklentisinin devam ettiğini ifade etmiş olayım. İzmir halkı, İzmir’i yönetecek ve yönlendirecek belediye başkan adaylarını bir masanın etrafında görmek istiyor.

İZMİR İSTERSE OLUR
Talibi olduğunuz makam, bir kentin yönetimiyse, o kentin yaşama alışkanlıklarına bağlı, o kentin ihtiyaçlarına cevap verebilecek projelere, çözüm önerilerini yeterli miktarda sahip olup olmadığını, 45 günlük bir takvimde belli olmaz. O sebeple erken çıkmak İzmir halkının beklentisine cevap vermek anlamı taşıyordu. Benim Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday adaylığını açıkladığım takvim 22 Temmuz 2007 seçimlerinin hemen sonrasıydı. Sayın Başbakan ‘İzmir’i istiyorum’ deyince, bende MHP İl Başkanı kimliğiyle ‘Sizin istemenizle olmaz ancak İzmir isterse bir değişeme izin verir’ diye düşündüm ve sloganımı da ‘İzmir isterse olur’ diyerek adaylığımı açıkladım. Yani 26 Temmuz 2007 tarihinden beri, ben İzmir’in MHP Büyükşehir Belediye Başkan Adayı’yım.

ÖNDERLİĞE TALİBİM
Genellikle geç aday açıklamaları oluyor. Siyasette bir takım manevra ve entrika müesseselerinin adayı yıpratma noktasında devreye girmeleri endişesinden ötürü oluyor bu. Ben İzmir için yıpranmayı, yaşlanmayı ve yargılanmaya göze alamayanların bu kente hizmet edebileceği kanaatinde değilim. Yargılanmadan kastım, herkesi memnun edemezsiniz, adalet duygusunun zedelenmesine vesile olabilecek uygulamaları kast ederek söylemiyorum, kentin sorunlarının aşılabilmesi için problemlere direkt girip çıkabilen mahalli önderlere ihtiyaç vardır. Esas itibariyle, benim talip olduğum sıradan bir belediye başkanlığı değil, bu kentin önderliğidir. O sebeple söyledim.

OH: İzmirli kimi, nasıl birini istiyor ve siz ona ne kadar uyum sağlıyorsunuz?

MD: İzmir 35 seneden beri silueti değişmeyen ve her geçen gün geçmişini arayan bir kent olma özelliği taşıyor. Yani İzmir’i İzmir yapan değerleri muhafaza etmeyi beceremeyen zihniyet, bundan sonra da bir şey kazandırabilmeye muvaffak olamaz.

KENTİN DOKUSU TAHRİP EDİLDİ
Takvim yapraklarını bir 25 sene önceye sardığınızda, İzmir’in üç önemli şeyinden bahsedebilirsiniz. Ben çocukken rahmetli babacığımla buraya geldiğimde, üç yerde benim fotoğrafım var. Bunlardan bir tanesi Kordon ve o Kordon şimdi yok. Bir diğer fotoğrafım fuarda, fuar da İzmir fuarı olmaktan çıkmış. Geriye kala kala bir saat kulesi kaldı. Bizde onun yanından bir altgeçit geçirdik neredeyse artık deniz seviyesinin altında gibi görünüyor. Ne Arnavut kaldırımları kaldı, ne tarihi eserlerine sahip çıkılabildi, kent dokusu tahrip edildi. İzmir’de yapılan bir çok şey İzmir’e geçmişi aratırken, İzmir için yapılması icap eden bir çok şey de bazı çevreler kişiler ve kurumlar tarafından engelleniyor. En azından tahribatın artmasını engellemek açısından güçlü iradenin, kararlılık sahibi iradenin, yönetici olmaya talip olması lazım.

BÜYÜKŞEHİRLİĞİMİZ TARTIŞILIYOR
Bu kentin bilinmeyen bir problemi yok her şeyi belli bu kentin. 35 seneden beri tartıştıklarını yapabilmiş olsalardı, bu kentin önünde engel kalmayacaktı. Biz bugün Türkiye'nin üçüncü büyük şehrindeyiz diyoruz ama, Türkiye'nin ve dünyanın bir çok yerinde emsalleri İzmir’in büyükşehir olup olmadığını maalesef tartışıyorlar. Öyleyse bu problemleri çözmeye muktedir, irade sahibi, kararlılık sahibi insanların işbaşına gelmesi lazım. Siz araştırmalarınızda zannediyorum ki aynı sonuçlara ulaşmışsınızdır çünkü, benim ortaya attığım şeyler değil. Bu kentteki bazı sivil toplum kuruluşları, etkin ve yetkin kişiler, ‘İzmir neden yerinde sayıyor’ sorusunun cevabını arıyorlar. Neticede şu çıkıyor; İzmir’de sosyal uzlaşı temin edilemiyor. Sosyal uzlaşı bir kentte temin edilemiyorsa, o kentte yaşayanların yaşadıkları kentle anlamlı köprüler kuramadığı anlamı çıkar.

MİLLİ BİRLİĞİN YEGANE SEMBOLÜ
OH: Sosyal barış ihtiyacı nereden ortaya çıktı? Nedir sosyal barış ihtiyacı?

MD: İzmir’in bir sosyal barış problemi yok. İnsanların hemen tamamı, kendisini var eden değerler manzumesine sadık yaşar. Siyasette o sebeple, dışarıdan bakıldığında diğer vilayetlerde olduğu gibi bir haksız rekabet içermez. Anadolu’nun 7 ayrı coğrafi bölgesinden; Balkanlardan, Adalardan Rumeli’den ve farklı dinlere mensup insanlardan oluşmuş bu kent, kendi kültür dokusunu bir Anadolu kilimin muhteşem desenleriyle oluşturmuştur. O sebeple sosyal barıştan buraya geldik, bu kentin oluşturduğu kardeşlik hukukunun yanında en büyük özelliği de Türkiye'nin milli birliğinin yegane sembolü oluşudur.

SİYASİ ÇIĞIRTKANLIK YAPMIYORUM
İzmir başkaları tarafından belki doğru bir biçimde tanımlanamıyor. Tarihi süreç hakkında yeterli bilgiye sahip olmayanlar, toptancı bir tarih anlayışıyla İzmir’in sosyal dokusunu kucaklamayı beceremiyor ve buna bağlı olaraktan, İzmir çok çeşitli arayışların içine itiliyor. İzmir’in kendisi bütün özelliklerine rağmen hissettirmeyince, yani kent kendi kültürünü bir baskın araca dönüştüremeyince, otomatik olarak ötekisi oluşmuyor. Ötekinin oluşmadığı yerde de biliyorsunuz, bazı çevrelerin siyasi başarı temin edebilmeleri mümkün değil. Bir siyasi partide, bu kentin oluşturduğu kardeşlik hukukundan sürekli istifade etmeye yelteniyor. Bu kentin özelliklerinin doğru bir biçimde ortaya çıkartılması lazım. Ben İzmir için faydalı olanı söylemekle kendimi sorumlu sayıyorum. O sebeple, başkalarının yaptığı gibi siyasi çığırtkanlıklar yaparak, İzmir’i telafi edemeyeceğim bir olumsuz tartışmanın içine girmesinden de uzak duruyorum. Ama bu haksızlık karşısında ve olumsuzluk karşısında, sükut edeceğim anlamını taşımıyor.

'AKP GELMESİN CHP'YE OY VERİN' DİYE ŞARTLANDIRIYORLAR
OH: İzmirlinin kendi yaşam tarzına müdahale endişesi var...

MD: İzmirli bu endişeyi yaşadı. Madem seçimle ilgili konuşuyoruz artık siyasi partilerin adını da vermek lazım. ‘Aman siz ne yapın yapın AKP gelmesin diye CHP’ye oy verin’ mantığından hareketle bir şartlandırma geliştirmeye çalışıyorlar. MHP’nin İzmir’deki oyları yaklaşık 300 bindir. 300 bin MHP’linin olduğu bir yerde, ne İzmir’in yaşam alışkanlıklarına ne İzmir’in cumhuriyet değerlerine ne de İzmir’in Mustafa Kemal sevdasına kimse zarar veremez. Bir siyasi partinin beceriksizliğinden, bir diğer siyasi partinin de İzmir’i cezalandırma yöntemlerini tercih etmesi yüzünden, İzmir MHP’nin çatısı altında toplanıyor. Bu konuda önümüze sandıklar geldiğinde kanaatim ve inancım odur ki, söylemi fevkalade dinamik olan bu kent, statükoculuğa bir başkaldırıda bulunacak ve İzmir’in kaderini değiştirmek suretiyle, tarih sahnesinde hak ettiği yere taşıyacaktır.

OH: Her adaya sorduk sizinde tabi parti olarak ortak bir mesajınız var: Yüreğini koy karar senin.

MD: ‘İzmir senin karar senin’, ‘İzmir için yüreğini koy’ diyoruz. Sayın genel başkanımız, bu seçimin sloganını ‘ülke senin karar senin’ , ‘ülken için yüreğini koy’ diye belirledi. Çünkü bu seçim, sonuçları itibariyle çok önemli. Bu seçimde, iktidar partisi olma özelliği taşıyan AKP’nin almış olduğu oya bakarak, demokratik bir rejim içinde çoğunluğu temin etmiş bir siyasi parti gibi davranmaması, ‘halk bana oyu verdi’ diyerek muhalefete sürekli kontrolsüz çıkışlarda bulunması. Ya da muhalefetin sözcülerine ‘siz öyle diyorsunuz ama bakın ben yüzde 47 bir oy aldım. Demek ki siz boş konuşuyorsunuz’ türünden, Türk siyasetinin nezaketinin de irtifa kaybetmesine vesile olan beyanlarda bulunuyor.

GELECEK TEHDİT ALTINDA
Türkiye'de biz buna benzer şeyleri çok yaşadık. Siyasi partiler neticede milletin iradesiyle gelir milletin iradesiyle de giderler. AKP iktidar olduğunda yepyeni bir siyasi partiydi. Türkiye'de tek başına iktidar olmuş siyasi partilerin hemen tamamı da yeni kurulmuş partilerdi. Demokrat Parti tek başına iktidar olmuştu. CHP’den ayrılıp yeni kurulduktan sonra Adalet Partisi tek başına iktidar olmuştur. ANAP tek başına iktidar olmuştur 80 ihtilalından sonra. AKP iktidar olmuştur 28 Şubattan sonra. Siyaset bir takım müdahalelere tabi olunca, sosyal dokuda kontrolsüz mutasyonlar oluşuyor. O mutasyonlar bu zamana kadar hizmet ehli siyasi partilerin oluşmasına vesile oluyordu. Maalesef şimdi de bir hilkat garibesinin çıkmasına vesile oldu. Eğer bu yerel seçimlerde bu iktidara bu millet ‘haddini bil’ diyemez ise ve AKP iktidarı şayet oyunu tekrar arttırırsa, kontrolünü kaybetmiş olan liderlik mekanizması zaten işi iyice çığırından çıkaracak diye düşünüyorum. Öyleyse milletin bu meseleye dur demek için yüreğini koyması gerekiyor. Çünkü ülkenin gidişi tehlikede ve tehdit altında. Cumhuriyet tarihinin en büyük tehlike ve tehditleriyle karşı karşıya bulunduğumuz söyleniyordu, bunun üstüne birde küresel ekonomik kriz gelince ve bu hükümet, bu ülkeyi yönettiğini zannedenler buna karşı tedbirleri doğru almayı beceremeyince, iş zaten artık milletin yüreğini koymasına kaldı. Bu iktidarın bir kaç puan bile olsa aşağıya indirilmesi lazım. Ve bu iktidar, bu seçimin sonuçlarından bir ders çıkararak, kendisine çeki düzen vermesi lazım. Sadece İzmir için söylemiyorum bütün Türkiye'ye sesleniyorum. Türkiye meseleye yüreğini koysun diyorum.

OH: İzmir’in bir atalet içinde olduğunu söylediniz. Peki bu ataleti ortadan kaldırmak için marşa neyle basacaksınız?

MD: Belirlenmemiş bir problemimiz, sunulmamış bir çözüm önerimiz yok. İzmir’in evvela önüne koyulan vizyonun ne olduğunun doğru belirlenmesi lazım. Bu kent bir liman ve ticaret merkezi olduğu, tarih sahnesindeki yerinden belirginleşmiştir. Bu kentte limanın ne yapılacağı 30 senedir tartışılıyor. Bu kent fuarlar ve kongreler şehridir diye anılır kongre merkezi olmayan bir kongre şehrinden bahsediyoruz. Bu kentte, ihtiyaca cevap verebilecek bir 30 bin kişilik bir kongre salonu yapmaya kalksanız, onları günü birlik ağırlayabilecek 20-25 bin kişiyi ağırlayabileceğiniz oteller zincirini oluşturmanız mümkün olamıyor. Bu kentin termal zenginliklerinden hareketle, dünyanın sağlık başkenti olması gerekir hedefi vardır ama bu konuyla ilgili en ufak bir çalışma yapılmamıştır.

HEDEFLER YETERSİZ
Bu kent 8500 yıllık bir tarih ve kültür hazinesidir. Ama bu hazineyi dünya ile buluşturabilecek hiç bir altyapı çalışması yapılmamıştır. Bu kentin bilim teknoloji ve üniversiteler kenti olduğu söylenir ama üniversite gençliği, yerleşke duvarları arasına hapsedilmiştir; ulaşımda problem yaratıyor diye. Ve bu kentin akil insanları, kapsamlı bir zihniyet değişikliğine vesile olabilecek aydınlanma sürecinin ve önünü kesen insanlara karşı bir direnç gösterebilme özelliği maalesef taşımamaktadır. Bu kentin önündeki hedefler eksik ve yetersiz. Bu kentte bu hedefleri harekete geçirebilecek bir biçimde kararlılık sergileyebilecek ciddi yerel yönetici krizi yaşanmaktadır. Bu krizin aşılması zaten problemin çözülmesi anlamına gelir. Bu kent lider istiyor. Zaten sosyal uzlaşıyı temin edemeyişinin sebebi de o.

Bu kentin bütün büyük ölçekli yatırımları, üzülerek ifade ediyorum, sivil toplum kuruluşlarının açtığı mahkemelerle kesilmiştir. Yani bu kenti yönetenler bu kentin kaderinin bir kişinin iki dudağının arasında olmadığını anlamak zorundadırlar. Bu kentin kentsel ve sosyal dönüşümü temin edebilmek için, Şehir Plancıları Odası’yla, Sanayi Odası’yla, Ticaret Odası’yla, Deniz Ticaret Odası’yla, Mimar ve Mühendisler Odası’yla, Tabipler Odası’yla ve Baro’yla oturup bu problemi çözmek dururken, dayatmanın bir anlamı yok. O sebeple diyorum, bu kentin yöneticileri sadece ben bu kenti yöneteceğim iddiasıyla yola çıkmış. Ama yapılması icap eden şey kenti yönetmekle kalmayıp aynı zamanda yönlendirmeye muvaffak olabilmektir. Ben buradan İzmirli hemşerilerine sesleniyorum, tünelin ucu aydınlıktır. Tercihlerini doğru yaptıklarında, 29 Mart’ta sandık önüne gelip işin kolayına kaçmaksızın, gerçekler üzerinden hareketle oy kullanma tercini belirlediklerinde, bu engellerin hepsinin aşılabileceği kanaatini taşıyorum.

OH: Demokratik kitle örgütleriyle bir işbirliğinden söz ediyorsunuz.

MD: Bu kentte önderlikleri tartışılmayan çok önemli şahsiyetlerin yaşadığına inanıyorum. Bu kentin değerlerin ne olduğunu bilen, hedeflerinin ne olduğunu bilen insanlar var. Ama bu kent uzunca bir zamandan beri bir kimliksizlik hastalığından muzdariptir.

Ben ortak aklı dinlemek için itibar eden biri değilim uygulamak için itibar eden biriyim. Yani ben, bu kentin liman probleminin nasıl çözüleceğini biliyorum. Bunu sizde biliyorsunuz, o bahsettiğim odaların yöneticileri de biliyor. Ben bunları bir yuvarlak masanın etrafında toplayıp bu kentin ihtiyacı bu ise, ‘bu problemi nasıl aşarız, bu noktada görüş beyan edin’ derim. Diğer yöneticilerden farklı yanım şu; ideolojik taassupla kentin önündeki problemi çözecek işi engelleyen insanı da teşhir ederim.

BU KENT BİRÇOK SIFATI HAKEDİYOR
Bu kentte bu zamana kadar bir çok doğru şey, kişi ve kurumların engellemesiyle yapılamamıştır. Ama bu kenti yönetenlerin hiçbiri, ‘bunu şu engelledi, şu sebeple engelledi’ diye kamuoyuyla paylaşmamıştır. Yani diyorum ki; gerçekçilikle statükoculuk arasında sıkışmışlık var. Bizim bu sıkışıklığı açmamız lazım. Bu kentin ihtiyacına cevap verebilecek bütün yatırımların önü nasıl açılacaksa, biz bunu yapmak mecburiyetindeyiz. Dünya kenti İzmir bir çok sıfatı aynı anda hak ediyor. Her şeyi olmasına rağmen, bir hiçler kentine dönüştürülmüş. Hala bu kentte bir kimlik arayışı var. Kimlik arayışı bu kentin kimliksizliği kanıksamasına sebep oluyor. Bunun değiştirilmesi lazım ve bu kentte yaşayanlar yaşadıkları kentle anlamlı köprüler kurmak suretiyle sosyal hedeflere ve fiziki hedeflere ulaşabilmek noktasında, bir sosyal güçlendirme, bir sosyal psikolojiyi güçlendirme sürecine ihtiyacı var. Yani bu kentin hedefleriyle, sosyal psikolojisi çok uygunluk arz etmiyor örtüşmüyor. Biz bu kente dünya kenti olalım diyoruz ama 35 seneden beri kimlik arayarak kimliksizliği kanıksatmışlar. Öyleyse, bu kenti, hedefleriyle mütenasip bir sosyal psikolojiye sahip hale getirmemiz lazım. Bunun içinde bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç var.

Zihniyet değişikliği sıradan ve organizasyon gibi algılanıyor. Oysa benim istediğim reformdur direkt olarak. Bu kentin bir reforma ihtiyacı var. Bu kent bulunduğu yeri hak etmiyor. İşte onun için diyorum, iki siyasi partinin belediye başkan adayıyla bunu tartışmak istiyorum. Yoksa afaki projelerle zaten proje çöplüğüne dönmüş bir kent. İzmir’de yapılamayan proje yok ki zaten. Bir tek aydan kent merkezine metro yapmadık , 5 buçuk kilometrelik metroyu tamamlayamadık. Bu kentin belediye başkanına ‘neden tamamlayamadınız’ diye sorduğunuzda ‘ne yapayım müteahhidin boğazını mı sıkayım’ diyor. Yani bu kent Mustafa Kemal’in Cumhuriyet’i kurmadan önce İktisat Kongresi’ni topladığı bir kent. Bu kent, sadece Mustafa Kemal’in Cumhuriyetiyle, laikliğiyle, demokrasisiyle mi övünecek.Bu kent mutlak suretle bunların merkezi olmalıdır.

BİR DÜNYA KENTİ OLABİLMELİ
Sadece kaldırım bozup yapmakla zaman kaybediyoruz. Bu kentin önüne koyulup düşünceden eyleme dönüştürmek üzere tasarladığımız şeylerin, neden yarım kaldığının cevabını veremiyor ki yerel yöneticiler. Bunun aşılabilmesi lazım. Bu kentin bir hedef projesinin düşünceden eyleme dönüştürülüp tamamlanması lazım. Bu kentte her şey yarım. Bu kent küçük şeylerle avunuyor. Bu kent, Mustafa Kemal’in Cumhuriyet’i kurmadan önce İktisat Kongresi düzenlediği ve bir askeri zaferin ancak ekonomik zaferlerle taçlandırılması halinde zafer sayılabilecektir diye belirlediği bir kent. Öyleyse bu kent şart ne olursa olsun bir dünya kenti olmaya muvaffak olabilmelidir.

O sebeple kentin hem merkezi yönetimle hem kentin sivil toplum kuruluşlarıyla hem de kanaat önderleriyle koordinasyonlu bir çalışma programıyla, bulunduğu yerden layık olduğu yere taşınabilmesi için yönetici değişikliğine ihtiyacı vardır. Bu kent üzülerek ifade ediyorum, laik olmayan kişiler tarafından yönetiliyor. Ben diyorum ki, bu kent CHP’ye AKP’ye mecburen mahkum değildir, alternatifi var. İzmir kolayına kaçmasın ve sahip olduğu değerlerin gün ışığına çıkmasına vesile olabilecek yerel yöneticiler lehinde tercihini kullansın ve beni büyükşehir belediyesi başkanlığı makamına oturtsun. Bir şeyi değiştirsinler, ben söz veriyorum çok şeyi değiştireceğim.

Sayfa Yükleniyor...