Japon sevgisi içgüdüsel

2010 Japon yılı dolayısıyla konuştuğumuz Japonya’nın İstanbul Başkonsolosu Katsuyoshi Hayashi, Türk ve Japon halklarının birbirini sevmesinin içgüdüye dönüştüğünü söylüyor.

Japon sevgisi içgüdüsel

Japonya’nın ve Japonların ’de özel bir yeri vardır. Oldukça uzakta olan bu ülkenin insanlarına karşı her zaman bir sempati beslenir ülkemizde. Onların kültürlerini, hayatlarını çok iyi bilmesek de Japonlar bizim uzakta yaşayan, sadece varlıklarını bildiğimiz kardeşlerimiz gibidir.

2010 ’de Japon yılı olarak kutlanıyor. Bu vesileyle ntvmsnbc, Japonya’nın İstanbul Başkonsolosu Katsuyoshi Hayashi ile Türk-Japon ilişkilerini ve yıllara dayanan dostluğu konuştu.

Hayashi Türkiye’de görev yaptığı yıllar içinde ülke insanını ve alışkanlıklarını çok iyi kavramış bir diplomat. Onunla sohbet ederken Japonları neden sevdiğimizi çözüp, onlara karşı bir yakınlık kuruyorsunuz. Belki de Hayashi’nin dediği gibi artık içgüdüye dönüşmüş bir yakınlık bu.

2010 Türkiye’de Japon yılı. Bu bizim için büyük bir onur. Japonya neden 2010 yılını seçti?
Bu asıl bizim için bir onur. Bunu ilk Türkiye yaptı. 2003 yılı Japonya’da Türk yılıydı. Bu sefer de biz Türkiye’de Japon yılı yaptık. Ancak 2010’u titizlikle seçtik çünkü bu yıl Ertuğrul Firkateyni kazasının 120’inci yıldönümü. Bu bizim dostluğumuzun başlangıcı. Bu yüzden 2010’un harika bir zamanlama olduğunu düşündük. Biliyorsunuz bu gemi II. Abdülhamid’in emriyle Japonya’ya doğru yola çıkmış ve 1890’da Yokohama Limanı’na varmıştı. Üç ay Japonya’da kaldıktan sonra ayrıldı ve Japonya açıklarında bir tayfuna yakalanıp battı. Bu facia aramızdaki derin bağın ilk adımlarındandı.

Türk insanı yabancı ülkelerle ilgili fikri sorulduğunda bazılarından nefret ettiğini bazılarını ise sevdiğini söyler. Ancak Japonya’yı söz konusu olduğunda herkes sanki dilbirliği etmişcesine “Evet” diyor. Bu Japonya’da da Türkiye için geçerli mi?
Türkiye’nin bizim için ayrı bir yeri var. Bu belki de eskiye dayanan dostluğumuzdan kaynaklanıyor. Tahran’da mahzur kalan Japon grubunu Türk uçakları kurtardı, belki bu yüzden. Belki de binlerce yıl önce Kuzey Asya’da beraber yaşamamıza dayanıyor. Ama en çok içgüdü galiba. Birbirimizi seviyoruz. Neden sorusuna şimdiye kadar hiç tam bir cevap alamadım. Çünkü bu sevginin birçok nedeni var, ama genel olarak iyi insanlarız ve Türkiye de özel bir ülke.

'ÇABUK KARAR VERİYORSUNUZ'
Sizce, Türkiye ve Japonya arasındaki farklılıklar neler?

Japonlar bir şeye karar vermek için uzun süre beklerler, geç karar verir ama verdiklerinde de çabucak uygularlar. Diğer yandan Türkler çok çabuk karar veren bir millet. Bence çabuk karar vermek çok iyi bir meziyet, bu yönünüzü beğeniyorum. Seçilen yol uzun sürecek gibi görünüyorsa siz daha kısa bir yola dönüyorsunuz. Bu bizden oldukça farklı. Biz Japonların zamana ihtiyacı vardır, ancak ondan sonra eyleme geçeriz. Bu bazen o kadar da iyi bir meziyet olmayabiliyor. Hangisi daha iyi bilmiyorum. Türkler gibi çabuk karar verebilenleri seviyorum. Tabii, bazen çabuk verilen kararların amaçtan sapabileceğini de unutmamak lazım...

Peki iki ülke insanının benzerlikleri neler?
Japonlar ve Türkler, bu iki millet de insanlar arasındaki güvene değer veriyor. İki ülke insanı için de en önemli şey karşındakine güven duyabilmek.

Japon sevgisi içgüdüsel - 1 Japonya’nın İstanbul Başkonsolosu Katsuyoshi Hayashi ile Türk-Japon dostluğunu konuştuk.

Birbirini çok seven iki ülke olmamıza karşın çok az Japon yazarın kitabı Türkçeye çevrildi. Aynısı Türk yazarlar için de geçerli.
Evet haklısınız. Japoncaya çevrilen üç Orhan Pamuk romanı okudum ama... Geçen sefer Japonya’ya gittiğimde de Orhan Pamuk’un yeni bir kitabının daha çevrildiğini gördüm. Bir de Nâzım Hikmet’in şiirleri var, ama onları okumadım.

Bu çeviri kitaplarını arttıracak bir program düşünüyor musunuz?
Çevirilerin artmasını umuyorum, ama bu piyasaya bağlı. Bu piyasanın yayıncılara, çevirmenlere ihtiyacı var, yoksa çevrilmiyorlar. Dediğim gibi hepsi piyasaya ile alakalı...

GEYŞALAR, NİNJALAR, SAMURAYLAR
Türkiye’de geyşa kültürü çok yanlış algılanıyor. Bu kültür Japonya’da hem bir gelenek hem de bir meslek değil mi?

Geyşalık hem geleneksel bir sanat hem de profesyonel bir meslektir. Bir kadın cahilse geyşa olamaz. Bu çok önemli bir meslek ve çok özel bir kültür. Geyşalar bizi eğlendiren insanlardır. Geleneksel enstrümanları çalar, dans ederler. Japonya’da geyşaların çalıştığı bazı restoranlar var. Önce rezervasyon yaptırmanız gereklidir, buralar çok kapalı yerlerdir ve herkesin rezervasyonunu kabul etmezler. Rezervasyon için bir referansa ihtiyacınız vardır. Müşteriyi onlar seçer. Bu ilk şarttır. İkinci şart ise paradır.

Peki Samuray, Ninja ve Yakuzalar arasındaki farkı anlatabilir misiniz?
Yakuzalar mafyadır. Ninja ise daha farklı, gizli bir suikast örgütüydü. Eskiden Japonya birliğini daha sağlayamamış ve ülke çeşitli beylikler tarafından yönetilirken Ninjalar bu beylikler adına suikastlar düzenleyen bir yeraltı örgütüydü.

Ninjalar bugün hâlâ var mı?
Artık yoklar.

Peki Samuray?
Samuray da yok. Samuray çağı 1868’de sona erdi. “Son Samuray” filmini gördünüz mü? “Son Samuray” filminin geçtiği zaman, samuray döneminin sona erdiği zamandır. Japonya’nın kapıları 1869 yılına kadar kapalıydı. Bundan sonra Japonya kapılarını dünyaya açtı, böylece yabancılar ülkeye girebildiler. İşte ondan önceki dönem Samuray dönemiydi. Yani artık Samuraylar yok. Tabii hâlâ Samuray ailelerinden gelen kişiler var, ancak artık kimse onları önemsemiyor. Artık Samuraylara ihtiyacımız yok. Ancak Ninjalar için turist turları var. Onlara katılıp bir saatliğine Ninja olabiliyorsunuz. Turistler Ninja olmanın tadını çıkarıyor.

Japonya’da çocukların çok ağır bir eğitim aldığı söylenir. Bu doğru mu?
Evet, Samuraylardan bahsettik örneğin. Samuray zamanında birçok insan okuma ve yazma biliyordu. Samuraylar da biliyordu. Hem savaşçı hem de entelektüeldiler. Ama onların yanı sıra ticaret adamları, marangozlar, tüccarlar da okuma yazma biliyordu. Çünkü ülke çapında birçok özel kasaba okulu vardı ve çocuklar oralarda eğitim görüyordu. Samuraylardan sonra da bu temeli koruduk. Bu sistem Japonya’nın ekonomik büyümesinin temelini oluşturdu.



JAPONCA'DA 3 ALFABE VAR
Üç alfabeniz var: Kanji, Hiragana ve Katakana. Neden üç farklı alfabe kullanıyorsunuz?

İlk Japon alfabesi Hiragana’dır. Ancak Hiragana alfabesi ile bir cümle kurmaya kalktığınızda çok uzun kelimelerle karşılaşabiliyordunuz. Bu yüzden Çince yazı karakterlerine sahip olan Kanji ile Hiragana’yı birleştirmeye başladık. Böylece cümlelerimiz daha kısa ve basit hale geldi. Katakana ise tüm yabancı dil kökenli kelimeler için kullanılıyor. Sizin adınızı yazmak için Katakana kullanmak zorundayım. Türkiye yazmak için de...

Galiba eskiden bir alfabe de kadınlar tarafından kullanılırmış?
Eski zamanlarda, 1400’den önce bir kadın Hiragana alfabesi ile çok uzun bir kitap yazmış. Bu dünyada bir kadının yazdığı ilk kitaptır.

Doğru mu bilmiyorum ama Japonya’da birçok gazete varmış. Farklı alfabeler nedeniyle hem çocuklar hem gençler hem de yetişkinler için farklı gazeteler mi var?
Çocuklar için gazete var, ama o kadar da çok gazetemiz yok. Çocuklar için olan gazeteler çok yaygın değil. Gençler ise çok fazla gazete okumuyor, internetten takip etmeyi tercih ediyorlar. Yani gazeteler çok fazla satamıyor.

Başkonsolos olmaya nasıl karar verdiniz?
Ben sadece diplomat olmak istedim. Burada olmak, bu mevkide olmak benim kararım değildi tabi.

Peki o zaman neden diplomat olmak istediğinizi sorayım?
Çünkü Japonya’dan başka ülkeleri de görmek istedim. Bunun için Dışişleri Bakanlığı’na girdim. Ama neden diğer ülkeleri görmek istediğimi sorarsanız nedeni basit: Sinema. Çocukluğumdan beri sinemayı çok sevdim. Babam da severdi ve beni sık sık sinemaya götürürdü. Orada çok farklı ülkeleri görüyordum, bu isteğim büyüyünce de devam etti. Dışişleri Bakanlığı’na girme sebebim buydu.

Sinemayı sevdiğinizi söylediniz, hiç Türk filmi seyrettiniz mi, seviyor musunuz?
Japonya’da Fatih Akın’ın ‘Yaşamın Kıyısında’ filmini izledim ve çok beğendim. Nuri Bilge Ceylan’ı duydum, ancak daha filmini izleme olanağı bulamadım. Pek Türkçe bilmediğim için filmlerinizi izleyemiyorum. Televizyon programlarınıza bakıyorum, ancak onların arasında da çok reklam var. Japonya’da reklamlar üç dakika sürer. Sizde ise reklam kuşağı çok daha uzun.

Türkiye’den önce nerelerde çalıştınız?
Ortadoğu’da bazı ülkelerde çalıştım. İlk görevim Cezayir’deydi, sonra Yemen’e transfer oldum. Ardından Suriye’de çalıştım ve Avustralya’ya gittim. Daha sonra İsrail’e, Tel Aviv’e ardından da Dubai’ye atandım. İstanbul’dan önce Ankara’daydım. Şimdi İstanbul’dayım. Genel olarak Arap ülkelerindeydim. Çünkü Dışişleri Bakanlığı’na girdikten sonra ders alıp Arapça öğrendim.

İstanbul’u seviyor musunuz?
Kesinlikle, İstanbul herkes için çok güzel bir şehir. Eşsiz bir tarihi var. Ayrıca eşsiz bir coğrafya ve eşsiz insanlara sahip.

SUŞİ Mİ İSKENDER KABAP MI?
Peki, Türk yemeklerini seviyor musunuz?

İskender kebap seviyorum.

Evet, sizin İskender kebabı suşiden daha çok sevdiğinize dair bir söylenti var.
Hayır, böyle bir şey söylemedim. Suşinin başka İskender’in başka bir yeri var. Bir de poğaçayı seviyorum. Çok lezzetli. Kahvenin yanında, çayın yanında çok iyi gidiyor. Unutmadan bir de kuru fasulye. Kuru fasulye çok güzel, onu da çok seviyorum.

1980’lerden beri Japon hükümeti Türkiye’deki arkeolojik çalışmalar destek veriyor. 2010 projesi kapsamında bir çalışma var mı bu konuda?
Bildiğim kadarıyla, 1980’lerde Japon arkeoloji takımı çalışıyordu. 25 yıldan fazla zamandır çalışmalarına devam ediyorlar. Galiba, Japon hükümeti Türk hükümetine bir arkeoloji müzesi yapımı için mali yardımda bulundu. Bu müze bu yaz sonunda açılacak. Bu çok büyük bir katkı çünkü arkeoloji takımı 20 yılı aşkın bir süredir çalışma yapıyor. Tabi işbirliğinin de devam ettiğini söylemeliyim.

Sayfa Yükleniyor...