'Kürt sorununun çözümüne engel AKP’dir'

İstanbul 2. bölge BDP destekli bağımsız sosyalist milletvekili adayı Sırrı Süreyya Önder, ntvmsnbc'ye konuştu.

'Kürt sorununun çözümüne engel AKP’dir'

"Ömrümde bir düğün videosu bile çekmemişken 45 yaşında öğrenci olup Beynelmilel’i çektim. Tam bir devrimci süreçtir" diyor Sırrı Süreyya Önder. onu ilkin, senaristliğini ve eş-yönetmenliğini üstlendiği Beynelmilel filmiyle tanıdı. Meşhur olmadan önceki hayatı ise, sonrasından çok daha ilginç aslında.

Çocukken, Adıyaman’ın tek sosyalisti olan babası ölünce, Said-i Nursi’nin has yazıcılığını üstlenmiş dayısının yanına sığınır. 9 yaşından 14’üne kadar Risale-i Nur külliyatını birkaç kez hatmeder. Ancak bir gün babasının kitapları ortaya çıkar ve o da devrimci olur. Yaşamının geri kalanında örgütlü sosyalist mücadelede yer alır, başına türlü badireler gelir. Ancak yeri geldi mi bunlardan da yararlanmaya bakar. 12 Eylül döneminde saklanmak zorunda kaldığı yerde Sovyetler Birliği Komünist Partisi tarihi, devrimler tarihi ve Marksist klasiklerin (Kapital ve Grundrisse dâhil) özetini çıkarır.

Son birkaç yılda katıldığı televizyon programları ve yazarlığıyla ünlenen Önder, meclise seçilmesi durumunda, yaşadığı hayatın kendisine kazandırdığı altyapı ve deneyimden taze bir siyasetçi olarak faydalanmaya çalışacak.

Adaylığınızın öyküsünü sorarak başlayayım. Çok istekli olmadığınızı ama çok ısrar edildiğini ve en sonunda ısrarları kıramadığınızı biliyoruz. Nasıl oldu da aklınızı çeldiler?

Bu bir ittifak çalışmasıydı ve sadece bu seçim için kurulmuş değildi. Daha önceki ‘Çatı Partisi’ girişiminin isim değişikliği ve birkaç bileşeninin eksilmesiyle oluşan bir yapılanmaydı. Bu yapılanmanın dışında değildim ben zaten. Söz konusu yapılanma “kim aday olacak?” meselesini son zamanlara kadar konuşmadı. Daha önce “ilkesel olarak bu işler nasıl olmalı?” meselesi üzerinden yürütülen bir görüşmeler zinciriydi. Adaylık konusuna gelindiğinde, bir takım isimler zikredilmeye başlanmış. Benim ismim de geçmiş.

Böyle bir aday havuzu oluşturulmuş ve herkes kendi tabanında bunu tartışmaya başlamış. Söylemek biraz ayıp geliyor ama, üzerinde en çok uzlaşılan adamlardan biri olunca önce niyetimi sordular, sonra resmi teklif getirdiler. Ben şu an hayat içerisinde tuttuğum mevzilerin çok önemli olduğunu, aday olarak yüzlerce insan çıkarabileceğimizi, bu geldiğim ve tuttuğum noktalara insanların kolay kolay gelemediğini, güç bir alan olduğunu falan söyledim. Beni bağışlamalarını istedim.

Teklif yinelenince şu teklifi yaptım: Seçilmeyecek bir yere koyun beni, medyayı kullanma biçimi ve sair konularda yardımım olsun. “Bu ittifaka omuz verenler arasında bu da var” densin dedim. Onu da kabul etmediler. Baştan beri hep İstanbul 2. bölge düşünülüyordu. En son Adıyaman’a gideyim dedim ancak, hâsılı kelam, adaylığı kabul ettim. Kabul ettikten sonra da nazı niyazı bir kenara bırakmak gerekir. Çalışmalara başladık.

İlkesel olarak önem verdiğim şeyler vardı, onlar üzerinde de tam mutabakat sağlandı. Bunlardan biri sınıfsal bakış ve yüzünü sola dönmek konusunda daha gayretli, daha istekli olunmasıydı. Bunların daha bir gözetilir olunmasıydı.

Sınıfsal ve sol bakıştan söz ettiniz. Ancak baktığımızda şunu görüyoruz; BDP Türkiye’nin batısında sol kimliğiyle bilinen kişileri, sol partilerden temsilcileri aday gösterirken doğuda sağ eğilimli diye tabir edebileceğimiz siyasi unsurlarla ittifak yaptı. Hatta onlardan aday gösterdiğini de biliyoruz. Bunu koşulların getirdiği bir zorunluluk olarak mı görüyorsunuz, yoksa bir takım eleştiriler getirdiniz mi?

Bunu hiç eleştirmedim. Zorunlu, hatta faydalı bir iş olarak gördüm. Çünkü Kürt coğrafyasında egemenlerin bin bir türlü entrik operasyonu olmuştur bugüne kadar. Karşılarındaki cepheyi bölme, parçalama, bir Kürdü öbürüne kırdırma çabası içinde olmuşlardır. Şeyh Sait’te Alevi Kürtleri kullanmışlar. Dersim Ayaklanması’nda Sünni Kürtlere bu yükü yüklemişler. Ermeni Tehciri’nde ikisini birden kullanmışlar, Aleviler her ne kadar bundan sakınmış olsalar da. Devletin böyle bir refleksi var.

Siz büyük bir işe talipseniz bunun gibi politik enstrümanları başta etkisiz hale getirmekle yükümlüsünüzdür. Becerebilirseniz de bu enstrümanı bizatihi muktedirin kendisine karşı bir silaha dönüştürmeniz beklenir. O anlamda Kürt coğrafyasında bir kapsayıcılık, bir ortaklaşabilme, bir arada yaşayabilme ve barışı inşa edebilme gibi bir hedefin etrafında birleşme söz konusu olunca… Ve ilk defa çözüm perspektifleri açısından çok farklı yerlerde duran insanlar, mesela Şerafettin Elçi ve temsil ettiği anlayış federasyon gibi bir şeyi savunurken, BDP ise özerklik gibi bir noktadayken, bütün bunlar bir potada eritilebilmiştir.

Bölgede bir artı bir, eşittir ikiden daha fazla bir matematiğe sahiptir. Bu gibi durumlarda bir artı bir eşittir beş gibi bir sonuca ulaşılıyor. Bu anlamda çok faydalı oldu ve aynılaşma gibi bir şey de dayatmadığı için uzun ömürlü olacağını düşünüyorum. Ya da bitse bile bir kazanımla biteceğini düşünüyorum.

Siz Kürt olmamakla beraber Kürt coğrafyası ve siyasetini iyi bilen birisiniz. Bölgede çekirdeğinde BDP’nin yer aldığı seküler Kürt siyasal hareketinin karşısında konumlandığını söyleyebileceğimiz, İslami tonu olan rakip bir Kürt hareketi var. Son referandumda Kürt coğrafyasında belli bir sınıfsal parçalanma da oldu. Burjuvazi diyebileceğimiz kesim AKP’nin yanında yer alıp ‘evet’ tavrını benimsedi vesaire. “Karşı taraf”ın başarı şansı ve imkânları hakkında, bundan sonrası için nasıl bir öngörüde bulunuyorsunuz?

Bir yazımda da belirtmiştim, Kürt sorunun çözümünün önündeki en önemli engel AKP’dir, sebebi iktisadidir, simgesi naylon kelepçedir. Dinin kendi tarihine de baktığımızda, çıkışta hep yoksulların itirazı niteliğinde oluyor ancak bir süre sonra egemenlerin bir manipülasyon aracına dönüşüyor. Bir baskı aygıtına dönüşüyor. Tarihsel olarak dinin, dönüştürme ve ilerlemeden çok baskı ve imhaya hizmet ettiğini görmek mümkün.

Bu bağlamda bölgeye baktığımız zaman dini referans alan Kürt siyasal yapılarının sosyal iktidara dönük önemli çalışmaları olduğunu görürüz. Ortadoğu için de yeni eğilim budur. Bu gerçeğe çok az insan vakıf. Mesela Müslüman Kardeşler’in Mısır’daki tarihine baktığımızda, Hama katliamından sonra Müslüman Kardeşler’le Mübarek arasında zımni bir anlaşma oldu. Onlar siyasal iktidar alanından uzaklaştılar ve silahsızlandılar. Mübarek de bunun karşılığında onlara dokunmama sözü verdi.

Suriye’deki Hama katliamının Mısır’da böyle bir etkisi mi oldu?

Tabii. Zaten Müslüman Kardeşler Mısır kaynaklı bir bölge hareketidir. O haritalar da çok anlamsızdır yani. Müslüman Kardeşler sosyal iktidar alanlarına yöneldi. Ne yaptı? 1000 kişilik bir bölgeye 10 kişilik bir sorumlu kadro atadı. Masonik de bir yapılanmadır, öyle her gelen kolayca içine giremez. Yoksulların çocuklarının eğitiminden hastalıklarına, düğünlerden ölümlere, halkın günlük ihtiyaçlarından yaşamsal planlarına varana değin; hayatın sosyal iktidar dediğimiz her alanını örgütlediler. Ve örgütlendiler.

Gelinen noktaya bakın. Tahrir söz konusu olduğunda Müslüman Kardeşler’in yaklaşımı şöyle oldu; daha demokratik bir düzene geçilirken Cumhurbaşkanlığı için aday bile göstermediler. Muhalefet ittifakının içerisinde de seslerini yükseltmediler. Fakat onlarsız hiçbir şeyin yapılamaz olduğu gerçeği ancak bugün ortaya çıktı. Çünkü o sosyal iktidar alanını tümüyle örgütlemişlerdi.

Dini referans alan siyasi hareketlerin 20. yüzyıl sonu-21. yüzyıl başındaki temel ortak özellikleri bu. Artık sosyal hayatı örgütlüyorlar, bunun hemen arkasından siyasal iktidarın geleceği ve onlarsız olamayacağı bilgisi açığa çıkıyor. Türkiye’deki bilimum cemaat yapılanmalarının refleksi de bu. Yardımlaşma örgütleri, burs veren dernekler, okullar, dershaneler, yurtlar vesaire. Bölgede de durum bundan farklı değil.

Dolayısıyla Kürt hareketi bu ihtiyacı, bu olguyu ilk defa fark etti. Nasıl fark etti? Bu alandaki dehşetli büyümeyi görünce. Onun için bu alanda da alternatif örgütlenmeler üretmeye başladılar. Mesela Diyarbakır merkezli Sarmaşık böyle bir örgütlenme. Ve damgalarını vurdular. İnayet, sadaka yahut karşılıklı mahkûmiyet çizgisinden çıkarıp çok daha insani bir noktaya çekmeye çalıştılar.

İlk defa seydalar, mellalar, fatiler kendilerine siyasal alanda yer açıldığını gördüler. Yani bu sivil itaatsizlik eylemlerinin Cuma namazı boyutuna taşınması ve bunun seydalar eliyle yapılması önemli bir şey. Bunlar bir enstrüman olarak dinin karşı tarafın elinden alınıp başka bir platforma oturtulma çabasıdır. Sekülarizm, bir sınıfsal mücadele veriyorsak, bu mücadelenin olmazsa olmazıdır. Her talebin yanına koymamız gereken bir vazgeçilmezimizdir. Fakat sahadaki eyleyişte bunlara böyle bir alan açmak da egemenlerin elinden bir manipülasyon aracını alma çabasıdır. Bu da bir geçiş dönemidir, sıkıntıları da olacaktır.

Sayfa Yükleniyor...