'Kılıçdaroğlu’nda memur refleksi var'

Bağımsız Milletvekili Adayı Sırrı Süreyya Önder, eleştiri oklarını hem AKP’ye hem de CHP’ye yöneltiyor.

'Kılıçdaroğlu’nda memur refleksi var'

BDP’nin sosyalistlerle kurduğu Emek-Demokrasi-Özgürlük Bloku’nun İstanbul adayı Önder, YSK’nın son hamlesinden tamamen AKP’yi sorumlu tutuyor, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun siyasi çizgisini ise statükocu buluyor.

-Bağımsız adayların veto edilmesi yönünde YSK’dan bir hamle geldi, sonra geri adım atıldı. Bunu tatbik eden elbette YSK’nın üyeleri ama siz bunun arkasında başka bir güç görüyor musunuz? Bir grup yargıç kendi görüşleri çerçevesinde mi hareket etti yoksa işin içinde siyasi hesaplar da var mı? Ne murad edildi sizce?

Bir kere, bir kavram kargaşası hepimize sirayet etmiş durumda. Biz Ergenekon denilen, ya da Gladyo, Kontrgerilla, Derin Devlet her neyse; bu yapılanma bir tarafta, AK Parti iktidarı diğer tarafta gibi değerlendiriyoruz hep. Oysa AK Parti iktidarı artık bizatihi devletin gizli-açık aygıtlarıyla, dönüşerek entegre olmuştur. Yeni hâkim sınıflar ittifakına dönüşerek dâhil olmuştur. Dolayısıyla bizim böyle bir ayrım yapmamızın gerçek hayatta bir karşılığı yok.

-AKP artık sadece hükümet değildir, aynı zamanda iktidardır mı diyorsunuz yani?

Evet evet. Bunun eksik olan kısmının istatistiksel bir değeri yoktur, ihmal edilebilir bir küçüklüktedir. Hatta bir bakıma meşruiyet gerekçesi olarak, guatr nodülü gibi, tümünü de almamaktadır belki. Dolayısıyla YSK’nın kararının arkasında hangi ittifaklar var, hangi güç dengeleri buna karar verdi ve sahadaki pratiği kim yürüttü; bizim bunları bilmemizin imkânı yok.

Ama sorumlusunu bilebiliriz. Sorumlusu hâkim siyasal yapıdır, o da AK Parti iktidarıdır. Kimileri dedektif zihniyetiyle yaklaşıyor. Çok polisiye ve çok basit bir mantıkla deniyor ki, “e AK Parti de bundan zarar gördü, görür” vesaire. Bu yaklaşımın eksikliği bir rasyonalite arama çabasıdır. Oysa ki AK Parti iktidarının sadece son dönem hamlelerini düşündüğünüzde bile bunların anladığı rasyonaliteyle uzak yakın hiçbir ünsiyet kurmadıklarını rahatlıkla görebiliriz. Yani heykel yıkma işi bundan daha mı az zarar verecektir kamu algısı nezdinde AK Parti hükümetine? Onun için buradan bir tahlil yapmamak gerekiyor. Bizler açısından sorumlu hâkim siyasi yapıdır, o da hükümettir.

Çözücü olabilecek bir durumda olduğunda hepimiz hemfikir değil miyiz, hükümet istediği zaman bunu iki dakikada düzenler. E o zaman, zarar görecekse bu kaosa müdahil olabilir. Bu konuda çok tutumlu davrandıklarını görüyoruz. Hatta Ömer Çelik’le Bekir Bozdağ’ın yaklaşımı “bizim de başımıza geldi, biz de vaktinde mağdur olduk, bununla bir müddet uğraşacaksınız, mukadderat…” noktasında. Hiç de öyle demokratik duyarlılıkların falan emaresi yok.

-Peki geri adım atılmasının sebebi ne olabilir? İşin en başında amaçlanan neydi? Emek-Özgürlük-Demokrasi Bloku’nun kan kaybedip onun yerine AKP’nin vekillik kazanması mı istendi?

Bunun için nerelerde operasyon yapıldığına bakmak lazım. İki gündür medyada sürekli kendimi ihbar etmekle meşgulüm. Bir tutarlılık yok. Ertuğrul Kürkçü de ben de eski TCK’nın 146. maddesinden hüküm giymiş insanlarız. Üstelik ikimiz de devlet aleyhine suç işlemişiz. İkimizin de ömür boyu kamu hizmetinden men cezası var.

Üstelik Kürkçü 1974 Affı’na uğramış. 74 Affı bir genel aftı, genel af da şu demektir: Genel af bütün mahkûmları salmak anlamına gelmez. Genel af sınırlı süreler bile içerebilir. Genel affı diğerlerinden ayıran özellik suçun sonuçlarını ortadan kaldırmasıdır. Yani işlediğiniz o suç devlet ve arşivler nezdinde yok hükmüne gelir.

Dolayısıyla Kürkçü bir de böyle bir affa uğramış olmasına rağmen… E ben herhangi bir affa uğramadım, hiç genel af çıkmadı 74’ten sonra. Hiçbir yere de memnu haklarımın iadesi için dava açmış, başvurmuş değilim. Ben akredite edildim, Ertuğrul Kürkçü veto edildi. Böyle olunca analitik akıl dönüp başka şeylere bakmak zorunda. Bir; bölgesi ne? Bölge Mersin. Mersin’e dair egemenlerin refleksi şu; oradan çıkacak milletvekilliğini toprak vermek gibi görüyorlar.

Cemil Çiçek bir demecinde bu cümlelerle değil ama söz konusu refleksi çok kristalize bir biçimde ortaya koydu. Mersin ve Adana gibi bölgelerden milletvekili çıkarılmasının tehlikesini ve buraların Kürtlerin işgali altında olduğunu belirtmesini, öte yandan “Ermenistan sınırına dayandılar” demesini falan düşününce… “Mersin’de geçen seçimde ne olmuştu”ya bakmak lazım.

Mersin’de aleni bir biçimde, çok fütursuzca sandık gaspı oldu. Bırakın oyu, sandıklar gasp edildi. Bunlar JİTEM’in aleni organizasyonuyla yapılan işlerdi. Sandıklar bir müddet kayboldu, sonra geri ortaya çıktığında Kürtlerin oyundan zerre eser kalmamıştı. Tüm bunlara rağmen 300 civarında bir oyla kaybedildi milletvekilliği. ÖDP 1000 küsur oy alınca ÖDP’ye haksızlık edildi, siz oy verseydiniz çıkacaktı falan gibi bir algı yaratıldı.

Dolayısıyla, Kürkçü özelinde baktığında bunu görüyorsun; oradan milletvekili çıkmasının önünü kesmek. Sebahat Tuncel’e baktığında…

-Tokat…

Tokat meselesi. Bu tokat basit, fiziksel bir müdahale değil. Bir, devletin Kürtlerine, iki, Alevi Kürtlerin bilinçaltına atılmış bir tokattı bu aynı zamanda.

-Nasıl?

Şöyle… “Seni bugüne kadar her şekilde imha ediyorlar ve senin bir kızın çıkıyor, ilk defa bunlara bir tokat atıyor” gibi. Bu tokat çok etkili oldu insanların üzerinde. Yani birisi mazlumluğa çok aleni ve çok üst perdeden bir tepki gösterdi. Bölgede büyük kitleler halinde BDP’ye katılım olduğunu biliyorum, o güne kadar hiçbir sıcaklık göstermemiş insanların arasından.

-Yanlış anlamıyorum değil mi, Alevi Kürtlerde BDP’ye karşı belli bir…

Mesafe vardı. Aleviler daha barışçıl, daha sessiz, daha tırnak içinde yasal sınırlar içinde kalmaya özen gösteren bir anlayışa sahiptir. Sebahat’ın da Alevi olduğunu düşündüğümüz zaman, kendi kızları kalktı bu zulme, bu hoyratlığa bir tokat attı. Bu tür şeyler eğer konjonktür olarak yerine denk gelirse kitlede büyük dönüşümleri tetikler.

-BDP’ye bu kitlesel yöneliş Tunceli/Dersim yöresinde mi oldu?

Genel olarak bütün bölgeyi söylüyorum. Diyarbakır’da da örneğin birkaç geniş aile vardır, Diyarbakır’da aşiret yoktur, aşiretsiz üç beş bölgeden birisidir Kürt coğrafyasında, bunu kendilerine zûl addettiler. Ve utandılar yani. Kendilerinin böyle bir tepki vermemiş olmasından utandılar.

-“Biz tepki vermedik, o kız verdi” gibi mi oldu?

Aynen. Bölgede bu mitler çok çalışır. Bu tür simgesel direnmeler bölgenin sosyal çağrışım hafızasında mutlaka bir yere dokunur. Bundan çok ürktü devlet. Ve Sebahat yine düşündüğümüz zaman, sosyalistliğini söylemeden Kürtlüğünü söylemeyen biridir. Feministliğine vurgu yapmadan konuşmayan bir kadın milletvekilidir. Böyle olunca Sebahat’i bu alandan tecrit etmeye dönük bir hesap olduğunu görüyoruz.

Diğerlerine baktığımızda da bölgesel bazlı bir ayıklama var. O kadar böyle ki, şöyle anlatayım, her birimizin bir yedeği var, yedek milletvekili adayı var. İşte bir trafik kazası oldu mesela, o durumda bölge adaysız kalmasın diye hep 2 kişi müracaat ettik. Belli bölgelerde bu yedeği de veto ettiler. Yani tam da bölge adaysız kalacak şekilde.

Bu dolayısıyla siyasi bir operasyondur ve en üst perdeden tepki vermezsen geriletemezsin. Belki bu kadar geniş bir tepki alacaklarını öngöremediler. İlla öyle bir akıl beklemek gerekmez bunlardan.

-Kılıçdaroğlu faktörü Dersim coğrafyasını siyaseten nasıl etkiler?

Bu milletin temel hastalıklarından biridir şahsa indirgemecilik. Bu millet yıllarca Haydar Saltık’a Alevi paşa, iyi paşa muamelesi yaptı. Oysa 12 Eylül’ün en kanlı mimarlarından biriydi. Bölge tek adam mitinin çok geçerli olduğu bir siyasal ve tarihsel kültürden geldiği için efsaneleştirme çok sık başvurduğu bir reflekstir. Devlet de bunu gözetir zaten. Devlet oraya hoyrat bir yüzbaşı göndermişse yanına kalender bir başçavuş katmadan orada karakol kurmaz.

Bölgede halen Alevi Kürtlerin belli bir siyasi bilince ulaşmamış olanları şu anda Kılıçdaroğlu mitiyle yatıp kalkmaktadırlar. Ve bizatihi gözlemlediğim, adamın her türlü çapağını “ya, ne yapsın, ona iş gördürmüyorlar ki Alevi olduğu için” diye bir mazur gösterme tavrı var.

-Peki hakkında “Bilmemne Hanım’ın oğlu çarkçı Kemal” diye sanki suçmuş gibi Ermeni göndermesi yapan bir kitabın çıkması, kimi yayın organlarında “sünnetsizdir” mertebesine erişen şeylerin yazılması, Kürtlüğünü, Aleviliğini konu eden yayınlar yapılması… Bir de internet ortamını biliyorsunuz yani. Hâl böyleyken Kılıçdaroğlu’nun çok temkinli olmasında bir gariplik var mı sizce?

Bir gariplik yok. Ben bunu, tarihsel sebeplere olduğu kadar memur refleksine de bağlama eğilimindeyim. Memurluk o kadar çürütücü bir şeydir ki, üstelik devletin gelirini kontrol etme gibi bir memuriyete mahkûm edilmişseniz bir süre sonra yaşadığınız yere benzemeye başlarsınız. Kılıçdaroğlu’nun ilk baştaki o acemiliğinde hep bir memur beklentisi vardı, yani sosyal demokrat bir partinin lideri olduğu bilgisinin Kılıçdaroğlu’nda hiç olmadığını düşünüyorum ben.

Memur nasıl olur? Bekler, bir süre sonra devlet onu terfi ettirir. Herhalde ben burada akıllı uslu durursam bir süre sonra beni Başbakan yaparlar gibi bir sakinlikte. Köylülük gibi bir şeydir memurluk zihniyeti, tasfiyesi çok zordur. Yeni yeni hayatın içine girmeye başlayınca kazın ayağının perdeli olduğunu görmeye başladı. Fakat statükoyu baz alan yaklaşımlar tamamen, burjuva siyaseti kavramlarıyla söyleyecek olursak, toplumun geçiş dönemlerinde hiç işe yaramaz. Geçiş dönemlerinde daima devrimci söylemi olan yapılanmalar ön alırlar, 1970’lerdeki Ecevit gibi. Öyle bir kırılma noktasında “toprak işleyenin, su kullananın” diyebilmiştir ve bir rüzgâr yaratmıştır.

-İttifakınızda yer almadığı için ÖDP’ye gönül koydunuz mu?

Sürecin tamamında vardım. Kimseden bir sitem tınısı bile gelmedi. Her iki taraf da büyük bir anlayışla durumu kabullendi, bizim siyasi tarihimizde belki bir ilktir. Alper (Taş) de çıktı, “onlar bizim rakiplerimiz değil yoldaşlarımızdır, onların oyuna da sahip çıkacağız” dedi. Bunda çok samimi olduğunu birinci elden biliyorum. Aynı samimiyetin burada da olduğunu birinci elden gözlemledim.

Sayfa Yükleniyor...