Köşe yazarları Türkan Hoca için yazdı...

Köşe yazarları Türkan Saylan'ın ardından yazdı. Can Dündar, son günlerinde Türkan Hoca için ağır ifadeler kullananları eleştirerek sordu: “Utanıyorlar mıdır acaba şimdi?”

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan'ın yaşamını yitirmesinin ardından, birçok köşe yazarı onun ardından yazdı.

CAN DÜNDAR- MİLLİYET

O öldü, utanıyor musunuz şimdi?
Utanıyorlar mıdır acaba şimdi? Hani o, ziyaretine gelenleri selamlamak için başını, boynunu sarıp cama çıktığında, “Hayatını örtü düşmanlığına adadı. Ömrünün son döneminde başörtü takmaya mecbur kaldı” diye yazanlar...

“Evi basıldığında ağır hasta görüntüsü vermişti, tarikatlara söverken ise turp gibiydi” diye yalan düzenler...

“Konu Müslümanlık olunca hastalığını unutuyor” diyerek onu hedef gösterenler...

“Battaniyesini atıp konsere koştu” başlığıyla onu kendileriyle karıştırıp takiyeci ilan edenler...

Evini basıp 20 yıllık ajandalarını götürenler...

Din, her şeyden önce vicdansa...

Yürekleri hepten çöl olmadıysa...

Şeytan ruhlarını esir almadıysa...

Vicdan azabı çekerler mi?

Bir özür dilerler mi?

* * *

Türkan Saylan, bu ülkenin yüz akıydı.

Ancak samimiyetle inanmış insanlarda rastlanabilecek bir feda kültürünün son temsilcisi...

İnsanların yardımına koşmak, cehaletle savaşmak uğruna koşulsuz kendinden vazgeçecek bir örnek insan...

İçi boşaltılmış “ahlak” kavramının etten, kemikten hali... Demokrasiden taviz vermeyen laiklik hassasiyetinin sesi...

Bir eğitim mücahidi...

“Annesi Hıristiyan, kendisi misyonerdir” diyenler annesinin Müslümanlığa geçiş belgesi karşısında başlarını öne eğmişler midir acaba?

“Kendini acındırmak için hasta taklidi yaptığını” söyleyenler ölümü karşısında günaha girdiklerini fark edip hicap duymuşlar mıdır?

* * *

Tek başına bir toplumun kaderini değiştiren insanlar vardır; Türkan Saylan, onların başında anılacaktır.

Onunla ilk görüşmemiz, 15 yıl önceydi. “Sarı Zeybek”e Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin verdiği ödülü onun elinden almıştım.

Son görüşmemizde “Kardelenler” için bir kampanya filmi planlıyorduk birlikte... Ve o yine, hepimizi hayranlığa sürükleyen bir enerjiyle, Anadolu’daki kızların durumunu anlatıyordu.

“Anadolu’yu küçücük katkılarla değiştirmek mümkün” diyordu.

“Bir kızın özgürlüğünün bedeli 200 YTL” idi.

Bulabildiği her kuruş, onun için kurtarılmış kızlar demekti.

* * *

Hasta halinde evinin basılması ve derneğinin yöneticilerinin, arşivinin götürülmesi, Ergenekon’un dönüm noktası oldu; soruşturmanın zihni arka planını ortaya koydu.

“Çağdaş Yaşam”, cami duvarıydı soruşturmanın...

Saylan’a dokunulmasını kimse onaylamadı; birkaç vicdansız hariç... Onlar da bir süre insafsızlıklarıyla hatırlanacak, sonra unutulup gideceklerdir.

Radyoaktiviteyi keşfeden, iki Nobelli Marie Curie, 1911’de Fransız Bilimler Akademisi’ne üyelik için davet edildiğinde bir gazete “O Fransız değil, Yahudidir” diye yazmıştı. Yayın etkili olmuş, Madam Curie Akademi’ye alınmamıştı.

Ne oldu?

Fransız Bilimler Akademisi’ne ilk kadın üye, ancak 68 yıl sonra, 1979’da seçilebildi.

Yalan kampanya yürüten gazete, halen tarihin çöplüğünde serili...

“Madam Curie” adı ise tarihi ışıtıyor. Türkan Saylan için de öyle olacak.

Adı, imdadına yetiştiği kızların yüreğinde ve hayatını adadığı ülkenin vicdanında yaşayacak.

Ruhu ise, ancak cehalete karşı açtığı savaş sonuçlandığında huzura kavuşacak.



BEKİR ÇOŞKUN-HÜRRİYET

Kadınlar gittiğinde...

Türkan Hoca o yazımı çok sevmişti:

"Kadınlar bir gün çekip gittiklerinde, peşlerinde ’yetim-öksüz’ kalan çok olur.

Mutfaktaki dolap, perdeler, kavanozun içindeki eski düğmeler, özenle saklanmış küçülmüş giysiler, dolap diplerindeki kurdeleler...

Çekmecenin dibinde artık kimsesizdir eski tarak.

Sabah karanlığında mutfaktan gelen tıkırtılar susar, yetim kalmıştır tabaklar.

Bir kadın gittiğinde hep suyu unutulur saksıların.

Sık sık boynunu büker ’sarıkız’.

Teki kalmış o eski bardağın anlamını bilen olmaz, değerini kimse anlayamaz krom hac tasının.

Balkon artık sessizdir.

Koridor kimsesiz.

(.......)

Bir kadın gittiğinde...

Bir kadın gittiğinde ne çok kişi gider aslında; bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir bakıcı, bir bahçıvan, bir muhasebeci...

Bir anne gider...

Bir dost...

Bir arkadaş...

Bir sevgili...

Ne çok kişi yok olur aslında, bir kadın gittiğinde..."

*

Oysa ben o yazımı sevmemiştim.

Çünkü bir kadın gittiğinde, aslında çok şey bırakıyordu arkada.

Bugün televizyonunuzu açıp bakın; bu kadar ifade, anlam, mesaj, söz... Bugün ağlayan o kendisi gibi binlerce yüz, kaç insan bırakabilir arkasında?..

Diyelim ki "çağdaş yaşam"ın anlamını bu topluma kim bu denli anlatabilmişti?.. Ya da içine düştüğümüz felaketin boyutlarını?..

*

Yine de o yazıyı sevmişti Türkan Hoca:

"...Hep böyle olur; bir kadın gittiğinde; övgüler, uyarılar, yakınmalar, dualar yetim kalır.

Kapı eşiğindeki ’Dikkat et...’ler duyulmaz, annesi gitmiştir ’geç kalma...’nın.

Kadınlar, arkalarında büyük boşluklar bırakarak giderler.

Bir kadın gittiğinde pek çok kişi gitmiştir aslında. Ve bir kadın gittiğinde pek çok ’yetim’ bırakmıştır arkasında..."

EMRE KONGAR-CUMHURİYET

Kim Ölümden Korkmaz?

Ölüm, yaşamın en değişmez gerçeğidir...

Herkes er veya geç öleceğini bilir..

Kimi insan ölümden korkar ...

Kimi korkmaz...

Kimi onu vakur bir biçimde karşılar...

Kimi zavallılaşır, ölmeden ölür.

***

Eğer hayal kurmayı biliyorsan...

Eğer kurduğun hayalleri gerçekleştirmek için plan yapabiliyorsan...

Eğer kendini demokrasinin ve insan haklarının geliştirilmesine adamışsan...

Eğer “Ne şeriat ne darbe” demişsen...

Eğer binlerce öğrenci, asistan, meslektaş yetiştirebilmişsen…

Eğer önleri kapalı on binlerce umutsuz gence yepyeni ufuklar açabilmişsen…

Eğer sana yapılan bütün haksızlıklara, atılan bütün iftiralara sırtını dönebilmişsen…

Eğer en umutsuz zamanlarda insanlara umut aşılayabilmişsen…

Eğer bu yozlaşan toplumda, gençler için bir örnek, bir model olabilmişsen…

Eğer hastalandığında, sağlık mücadeleni de “örnek bir hasta” olarak yapabilmişsen…

Eğer son sözlerin olarak “Randevularımı yerine getirdim, görevlerimi yaptım” diyebilmişsen…

İşte o zaman ölümden korkmazsın!

Işıklar içinde yat Türkan Saylan!



AYÇA ŞEN-RADİKAL

Mekânı cennet olsun

Bu sabah Türkân Saylan’ı kaybettiğimiz haberini radyodan verdiğimizde “Yarım saat önce Türkan Saylan’ı kaybettiğimiz acı haberini aldık, ülkeye emeği geçen en önemli insanlardan biriydi, hâlâ gökyüzüne uçmaktadır, dünya atmosferinden çıkmamış olabilir, söylediklerimizi duyuyordur, güzelce uğurlayalım” diye bir anons yaptık.

Abi, iki dakika geçmedi, telefon geldi, ‘vay siz nasıl Türkân Saylan’la dalga geçersiniz!’

Sizin ben dedik ya, sizin biz mantalitelerinizin taa ortasına.

Kafaya bak.

Zaten bu memleketteki bölünmenin tek sebeplisi bu tip zihniyet.

Her konuda yobaz kafalar.

Cumhuriyet, Atatürk yobazları, demokrasi yobazları, din yobazları, ateist yobazlar ve daha niceleri.

Keşke Türkân Saylan, bir de düşünsel cüzzamı bitirip öyle gitseydi: Hepimizin düşünce derileri dökülüyor, elle tutulmuyor.

Herkesin nasıl bir özgüveni var, kulağına, gözüne nasıl sarsılmaz bir inancı var.

Biz duysak hıyar gibi, “hmm demek bilmediğim bir nokta var, deriz, yanlış duymuş olabilirim, ne demek istedi acaba, kesin kendi kötü niyetimden öyle anladım” deriz.

Hayır efendim, her duyduklarına, her gördüklerine, her inandıklarına yargıları son derece kesin ve net.

Eğer o düşündüyse öyledir.

Ezber bozan bir üslup kullanıldıysa, o yanlıştır.

Aynı replikler, her yerde aynı olmalıdır.

Kayıp haberlerinde aynı şablon kullanılmalı, kutlamalarda aynı dil, karşı çıkışlarda aynı ilkokul şiiri hamaseti.

Farklısı oldu mu, yancısın, yandın.

İşte cumhuriyetçilerin en sevmediğim yanı da bu yobazlıkları.

Yobazlığa karşı savaş açmışlar hesapta. Bu ne hesap, bu ne lahana turşusu.

Aydın düşünme, sanıyorlar ki, dine karşı olmayla, hep vals yapmayla, likör içmeyle olur.

Aydın düşünce, tam olarak bilmemekle birlikte, başkalarının ifade özgürlüğüne saygıyla olur, üslup da ifadenin bir parçasıdır, farklı dilleri, farklı söylemleri (ki, öyle atla deve de değil ha, altı üstü bir atmosfer tabakası) hoş karşılamakla olur.

Başbakan kendisini kedi çizdiler diye dava açınca posta koyuyorsan, atmosfer tabakasını da anlayacaksın kardeşim.

Öyle çiğ çiğ, zart diye telefonu açıp taciz edemezsin.

Türkân Saylan’ı tanımadım ama eminim çok tatlı bir kadındı, espriden anlardı, gülerdi, şaka yapardı, bu sözü de ona söyleyeceğimizi bilse hüzünle karışık bir sevinç duyup gözleri yaşarırdı.

İlle bu tip bir ahenk lazım gibi; üzücü bir kaybı insan içinden ince ince yaşayamaz değil mi.

Burası şanlı bayrakların büyük rüzgârlarla ille ikinci köprü poyrazında dalgalandığı kuzeybatıya bakan bir memleket ya, Türkân Saylan’a sessiz sessiz kendi içinde üzülüp saygılı bir içsel tören yapamazsın.

İlle ‘O dincileri Allah kaherede’ demeliyiz, nefret köpürtmeli, bölünerek nemalanan dünya sisteminde coşku faizleri yemeliyiz besbelli.

Bu coşku insanı yıpratıyor. Bu coşkunun yaslandığı değerler ayrımcılığa ve kan parasının başka çeşidinin üzerinde.

Dün gazetelerde ‘Türkân Saylan ömrünü cehaletle savaşa adamıştı’ yazıyordu.

Cehaletle savaşılmaz; savaşmak zaten cehalettendir; Türkân Saylan bilinç ve bilgi ile nasıl ki hastalığı bitirdiyse, eğitimi en üste koyduysa, aynı bilinç, bilgi ve disiplinle cehaleti yok etmek mümkün olabilir.

Öyle gev gev gev diyerek, mitingler yaparak değil; sivil toplum kuruluşlarını sadece cumhuriyetçi ev kadınlarının briç salonu gibi kullandığı sosyalleşme mekânları olmaktan çıkarıp, hakikaten kolları sıvayıp, her kesimin haklarını kayırmakla olur.

Sen senelerce mitinglere izin verme verme, sonra kendi başın dara düşünce miting yap, olmaz öyle şey.

Türkân Saylan’a da, mekânı cennet olsun, Allah rahmet eylesin. Gitti de kurtuldu.

Çünkü biz halkın başındaki kanser, hiçbir şeye benzemiyor, üstelik metastasa doymuyor.

Bendeniz, halktan biri olarak, böyle düşünüyorum.



İSMET BERKAN-RADİKAL

Türkan hanım

O kadar zor ve o kadar kolay ki bu yazıyı yazmak benim için.

Sırf bazı anekdotlar anlatsam, sırf Türkan hanımın hayatını kurtardığı, hayatını güzelleştirdiği, hayatını iyi anlamda baştan sona değiştirdiği insanların hikâyelerinden söz etsem bu köşenin sınırları yetmez.

Ama maalesef burası sığ bir ülke. Bütün sığ ülkelerde olduğu gibi siyaset, siyasette alınan tavırlar, bugünden yarına aslında hiçbir kalıcı önemi olmayan sembolik davranışlar başka her şeyin önüne geçiyor.

74 yıllık ömrü boyunca, onbinlerce insana eli değen, her elinin değdiğinin hayatını da iyi anlamda değiştirmiş bir insanı alıp siyasi tavırlarına indirgiyoruz, indirgediler bile.

...

Türkan hanım, söylemesi dile kolay ama tam 19 yıldır kanserle savaşıyordu. Bu kadar uzun süren, yorucu, yıpratıcı ve insanı tüketici bu mücadelesini yakınları dışında kimseye hissettirmedi, onun yerine kız çocuklarının eğitime kazandırılması için verdiği mücadeleyle anılmak istedi.

Bakın bugün bu mücadeleye, on yıl öncenin tersine, Cumhuriyeti hükümeti de destek veriyor. Onların ikna edilmesinde Türkan Saylan’ın bir rolü olduğunu inkâr etmek mümkün mü? Veya Türkan Saylan bu kadar pozitif ve sonuç odaklı biri olmasaydı aynı şeyler başarılabilir miydi?

Bugün ebedi istirahatine uğurlayacağımız Türkan Saylan, öyle sloganlara, sığ siyasi kavgalara falan sığacak, öyle anlatılacak biri değildi.

Ve hepsinden önemlisi, maalesef Türkan Saylan bir taneydi, onu kaybettik.

UMUR TALU-SABAH

Saylan

Ölüme çeyrek kala, devlet daha dikkatli, daha nazik olabilirdi.

Cenazeleri "taksirat affedilmesi" dileğiyle kaldıran, son dualarda "iyi bilme"ye atıf yapan bir inanç kültüründe hele.

Türkan Saylan elbette o yüzden ölmedi; bu hastalığı bilenler, acısını yakınında tatmış yahut kendi bedeninde bilmiş olanlar, hatta yenebilmiş olanlar, tedirginliğini aklında ve kalbinde tutanlar süreci kolayca anlar zaten.

O yüzden Saylan'dan bir "kurban" yaratmaya heves edenler de bir insanın son yolculuğuna saygısızlık eder; Saylan'ın naaşını başka cephelerden taşlamaya koyulanlar da.

Böyle anlarda, bir insanın yaşadıkları, yaptıkları, sevapları, günahları üstüne yaşayanların didişmesi tabii mümkündür; ama belki de en doğrusu, azıcık susup ölüm karşısında sessizce saygılı olmaktır!

GÜNGÖR MENGİ-VATAN

19 Mayıs'ta Veda

Prof. Dr. Türkân Saylan, cumhuriyetin hayat damarlarını kurtarmak için ömür tüketmiş bir devrim savaşçısı, insanlık gönüllüsüdür.

Genç yıllarını cüzzam gibi lanetli bir hastalığın kökünü kazımaya vakfeden ve insanlığa yaptığı büyük hizmetin evrensel takdir duyguları ile taçlanan bu “muhteşem kadın” eğitim ve toplumsal gelişme alanında da unutulmayacak işler yapmıştır.

Prof. Saylan “Görevimi yaptım, ölüme hazırım” demişti.

Ölümün eşiğinde yaşanan bu gönül rahatlığı kaç faniye nasip olur?

O gerçekten Tanrı’nın armağan diye gönderdiği özel insanlardan biriydi.

Hiç şansları olmayan 65 bin çocuğa eğitim olanağı yaratarak onların makûs talihini değiştiren bir kadın, ulusun da kaderini değiştirmiş sayılır.

Örnek alınmasını dilediğimiz bu “Atatürk kızı” bugün, yani 19 Mayıs günü toprağa verilecek.

Bu ilâhi rastlantı, ona son günlerinde yıldırma yöntemleri uygulayarak saygısızlık edenleri düşündürmelidir.

TAHA AKYOL-MİLLİYET

Türkan Saylan'a Saygı

Kemalizmin tarihinde önemli olan her şey devlet eliyle yapılmıştır; köylü toplumunda anlaşılabilir bir şeydir bu... Fakat, ‘sakıncalı’ sayılan ne varsa devlet tarafından yasaklanması, ‘iyi’ sayılan ne varsa devlet tarafından yapılması ve yaptırılması düşüncesi kökleşmiştir.

Bu düşünce “genç subaylar, zinde kuvvetler” retoriğine kadar uzanır.

Türkan Saylan, ÇYDD ile Türkiye’ye ve bilhassa bu kesime bir “sivil inisiyatif” örneği oluşturdu.

Kızların eğitimi alanında sivil inisiyatif örneği ortaya koyan Türkan Saylan’la, darbeye karşı çıkacağı için belli bir kesim tarafından mitingde konuşturulmayan Türkan Saylan iki ayrı kişilik değil, aynı kişiliktir.

***

Birçok konuda farklı düşündüğüm Türkan Saylan’ın, günümüzde Atatürkçülüğü bir devlet eylemi değil, sivil bir toplumsal hizmet anlayışı halinde örneklendirmesi fevkalade önemli bir dönüm noktasını ifade ediyor.

Saygı ve rahmetle anıyorum.



HINCAL ULUÇ-SABAH

Yenilmeden.. Eğilmeden.. Dimdik!..

Türkan Saylan ölümsüzlüğe vardı.. Yenilmeden.. Eğilmeden.. Dimdik..

Ölümüyle bir takım alçakların canına okuyarak..

O alçaklar ki, bütün dünyanın sevdiği, saydığı bir bilim kadını, insanlığa, insana, özellikle de bu ülkenin ezilmiş, silinmiş kadınlarına, kızlarına adanmış bir hayat için utanmadan, sıkılmadan, yüzleri kızarmadan "Darbeci" dediler.. Onu öldüren darbeyi, ölümle savaşırken acımasızca, haince vurdular..

Bu ithamı hiç anlayamadı, sindiremedi.. Zaten çok hassas giden sağlığı, evine yapılan baskın ve bu baskını bahane ederek yapılan alçakça, haince saldırılar yüzünden iyice sarsıldı ve bir daha kendisini toparlayamadı..

Nasıl toparlardı ki..

Nasıl toparlasın, nasıl dayansın, böylesi bir alçaklığa, o zayıf, o naif bünye..

HAKKI DEVRİM-RADİKAL

Türkân Hâtun'a şartlı elveda

Bütün yaptıkları bir yana, Türkân Hâtun «Kız çocuklarımızı da okutalım!» diye çırpınıyordu. Peşini bırakmadığı meselelerimizin, bana göre -son yıllarda- başta geleni buydu. Bir dava insanıydı Türkân Hâtun; son Ergenekon taharriyatında, onu gözden düşürmeye çalışanlara cevap verişindeki sağlamlığı ve soyluluğu fark etmemiş olmak mümkün mü?

MEHMET TEZKAN-VATAN

Türkan Saylan Allah'ın sevgili kuluymuş...

Türkan Hoca’yı binlerce kişi tanıyordu.. Belki yaptıklarını, o büyük fedakârlığını, ömrünü eğitime adadığını yüzlerce kişi biliyordu..

Şimdi..

Milyonlar biliyor.. Onu bütün Türkiye tanıyor..

Milyonlar seviyor..

Bu anlamda teşekkürler!..

Karalamak, yok etmek için yola çıktınız, ‘kahraman’ yarattınız.. (Bilenler için zaten kahramandı da.)

Takdir-i ilahi işte..

Bugün cenazesi kalkacak..

On binler uğurlayacak.. Siz olmasaydınız, Türkan Hoca’yı binlerce kişi uğurlayacaktı..

Binlerce kişi ‘iyi bilirdik’ diyecekti..

Şimdi milyonların ağzından aynı söz çıkacak; Türkan Hanım’ı iyi bilirdik..

Bu açıdan da teşekkürler..

Darbeci, derin devletçi, Ergenekon’cu diye yaftalamaya kalktınız.. Amacınız belliydi; insanlar korksun, cenazesine bile gitmesin..

Tam tersi oldu..

Bugünkü cenazeyi gördükten sonra utanırsınız herhalde..

Yüzünüz kızarır..

Bilin ki sayenizde oldu..

Bir teşekkür daha..

Sayfa Yükleniyor...