Köşe yazarlarından Başbakan'a yanıt

Başbakan Erdoğan'ın 'Köşe yazarları ne kadar az yazarsa ülkede o kadar huzur olur' sözlerine köşe yazarlarından yanıt geldi. Köşe yazarları arasında Başbakan'ı haklı bulan da var, "Bir Başbakan’ın ağzından bu tür hakaretleri ilk kez duyuyoruz" diyen de...

Köşe yazarlarından Başbakan'a yanıt

Milliyet gazetesi yazarı Mehmet Tezkan’ın dün "Siyasetçiler Az Konuşunca Ülke Rahatlıyor!" başlıklı yazısına tepki gösteren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Köşe yazarları ne kadar az yazarsa ülkede o kadar huzur olur" demişti.

Başbakan Erdoğan, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, "Ne kadar güzel... Ben de diyorum ki 'Siz köşe yazarları ne kadar az yazarsanız, ülke o kadar huzur bulur.' Geçmişte bir köşe yazarı haftada bir ya da iki kez yazardı. Ama şimdi her gün... Yarım saatte bir köşe yazısı yazabiliyorlar, ne kabiliyetli insanlar. İş bu noktaya geldi. Bunların yaptıkları, açık bir tahrikten başka bir şey değil" şeklinde konuşmuştu.

Erdoğan’ın sözlerine bugün köşe yazarlarından cevap geldi. Köşe yazarları arasında Başbakan'ı haklı bulan da var, "Bir Başbakan’ın ağzından bu tür hakaretleri ilk kez duyuyoruz" diyen de...

İşte köşe yazarlarının yanıtı:

Ahmet Hakan - Hürriyet

Huzur bozmaya övgü

Başbakan Tayyip Erdoğan, “Köşe yazarları ne kadar az yazarsa ülke o kadar huzur bulur” dedi ya...

Önce aklıma bin bir türlü espri geldi:

Mesela...

“Fehmi Abi de az yazacak mı?” dedim.

Mesela...

“Başbakan haftada altı gün köle gibi yazıp çizen bizim gibi emekçilerin acıklı halini nihayet gördü” dedim.

Mesela...

“Bakalım bizim Mustafa, Başbakan’ın sözlerini talimat addedip Star yazarlarının yazı sayısını ikiye düşürecek mi?” dedim...

Mesela...

“Ben haftada iki gün yazsam... Diğer günler fotoğrafımı koysam... Yani ben sussam, gözlerim konuşsa...” türünden zorlama şakalar bile yaptım.

* * *

Ama hayır, hayır...

Aslında her ne kadar mavraya epey açıkmış gibi gözükse de, bu işin şaka kaldırır tarafı kalmadı.

Gerçi ciddi olsak ne diyeceğiz, onu da bilemiyorum.

Ne yani?

Bu saatten sonra “Biz mükemmeliz, her yaptığımız doğrudur... Arıza çıkarmayın kardeşim...” tarzı racon kesmenin demokrasiyle bağdaşır bir yanının olup olmadığını mı tartışacağız?

Ya da...

Bu saatten sonra “Arıza çıkaranlar olmazsa aksayan yönleri kim seslendirecek? ‘Evet’ diyenler korosuyla nereye kadar gidilebilir ki...” diye akıllı uslu itirazlarda mı bulunacağız?

* * *

Belki de en iyisi Başbakan’ı kendi geçmişiyle yüzleştirip şöyle seslenmek:

Sayın Başbakan... Köşe yazarları çok itiraz ederek, arıza çıkararak, iktidara kafa tutarak falan ülkenin huzurunu bozuyorsa sen iktidarda değilken, o dönemin iktidarlarına neden itiraz ediyordun?

“İktidara itiraz etmek” ile “ülkenin huzuru” arasında doğrudan ilişki var ise...

Sen de geçmişte az huzur bozmadın o zaman...

Mesela...

Din ve vicdan özgürlüğü konusundaki eksiklere dikkat çektin... Özal’a itiraz ettin... Ecevit’e demediğini bırakmadın... Hep sizinkilere haksızlık yapıldığını söyledin. Konuştun, bağırdın, çağırdın...

Kimse de sana “Sen biraz az konuş bakayım, ülkenin huzurunu bozuyorsun” demedi...

Bak fena mı oldu? Sen söylenerek, itiraz ederek, kafa tutarak, yani huzur bozarak Başbakan oldun...

Bırak istersen şimdi de başkaları biraz huzur bozsun...

Fatih Altaylı - Habertürk

Başbakan Erdoğan haklı.

Her gün yazı yazılır mı?

Başbakan Erdoğan haklı.

Köşe yazarı dediğin 6 gün yazmaz.

Köşe yazmaya ilk başladığım Güneş Gazetesi'nde haftada 1 gün yazardım.

Sonra Güneş battı. Ben de askere gittim.

Dönüşte radyoculuk deneyeyim derken bir yandan da gazetelerle görüşüyoruz. Hürriyet'ten yazarlık teklifi geldi.

Ertuğrul Özkök'le oturup konuştuk.

"Haftada 2 gün yazayım" dedim.

"Olmaz, en az 5 gün" dedi.

"Yapmayın Ertuğrul Bey, ben Sokrates miyim, Platon muyum? Haftada 6 gün kim fikir üretecek" dedim.

3 gün üzerinde mutabık kaldık.

Ancak gördüm ki, bizim memlekette haftada en az 5, hatta 6 gün yazmıyorsan, okur seni adam yerine koymuyor.

Konuk yazar muamelesi görüyorsun.

Yazarlığın raconu 6 günden az yazmamak. Ama bu yazarın değil, okurun tercihi. Bir süre sonra Özkök, "Gördün mü" dedi.

"Gördüm ama inadım inat" dedim.

Sonunda pes ettim. Haftada 6 gün Hürriyet'in orta sayfasına yerleşmek zorunda kaldım.

Ama Başbakan, köşe yazarlarının gereğinden fazla yazı yazdığı konusunda haklı.

Haftada 6 gün yazı yazmak insani değil. Zaten 6 gün yazsan da iyi yazı ya 1 tane çıkıyor, ya iki tane. Gerisi laf kalabalığı.

Dünyanın başka yerinde de bu kadar yazan yazar yok.

Başbakan bu konuda Batı standardını istemekte haklı.

Ama bizim de aynı standardı siyasette isteme hakkımız var.

Bekir Çoşkun - Habertürk

Çene ile kalemin mücadelesi

Haftada bir...

İyi fikir...

Başbakan'ın bir zamanlar haftalık bir dergiye " Hergün yazı yazmayı" teklif ettiği rivayetini... Editörün "Olmaz çünkü bu dergi haftalık" dediğini... Bunun üzerine, "o zaman haftada üç olsun..." diye ısrar ettiğini...

İkinci yazısını götürdüğünde, birinci yazıyı okumuş editörü, masanın üzerinde pijamayla oturmuş aralıksız duvardaki priz deliğine bakarken bulduğunu biliyoruz.

Bu "Eskiden haftada bir yazarlardı" fikri oradan kalmıştır...

*

Böylece çene ile kalemin mücadelesi başlamış oldu.

Kalemin mi, yoksa çenenin mi memleketin huzurunu bozduğu tartışılırken, aklıma geldi:

Kimi köşe yazarları yazdıklarıyla yetinmeyip, onları "Kürt açılımı" konusunda üstün fikirlerini almak üzere Emniyet Genel Müdürlüğü'ndeki "çalıştaya" götüren kimdi?..

O zaman köşe yazarlarını; "Her gün yazacak AKP yalakaları" ile "Haftada bir yazacak devlet düşmanları" diye ikiye ayırmış olabilir Başbakan...

Neyse...

Haber kutsal, yorum hürdür...

Habere ilişilmez, neyse o... Ama yorumcu, sağını solunu didikler haberin...

Diyelim ki; Başbakan'ın dünkü aynı konuşmasında " hoşgörü ve demokrasinden" söz etmesi "haber" olarak tamam da... Köşe yazarı, "Peki, demokrasi ve hoşgörü içinde, köşe yazarlarını devlet düşmanı ilan etmek ne oluyor?" diye sorar adama...

Eh...

O zaman da kızar Başbakan köşe yazana

Melih Aşık - Milliyet

BB

40 yılı aşkın süredir gazetecilik yapıyoruz... Bir Başbakan’ın ağzından bu tür hakaretleri ilk kez duyuyoruz... Bir meslektaş telefonda şöyle diyor:

‘Ülkenin ve demokrasinin geleceği adına çok, ama çok korkuyorum.’

Mehmet Barlas - Sabah

Başbakanları kızdıran bazı köşe yazarları üzerine...

Bu konuşmadaki "Bazı" kelimesine sarılıp "Başbakan beni hedef aldı" diye kendini ortaya atacak meslektaşlarımız mutlaka çıkacaktır.

Adamın biri tıklım tıklım dolu bir sinema salonunda sahneye çıkmış ve seyircilere dönerek "Ulan Ahmet, ne biçim adamsın sen" diye bağırmış.

Seyircilerden hiçbir reaksiyon veya bir cevap gelmemiş bu seslenişe.

Adam yine "Ulan Ahmet, erkeksen çık ortaya" diye bağırmış.

Bu sırada ön sıralardan bir seyirci ayağa kalkmış...

O da sahnedeki adama bağırarak "Benim adım Ahmet değil, ne diye öyle bağırıyorsun bana" diye seslenmiş.

Acaba hesabı ne?

İşte öyle bir şey Başbakan'ın gazete köşe yazarlarından bazılarına "Az yazın" diye çıkışması...

Bir açıdan bakılınca tabii ki yanlış bir tutum Başbakan'ın öfkesini böyle seslendirmesi.

Ama yedi yıldır Başbakan olduğuna göre, onun yanlışlarının ve doğrularının da kendince bir hesaba dayalı olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.

Acaba gündemi belirlemek için mi böyle konuşuyor?

Ya da belki şu hesabı yapıyor:

- Bakalım kimler kendilerini "Bazı köşe yazarları" kapsamında görerek bana cevap verecekler?

Başbakan'ın hesabı ne olursa olsun, keşke gazete köşe yazarlarını hedef almasaydı konuşmasında.

Çünkü sırası geldiğinde onu kıyasıya eleştiren köşe yazarları arasında, gerektiği zaman onun savunduğu konularda ondan daha etkili biçimde savları kamuoyuna yansıtanlar da var.

...

Başbakan Grup konuşmasından önce İsmet Berkan'ı okumuş olsaydı, belki konuşmasını şöyle yapardı:

- Bazı köşe yazarları olaylara öylesine objektif yaklaşıyorlar ki, bizi eleştirdikleri zaman da "Herhalde biz hatalıyız" diye düşünüyorum.

Nazlı Ilıcak - Sabah

İktidar ve medya

Belli ki, Erdoğan'ın içinde medyaya karşı bir birikim var; adeta bir yanardağ patladı. Esasında, birkaç kişiyi değil, bir zihniyeti hedef alıyordu. Çünkü "Bunlar köprüye de karşıydı; bunlar çok partili siyasi hayata da karşıydı" derken, 35 ve hatta 50 sene öncesine kadar gidiyor.

Bence, Mehmet Tezkan da, Tayyip Erdoğan da haksız. Tercihimiz, susan değil, "Konuşan Türkiye" Konuşan, tartışarak çözüm arayan, sorgulayan ve farklı fikirleri hoş gören bir Türkiye.



Emre Aköz - Sabah

Başbakan Erdoğan'ın 'fırçaları' kime yarıyor?

Yeni bir durum değil. Eskiden de her gün yazanlar vardı. Bilhassa 'fıkra' türü yazanlar böyleydi.

'Fıkracı' bir konuyu eğlenceli, gönül okşayıcı ya da yerici biçimde yazardı.

O tip yazılar genellikle kısa olurdu. Yani bir bakıma haber fıkraya dönüştürülürdü.

Amaç, hem gülümsetmek, hem de taşı gediğine koymaktı. Fıkracılar genellikle her gün yazardı.

Başbakan'ın dediği, haftada bir iki kez yazılanlar ise, mesela dış politika analizi yapan makalelerdi.

***

Gelelim şu 'yarım saatte bir köşe yazısı yazabiliyorlar' sözüne.

Başbakan dalga geçiyor ancak artık olay tam da bu hale geldi. Ama yazı ile değil sözle!

Örnek vereyim. '367' sorunu Anayasa Mahkemesi'nde... Perde arkasında darbecilerin bulunduğu cumhuriyet mitingleri sürmekte...

O şartlarda 27 Nisan 2007 gecesi Genelkurmay'ın internet sitesinde e-muhtıra yayınlandı.

Gece yarısı TV kanallarından telefon yağmaya başladı: "Nedir bu olay? Amacı nedir? Bundan sonra neler beklenebilir? Hükümet ne yapmalı?" Böyle sürüyle soru.

Benzeri durumlar AKP hakkında kapatma davası açıldığında ya da dava sonuçlandığında da yaşanmıştı.

***

Yorumcuya düşen nedir?

O şartlar altında ya hiç konuşmayacaksın...

Ya da bu işe girdinse, zihnini toplayıp, bilgi dağarcığını gözden geçirip derdini net ve kısa biçimde anlatacaksın.

Yani anında "fıkra ile makale arası" bir köşe yazısı patlatacaksın!

Evet, Başbakan küçümsüyor ama internetli, cep telefonlu, bol kanallı yeni medya düzeni böyle bir şey.

Önemli bir haber karşısında hızla analiz yapıp olayı büyük resmin içine yerleştirmek gerekiyor...

O analizi yapabilmek için de, makale yazacak kadar bilgi, fıkra yazacak kadar da kısa anlatım becerisi şart.

***

Başbakan'ın bu tür çıkışlarını halk bazen olumlu karşılıyor. Ama asıl kazanan eleştirdikleri oluyor.

Örnek mi? İşte Bekir Coşkun...

Önce göbeğini kaşıyan adam filan diye AKP'ye oy veren halka hakaretler yağdırdı.

Ardından hızını alamayıp Abdullah Gül için "Benim Cumhurbaşkanım değil" diye yazdı.

Başbakan da kızdı, "Beğenmiyorsan çek git" dedi.

Bunu duyan Bekir Coşkun anında mağdur pozisyonu aldı, "Gidecek yerim yok" diye kendini acındırdı.

Sonuç: Gazeteciler Cemiyeti, Bekir Coşkun'a, 'Yılın Köşe Yazarı' ödülünü verdi.

Jürideki bir arkadaşıma, "Yahu bu adam demokrasi düşmanı... Üstelik de terbiyesiz. Ödülü niye ona verdiniz ki" diye sormuştum.

"Başbakan'ın kızdığı bir gazeteci, dünyanın her yerinde ödüllendirilir" demişti.

Başbakan'ın köpürmesi işte buna yarıyor.

***

Başbakan acaba dün kime laf etti? Hasta olduğum için ilgilenemedim. Neyse, her kimse, bugün öğreniriz.

Sümüklünün teki, "Beni fırçaladı, beni fırçaladı" diye ortaya çıkar. Cevaplar döşenir. Nasıl olsa önünde Bekir Coşkun gibi kazanç garantili bir model var.

Güngör Mengi - Vatan

Basın alerjisi

Başbakan’ın bu parlak fikrini her gün iktidara güzellemeler dizmekten bitap düşen yandaş medya üstünde test etmesini öneririz.

Böyle bir tedbirin onu tatmin etmeyeceğini biliyoruz. Çünkü sorunun kaynağı iktidarın kendisidir. Gerçek şikâyeti köşelerden değil eleştiri yapabilen bağımsız köşelerdendir.

Aslında yaratılan terör yüzünden gazeteciler işlerini korkusuzca yapamıyorlar. Medyayı eleştiri görevini yapmaktan bu ölçüde uzak tutan baskıların benzerini biz sadece sıkıyönetim dönemlerinde yaşadık.

Demokrat siyasetçiler için övünç ve gurur sebebi olamaz bu durum. Başbakan buna rağmen “köşe yazarları her gün değil haftanın 1-2 günü yazsın” diyebiliyor.

Önce tart, sonra söyle...

Bağımsız kalemler bunu yapamazlar çünkü şu anda zaten yerlerine sığamıyorlar.

Başbakan’ın ve iktidar sözcülerinin aşırılıklarına fren yapmaya, yanlışlarını düzeltmeye yetişemiyorlar.

...

Köşeler aynadır. Başbakan, işler ters gitmeye başladığı için aynalarla kavga ediyor.

Dış sese tahammülsüzlüğü bundan!

Mustafa Mutlu - Vatan

Her gün yazmak bizim işimiz... Ama sizin tek işiniz konuşmak değil!

“En Büyük Devlet Büyüğü” , “konuşmak ya da yazmak” üzerinden polemiğe girmekle büyük hata etmiş...

Çünkü; bizim işimiz yazmak...

Bırakın her gün yazmayı, dediği gibi “yarım saatte” bile yazarız...

Ekmeğimizi böyle kazanırız...

Üretim aracımız bilgisayar, hammaddemiz fikirdir...

Ne patron başka bir “hizmet” bekler bizden ne de okurlarımız...

Hatta; başka bir “iş” yapmamız, meslek etiğinde ayıp sayılır...

Aramızda siyasetçilere kapı kulluğu yapanlar, şirket kurarak ihalelere girenler ve iktidarlara yakınlıkları sayesinde girdikleri her ihaleyi kazananlar yok mu?

Var elbette!

Ama; “En Büyük Devlet Büyüğü”nün kızdığı yazarlar, onlar değil...

Akraba gazetelerinde her Allah’ın günü kendi partisine yağ çekenler ve tarikat gazetelerindeki şakşakçıları da değil!

Kızdığı biziz:

Kendisine biat etmeyenler!

***

Dedim ya...

Her gün yazı yazmak bizim tek işimiz...

Ama bir siyasetçinin konuşmak dışında her gün yapması gereken başka işleri de olmalı...

Bazı günler iki kez olmak üzere her gün konuşan...

Her konuşmasıyla toplumu geren...

Sürekli birilerini azarlayan, küçümseyen...

Her gün başka bir polemik konusu üretip, siyasi tansiyonu sürekli yükselten bir devlet adamı, başka bir iş yapabilir mi?

Örneğin; dün açıklanan 11 milyon civarındaki yoksul insanın hayat standardını artıracak politikalar üretebilir mi?

Onun bir konuşup beş susması, kendisini halka hizmete adaması gerekmez mi?

Kendisini; “tek işleri her gün yazı yazmak” olan yazarlarla kıyaslaması bile, oturduğu koltuğun öneminin farkında olmadığını göstermez mi?

***

Köşe yazarlarını eleştirmek isteyen her siyasetçi yıllardır hep aynı cümleyi kurar:

“Canım her gün yazılır mı? Başka ülkelerde köşe yazıları haftada en fazla 2, bilemediniz 3 yazı yazarken, sizin her gün yazmanız fazla değil mi?”

Unuttukları bir şey var:

Haftada iki yazı yazan köşe yazarlarının ülkelerinde; acaba, “en büyük devlet büyükleri” haftada kaç kez konuşuyor?

Bizdeki siyasetçiler böyle her gün konuşup; bol bol malzeme sundukları sürece, bizim her gün yazmamızdan daha doğal ne olabilir?

Can Ataklı - Vatan

Vay canına

Başbakan dünkü Meclis Grup konuşmasında yine esti gürledi. Yine medyaya çok ağır sözler söyledi. Bunu anlamak mümkün değil. Bu kadar “şeker gibi” medyayı dünyanın neresinde bulabilir acaba? Neredeyse hiçbir manşette muhalefet yok, bir avuç yazar açıkçası son derece nazik biçimde ve adeta çekinerek eleştiriler yazıyor.

Ama bu nedense Başbakan’a yetmiyor. İstiyor ki aykırı tek ses bile çıkmasın.

Yazarların yazı yazma süresine taktı dün örneğin. Yarım saatte yazı yazanların olduğunu söyledi. Süre mi önemli, içerik mi? Ayrıca bir yazı ne kadar sürede yazılırsa iyi olur acaba? Sabah sekizden akşam beşe kadar dura kalka yazılan yazı daha mı iyidir? İşe bakın ki, Başbakan artık yazı yazma süresiyle ilgili bile ayar veriyor. Sonumuz hayrolsun.

Sayfa Yükleniyor...