Kanal İstanbul'a 30 milyar dolar teklif geldi

Başbakan Erdoğan, çılgın projeye bir Türk işadamının 30 milyar dolar vermeye hazır olduğunu açıkladı. Erdoğan, yeni kurulacak şehirlere İstanbulluların mecbur gideceklerini vurgulayarak "Niye? Deprem tehdidi var" dedi.

Kanal İstanbul'a 30 milyar dolar teklif geldi

Seçime 41 gün kala Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Siyaset Meydanı programında soruları yanıtladı. Erdoğan, Galatasaray'dan ÖSYM'ye, İmralı'daki görüşmelerden bedelli askerliğe, 1 Mayıs'tan Kanal İstanbul'a, seçim barajından Suriye'deki olaylara çok sayıda mesaj verdi.

Kanal İstanbul için bir yatırımcının 30 milyar dolar vermeye hazır olduğunu söyleyen Başbakan Erdoğan, şu bilgileri verdi: "Kanal İstanbul tam Çatalca'nın kıyısından geçecek anlamına gelmiyor, deprem ve çevreye ilişkin hassasiyetler göz önüne alınacak.

Daha işin başında şu anda satın alımda '30 milyar dolar vermeye hazırım' diyen yerli bir yatırımcı var.

Bu projenin bedeli de ciddi bir rakam. Yapılacak proje çalışmaları kesin şeyini belirleyecek ama 12 milyar dolar civarında. Bu daha üstü olabilir, ama öyle zannediyorum ki aşağısı olmaz. Bunu yap-işlet-devret sistemiyle yaptırmak mümkün. Bu noktada talipler çok. Aynı şekilde hiçbir şey olmazsa, şu andaki ekonomik gücümüzle olarak rahat rahat yaparız.

Bu aynı zamanda İstanbul projesi olmaktan çıkıp projesine dönüşüyor. Bununla beraber biz dünyaya bir marka ihraç ediyoruz. Bir Panama Kanalını, Süveyş'i denizcilik bilir. Çünkü orada gidiş  gelişler var. Bunlar literatüre girmiştir. Şimdi Kanal İstanbul aynı şekilde buna girecektir. İlginç olan bir yan da tarihi yarımada, tarihi ada haline gelecektir.

11 Mayıs'ta açıklayacağım iki şehir projesine ek olarak Kanal İstanbul kapsamında kordon boyu şeklinde bir yapılanma oluşacak. Kanal İstanbul'un kenarında yalılar olmayacak, güvenlik şeridinin dışında yapılaşma gerçekleşecek.

İki tane kuracağımız şehirde, Anadolu yakasında olanlar için oraları, Avrupa yakasında olanlar için buraları göstereceğiz. 'Buyur sana ev. Beğen al.' Mecbur gidecek. Niye? Deprem tehdidi var. Deprem tehdidini göre göre o vatandaşları orada nasıl bırakırız? Diyeceğiz ki 'Bak senin buradaki binan şu, bedeli şu. Buyrun sana şuradan, ne istiyorsun? Bir daire... Bir daire... İki daire... İki daire... Senin şeyinin bedeli bunu alıyor. Al güle güle kullan. Ama ben üç daire istiyorum. O zaman kalan bir daireyle ilgili de 20 sene vadeyle buyur üçüncü daire.''

Bu bir göç planı değil, şehircilik planı. Yeni dönemde bir şehircilik bakanlığı kuracağız.

Bizim bağımsızlığımızın üzerine kimse gölge düşüremez. Kanal İstanbul, bizim bağımsızlığımızın, İstanbul'da yapacağımız bir düzenlemenin bir ürünüdür. Biz bunu yaparız. Sonra da uluslararası hukuk neyi gerektiriyorsa, zaten o hukuk içerisinde her şey çalışmasına devam eder. Şirket, adam, kuruluş neyse Kanal İstanbul'u tercih eder, öbür tarafı tercih eder. Bizim de tabii ki çevre tehdidi  noktasında herkesin dikkatini çekme hakkımız var.

Montrö Anlaşması imzalandığında tankerler yoktu, anlaşma basit kuru yük gemileri üzerinden yapıldı ve şimdi şartlar değişti. Tedbirler almamız gerekiyor.

Kılıçdaroğlu mesela Kanal İstanbul'da 'insan yok' diyor. Bu nasıl bir bakıştır ya? Burada 10 binlerce insan çalışacak. Burada fuar merkezleri, alışveriş merkezleriyle insanların yerleşim şeyleriyle... Nasıl burada insan yok dersin. Neye bakıyor anlamıyorum. Herhalde insan olduğunu anlaması için kanaldan gemi yürütmeyeceksin de insan yürüteceksin. İnanın insan yürüse, sayın Kılıçdaroğlu der ki 'Yüzme bilmiyor.''

''Adına ister 'Kürt sorunu', ister 'Güneydoğu sorunu', ister 'Doğu sorunu' deyin, Türkiye'de böyle bir sorun, böyle bir vaka var. Programımızda 2-2,5 sayfalık bir yer burada var. Bir süreç başlattık. Partimizi kurarken özellikle Güneydoğu bölgesine gittiğimizde orada bize 'Şu OHAL'i kaldırın, biz sizden başka bir şey istemiyoruz', 'Şu Çekiç Güç'ü gönderin, biz sizden başka bir şey istemiyoruz' diyorlardı. Geldik, 30 Kasım 2002, OHAL'i kaldırdık, hemen anında... Çekiç Güç, arkadan gönderdik. Televizyonlarda Kürtçe yayın yasaktı, yapılmazdı. TRT'yi, devletimizin bir kanalını tamamen buna tahsis ettik, 24 saat TRT Şeş yayın yapmaya başladı. Ana dilde kurslar açılmasının önünü açtık. Daha ileri giderek Kültür Bakanlığımız, Ahmadi Hani'nin Mem u Zin'in çevirisini yaptı. Devlet bu işin içine bizzat girdi. Bilboardlarda vesaire bu tür duyurular yapılabilir hale geldi. Kasetler vesaire bunlar yapılabilir hale geldi.

Üniversitelerimizde artık bölümler açılmaya başlandı. Bütün bunlarla Türkiye'deki, Güneydoğu ağırlıklı olarak söylüyorum, benim Kürt kökenli vatandaşım, bizim onların sorununu minimize etme sürecimiz başladı. Sosyoekonomik sorunlarıyla artık direk ilgilenen bir iktidar var. Onları artık yalnızlığa itmiyoruz. Eğitimde, sağlıkta, adalette, emniyette, enerjide, ulaştırmada tüm bu adımları attık ve hiçbir zaman bizler özellikle bu işi bir kaos planı içerisinde ele almadık. Dolayısıyla bu bir Kürt sorunu olmaktan şu anda artık çıkmıştır. Biz şimdi bu sorunun üzerine gidiyoruz.

Kürt sorunu denildiği zaman aklınıza ne gelirse... Hangi alanda sorunu varsa... Şimdi onlar bize o sorunu getirsin. Şimdi Kürt sorunu diyerek bir başlığı Türkiye'de gündemde tutmanın bir anlamı var mı? Bu sadece ayırımcılığı getirir. Mesela neyi getirir? Örnek olarak söylüyorum; Diyarbakır'ın en büyük camisinde bir taraf orada cuma namazı kılarken, 'Bu devletin imamıdır, onun arkasında namaz kılınmaz.' 100 metre ötede siz kalkıyorsunuz orada bir cemaat daha oluşturuyorsunuz, orada ayrıca bir cuma namazı kılıyorsunuz. Bu nedir? Ayırımcılıktır. Bunu ne adına yapıyorsun? Kürt sorunu adına... Yok böyle bir şey. Böyle bir ayırımcılığa bu ülkede müsaade etmek doğru olmaz. Kürt sorunu adına böyle bir şey yapılabilir mi? Bu ne benim Kürt kardeşlerimin sorunudur ne de Kürt sorunudur. Bu sadece bölücülüktür, ayırımcılıktır. Böyle bir bölücülüğe, böyle bir ayırımcılığa benim milletim müsaade etmez. Ne Türkü, ne Kürdü, ne Lazı, ne Çerkezi, hepsi bundan rahatsızdır.  Böyle bir şey olmaz. Bunlar dinimizin içerisine bile bunu sokmaya gayret ediyorlar. Bu bir istismardır.

Ana dilde eğitim tezi bu ülkeyi böler, bu ülkeyi çökertir. Belçika'nın şu anda haline bakın. Belçika, bir yıldır hükümet kuramıyor. İspanya, şu anda ciddi sıkıntılar yaşıyor. Biz ana dilde öğrenmesine mani olacak bir şey getirmedik. Buyurum kurun kurslarınızı... Önce bir hücum ettiler, baktılar ki bu iş yürümüyor, vazgeçtiler. Bakın Çerkezler başladı. O da başlayacak, öbürü de başlayacak... Ne olacak? Bu kadar istiyorsan, arzuluysan kurslarınızı kurun, gidin kurslarınızda bunu öğrenin ama okullarımızda resmi dilde Türkçeden taviz verdiğimiz anda bu bizim birliğimizi, beraberliğimizi, bütünlüğümüzü yok eder. Bakın üniversitede var. Üniversitede kürsüler, bölümler var, orada Kürtçeyi öğren, orada bu işi öğren. Hepsi, bizim milli birliğimizi, beraberliğimizi bozmaya yönelik adımlar... Ben Muş'ta da Iğdır'da da aynı şeyi söyledim. Milletime bunu anlatıyorum. Milletimin o andaki tepkisini görüyorsunuz. Apo'yu peygamber olarak ilan eden bir anlayışla bu işi nasıl çözeceksiniz? Bunun neresi Kürt sorunu? Böyle sorun mu olur?''

İMRALI'DA ÇAY SOHBETİ YAPILMIYOR
Erdoğan, Öcalan'la İmralı'daki görüşmelere ilişkin ise ''Bu ülkede madem ki Kürt kökenli vatandaşlarımızın böyle bir talebi, böyle bir sorunu var, burada bu ülkenin istihbarat teşkilatı kalkar onunla da  görüşür, başkasıyla da görüşür. Bu ne ilktir, ne sondur. Bunlar yapılır, bunlar olur. 'Acaba virüs nerede?' Bu devlet öğrenmek zorunda değil mi? Bunu öğreniyor. Yoksa gidip onunla orada çay sohbetinde değiller. Bunu öğrenmek... Konuşulan şeyler bunlar... Bunun menşeyinde ne var? Bu ülke daha huzurlu bir süreci nasıl yakalayacak? Ortada bir sıkıntı var mı? Var. Yaşanan bir şey var. Bunun çözmenin yollarını bu ülkenin bütün kurumları arayacaktır, aramak zorundadır'' dedi.

''Görüşmelerden bir sonuç alınıyor mu ya da bir yarar sağlanıyor mu ki sürdürülüyor?'' sorusuna Başbakan Erdoğan, ''Sonuç alınıyor mu alınmıyor mu diye sizin hissetmeniz lazım'' karşılığını verdi.

Başbakan Erdoğan, ''Terörün şu anda durmuş olmasını buna mı bağlamalıyız?'' sorusunu ise ''Daha iyi bir noktadayız'' diye yanıtladı.

BEKARA KARI BOŞAMAK KOLAYDIR
Erdoğan, CHP'nin seçim vaatleri arasında askerliği kademeli olarak 6 aya indirme olduğu hatırlatılarak, bedelli askerliğin çıkartılıp çıkartılmayacağına ilişkin soru üzerine şunları söyledi:

''Ben şunu çok açık, net söyleyeyim. Biz sayın Kılıçdaroğlu gibi değiliz. Sayın Kılıçdaroğlu'nun sırtında küfe yok. Bizim sırtımızda küfe var. Biz o küfeyle yolculuğumuzu yapıyoruz. Biz şu ana kadar askerliğin süresiyle alakalı çalışmaları Türk Silahlı Kuvvetleri ile yaptık, yapıyoruz. Mesela gündeme gelmiştir. Üniversite mezunlarının aynen erlerle birlikte aynı süre içinde askerliğini yapması vesaire... Biz dedik ki 'Hayır olmaz. Üniversite mezununu, orta öğretim veya ilkokul mezununu aynı statüye tabi tutamayız.' Bundan dolayı bazı şeyler geri adım atmak suretiyle ertelenmiştir. Bu konu üzerinde çalışmalar devam ediyor.

Fakat şu anda ben sayın Kılıçdaroğlu'nun Silahlı Kuvvetler ile bu işi görüşmeden bu tür bir açıklamayı yapmasının sorumluluğa ters düştüğü inancındayım. Bunu halk arasında belki amiyane olacak ama 'Bekara karı boşamak kolaydır'' tabiri içinde değerlendirebiliriz. Çünkü küfeyi sırtına aldığı zaman, olayın daha farklı olacağını görecek."
        
Erdoğan, gelecek dönemde Türk Silahlı Kuvvetleri ile yapacakları görüşmeler neticesinde sürenin nereye kadar indirileceği, üniversite mezunları, ortaokul, lise ve ilkokul mezunları için sürenin ne kadar olacağı konularının konuşulacağını belirterek, şöyle devam etti:

''Hep gündemde olan bir şey, profesyonel ordu... Tamam da zaten bizim ordumuzun 200 bin civarında profesyoneli var. Bütün bunların hepsinin en ince teferruatına kadar değerlendirilmesi lazım. Türkiye'de şu anda mevcut hükümet, bu görüşmeleri, bu değerlendirmeleri zaten Silahlı Kuvvetler ile yapmak suretiyle bunu nasıl daha ideal konuma getiririz, bunun çalışmalarını zaten yapıyoruz.  Ancak ben bunu siyaset malzemesi olarak kullanmayı doğru bulmadım. Arkadaşlarımızla bunları konuştuk. Biz asker üzerinden siyaset yapmayı doğru bulmadığımız için bu konuyu gündemimize taşımadık.

BEDELLİ ASKERLİKLE BİRİKİMİ ERİTMELİYİZ
Bedelli askerlik konusu... Yine burada da şu anda Silahlı Kuvvetlerimizin bu işe bakışı olumsuz. Olumsuz baktığı için de şimdi bunu müzakere edebiliriz, tartışabiliriz diye devamlı kendileriyle bunu konuşuyoruz, ama bunun üzerinde çalışmalıyız dedik. Çünkü yaşı çok ilerilere varmış insanımız var. Bunların bir kısmı kaçıyor, bir kısmı yurt dışından gelmiyor. Türkiye'de dövizle askerlik ile bedelli askerliği birbirine karıştıranlar var. Bu konu da yine bence siyaset malzemesi olarak kullanılmamalı. Sorumluluk size geldiğinde veya millet size böyle bir yetki verdiğinde, Silahlı Kuvvetler ile oturursunuz, konuşursunuz. Bu nasıl yapılabilir, uygulaması nasıl olmalı? Ona göre bu adımı atmalıyız. Burada Silahlı Kuvvetler herhangi bir yara almamalı, ülke yara almamalı, ama bu tür bir birikimi de bence çözmeliyiz diye düşünürüm. Bedelli askerlik noktasında da yaklaşımım, böyle bir birikimi eritmektir.

Gittiğim her yerde şunu söylüyorlar; diyorlar ki 'Ben fakirim, benim param yok, ben oğlumu askere göndereceğim. Parası olan oğlunu askere göndermeyecek.' Bu ayırımı nasıl çözeceksiniz? Sorunun da cevabını vermek gerekir. Fakir, fukara gidecek askerliğini yapacak, parası olan ise parayı yatıracak, askerliğini yapmayacak. Bunların üzerinde enine boyuna çalışmak lazım. Bir tarafı çözeyim derken, başka bir tarafı yıkmamak lazım. Aynen şehit annelerinin gidip sayın Kılıçdaroğlu'nun yakasına yapıştıkları gibi... Dolayısıyla burada çok hassas davranmak gerekir. Kırmadan, dökmeden bu problemi çözmek en idealidir diye düşünüyorum.''

MATEMATİK TESTİNDE BU YIL DÜŞÜŞ VAR
Başbakan Erdoğan, ''ÖSYM'de yaşanan sıkıntıları nasıl değerlendiriyorsunuz? ÖSYM Başkanı konusunda bir tasarrufunuz olacak mı?'' sorusu üzerine, ''Böyle bir sınavda aslolan nedir? Burada kopya var mı, yok mu? Kopya varsa tehlike, ama kopya yoksa şifreydi, sehvendi vesaire... Bunların hepsi işin çok çok detay şeyleri... Bunlar neticeyi ilgilendiren şeyler değil'' diye konuştu.

Konuyu ÖSYM Başkanına sorduğunu, başkanın kendisine ''Kesinlikle burada kopya yok, böyle bir şey kesinlikle söz konusu değil'' dediğini, daha sonra kendisine bazı teknik şeyler getirdiklerini, bunu aldıklarını ve değerlendirmesini yaptıklarını belirten Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:

''Bu alanda deneyimi, tecrübesi olan hocalarla beraber... Daha önceki imtihanlarla gerek Türkçede gerek sosyalde, gerek matematikte... Bunların hepsine bakarak... Baktık ki özellikle alınan neticelerde eskiye göre şimdi o kadar yüksek bir şey söz konusu değil. (Başarı) Oranlarda daha da düşüş var. Eğer burada kopya olsa bunun yükselmesi lazım. Yükselmemiş, tam aksine düşmüş.  Buradaki bu dijital baskı tekniği kopyayı ortadan kaldırıyor. Hareket ettikleri nokta bu. Mesela YGS'deki iddialar, temel matematik testine odaklı. 2010'da 1 milyon 473 bin 337 adaydan 2 bin 141'i temel matematikte 40 sorudan tamamını yapmış. O zaman Ali Bey yok, bu kadarını yapmış.

2011'de 1 milyon 609 bin 144 adaydan sadece 1801 tüm sorulara doğru cevap verebilmiş. Katılan artıyor, ama sayı düşüyor. 2010'da tüm puan türlerinde tam puan olan öğrenci sayısı 3, 2011'de  sadece bir öğrenci tam puan alabilmiş. Bunların hepsi kopya şeyini, bir defa düşürüyor. YGS'de soru kitapçıklarındaki, özellikle fen bilimleri, hatalı baskı nedeniyle sınava girememiş 176 aday dün itibariyle sınava alındılar. Buradaki mağduriyet de böylece giderilmiş oldu. YGS konusundaki iddiaların ardından ÖSYM Komisyonu 10 bin 500 soru kitapçığını incelemişti. Hem ÖSYM içinden hem de üniversitelerden gelen kişilerden oluşturulmuş soruşturma komisyonunun aksaklıkların nereden kaynaklandığına ilişkin incelemesi de ayrıca sürüyor.''

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''(YGS) Son açıklamalardan sonra tatmin oldunuz mu, sizin için mesele kapanmış mı?'' soruları üzerine, son açıklamalardan sonra tatmin olduğunu, sürecin yargıda ve yargıdan gelen ilk sinyallerin de olumlu olduğunu söyledi.

Erdoğan, ''Burada bu işin sonuna kadar takipçisi olduğumuzu ve olacağımızı söyledim. Çünkü biz bir öğrencinin bu noktadaki mağduriyetine asla müsaade edemeyiz. Kaldı ki burada her adayın her ayrı bir kitapçık almış olması yeni metodu ortada şey yapıyor. Burada kopyanın olmamasının teyidi beni rahatlatan bir netice olmuştur. Eğer kopyaya yönelik bir şey olmuş olsa orada asla zaten tereddüt etmeyiz. Gereken neyse onu yaparız'' dedi.




ARI KOVANINA ÇOMAK SOKULDU
Başbakan Erdoğan, ''Bir tasarrufunuz olacak mı?'' sorusuna da şu yanıtı verdi:

''Kopya olmadıktan sonra neyin tasarrufunu yapacağız? (Kamuoyunda algı oluştuğu iddiası) Algılar üzerinden hareket etmem. Burada bu olaya maalesef çok ideolojik yaklaşan çevreler var. Bunları da ben çok iyi biliyorum. Çok iyi bildiğim için... Burada çünkü arı kovanına çomak sokuldu. Bundan rahatsızlık duyanlar da var. Bundan rahatsızlık duyulduğu için belli bir grubun bu işi sürdürmesi ve bu işi daha sonra, böyle bir seçim öncesinde adeta bir siyaset malzemesi haline getirmiş olmaları çok manidardır. Kimlerin yürüyüş yaptıkları ortadadır. Ne yazık ki gençlerimizi bazı legal örgütlerin yanında illegal örgütler de bu işte kullanma yoluna gitmişlerdir. Yoksa 1 milyon 700 bin öğrencinin tamamının bu noktada böyle bir güvensizliği filan söz konusu değil ki... Nitekim şimdi ben kendilerine hep onu söylüyorum; siz ikinci imtihanınıza en güzel şekilde hazırlıklarınızı sürdürün, hiçbir şeyden endişe etmeyin.

Sonuna kadar bu işin takipçisiyiz, takip edeceğiz. Öğrencilerin siyasi istismar aracı yapılmasına üzüldüğümü rahatlıkla söyleyebilirim. Bunda bazı medya gruplarının da opsiyonu var.

Legal, illegal bazı örgütlerin 3-5 bin kişi toplamasıyla yürüyüşler oldu. Biz de arzu edersek, istersek, gerektiğinde kalkar 5-10 bin kişiyi bunun tam karşıtı olarak buraya çıkartırız, ama biz bu ülkede asla gerilim istemiyoruz, gençler üzerinden istismar istemiyoruz. Onun için böyle bir şeye girmeyiz dedik."

BAŞKAN İYİ YÖNETEMEDİ
''Bu söylem biraz tehlikeli değil miydi?'' sorusunu da Erdoğan, şöyle yanıtladı:

''Karşımdakiler, siyasi liderler bu tür şeyleri yapıyor ve ana muhalefet partisinin milletvekilleri o gençlerle beraber yürüyor, bunu kimse eleştirmiyor da biz burada tam karşıtı bir demokratik hak noktasında bu mücadeleyi verenlerin ortaya çıkmasından niçin rahatsız olalım ki? Düşünün, milletvekilleri kalkıyor bu gençlerle beraber yürüyor. Bu doğru mu? Bu istismar değil mi? Ortada çünkü  netleşen bir şey yok. Olay yargıya da gitmiş. Niçin bunlarla beraber böyle yürüyüşe katılır bu milletvekilleri? Bunları birbirinden çok iyi ayıklamamız lazım. Biz kalkıp da gençlerimizi bugüne kadar bu tür olayların hiçbirinde sokaklara dökmedik, caddelere dökmedik. Benim gençlik teşkilatım var. Türkiye'nin bütün ilçelerinde var. Bütün okullarda aynı şekilde bizim de gençlerimiz var. Bu tür şeyleri yapmak bizim için problem değil. Ancak biz sokaklarda demokratik haklar neyse bu hak çerçevesinde yasalara uygun olarak her şeyi yaparız, ama hiçbir zaman kalkıp da illegal örgütlerle işbirliği halinde bu adımları atmayız.

(ÖSYM Başkanı) Süreci isterdik ki böyle yönetmesin. Süreci başkan iyi yönetememiştir. Kopya veya öğrencilere bir zulüm şeyi değildi. Buna ilmi siyaset diyelim. İlmi siyaset başka bir şey.''

ÖSYM BİZE BAĞLI DEĞİL
Gösterilerin illegal örgütlerle yapıldığını, içinde illegal örgütler olduğunu belirten Başbakan Erdoğan, ''Ne işi var orada? Direk olarak Başbakana, AK Parti'ye, bunlar nedir, ne alakası var? ÖSYM bize direk bağlı olan bir kuruluş değil. Biz sadece atama safhasında varız. Ondan sonra bağımsız bir kurumdur. Biz oraya karışamayız. Yapmışlardır ve biz kendilerinden almışızdır brifingi. 'Burada  kopya var mı, yok mu, bize bunu söyle.' 'Yok.' Yoksa mesele yok. Tatmin olduğumuz nokta orasıdır. Süreci iyi yönetememiştir'' dedi.

20 BİN DOLARA ULAŞINCA BARAJ KONUŞULUR
YSK'ya müdahale edemediklerini belirten Başbakan Erdoğan, yüzde 10'luk seçim barajı için ise şu açıklamayı yaptı:

''Bu da çünkü bir istismar malzemesi olduğu için önemli. Bu baraj, AK Parti ile gelmiş bir baraj değildir. AK Parti yüzde 10 barajına rağmen gelmiştir. Biz seçime girdiğimiz zaman yüzde 10 barajı vardı ve biz yüzde 34 oy alarak iktidara geldik. Biz bağımsız aday demedik, belli bir bölgenin partisi olarak çıkmadık. Biz 780 bin kilometrekareyi kucaklayarak ortaya çıktık ve böyle çıktığımız için de bize halkımız 16 aylık partiyken yüzde 34 oy verdi, parlamentonun da yüzde 65'ini aldık. Şimdi bundan sonraki sürece yönelik açık ifade etmem lazım, biz her şeyden önce ülkemizin her yönden kalkınmasını düşünüyorsak bunun demokrasi ve ekonomi olarak at başı yürümesini de istiyorsak şöyle geçmişe bir bakın, baktığınız zaman şunu göreceksiniz; Türkiye'de tek başına iktidarlar başarılı olmuştur, ama koalisyon hükümetleri hep ülkemizi maalesef geri götürmüşlerdir. İstikrar adına bizim bu baraja ihtiyacımız var.

Avrupa'da federal devletlerde genelde yüzde 5, 7, 8 düzeyinde veya daha aşağı olanlar da var ancak eyaletlerde bu oran yüzde 50'lere çıkabiliyor.

Türkiye'de şu anda yüzde 10 istikrar noktasında çok önemli. Bunu bizim başarmamız lazım. İleride ne gösterir, ülke 15-20 bin dolar kişi başına milli gelirlere ulaşır, ondan sonra oturur bunlar konuşulur. Demokratik açıdan herkes bu mücadelenin içine girebiliyor mu, giriyor. İstediği kadar parti kuruyor mu, kuruyor. Mesela ben bir ara şu teklifi getirdim; dedim ki 'Türkiye milletvekilliğini getirelim.' Rahmetli Özal da söylemişti, ona da iştirak etmemişlerdi. Ben de söyledim, bizim dediğimiz de dışarıda kaldı. Yüzde 1 oy mu alıyorsun, 1 milletvekiliyle oradasın. Yüzde 2 ise 2 milletvekili ile orada temsil edil. Önemli olan temsil değil mi? Yanaşmadılar. Şu anda da bu yine gündemlerinde yok. Geçmişte söyledim, bugün de savunuyorum. Bu olabilir ki bu diğerlerine göre çok daha uygulanabilir. İstikrarı destekleyen bir tezdir diye düşünüyorum. Halbuki diyelim AK Parti böyle bir tezi ileri sürdüğünde kaybeder. Milletvekili sayısı düşer. Biz bu riski demokrasi mücadelesi noktasında göze almıştık. Bir sonraki seçimde oturur konuşuruz.''

ALİ BEY TABİ SEN ÇOK UYANIKSIN DA BEN DE GERİ KALMAM
Başbakan Erdoğan, başkanlık sistemi konusunda ise ''Bu tabii tartışılacak'' dedi. ''Sizin eğiliminiz Türkiye'nin başkanlık sistemine geçmesi yönünde mi?'' sorusunu Erdoğan, ''Benim kişisel eğilimim, şu anda başkanlık sisteminin, çeşitli modeller var, bunun çalışmasını yapıp bu çalışmada ben başkanlık sisteminin daha isabetli olacağı kanaatindeyim'' diye cevaplandırdı.

Erdoğan, ''Seçimden sonra yapmayı planladığınız, gönlünüzden geçen Anayasa değişikliği içinde demin söyledikleriniz de dahil olacak mı?'' sorusu üzerine, ''Yaparız, daha önce de söylediğim gibi bunu referanduma bile tabi tutarız'' diye konuştu.

Başbakan Erdoğan, ''Gönlünüzden Cumhurbaşkanlığı geçiyor mu?'' sorusunu şöyle yanıtladı: ''Ali Bey, tabii sen çok uyanıksın da ben senden geri kalmam yani. Şimdi biz şu anda seçimleri konuşuyoruz. Bu seçimlerde AK Parti nasıl tek başına iktidar olacak, nasıl açık ara önde olacak, bunun mücadelesini veriyoruz. Ben ifadem ne ise o ifademin arkasındayım.''

BAŞÖRTÜLÜ VEKİLE YASAL MANİ YOK
Erdoğan, ''12 Haziran'da yapılacak seçimde neden başörtülü aday gösterilmedi?'' sorusuna şu yanıtı verdi:

''Ben bu sorunun cevabını aslında çok verdim. Bu soru noktasında, özellikle geçmişte verilmiş cevaplarımız var. Şu anda mesela bizim bir tane arkadaşımız var aramızda... Fakat ülkede, istiyoruz ki belli şeyleri, hassasiyetleri çöze çöze bir yere varalım. Şu anda mesela üniversitelerde bile henüz bu işi yasal zemine oturtabilmiş değiliz. Aslında yasal manisi var mı? Bana göre yasal manisi de yok ama bundan dolayı bizim partimiz hakkında, biliyorsunuz, kapatma davası açıldı. Bunu laiklik karşıtlığı olarak gösterdiler. Temenni ediyorum ki şimdi bu yeni dönemde artık bunlar aşılacaktır. Başörtülü arkadaşlarımızın parlamentoda olmasından daha tabii, daha doğal hiçbir şey olamaz. Çünkü halktır, milletin onlar da vekilidir, milletin ta kendisidir. Onların da parlamentoda olması gerekir, ama bir gerilimi ülkemizde yaşamak ve yaşatmak istemiyoruz.

Benim partimde şu anda başörtülü kardeşlerim siyaset yapıyor, çok ciddi sayıda siyaset yapıyor. Siyasetin de tek yeri parlamento değildir, ama evelallah bu kapı onlara da açılacak, huzurlu bir şekilde orada da bu mücadeleyi verme imkanı bulacaklar. Örneğin şu anda Türkiye'de hiçbir siyasi partinin kadın kolları, bizim kadın kollarımız gibi çalışmıyor ve kadın kollarımızda da başörtülü, başı açık hepsi el ele bu çalışmaları sürdürüyor. Ana kademede, gençlik kollarında aynı şekilde yine bu çalışmaları yapıyorlar.''

''Ben o yeri çok iyi bilirim. O yerde yaptığımız çok çalışma var. O yer adeta bir tarihtir. Tabyaların olduğu, vakıf eserlerinin olduğu bir yerdir ve orası da tamamıyla işgal altındadır. Biz oraları hep temizledik, hala da temizlemeye devam ediyoruz. Bu tabyaların olduğu yerin üzerine bu ucube dikilmiştir. Aynı şeyi yine söylüyorum. Başka yer bulamazlar mıydı? Ben, o zaman belediye başkanı olan, şimdi CHP'nin birinci sıradan adayı olan şahsa dedim ki 'Bunu buraya yapma'. Ama adam yaptı. Daha sonra da zaten bizden aday olmayacağını anlayınca, hemen istifasını verdi, ayrıldı. Olayın aslı bu. Şu anda da Kars halkı, sizin dediğiniz kadar rahatsız değil. Ben kamuoyu araştırmasını filan yaptım. Kars halkı yapılandan memnun. Mesela Karşıyaka Belediyesi sahip çıktı. Karşıyaka Belediyesi alsın, niye almıyor? 'Almaya hazırız' dedi. Hadi alsın. Niye almıyor? CHP'li belediye... Gelsin alsın.''

Ali Kırca'nın ''Orası Türkiye değil mi? Siz orada da görmekten rahatsız olursunuz'' yorumu üzerine Erdoğan, ''Bizim asıl rahatsızlığımız, sanat eserine değil, tabyaların üzerine yapılmasına'' dedi.

AHMET ŞIK VE BOMBA...
Avrupa Parlamentosu'ndaki konuşmasında gazeteci Ahmet Şık'ın ''İmamın Ordusu'' adlı kitabı için 'bomba' benzetmesi yapmasıyla ilgili Erdoğan, şu görüşleri aktardı:

''Gerekli olan şeyler zaten yapıldı. Benzetme de yerine oturdu. Zaten alan bundan nasibini aldı. Herkesin her fikri kabul etmesi diye bir şey söz konusu değil. İkide bir bizim önümüze liberal yazar, şudur budur bunları getirmeyin. Hiç gerek yok. Bizi liberal kesimden destekleyen olur, desteklemeyen olur. Bir başka yerden destekleyen olur, desteklemeyen olur. Yani her düşünceyi, her fikri toplumun tamamının desteklemesi diye bir şey söz konusu değil.

Biz bu kadar hizmet veriyoruz ülkemizde, bizim en fazla aldığımız yüzde 47 olmuş. Bu seçimde ne alırız milletin takdiri. Milletimin takdiri, bizim ağzımızdan çıkan sözlerdir, icraatlardır, bütün bu icraatlarla değerlendirmesini yapacaktır. Ama burada yargı bir karar vermiş. Niçin yargının verdiği karar üzerinde, daha uygulama safhasında, onun içinde ne çıkar ne çıkmaz... Yargı, 'Gidin şuradan şunu alın' diyor. Demek ki bir şey var. Yani o bir sürecin eseri. Onun orada olduğunu savcı nereden biliyor? Önceki belgelerden biliyor. Daha önce gözaltına alınmış veya tutuklanmış olanlar var ya onların belgelerinden çıkıyor. Yani filanca yerde böyle bir eser var, basılıyor. Oradan çıkarılıp o, hemen yürütmeye talimat veriliyor ve gidiyor oradan kolluk kuvvetleri bunu alıyor. Olayın aslı bu.

İlla bomba suç aleti değildir. Bombanın yapımında kullanılan malzemeler suç aleti olmayı teşkil eder. Burada da içinde bunun neler var? Basılmamıştır ama şu anda hangi devirdeyiz? İnternet çağındayız. Bakın bir anda ne oldu? Binlerce onbinlerce oradan servis yapılmaya başlandı, değil mi? Bunun içinde nelerin olduğu da çıkıyor ortaya. Belki savcılık onun üzerinden de belki kendine göre değerlendirmesini yapacak. Böyle bir yargı süreci içerisinde de bizim bunun üzerinde çok daha fazla zaten konuşmamıza da gerek yok. Kaldı ki şu anda bu eserin yazarları da tutuklu durumda. Sonucu beklemek durumundayız.

KILIÇDAROĞLU'NA HATIRLATIRIM
Bu dönemi, çok açık net söylüyorum, siyasetin bir defa yargıya karışmadığı bir dönem olarak ifade ediyorum. Her ne kadar Kılıçdaroğlu, bunu söylese de. Ben Kılıçdaroğlu'na diyorum ki 'Ben ne yazık ki siyasetin yargıya, yargının siyasete dahlinin olduğu dönemi onların iktidarında yaşadım, onların dönemlerinde yaşadım.' Daha sonra enteresan olan, şahsımla ilgili kararı verenlerin, kendi mensubu, başında olunan partinin parti meclisinde yer aldıklarını de ben tekrar kendisine hatırlatırım. Biz bunları yaşadık. Kararı verenler, tamamen ideolojik karar verdiler ve beni o zaman öyle mahkum ettiler. Çünkü ben bir dörtlük okumuştum. Acaba bu medya o zaman yazdı mı, 'Yazık değil mi ya, dörtlük okudu bu adam. Bir dörtlükten dolayı bu adamı içeri atılır mı?' diye. Yazanlar oldu. Onlara da biz o zaman zaten şükranlarımızı bildirdik. Ama şu anda bu konu içerisinde bu kadar hassasiyet gösterenlerin hiçbirisinin sesi çıkmadı. Hatta onların hepsi çığlıklarını attılar, 'Muhtar bile olamaz' dediler.''

KÜBRA'NIN ÖLDÜĞÜ BELEDİYE CHP'Lİ
Erdoğan, şöyle devam etti: ''Gümüşhane mitinginde yanıma Semih diye bir delikanlı getirdiler. 11 yaşında. 6 yaşından itibaren diyalizde ve böbrek aranıyor kendisine. En sonunda böbrek Zonguldak'tan bulunuyor. Anne, baba Trabzon'dan bizim jet ambulansla alınıyor ve yavru da böbreği Zonguldak Çaycuma'dan alacak. İki jet ambulansımız aileyi ve böbreği getiriyor. Ankara'da operasyon gerçekleştiriliyor. Şimdi sağlıklı bir Semih karşımızda. O gün Gümüşhane'de yanımıza getirildi, tanıştık. 'Ne olacaksın?' diye sorduğumda, 'Ben doktor olacağım' diye cevap verdi. İşte  bizim bu ülkede yaptığımız bu.

Mesela Diyarbakır'da geçen sene bir köyde bir vatandaşımız kalp krizi geçiriyor. Kalp krizini geçirince tabii hemen haber veriyorlar. Yaş 39 filan. Bizim helikopter ambülanslar var. Helikopter ambülans, olay yerine yetişiyor. Alıyorlar hastayı. Aldıktan sonra devlet hastanesinde gerekli operasyon yapılıyor. Bu arada da helikopter, içinde bütün donanımı var. Orada da kalp duruyor. Ondan sonra şok ile tekrar hayata dönüşü oluyor. Kalp yeniden çalıştırılınca, bu aradaki süreç onun için çok anlamlı bir süreç. Helikopterde kendine gelen vatandaşımız olayı aynen şöyle ifade ediyor, 'Öldüm de uçuyorum' diyor. Daha sonra tabii, bütün köylü bu vatandaşa 'Uçmak nasıl bir şey?' diye soruyorlar. O da diyor ki 'Böyle böyle oldu. Öldüm ama öldüm de uçuyorum sandım' diyor. Kendisini öyle hissetmiş. Bütün bunlar, bizim bu ülkede eğitimde yaptığımız devrimin, sağlıkta yaptığımız devrimin...

Şimdi ikide bir sayın Kılıçdaroğlu konuşup duruyor, 2,5 yaşındaki Kübra'yı diyor, açlıktan öldü. Belediyesi CHP'de olan bir yer. Gitsin oradaki belediye başkanına sorsun niye gidip de arayıp bulmadı onu diye. Biz bu kadar insana elimizi uzatıyoruz. Yetişememiş olabiliriz doğrudur. Ama rahatsızlığı nedir, neden ebediyete intikal etmiştir bu yavrumuz bilemeyiz. Ama gel de Semih'i niye konuşmuyorsun? Semih'i konuş. 39 yaşındaki bu amcayı konuş. Bunları niye konuşmuyorsun? Bunlar, bu ülkede bu millete verilen hizmet değil mi? 74 milyonu kovalıyoruz. Orada işte CHP'li belediye var. Arayıp bulması lazım. Ben bütün belediye başkanlarıma, kaymakamlarıma söylüyorum bunu; kapı kapı dolaşacaksınız, nerede ne sıkıntı var diye.

Biz erzak dağıtırken, beyefendi diyor ki 'Sadaka dağıtıyor.' Devlet sadaka dağıtmaz. Devlet, sosyal devlet olmanın gereğini yerine getirir. Çünkü demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletinde arayacaksın, bulacaksın. Biz, şu anda kalkıp sosyal güvencesi yoksa, bir defa her doğan çocuk 18 yaşına kadar genel sağlık sigortasına tabi. Bunun yanında 150 lira, sosyal güvencesi yoksa nakit para ailelere veriyoruz. Bunun yanında erzağını, yakıtını, bu tür şeyleri zaten veriyoruz. Üniversite öğrencilerine 240 lira burs veriyoruz. Eğer Kredi Yurtlar Kurumunda kalıyorsa 150 lira da beslenme yardımı veriyoruz. 390 lira. Özürlülere, asgari ücret, bakım ücreti olarak veriyoruz. Bütün bunlar yapılan şeyler. Bütün bunlar yapılırken, kalkıp da adeta bunların olmadığı bir ülkeden bahsediliyormuş gibi, 'Biz hiç çalışmayana 600 lira vereceğiz' gibi, bu tür böyle kuru hayaller satmak, bunları bir ranta dönüştürmek... Geçmişte bunları gördük. 'Filanca kaç veriyorsa, ben 5 katını vereceğim' mantığıdır bu, anlayışıdır. Bu anlayışı artık benim vatandaşım pek yutmuyor. Gittiğim yerlerde de bunu zaten çok açık net gördük, görüyoruz. Biz işte az önce söylediğimiz, bu tür dev projelerle çılgın proje diye ifade ettiğimiz projelerle biz büyük düşünüyoruz. Hedef, Türkiye hazır, 2023 diyoruz.  2023'ün Türkiye'sini hazırlayacağız. Bu proje, ortalama söylüyorum daha kısa zamanda olabilir, 10 yıllık bir projedir. 10 yıllık bu projeyle beraber Türkiye'nin ufku, çok daha farklı bir ufuk kazanacaktır, çok daha zengin bir yapıya ulaşacaktır.

1 MAYIS'TAN GERÇEKTEN MUTLUYUM
Erdoğan, 1 Mayıs'ın yurt genelinde sakin geçtiği hatırlatılarak, ''Daha önce de böyle kutlanamaz mıydı?'' sorusu üzerine, ''Tabii bu sorunun önce sebep netice ilişkilerini değerlendirirsek, her şeyden önce biz göreve geldiğimizde biliyorsunuz 1 Mayıs kutlaması diye bir şey yoktu. Biz sendikalarla aramızda bu tür görüşmeler olduğunda, 'Biz bunu yaparız, bu işi yaparız, bütün mesele buradaki özellikle barışı nasıl temin edeceksiniz? Arada herhangi bir sıkıntı olacak mı? Bunu bir defa sendikalar olarak kendi aranızda halletmeniz lazım' dedik'' diye konuştu.

Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti: ''Güvenliği sağlamak, illegal örgütlerin sızmasını engellemek, geçmişte olduğu gibi bizim insanlarımızın öldürülmesine izin vermememiz lazım. Yani geçmişteki olayı tekrar biz yeni Taksim yaşamamamız lazım. İşte bunun için de tabii tedbirleri almak gerekiyor. Nitekim dikkat edilirse orada geçen yıl sendikalar birbirine girdi. Kendi aralarında sıkıntılar yaşandı, ondan öncekinde illegal örgütler sızma yaptı.

İllegal örgütler sızma yapınca tabii ki güvenlik güçleri de buna karşı gerekli olan tedbiri, önlemi alması gerekiyordu. Ben tabii bu yıl için gerçekten mutluyum, memnunum. Şundan dolayı; sendikalarımız bu defa gerçekten güvenlik güçleriyle çok iyi bir diyalog içinde oldular, ellerinden gelen bütün tedbiri aldılar. Bu tedbiri almanın da yanında, örneğin orada bir sendika temsilcisi konuştu ve burada da mesela kalkıp 'Üçümüz de konuşalım' gibi bir yarışın içine girmediler. Birbiriyle bu işi daha da kolay kıldılar ve bunun yanında eğlence, müzik gösterileriyle falan bu işi adeta bir bayrama dönüştürme olayı oldu ki Türkiye genelinde de İçişleri Bakanı'mdan, vali arkadaşlarımızdan aldığım raporlarda, o sizlerin söylediği birkaç olayı bile biz olay olarak kabul etmiyoruz. Çok çok münferit bir şey ve temenni ederiz ki bundan sonraki yıllarda da yine aynı şekilde devam etsin ve bizler de tabii AK Parti iktidarı olarak 1 Mayıs'ı işçilerimizin bu şekilde kutlamasının yolunu açan bir yasayı çıkarmanın mutluluğu içerisinde, sonraki süreçte de herhalde bizim buna bir katkımız kayıtlara girmiş olacak.''

SURİYE'DE BU İŞ PATLADI
Suriye olayına Libya gibi bakmadığını vurgulayan Erdoğan, ''Kuzey Afrika'daki gelişmelerden sonra bunun bir domino etkisi olarak buralara da sirayet eder mi endişesini hep taşıdık. Bunun için de son Şam seyahatinde kendileriyle (Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad) görüşme imkanımız oldu. Bu endişelerimizi orada da kendilerine dile getirdik'' dedi.

Suriye'de 40 yılı aşkın süredir var olan olağanüstü halin kalkması gerektiğini, bunu çok daha önceki görüşmelerde de hep konuştuklarını, ayrıca tek parti dönemini aşmaları gerektiğini, bu gücün kendilerinde olduğunu ilettiklerini bildiren Başbakan Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Bakın dedim. 'Şoför olarak arabayı kullandınız, ben yanınızda oturdum. Beraberce Suriye caddelerinde dolaştık. Bu, bana ayrı bir mutluluk verdi.' Kendisine çok açık, net bir şey de söyledim. Beşşar'ın kendisi Nusayri, eşi Sünni'dir. Böyle bir özellik, kendisini aslında Suriye'de güçlü kılan bir yapı. Şu anda muhalefet edenlerin ciddi bir kısmı aslında başta Beşşar'a karşı çıkmıyorlardı. 'Bizim Beşşar'dan sıkıntımız yok' diyorlardı. 'Bizim sıkıntımız burada' diyorlardı. Burada rejimle ilgili olarak... 'Biz de partimizi kuralım, biz de bu yarışın içinde yerimizi alalım.' Siyasi tutuklulular noktasında ciddi sıkıntılar vardı, bunları ortadan kaldıralım. Samimiyet içerisinde de şunu söyledim, 'Siz Cumhurbaşkanı olmayın, ben de Başbakan olmayayım. Bir kardeş olarak birlikte konuşalım, birlikte dertleşelim.' Bu anlayış içinde bunları görüştük. Hatta bizim parti çalışmalarının ne boyutta olduğunu, nasıl olduğunu da inceletti. Dedik 'Bunları daha ileri aşamalara birlikte taşıyabiliriz. Gerekirse ekipler gönderirsiniz, bizim ekiplerin çalışmalarıyla birlikte buralarda paneller, sempozyumlar yapılır, burada bir yetişme fırsatı olur. Bunun demokratik parlamenter sistem için müşterek yaparız. Yeter ki siz bizden böyle bir desteği isteyin. Bu konuda deneyimlerimizi sizinle paylaşırız.' Tabii olumsuz bir bakış getirmedi, ama adımı da atmadı. Şimdi bu iş patladı.''
        
Suriye lideri Esad ile sürekli telefonla görüştüğünü ve özel temsilcisini gönderdiğini aktaran Başbakan Erdoğan, şu bilgileri verdi: ''Yapmayacağım, hayır demiyor, 'Yapacağım' diyor, ama bir yerden veya birileri tarafından bir engeller mi var, bir tereddüt içinde mi, bir kararsızlık mı yaşıyor, bunu doğrusu çözmekte sıkıntı yaşıyorum. Çünkü sonunda bu bizi vuracak. Yayladağı çıktı ortaya. Şimdi Yayladağı'ndan girişte insanlara kapılarımızı kapatamayız. Kapılarımızı açtık. Tedbirlerimizi aldık. Tedbirlerimizi daha da geliştiriyoruz, genişletiyoruz. Çünkü bunun devamı gelecek gibi görünüyor şu anda. Kendileriyle de irtibatlarımızı yine devam ettiriyoruz. Çünkü biz Suriye'nin parçalanmasını, bölünmesini asla istemiyoruz.

Suriye, özellikle de bu bölünmeye fırsat verecek herhangi bir çıkışa müsaade etmemeli. Burada insanların özgürlükleri söz konusu. Bu özgürlük mücadelesinde de değerli dostumuz Beşşar Esad'ın tavrını çok kararlı koyması lazım. Bunlardan bir tanesi, 'Olağanüstü hali kaldırdım' dedi. Şimdi bunun fiili uygulamasını yapmalı. Nedir bu uygulama? İnsanlara kurşun sıkılmasın. Artık bunlar aşıldı. Bakıyorsunuz gaz bombası ve saire bunlarla birçok şeyler çözülebiliyor, ama sen kurşun sıkarsan bu olmaz.''

BİR DAHA HAMU HUMUS YAŞAMAK İSTEMİYORUZ
Başbakan Erdoğan, ''Suriye'deki olaylara Batı müdahale eder mi?'' sorusunu da şöyle yanıtladı:

''Önümüzde bir Libya olayı var. Amerika'nın, batının açıklamaları var. Sonunda BM Güvenlik Konseyi bunu da masaya yatıracak büyük ihtimalle. BM Güvenlik Konseyi bunu masaya yatırdığı zaman, bu gelişmeler karşısında tabii ki burada en büyük rol Türkiye'nin üzerinde. Çünkü bizim gibi sınırı, bizim gibi ilişkileri olan yok. Onun için biz önümüzdeki günler içindeki ilişkileri çok daha ileri noktalara taşımak durumundayız. Çünkü biz bir daha Hama, Humus yaşamak istemiyoruz. Bunu da özellikle söyledik. Yani bir Hama katliamını Suriye bir daha görmemeli, bir daha yaşamamalı. Bu konuda çok titiz olmalısınız, çok hassas olmalısınız.' Bunların hatırlatmasını kendilerine yaptık.

Eğer böyle bir şey tekrar yapılacak olursa, Suriye bunun altından zor kalkar diye düşünüyorum. Çünkü o zaman ister istemez insanlık burada tabii ki tavrını koyacaktır. Türkiye olarak biz üzerimize düşeni yapmak durumunda kalacağız.''

Sayfa Yükleniyor...