Koru: AKP'nin aday seçimi yanlıştı

Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Fehmi Koru, yerel seçimin sonuçlarını NTV'ye değerlendirdi.

Koru: AKP'nin aday seçimi yanlıştı

Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Fehmi Koru, NTV canlı yanınında Mirgün Cabas ve Ruşen Çakır'ın Yerel Seçimler ile ilgili sorularını yanıtladı:

"Rakamlar kolay kolay göz ardı edilecek şeyler değil. 2004 seçiminde yüzde 42, 2007 seçiminde yüzde 46.6 almış olan bir siyasi parti, 29 Mart’ta yüzde 40’ın altına düştü. Şimdi bu 'düştü' kelimesi bile bir gerilemeyi ifade ediyor. Dolayısıyla bunu göz ardı etmek mümkün değil. Ancak tabii bizim gazetelere de yansıyan anlamı o mudur bilmiyorum ama benim zihnimde de bunun çok büyük hezimet olmadığı kanaati var.

Biz yüzde 47’ye bakarak 8 puan gerilediğini söylerken, aslında yüzde 47'yi olağan kabul ediyoruz. Onu kabul etmemizin sebebi de AK Parti’nin her seçimde oylarını artırarak gelmesi. Normal şartlarda gidilmiş olsaydı genel seçime, yani erkene almak ihtiyacı doğmamış olsaydı ve o ihtiyacı doğuran sebepler olmamış olsaydı acaba AK Parti bir önceki genel seçimde yüzde 47 alır mıydı? Alamazdı...

YÜZDE 47'Yİ O SÜREÇ GETİRMİŞTİ
Yaşananlar yüzde 47’yi getirmişti. Abdullah Gül adaylığını koyacağı belli olur olmaz askerin tavır alması, bunun önce Genelkurmay Başkanı'nın 'özde-sözde' diye ifade ettiği bir açıklamayla dışa vurulmasının ardından 27 Nisan’a e-muhtıra koyulması. Ardından Bakanlar Kurulu'nun hemen ertesi günü verdiği sert tepki ve 367 gelişmesi... Yani yüksek yargının da bu olayın tarafı haline dönüştürülmesi... Tüm bunların sonucunda da bir erken seçimin ilan edilmesi, bence AK Parti'nin yüzde 47 gibi, gerçekten siyasi tarihinde çok yüksek sayılması gereken bir oy oranını yakalamasının en önemli sebeplerinden biriydi.

Eğer normal şartlarda o seçime gidilmiş olsaydı, en iyi ihtimalle yüzde 40 civarında bir oy alabileceği ortadaydı. Bugünkü yüzde 40’ın altındaki oy oranıyla kalmayabilirdi. Ama bir dünya krizi var. Bazı illerimizde AKP’nin başarılı gibi görünmesinin, sanki kriz hiç etkilememiş gibi yansıtılmasını doğru bulmuyorum. Baktığınız zaman yanlış aday seçimi yüzde 1, Tayyip Bey'in söylem ve davranışları yüzde 2... Ama bu yüzdeler, başka hiçbir yanlış olmasaydı o olacaktı anlamına yüzde 2’ler... Yoksa genel payın içindeki o yüzde 2, aslında çok belirgin bir sonucu da doğurmuş olabilir.

AKP ÖYLE BİR PARTİ Kİ BU SONUÇ GERİ GİBİ GÖZÜKÜYOR
Bütün bunları hesaba kattığımız zaman ortaya çıkan tablo, AK Parti’nin aslında 2007’de alması gereken oylarıyla mukayese edildiğinde, çok fazla gerilik söz konusu değil. Ama AK Parti öyle bir parti ki bu sonuç geri gibi gözüküyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın kendi tavrı bunu getiriyor. Çıtayı yüzde 47’den önce, sonra yüzde 42’den koyması bunu getiriyor. İkincisi, bu parti bir kadro hareketi olarak kuruldu. En başta tespit edilen ve o istikamette seçime gidilen 2002’deki felsefesi bunu gerektiriyor; yani sürekli oy artırımını gerektiriyor.

Çünkü toplumsal değerlerin yüzde 70’ini temsil ettiğine inanılan bir parti bu. Her yerde Recep Tayyip Erdoğan, eşiyle birlikte göründü. Bu bir realite, çünkü Abdullah Gül Cumhurbaşkanı oldu, yanından düştü. Abdüllatif Şener, farklı bir politik çizgiye doğru kendisini yönlendirdi, oradan gitti. Bülent Arınç, Meclis Başkanlığı'ndan sonra bir türlü siyasette, o podyumda yerini alamadı.

YENİ İSİMLER ORTAYA ÇIKMADI
Bunların yerine ikame olabilecek yeni isimler de ortaya çıkmadı. Dolayısıyla lider olarak tek kişi görünüyor. Aslında AK Parti yine bir kadro hareketi. Baktığınız zaman değişik işleri eskiden kimler yapıyorsa şimdi de yapan isimler var. 22 Temmuz seçimlerinde bile AKP kampanyalarına baktığınız zaman bu üçlü-dörtlü görüntüyü görüyordunuz. Artı, yeni transfer edilmiş yepyeni yüzleri de görüyordunuz o podyumda. Bu defa onlar da yoktular. Yanında yeni isimler mutlaka vardır.

O  isimlerden Cüneyt Zapsu'nun ticareti tercih ettiği için ayrıldığını biliyorum. Ömer Çevik hala parti içinde etkili bir konumda. Mesela Ömer Çevik de o podyumda pekala yer alabilecek; ama kendisi ile birlikte aynı genç, bilgili görüntüsünü verecek başka 5-6 kişi ile birlikte yer alabilecek isimler arasındaydı. Fakat zannediyorum kampanyanın genel çerçevesini planlayanlar, muhtemelen daha önceden yaptıkları anketlerde Recep Tayyip Erdoğan’ın karizmasının tek başına partiyi sürükleyici bir unsur olmasının daha doğru olacağını tespit ettikleri için, tek başına Tayyip Bey çıktı o podyuma. Tayyip Bey'in karizmatik kişiliğinin partinin aldığı oylarda çok büyük etkisi var.



TAMAMEN YANLIŞ ADAY SEÇİMİ
AK Parti'nin aslında hezimet gibi gösterilen sonuçlarına baktığınız zaman; durumun öyle olmadığını anladığımız en önemli sebeplerden bir tanesi şu: AK Parti 60 ilde birinci parti durumunda şu anda. Yani 'nin genelinde en fazla oy alan parti AK Parti. 60 ilde birinci ama sadece 43 ilde belediye başkanlığını alabildi.

Yerel seçimlerde aday tespit ederken siyasi partilerin geçmişteki tutumu hep böyleydi. 'Partinin oyu nedir? Yüzde 20, Bunu en az yüzde 10 daha artırır mı?' diye hesap yapılır ve öyle bir isim bulunarak getirilirdi. Geçen seçime bakın: İşte Antalya’daki Belediye Başkanı... Baktığınız zaman AK Parti’nin Antalya’daki oylarına bir misli oy kattığı için getirildi ve bu seçimde getiremedi mi yoksa geçen seçimde getirdiğini korudu mu? Yani 60’la 43 arasındaki kaybın aslında tamamen yanlış aday seçimiyle ilgili olduğunu gösteriyor.

MEDYANIN ETKİSİ
Şimdi tabii biz medyanın gücünü sınırlı olarak kabul ediyoruz ama eğer medya belli bir nokta üzerinde neredeyse tek sesli halde durursa, bunun etkisi de çok yüksek seçmen üzerinde. Yani zihinleri belirleyebiliyor. Dolayısıyla AK Parti’nin, özellikle laiklik konusunda, yaşam tarzı konusunda kendini gösterecek şekilde davranmaması, o konularda geçen seçimde olduğu kadar, hiç değilse kendini ön planda tutmaması, bir takım eksikler ve gedikler noktasında kendisine yöneltilen eleştirileri kulak ardı etmesi bu sonuca yol açtı.

22 Temmuz’da bazı çevrelerin baskısı ile "Eğer eliniz CHP’ye gitmiyorsa MHP'ye, MHP’ye gitmiyorsa CHP’ye oyunuzu verin" diye bir propaganda vardı. O propaganda 22 Temmuz’da başarılı olamadı büyük ölçüde. Ama şimdi propaganda olmadığı halde büyük çapta bunun başarılı olduğu anlaşılıyor. Yani MHP’nin falanca yerde ön planda bir adayı varsa daha çok oy alabilecek CHP’lilerin kendiliğinden oraya doğru kaydığı, bunun tersinin de doğru olduğu anlaşılıyor.

KİMLİK SİYASETİ TARTIŞMASI
Bir defa bu Kürt sorununun artık Türkiye için engelleyici bir sorun olmaktan çıkacağı yolunda ciddi göstergeler var. Yani ne olursa olsun, bu seçim sonuçları neyi ifade ederse etsin, sonuçta biz bundan bir süre sonra belki PKK’nın adını duyduğumuzda 'Neydi bu?' diye soracağımız bir ortama doğru gidiyoruz. Tabii bu sorun nasıl çözülecek konusuna geliyoruz. Evet, terörü geride bırakıyoruz ama bir de sorunun kendisi var. O sorun nasıl ortadan kalkacak? Bunun cevabı bence çok ciddi şekilde AKP tarafından verilmedi.

Biz sadece PKK'nın geride kalmasıyla, dolayısıyla terörden arındırılmış bir ülkede artık geçmişte yaşanmışların getirdiği birikimleri de bir tarafa bırakırsak, Kürt sorunu dediğimiz şey kendiliğinden buharlaşacak mı? Biz Irak’ın kuzeyindeki, adına Kürdistan demekten çekindiğimiz varlıkla iş ilişkilerimizi sürdüreceğiz ve içerde de böyle kardeş kardeş yaşayarak mı gideceğiz? Yoksa ciddi bir takım adımlar da atılacak mı? Şimdi bunun cevabını vermekten kaçınmak bir tarafa, sanki olumsuz bir şekilde veriyormuş gibi, yani bu kendiliğinden çözülecek bir sorunmuş gibi yaşanıldığı izlenimi doğuyor. O bakımdan da DTP 'Kendine oy ver' sloganıyla o bölgedeki vatandaşların doğrudan hissiyatına hitap etti ve galiba bu sonuç öyle ortaya çıktı.

CEMİL ÇİÇEK'İN 'DTP ERMENİSTAN SINIRINA DAYANDI' SÖZLERİ
Eğer öyle bir laf edilmişse çok ciddi sıkıntılı bir kafa ve ruh halini gösteriyor. Bir defa DTP’yi farklı bir siyasi parti gibi algılamayı ve o bölgede yaşayan insanların da sanki kimlikten öte bazı talepleri ve arzuları varmış gibi algılamayı gösteriyor ki bunun ben yanlış olduğu kanaatindeyim.

Eğer AK Parti bu seçimde bir parça konuştuğumuz hassasiyetleri algılamış olduğu hissini verebilseydi, yaptığı açılımlara bir parça da saygınlık katabilseydi, daha saygılı bir görüntü verebilseydi, ben orada çok farklı bir sonuç çıkabileceğini düşünüyorum. Yani 22 Temmuz’da açılmış olan kredinin geri alınması için bir sebep yok aslında AK Parti için. 22 Temmuz’dan bu yana Kürt sorunu ile ilgili Türkiye'de yapılanlara bakarsanız ondan önceki belki yüzyılda yapılanlardan daha fazlasıdır. Neler inkar edilmişse onların geri verildiği bir dönem oldu 22 Temmuz’da.

Bunlar kalıcı şeyler değil mi, yani yarın bir şekilde TRT Şeş yayınlarına son mu verilecek? Ya da daha ileri bir takım adımlar atma noktasında bugüne kadar verilen sözler geri mi alınacak? Zannediyorum Türkiye'nin başka yerlerinde oy alma noktasında bir gerileme olmasın diye, 'Nasıl olsa bize oy verirler açılımlarla' diye ihmal edildi Güneydoğu.

Aslında benim gibiler biraz farklı yaklaşmayı tavsiye ediyorduk. Belki yüzde 40 bile almayabilirdi bu seçimde o tavsiyeler tutulsaydı. Ama Güneydoğu’da çok farklı bir tablo çıkacağı için AK Parti Türkiye'nin bütününe hitap eden bir parti haline gelirdi. Yani o söylemiyle, diyelim yüzde 2 buradan kaybetseydi Türkiye'nin geri kalanından, orada yüzde 2 veya 3 alsaydı bence çok daha değerliydi AKP açısından.

KAÇIRILAN BİR FIRSAT GİBİ
Bütünü temsil eden, Diyarbakır, Şırnak, Batman gibi illerde belediye başkanlıklarına sahip olan bir parti olabilirdi. O bölge yönetim sorumluluğu alınmış bir bölge haline dönüşürdü. DTP’nin yerel bir parti olmaktan çok Türkiye partisi olması noktasında itici bir güç olurdu AKP. Bütün bunlar kaçırılan bir fırsat gibi.

Şimdi haksızlık da yapmamak lazım. Recep Tayyip Erdoğan çok çalıştı. Başbakan olarak çalıştı, parti lideri olarak müthiş bir efor sarf etti bu kampanyada. Dolayısıyla beklentilerin hayli yüksek olması normaldir. Onun yaşadığı hayalkırıklığı eminim gözlemcilerin yaşadığı kadar değil. Netice itibariyle etrafımda kiminle konuşsam bu sonucu beklediğini duyuyorum.



CHP'NİN DURUMU
Ben mesela bir şeyler olabileceğine inananlardan olsaydım bu seçim sonuçlarını hiç de olumlu yorumlamazdım. Netice itibariyle global krizin yaşandığı, yanlışlıkların iktidar tarafından yapıldığı bir ortamda, niye CHP sadece bu kadar oy alsın? Yani çok daha fazla oy alabilirdi, MHP’yi geriletebilirdi. İstanbul’da Kılıçdaroğlu’nun başarısını -nasıl bir başarıysa o, seçimin kazanılmadığı bir ortamda başarıdan nasıl söz ediliyorsa- herhalde oyların artışıyla değerlendiriyorlar.

Veya Antalya’da çok özel olduğu anlaşılan bir durumda kazanılmış olan başarıyı sanki Türkiye genelinde böyle bir şey varmış gibi yansıtmak bence hatalı. Ama bir doğru yaptılar bu seçimde ve bu doğruyu takip ederlerse oradan bir çıkış yolu, ben CHP için görüyorum.

Bu güne kadar hep asker gölgesinde laiklik vurgulu bir kampanya yürüttüler ve hep kaybettirdi. İlk defa askerin adını bile anmadığımız bir seçim kampanyası yaşadık. Laiklik üzerine bir tartışma olmadı, irtica diye bir şeyin var olduğunu iddia eden tek bir aday duymadım ben CHP’den.

Dolayısıyla çok normal şartlarda yaşanan bir seçimde iktidar partisi gerilemiş gibi görünüyor. Bundan sonra yapılacak şey; başka seçimlere kadar da Türkiye'nin gerçek sorunları ile daha fazla uğraşan politik çizgi izlemeli. Eğer o çizgi izlenebilirse ve sürdürülebilirse, kampanyalarda belli rahatsız edici konulardan uzak yürütülürse daha da artabilir CHP’nin oyları.

AKP 2002 RUHUNU YAKALARSA
Ama bir şeyi unutmamak lazım AKP eğer 2002 ruhuna tekrar dönerse, kadroda illa Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi isimlerin tekrar getirilmesi değil ama onların yerini almış olan, çalışan şu andaki yeni isimlerle bir podyum teşkil edecek şekilde kalabalık bir kadro hareketi görüntüsüne yeniden kavuşursa, kurucu beyannamesinde yer ana ilkeleri bir kere daha okurlar o ilkeler eşliğinde Türkiye'yi nasıl dönüştürecekleri konusunda samimiyetle çaba gösterirlerse, muhalefetin gerileyeceği kanaatindeyim.

Çünkü gerçekten yüzde 70’ine toplumun hitap eden bir siyasi parti olarak kuruldu AK Parti ve yüzde 34’lerden bugüne büyüyerek gelmesinin en önemli sebebi de odur. Her seferinde yeni birilerini katarak, her seferinde yeni bir kesimi kendi saflarına katarak, büyüyerek geldiler. Bence bu seçimdeki büzülme, yüzde 47 aldıkları seçimdeki suni büyümenin sonucu.

Ruşen Çakır: Medya ile bir kavgaya girmesi yanlış bir strateji değil miydi?
Normalde yanlış bir strateji gibi görünüyor. Ancak şimdi onun baktığı noktadan gördükleri ile bizim yanlış strateji derken hareket noktamız arasında fark var. Şimdi netice itibariyle yaptıklarının takdir edilmesini bekleyen bir iktidar bu. Recep Tayyip Erdoğan şimdi büyük çabalar gösteriyor ama yaptıkları o medyada tam tersine çevrilerek veriliyor. Verilmese mesele yok ama tam tersine çevrilerek verilmesi ya da büyük yaygaralarla yolsuzluklar filan denildiği halde sonuçta hiçbir şeyin ortaya çıkmaması, orada çok farklı tepkilere yol açıyor.

Ve bunun bir kasti tavır olduğunu, hepsinin tek sesle bunu yapmasının merkezi bir kararla irtibatlı olduğunu, oradaki herkesin memuriyet gereği bu yazıları yazdığını düşündürtüyor. Recep Tayyip Erdoğan bunu samimi olarak inanarak söylüyor ve böyle değerlendiriyor. Şimdi sonuçta da onu da bir siyasi rakibi olarak, muhalifi olarak görüyor; hatta diğer muhalefet partilerinden çok daha ileride bir rakibi olarak görüyor ve kendisinin karşısına alıyor.

Bizler gibiler defalarca söyledik ben medyadaki bugünkü düzenin yanlış olduğu kanaatindeyim ve bu düzen değişmeden de Türkiye'de halkın vatandaşın haber alma hakkının gerçek anlamda yerine getirilmesinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Yani sadece o grubun dışındaki gazeteler yayın organları verir anlamına da alınmasın bu halkın haber alma hakkı. Tam tersine birbirini etkileyen bir süreç bu ve kirli bir medya düzeni var.

YENİ MEDYA DÜZENİ GEREK

Dolayısıyla bunu temiz hale getirebilmenin tek yöntemi yeni bir medya düzeni oluşturulması. Bırakın bunu, medya kendi içindeki mücadelelerini de çözebilir diyorum ben. Buna ne iktidarın ne muhalefetin herhangi bir şekilde müdahil olmaması lazım. Bir başbakan, bir parti lideri, elbette uzaktan serinkanlı bir tavırla bu olayları seyretse, bizler çok daha rahat eleştiri görevimizi medya içinde yerine getirebiliriz.

Ama bu olmayınca, sanki biz de zaten onu sevmeyen o gruba karşı çıkan bir siyasi çizginin buradaki yandaş savunucuları haline dönüşüyoruz. Böyle olmadığının da bilinmesi, görülmesi için bence siyasetin kendisini medya kavgalarının dışında tutması gerekir. Onun muhalifleri siyasi partilerdir, onlarla uğraşmaları gerikir. Medya ile uğraşmak gerekiyorsa medya içinde yanlışlar varsa, başka medya mensuplarının onunla mücadele ederek baş etmesinin daha doğru olduğunu düşünüyorum.

Bir yanlışlık yapılıyor; o da şu: Bu sevmediği, beğenmediği medya grubuna karşı sanki devleti harekete geçirdi ve son zamanlarda meydana gelen vergi cezaları ve muhtemelen başka varsa, cezalar bunun sonucuymuş gibi algılanıyor. Bu algılanmayı da sağlayan demin anlattığım, kendisinin bunu tarafı haline dönüşmesi. Bence o suç işleme ve cezalandırma mekanizması iktidardan bağımsız olarak başlamış olan bir süreçtir. Ve iktidar ne yaparsa yapsın o süreci durdurması mümkün değil.

Sayfa Yükleniyor...