Kılıçdaroğlu: Villamı takasa hazırım

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu canlı yayında NTV’nin sorularını yanıtladı.

Kılıçdaroğlu: Villamı takasa hazırım

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ardından CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da NTV'ye konuştu.


Kılıçdaroğlu 12 Eylül’deki anayasa değişikliği referandumu öncesinde Can Dündar'ın sorularını CHP Genel Merkezi'nde yanıtladı.

Kouşmasına vatandaşların Ramazan Bayramı'nı kutlayarak başlayan CHP Genel Başkanı, "Benim villam Başbakan'ın malikanesi ile eşitse, ben takas etmeye razıyım. Böyle bir takas gerçekleşirse, o malikaneyi Kızılay'a bağışlayacağım" dedi. Ayrıca mitinglerdeki üslubu Başbakan'ın sertleştirdiğini söyleyerek, "Ne anamız kaldı, ne babamız" dedi.

Kılıçdaroğlu'na yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:

Başbakan’ın dünkü özel demeci ile başlamak istiyorum sizi evine davet etti. Davete icabet edecek misiniz?
Hayır ama bir televizyon programında sayın Başbakan’a ben de o konutlarla ilgili soru sorarım. Sayın Başbakan, yanıtlarını verir ve benimle ilgili olarak istediği her türlü soruyu da sorabilir. Ben evin içini bilmiyorum tabi ama evlerin değeri sıradan bir ev olmadığını gösteriyor. 3-3 buçuk milyon dolardan söz ediliyor dolayısıyla o evlerin armatürleri de klasik olmasa gerek, fayanslar aynı olmasa gerek. ‘Saunası vesairesi var’ diyor gazetelerde gördüm fotoğrafları... Ben onları seslendirdim. Sayın Başbakan ‘Fotoğraflar benim evime ait değildir’ demedi. Sayın Başbakan ‘Gelip görsün’ diyor. Ben o kadar lüks bir konuta girmek istemem doğrusu.

'VİLLAMI TAKAS ETMEYE RAZIYIM'
Onunda villası çıktı dedi bu villa tartışması fazla uzamadı mı?


Bence çok uzadı ama benim ki villa değil. Benim villamla Başbakan’ın malikanesi kıyaslanacaksa ben ikisini takas etmeye razıyım. Ayrıca takas sonucu bana verilen konutu da Kızılay’a bağışlayacağım. Keşke mümkün olsa herkes havuzlu villada oturabilse, refah düzeyimiz yükselebilse... Alın teriyle kazanıp havuzlu villada oturan çok vatandaşımız var bunlara bir şey söylemiyoruz zaten. ‘Siyasete yırtık ayakkabıyla girdim, siyasette fakirdim, su sattım, limon sattım’ edebiyatı yapıp bugün etrafı çift duvarlarla örülü malikanede oturmak benim içime sinmiyor.

Sayın Başbakan’ın aldığı ücretler belli, belediyede işe başlıyor. Cumhuriyet Halk Partisi işe alıyor, kadro veriyor. Kendisine milletvekilliği yolunu da biz açtık. Anayasa değişikliği yaptık çünkü biz demokrasiye inanıyoruz. Eğer siz yoksulluk edebiyatı yapıp, bugün lüks hayatı sürdürüyorsanız birilerinin bunun hesabını sorması lazım. Evinize gelip neyi göreceğim ama beni davet ediyorsan buyur bir televizyon programına... Ben o evlerle ilgili ekstra sorular soracağım, o zaman yanıtlasın. Sayın Başbakan, istiyorsa benim kooperatif evimle ilgili soru sorabilir, hiçbir sorun yok. Hepsi alın terimle alınmıştır, mal varlığımda vardır. Ben o villaları seslendirmeseydim sayın Başbakan’ın orada oturduğunu kimse bilmiyordu. Etrafının çift duvar olduğunu, helikopter pisti yapıldığını kimse bilmiyordu. Nasıl alındığı konusunda da soru işaretleri var. Oğlunun mal varlığını, oğlunun düğününde gelen altınlarla açıklıyor. Peki çocukları orada nasıl aldı? Diğer akrabaları da var orada. O konutları yapan kişi şimdi ne yapıyor? Devletin hangi olanakları sağlandı o kişiye?

Siyasette zenginleşmenin toplum için ne kadar tehlikeli olduğunu dile getirdim. İsraf haramsa Allah aşkına o yoksulluktan gelip, bu kadar lüks içinde yaşamak doğru mudur? Bu ülkede yatağa aç girenler var. Böbreğini satanlar var. Bir gazi yatağında aç bulundu, ölü olarak bulundu. Bu dramların yaşandığı bir ülkede başbakanın böyle lüks içinde olması doğru mudur?

Daha sonra seçim sürecinde hepsini kamuoyu önünde tartışacağız. Sayın Başbakan’ın aldığı tüm ücretleri çıkardım. Beyan ettiği tüm gelirlerin hiçbiri diğerini tutmuyor. Bu villayı o gelirlerle alamaz. Ama sayın Başbakan benim kooperatif evlerine nasıl sahip olduğumu soruyorsa internet sitesine hepsini koydum. ‘Malvarlığıma çocuğumun düğününde, İstanbul Anakent Belediye Başkanı iken gelen altınlarla sahip oldum’ diyor. Ama bu açıklama beni tatmin etmiyor.

Malvarlığı ile ilgili dava bilir kişi raporuyla aklandı alt mahkeme de o dava Yargıtay’a gitmedi. Yargıtay’a gitmediği dönemin savcısını Adalet ve Kalkınma Partisi daha önemli bir yere getirdi. Yandaş yargı kimdir? Onunla ilgili karar veren yargıçlar bugün nerelerdedir? Tek tek sayın Başbakan’ın önüne koyacağım.

'TOPLUMUN YARISI DARBECİ Mİ?'
Hayır diyenler için darbeci sıfatını kullandı.


Toplumun yarısı darbeci oldu. Şu demokrasi anlayışına bakın. Madem darbeci ‘hayır’ diyenler, niye ‘hayır’ demesine olanak veriyorsunuz? ‘Ben kabul ettim’ deyin. Bu zihniyet, darbeci zihniyettir. Toplumda bireylerin anayasal haklarını kullanmaları darbeci olarak adlandırılıyor. ‘Hayır’ demek nasıl doğalsa, ‘evet’ demekte doğaldır. Biz evet diyenlere kızıyor muyuz? ‘Evet’ deme özgürlüğü var ama ‘hayır’ demek suçtur. Kenan Evren döneminde de kimse ‘hayır’ diyemiyordu. Köşe yazarlarının yazıları sansür ediliyordu, oralar beyaz çıkıyordu. Aynı düşünce şimdi var. Daha dün Bahçelievler’de üç bayan arkadaşımız darp edildi, Antalya’da iki bayan arkadaşımız bir geceyi nezarethanede geçirdi. Antep’te bir genç ‘hayır’ tişörtü giydi diye gözaltına alındı. Adalet ve Kalkınma Partisi, Mersin’de miting meydanına gelenlere barkot dağıttı. Herkes mitinge geliyor mu? diye yeni fişleme yöntemi buldular. Bu mudur demokrasi? Bir vali ‘Biz hükümetin valisiyiz’ diyor, bir başhekim ‘Evet derseniz buraya ikinci MR alınır’ diyor. Çünkü ‘hayır derseniz kriz çıkar’ diyor. Bir Dışişleri Bakanı çıkıp ‘Hayır denirse ben bunu dünyaya nasıl anlatırım’ diyor. Siz demokrasiyi halkın iradesini dünyaya anlatamıyorsanız o koltukta sizin ne işiniz var. Bu durumda hayır çıkarsa sayın Davutoğlu’nun istifa etmesi lazım.

Bu darbeci söz sizi çok rencide ediyor mu? Çok kullanılıyor. Siz 12 Eylül günü neredeydiniz sabahı?

Bürokrattım, gittim İstanbul Göztepe’de ‘hayır’ oyu verdim.

Evinizin arandığı doğru mudur?

Hayır hiç aranmadı sadece askeri yönetim döneminde İstanbul’da bir sokağa çıkma yasağı, sıkı yönetim ilan edilmişti, o zaman herkesin evi arandığı gibi benim evim de arandı.

'12 EYLÜL'DE BEDEL ÖDEMEYENLER HESAP SORUYOR'
O dönemi yaşamış ve hayır oyu vermiş biri olarak bu darbeci suçlamasıyla muhatap olmak nasıl bir duygu yaratıyor sizde?


Bizim acılarımızı, duygularımızı sömürüyorlar, buna üzülüyorum. Bedel ödemeyenler bedel ödemiş gibi ortaya çıkıyorlar. Takiye kültüründe vardır zaten bu hani ‘kraldan çok kralcı’ geçinmek bunların yaptığı. Darbecilerden ‘intikam alacağız’ diyorlar. Ne yapacaksınız? Hiçbir şey. Biz, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin gerçek yüzünü ortaya çıkarmak için, anayasa görüşmeleri sırasında bir önerge verdik. ‘12 Eylül darbesini yapanlar yargılansın’ dedik. Kim reddetti? Adalet ve Kalkınma Partililer.

'EVET DİYECEK SANATÇILARA SORMAK İSTERİM'
Aydınlar, sanatçılar ‘evet’ oyu kullanacaklar. Bunun 12 Eylül’le hesaplaşma olduğuna ikna oldukları için öyle görünüyor. Bu insanlar kandırıldı mı? İkna mı olmadılar? Yanlış mı anladılar? diye sordu dün Ruşen.


Ben ‘evet’ diyenlerle bir televizyon programında karşılıklı görüşmek isterim. Ben sayın Başbakan gibi ‘tartışmam, gelmem, etmem’ demiyorum. Sanatçılar gelsinler ben onlara Adalet ve Kalkınma Partisi’nin getirdiği anayasayı anlatacağım. Onların evinin bir gece sabaha karşı basılabildiğini, alınabildiklerini, özel yaşamlarının sergilenebileceğini, telefonlarının yasadışlı dinleneceğini, onların servis edileceğini, o savcıyı şikayet ettikleri zaman bakan izin vermediği zaman yargıya gidemeyeceklerini…

Bunu örgütlesek katılır mısınız?

Katılırım tabi ki. O sanatçılara şunu sormak isterim; bu ülkede üniversiteler niye sessiz? Otobüs biletlerine zam gelecek, yurttaş gidip hakkını dava açarak arayabiliyordu, bu anayasa değişikliğiyle o hak elinden alınıyor. Sanatçıları merak ediyorum, sıradan bir vatandaşın hak arama özgürlüğünü elinden alan bir anayasaya hangi gerekçe ile hangi sanatçı kimliği ile kim nasıl ‘evet’ diyecek.



'BELKİ BİZ ANLATMAKTA EKSİK KALDIK'
6 ay öncesine kadar köşe yazarlarının Başbakan’ın bir çıkışı karşısında, Başbakan aleyhine imza toplayan birçok kişinin bugün ‘evet’ oyu açıklayacağını görüyoruz. Siz mi anlatmakta eksik kaldınız yoksa bir şey mi değişti arada?


Ben onları suçlamıyorum, iradelerine ve oylarına saygı duyuyorum belki biz eksik kaldık. Sanatçı kimliği benim bildiğim tabi değildir, aykırıdır sanatçı. Sanatçı elinde meşale olan, toplumu ileri taşıyan kişidir. İktidara bağımlı kişi değildir. Geçici 15. madde dışında 12 Eylül’e hangi tavır var burada? YÖK mü dokunulmazlıklar mı kaldırıldı, seçimlerdeki baraj mı kaldırıldı?

Başbakan ‘bundan sonraki aşamada daha geniş bir anayasa için seçimden hemen sonra kapılarını çalacağım’ diyor.

Ne sözler verdi. Hangisini tuttu sayın Başbakan. Gelirse, düşüncelerimizi söyleriz. Ama bize üç günlük süre vermesinler. Mutfaklarında hazırlayıp gelirlerse, hiç gelmesinler. Ama, oturalım Avrupa Birliği standartlarına uygun, hakları, özgürlükleri genişleten düzenlemeler, dokunulmazlıklarla ilgili düzenlemeler yaparlarsa; biz her türlü katkıyı veririz.

Kırmızı çizgileriniz olur mu orada?

Biz bu ülkede herkesin özgürlüklerinin olmasını, ciddi kurumlara saygı duymak, onların güvenceleri olmasını, medyanın özgür olmasını, yargının bağımsız olmasını, batı standartlarına göre çağdaş bir demokraside ne varsa bizde bunlar olsun isteriz.

'YENİ BİR ANAYASA YAPARIZ, REFERANDUMA BİLE GEREK OLMAZ'
'Kumsal partisi' dedi başbakan o gün bir çok insanın tatilde olacağı, tatilini bölüp gelmeyeceği yönünde kaygılar var. Sizinde var mı bu yönde bir hazırlığınız?


‘Ben gitmesem ne olur, bir oyla bir şey olmaz’ denirse doğru değil. Dolayısıyla, bütün yurttaşlarımın tatillerini yarıda kesip o sandığa gitmeleri lazım. ‘Hayır’ çıkarsa sayın Başbakan yeni bir anayasa için mutlaka gelecektir ama ‘evet’ çıkarsa sayın Başbakan gelmeyecektir. Bunu zamana yayacaktır. Ama ‘hayır’ çıksın yeni bir anayasanın yolu açılacak, üstelik uzlaşma ile yapacağız. 6 aylık güzel bir çalışmayla, üniversitelilerin, akademisyenlerin katıldığı bir çalışmayla Avrupa Birliği standartlarını yakalayacağız. Bir görüş birliği içinde çıkaracağız. Referanduma bile gitme ihtiyacı olmayacak. 85 maddesi değişti bu anayasanın, aslında 12 Eylül Anayasası değil bu. Asıl 12 Eylül ürünü olan maddelerin büyük kısmı duruyor zaten. YÖK gibi, dokunulmazlık gibi diğer yasalarda da 12 Eylül ürünü maddeler var onları kaldıralım. Ben ‘hayır’ çıkmasını bekliyorum eğer kendimizi düşünüyorsak, ülkemizi, çocuklarımızı, geleceğimizi düşünüyorsak; siyasal partilerden bağımsız olarak her yurttaşın gidip bu anayasaya ‘hayır’ oyu vermesini bekliyorum. Biz o zaman siyasi uzlaşma kültürünü yeniden getireceğiz. Sayın Başbakan’a söylüyorum, yeni ve çağdaş bir anayasayı birlikte yapabiliriz. MHP, BDP de katılabilir. Onun için ben istiyorum ki; madem öyle toplumun büyük kesiminin yüzde 90’ın mutabakatıyla niye bir anayasa yapmayalım biz.

'BU BİR GÜVEN OYLAMASI DEĞİL'
Hayır çıkarsa siz hükümet için güven oyu saymayacak mısınız?


Hükümet için güven oyu değil. Bizim içinde güvensizlik oyu değil. Bu bir anayasa oylaması. Bu sadece hükümetin veya Cumhuriyet Halk Partisi’nin girdiği bir seçim süreci değil.

‘Evet’ çıkarsa bunun 13 Eylül’de hayatımızı nasıl değiştirmesi beklenebilir?

‘Evet’ çıkarsa baskının giderek artacağını düşünüyorum. Yargının baskı aracının bir unsuru olacağına inanıyorum ve asıl sorun orada çıkacak. Yargının çok sorunları var keşke yargının sorunlarından başlayabilseydik önce. O usul yasalarının değiştirilmesi, bilirkişi kurumunun düzeltilmesi, yargının düzeltilmesi gibi çok daha temel sorunlar vardı. Hepsini bırakıp yargıyı ele geçirmek için çaba harcadık ki bu doğru değil.

'ERDOĞAN VEKİL OLURKEN UZLAŞTIK'
Bugün Adil Gür’ün bir araştırması var. Seçmenlerin yüzde 36 buçuğu ‘Adalet ve Kalkınma Partisi’nden korkuyorum’ diyor. Sabah Gazetesi 81 ilin Ticaret, Sanayi Odası Başkanı’na sormuş: Evet mi? Hayır mı? diyeceksiniz diye. ‘Evet’ diyen ‘evet’ diyor da diğerlerinin tamamı görüş bildirmiyor. ‘Hayır’ demeye korkuyorlar, üniversiteler korkuyorlar. O zaman hep birlikte sandıkta ‘hayır’ diyelim, özgürlüğün, uzlaşma kültürünün yolunu açalım. Adalet ve Kalkınma Parti’li de gidip ‘hayır’ demeli. Sayın Başbakan ‘Gidin uzlaşın, niye dayatma kültürü yapıyorsunuz’ demeli. Sayın Başbakan milletvekilliği yolunu açarken uzlaştık. ‘Demokrasinin gereğidir’ dedik. Biz uzlaşalım, yapalım, dünya bizi örnek alsın. Toplum ikiye bölünecek. Toplumun yarısı ‘Bu anayasa değişikliği benim anayasam değildir’ diyecek. Anayasa kitapçığını eline alan vatandaş ‘Bu benim güvencemdir’ diyecek. Siz, 12 Eylül anayasasının verdiği güvenceyi bile yurttaşın elinden, sendikacının elinden alıyorsunuz. Memuru sürdük diyelim bir yerden bir yere... Memurun sendikası avukat tutup memurun hakkını arayabiliyor. Bu anayasa ile sendikanın memurun hakkını arama hakkını elinden alıyor. Memur niye gitsin hakkını arayamayan bir sendikaya üye olsun. Örgütsüz toplum yaratıyorlar. Bu yanlışı söylüyoruz biz. İçinde güzel maddelerde var geçici 15. madde kaldırılıyor ama 12 Eylül’ün tüm izlerini kaldırıyor mu? Hayır.




'NE ANAMIZ KALDI, NE BABAMIZ'
Uzlaşalım diyorsunuz ama kampanya döneminde öyle dil atışmaları oldu ki sanki bir daha bir araya gelemeyecekmiş gibi bir atmosfer görüyoruz.


Gerginliği yaratan sayın Başbakan. Ben hiçbir zaman konuşmalarımda normal hayattaki konuşmalarımda da şerefsiz sözcüğünü, alçak sözcüğünü, cibilliyetsiz sözcüğünü hiç ağzıma almadım, almamda. Ama sayın Başbakan bunların tamamını alıyor. Hiçbir zaman hiç kimsenin soyu sopu nedir diye bir şey sormamda ama sayın Başbakan bunları da sorguladı. Ne anamız kaldı ne babamız kaldı. Medyaya kızgınım. Burada ‘Efendim siz niye sertleşme üslubunu getiriyorsunuz.’ Söyleyen kızan, bağıran, azarlayan, hor gören sayın Başbakan. Bana ‘Memur Kemal efendi diyen, bay Kemal’ diyen de o. Ben hiç kırılmadım bunlara, boy tartışması yaptı ağzımdan bir kelime çıkmadı. Sayın Başbakan’ın boyuyla ilgili. Ben bütün bunları unutmaya hazırım yeter ki; güzel, düzgün, bütün vatandaşın kabul edeceği bir anayasayı yapalım. Onun için ‘hayır’ diyelim uzlaşmanın ve yeni bir anlayışın, demokrasi kültürünün gelişmesine katkı verelim. Bu Adalet ve Kalkınma Partisi’ne güvensizlik olarak algılanmamalı. ‘Bu güven oyudur’ demedim ben hiç. ‘Hayır’ diyelim demokrasinin, özgürlüğün, alın terinin, emeğin yolu açılsın, değişimin yolu açılsın. Hayırlı, gerçekten hayırlı bir iş olacak.

'RAHİBE AFİŞİNİN GEREĞİNİ YAPTIK'
Rahibe kıyafeti meselesi afişinize yansıdı bugün zannediyorum bir karar aldınız o konuda.


Bu bizim afişimiz değildir. Birileri kullanmış sonra ortaya çıktı. Biz o konuda disiplin kuruluna sevk ettik yapan arkadaşı. Belediye Başkanı’nın yaptığı bir afiş partimizle ilgisi yok. Eğer o afiş nedeniyle bir tek yurttaşımızın kalbini kırdıysak ben o yurttaşımızdan da özür diliyorum.

Bu aslında Cumhuriyet Halk Partisi’nin yumuşak karnı gibi görünüyor başbakan da büyük ihtimalle o yüzden ısrarla bunu vurguluyor. Böyle düşünen insanlarda var parti içinde biliyoruz. Siz bunları disipline sevk ettiğiniz zaman çıkıp deseler ki ‘Parti içinde bizde böyle düşünüyoruz. Bu parti içi fikir özgürlüğüne aykırı değil mi? ya da bu görüşü savunamayacak mıyız?’ diye.

Rahibe suçlanacak bir kişi değil öncelikle o da bir inanç sahibi. Sanki aşağılıyormuşuz gibi bir anlam doğuyor önce bu anlamı yıkmamız lazım. Biz giyinen bir kişiyi, başka bir dinin mensubu gibi giyiniyormuş gibi bir algı yarattığı için bundan rahatsızlık duyduk. Biz bir kitle partisiyiz. Elbette değişik düşünceler olabilir ama biz aynı zamanda partide disiplini sağlamak durumunda olan bir siyasal anlayışımız var. Ama burada yanıtını alamadığımız bir soru var. O afiş Diyarbakır’a kimler tarafından götürüldü bunu bilmiyoruz. Diyarbakır il başkanımız YSK’ya ‘biz billbordları kullanmıyoruz’ diye dilekçe vermiş. Ve sayın Başbakan onun Diyarbakır’a asıldığını nereden öğrendi? Beşir Bey’e soruyor: ‘Beşir Bey o afiş burada da var değil mi?’ diye. Biz gereğini yaptık ve tartışıldı, itirazımız yok. Ama Rize Belediye Başkanı ne yaptı? Biz bu olayı bu kadar tartışma konusu yaptık mı? Niye yapmadık, çünkü bizim parti kültürümüzde parti sahiplenmemişse mesele yoktur. Biz ‘sahiplenmedik’ diyoruz ama sayın Başbakan her gittiği yerde neden bunu dile getiriyor. Ucuz şeylerin arkasına saklanmak bir başbakana yakışmaz. Başbakan’ın söylediğini kulakları duyması lazım. Sayın Başbakan Güneydoğulu kadınlarımızdan, analarımızdan özür diledi mi? dilemedi. Bizim siyasi olgunluğumuza bakın, sayın Başbakan’ın despotluğuna bakın. Çiftçi için söyledi, ‘Ananı da al git’ dedi. Çıkıp analardan özür diledi mi? Ben de gittim, o kadının elini öptüm. Külhanbeyi olmak ayrı, yiğit olmak ayrı. Külhanbeyi edasıyla bir ülkeyi yönetemezsiniz siz. Hepimizin uyması gereken kurallar var. Hepimizin toplumdan ailemizden aldığımız kültür var. Bir başbakan konuşurken o konuşmasının topluma örnek olacağını bilmesi lazım. Başbakan kızabilir ama öfkesini dizginleyebilmeli o iktidar çünkü biz muhalefetiz. Dünyanın her tarafından olmazsa olmaz koşul demokrasilerde muhalefettir. Doğru yaptığınız şeylere itiraz etmiyoruz ama yanlış yaptıklarınızı duyurmamız lazım topluma. Sayın Başbakan’ın eleştirilerden memnun olması lazım. ‘Ben şu sorunu çözerim’ dediğimiz zaman sayın Başbakan ‘Hayır, siz samimi değilsiniz’ diye bağırıyor. Oysa teşekkür etmesi lazım, ‘beraber çözelim’ demesi lazım. Çünkü sorunu aslında çözmek istemediği, o sorunu kronikleştirip o sorunla muhatap olan kişileri kendi arka bahçesi yapmak istediğini söylüyor. Biz buna karşı çıkıyoruz.

'DEMEK Kİ ÇÖZÜM SİLAHLA OLMUYOR'
Başörtüsü meselesi, Kürt meselesi aslında bizim Cumhuriyet Halk Partisi’nden uzun zamandır duymaya alışık olmadığımız değişik görüşler seslendiriyorsunuz. Askeri darbeler konusunda, askerin siyasetteki yeri konumu konusunda, faili meçhuller konusunda hakikatten uzun süredir partiden duymadığımız sesler. Çizgi değişikliği çok net görülüyor dışarıdan. Bu çözüm önerilerini netleştirmiyorsunuz yani Kürt sorunu, başörtü gibi büyük başlıklar ama somut öneriler koymuyorsunuz. Neden?


Bu konuları biz sorun olarak gördük. O sorun toplumun sorunudur ve o soruna çözüm üretmekte siyasetçinin görevidir. Bakın terör olayı yıllardır çözülmüyor çünkü siyasal kurum çözüm üretmiyor. Sayın Başbakan’la görüşürken dedi ki ‘Askerler ne istediyse verdik.’ Demek ki bu işin çözümü silahla olmuyor. O zaman siyaset kurumunun olaya değişik pencerelerden bakması lazım. Sosyal açıdan, psikolojik açıdan, kurumsal açıdan, kültürel açıdan, diplomatik açıdan bakması lazım. Soruna teşhis koyacaksınız, sorunu çözeceksiniz. Sizin Başbakan olarak iktidar olarak varlığınızın nedeni nedir? Askere havale ettin asker kimin emrinde? İllerde valiler istemezse asker bir şey yapmaz ki zaten.

Sizin kafanızda bir çözüm önerisi var mı, bekliyor mu hazırda, yoksa olgunlaştırıyor musunuz?

Olgunlaştırıyoruz. Bütün sorunları masaya yatırıyoruz. Bu konudaki yetkin insanlarla çalışacağız ve çözeceğiz. Biz her sorunun çözümünde toplumsal uzlaşma arıyoruz. Toplumu bölmek değil toplumu entegre ederek çözmek istiyoruz. Onun için toplumsal uzlaşma sorunların çözümünde çok önemli bir şeydir. Aydınların bir araya gelmesi lazım. Kafamızda kalıplar yaratıyoruz o kalıpları da kırmamız lazım. Sendikalar bölünmüş, bir kısmı koşulsuz iktidarı destekleyen sendikalar. Oysa sendikalar her siyasal partiye eşit uzaklıkta olmalı. Eğer koşulsuz iktidarı destekliyorsanız siz sendikacı değilsiniz. Bizi sivil toplum eleştirmeli, siyaset kurumunun en çok eleştiriye ihtiyacı var. Elbette yeri geldiği zaman eleştirilecek, övgü olduğu zamanda zaten sizler doğruysa doğruyu yazıyorsunuz.

Çok önemli bir maç var, birazdan başlayacak. Yunanistan maçında gördük sizi çok heyecanlıydınız, nasıl takımın durumu?

Çok iyi. Maçta bir ara uzun bir fark vardı sonra bir puana indi o fark, ‘eyvah’ dedik ‘acaba kaybedecek miyiz?’ diye. Sonra ara tekrar açıldı ve güzel bir sonuç ortaya çıktı. Bugünkü maçta başarılar dileyeceğiz basketçilerimize... Onlar gerçekten bizim gurur kaynağımız. Tabi spor toplumu kaynaştırıyor, entegre ediyor. O spor salonunda binlerce kişi var, hepsi tek yürek, tek ses oluyor. Bu heyecanı görmek güzel.

Sayfa Yükleniyor...