Libya’yı ‘gözü’ pahasına savunmuştu

Can Dündar bugünkü köşe yazısında Atatürk'ün Libya'yla ilişkilerini yazdı. Dündar, Mustafa Kemal'in gözünde bir Libya hatırası olduğunu söylüyor...

Mustafa Kemal Libya’ya ilk 20 Eylül 1908’de gitti. Aşiret şeyhleri halkı, hürriyete karşı ayaklanmaya çağırıyordu. Mustafa Kemal ‘Düşmana en güçlü yerinden saldır’ ilkesini ilk orada uyguladı. İkinci kez ise gazeteci kimliğiyle gidiyordu. Kasr-ı Harun’u ele geçirirken gözüne gelen kireçli taş parçası yüzünden az daha gözünden oluyordu...

Can Dündar'ın Milliyet'teki yazısı şöyle:

Her okulun panosunda Atatürk‘ün Trablus mahalli kıyafeti içinde çekilmiş bir fotoğrafı vardır. Ama Mustafa Kemal‘in Trablus günleri, hayatının az bilinen dönemlerindendir. Zaten o fotoğraf da Trablus’ta değil, Kurtuluş Savaşı sırasında bir Trablus heyetinin ziyaretinde çekilmiştir.

Atatürk‘ün Libya dönemi, onun askerlik, siyaset, hitabet, örgütleyicilik konusundaki ilk deneyimi sayılabilir. Gün ışığına çıkarılsa hem heyecan yaratır, hem de bugün yaşananlara ışık tutabilir. İyisi mi, Libya’nın gündemde olması vesilesiyle o döneme dair bildiklerimizi özetleyelim ve Libya’nın yüz yıl önce, hangi koşullarda, ne pahasına “tahliye” edildiğini hatırlayalım:

İSYANI NASIL BASTIRDI?
Mustafa Kemal Libya’ya 20 Eylül 1908’de gitti.

Libya’da II. Meşrutiyet’e karşı isyan çıkmıştı. Aşiret şeyhleri halkı, hürriyete karşı ayaklanmaya çağırıyordu. Meşrutiyeti Hilafet’e karşı görüyorlar, Osmanlı’ya meydan okuyorlardı.

Mustafa Kemal, Trablusgarp’a gönderileceğini İttihat Terakki Genel Merkezi’nin toplantı salonundaki kara tahtada yazılı bir nottan öğrendi. Bunun parti yöneticilerinin, kendisini Selanik’ten uzaklaştırmak için bir oyunu olduğunu düşündü. Yine de gitmeye karar verdi. Aldığı 1000 altın harcırahla denizden yola çıktı.

Trablusgarp’taki manzara bugünkünden farklı değildi. Aşiretler isyan etmişti. Türkler kolları bağlı halde vapurlara bindirilerek tahliye ediliyordu. Vapurun demirlediği sahilde bir rıhtım bile yoktu. Bir Arap kayıkçı Mustafa Kemal’i bomboş bir kumsala bıraktı. Karşılamaya da kimse gelmemişti. Bir süre elinde çantayla otel arayan Mustafa Kemal, bulamayınca sahile döndü. Bavulunu yastık yapıp kumsala uzandı.

DÜŞMANA GÜÇLÜ YERİNDEN SALDIR!
Bir süre sonra, yaverliğine verilen Teğmen Murat‘la, o günlerde ölen Trablusgarp Valisi Recep Paşa‘nın köşküne yerleşti.

Trablusgarp Polis Müdürü Cemal Bey’den aldığı ilk bilgi korkutucuydu:

“Asi aşiretler kenti ele geçirdi. Sizi ya öldürecekler veya bir vapura koyup gösterilerle geri gönderecekler.”

Mustafa Kemal, hayatı boyunca rehber edineceği bir ilkeyi ilk kez orada uyguladı:

“Düşmana en güçlü yerinden saldır!”

Yanında sadece Arapça bilen yaveri Murat olduğu halde isyancıların üstlendiği medreseye gitti. Kalabalığı yararak camiye girdi ve “Sizi yönetenler neredeyse, beni oraya götürün“ dedi.

“Kimsiniz siz?”

Az sonra medresede kendisine gösterilen odaya daldı ve odadakilere “Siz kimsiniz, ne yapmak istiyorsunuz“ diye bağırdı.

O kadar kendinden emin görünüyordu ki, odadakiler 27 yaşındaki bu zabitin bir orduyla gelip kendilerini kuşattığını sandılar. Onlarla konuşunca asıl sorunlarının yeni idarede, eski imtiyazlarını kaybetmek olduğunu anladı.

“Ben sizin çıkarlarınızı korurum, ama izin verin burada toplanan halkla konuşayım“ dedi. Gece, avludaki havuzun başında, tercüman aracılığıyla isyancılarla konuştu:

“Ey din kardeşleri! Memleketinizin korunması için güç birliğine ihtiyacımız var. Ayrılırsak güçsüz kalırız” dedi.

İlk temasta dikkat çekmişti. Yabancı kaynaklarda, Mustafa Kemal hakkında yazılmış en eski konsolosluk raporları o döneme aittir ve Mustafa Kemal‘in Trablusgarp’a varmasından sadece 2 hafta sonra kaleme alınmıştır...

DÖNEMİN WIKILEAKS’İNDE YÜZBAŞI MUSTAFA KEMAL
‘Etkili bir konuşmacı, kararlı bir kişilik’

Fransız Konsolosu A. Alrick’in, Fransız Dışişleri Bakanlığı’na 3 Ekim 1908’de yolladığı rapor:

“Selanik İttihat Terakki Komitesi üyesi olan bir Türk subayı, birkaç günden beri bu civarda olup bitenler ve kişiler hakkında soruşturma yapmaktadır. Kendisinin, birçok yüksek memur ve eşrafı anayasaya ve ilkelerine sadakat yemini yapmaya davet ettiği, hürriyet ilkesi konusunda dindaşlarının menfi davranışıyla veya hiç değilse bazı tereddütleriyle karşılaştığı söylenmektedir.”

* * *

Britanya’nın Trablusgarp Konsolosu Alvarez‘in raporu:

“Beş gün kadar önce Tripoli’de geniş bir dinleyici topluluğu karşısında partisinin ilke ve amaçlarını anlattı. Düşüncelerini etkili ve akıcı üslupla dile getiren bir konuşmacı. Geçen gün bana uğramıştı. Çok sakin ve az konuşan bir ruh hali içindeydi. Bende, daha sonra doğrulanacağına inandığım, enerjik ve kararlı mizaç sahibi bir kişi izlenimi bıraktı.”

HÜCUM, BOMBARDIMAN VE YARALANMA
Kasr-ı Harun Taarruzu

Fuat Bulca savaşın en kritik gününü Cemal Kutay’a şöyle anlatmıştır:

“Mustafa Kemal, bir taarruza karar verdi. (...) Her şeyi hazırladık. Hedefimiz Kasr-ı Harun idi. Burası, zannederim Kartacalıların zamanından kalan bir harabe idi, civara hâkimdi ve onu elinde bulunduran tarafın, karşı tarafın ateşlerine karşı bir müdafaa hattı kurması mümkün olacaktı. Cidden çok kıymetli bir kurmay olan Mustafa Kemal, burasını ele geçirmek için günlerce dikkatli bir plan hazırladı. (...) Yanındaki az sayıda arkadaşlarıyla süvari hücumuna kalkıştı. Kendisini zaptedemedim. Nitekim kısa bir zaman sonra, ben artçı kuvvetlerle kalmıştım; o, Kasr-ı Harun’un ilk basamakları önüne erişmişti. Burada boğaz boğaza bir boğuşmadır başladı. Harabenin duvarlarının arkasında geçen bu mücadelenin safhalarını göremiyordum.

“Biz harabeler içinde mücadeleye devam ederken Mustafa Kemal’in yanındaki az sayıda arkadaşı ile Kasr-ı Harun’un merkez binasına kadar ilerlediği ve buraya daldığı görüldü. İşte bu sırada gökyüzünde bir gürültü duydum. İki İtalyan hücum uçağı çok alçaktan uçuyor ve bizim arkamıza saldırarak bombalarını koyuveriyordu. (...)

“Mustafa Kemal’in yanına vardığımda onun yüzünü tanınmaz bir halde buldum. Bir elinde kılıcı vardı, diğer elinde mendili sağ gözünü kapatıyordu. Yaralandığını zannettim. Hayır, yaralı değildi. Fakat harabeler arasında yıkılan bir sütundan fırlayan kireçli bir taş parçası şiddetle gözüne çarpmıştı. Sönmüş kireç olmasına rağmen, bir kısmı göze nüfuz etmişti.”

Gözündeki Libya hatırası

Ocak 1912’deki bu baskından sonra Mustafa Kemal, Derne’de Kızılay Hastanesi’ne yatırıldı. Gözü kanlıydı. Ateşi vardı. İlk müdahaleyi oradaki Sıhhiye Reisi İbrahim Tali yaptı. Selanik’e dönmesi tavsiyesini dinlemedi. Bir ay kadar hastanede yattı. Derne Komutanlığı’na atanınca iyileşmeden kalkıp savaşa katıldı, ancak hastalığı tekrarladı. 15 gün yataktan kalkamadı. Gözlerini açamayacak haldeydi. Yaralı gözü görmüyordu. “Zamanla açılır“ diyen doktorlara inanmıyordu.

24 Ekim 1912 günü Derne’den ayrıldı. Mısır ve Romanya üzerinden İstanbul’a döndü. Kasımda Viyana’ya gidip tanınmış bir göz hekimine muayene oldu.

Gözündeki hafif şehlalık Trablusgarp harbinden kalmadır.

BİNGAZİ’DE ŞEYHE BAĞIRDI
‘Hadi çık dışarı!’

Mustafa Kemal, Trablusgarp’ta 1 ay kaldı. Dönüş yolunda Bingazi’ye uğradı. 2.5 ay kadar kalacağı Bingazi’de bölgenin idaresini elinde tutan Şeyh Mansur‘la tanıştı.

Kaldığı küçük otelin salonunda otururlarken bir telaş olmuş, “Şeyh Mansur hazretleri“nin geldiği söylenmişti. Bingazi’de Osmanlı’nın bir sancak başkanı olduğu halde bütün güç bu Şeyh‘in elindeydi. Gücünün kırılması gerekliydi.

O yüzden Şeyh salona girdiğinde herkes ayağa kalkarken Mustafa Kemal, yerinden kımıldamadı bile... Oturması için yer göstermediği Şeyh‘e dönüp şöyle dedi:

“Şeyh Mansur! Sen hiç sıkılmaz mısın? Buradaki sancak teşkilatının senin iradene uyacağını sanarak birtakım cüretkârlıklarda bulunuyorsun. Bu küstahlığın derecesini fark etmiyor musun? Ben sana haddini bildireceğim. Haydi çık dışarı!”

Şeyh Mansur, boynunu bükerek çıktı. Polis ve jandarma hayrete düşmüştü.

Kuran üzerine yemin

Mustafa Kemal, yeniden buluştuklarında Şeyh Mansur‘a Meşrutiyet’i anlattı. Şeyh, eline bir Kuran-ı Kerim alıp Mustafa Kemal‘e uzattı:

“Meşrutiyet idaresinin Halife Efendimize kötülük yapmayacağına dair bu kitap üzerine yemin eder misiniz?”

Mustafa Kemal, Kuran’ı alıp öptü ve “Bu kitap ve namusum üzerine ant içerim ki Halife’ye bir kötülük yapılmayacak” dedi.

Ayaklanma bir süre için durdu; Osmanlı otoritesi sağlandı.

Ancak bu, uzun sürmeyecek, Eylül 1911’de İtalyanlar Trablusgarp’a saldırınca Mustafa Kemal’e yeniden yol görünecekti.

TRABLUSGARP HARBİ

Çölde bir avuç gönüllü

Trablusgarp savaşı başladığında Osmanlı’nın bölgeye gidecek hali yoktu. Bir avuç subay, kendilerinden 10 kat fazla kuvvete karşı savaşmak üzere karayoluyla ve gizlice bölgeye koşmaya karar verdiler.

Binbaşı Mustafa Kemal de çocukluk arkadaşları Nuri ve Fuat’la birlikte yola koyuldu.

Harbiye Nezareti, “Yakalanırsanız ‘Hükümetin bilgisi dışında seyahat ediyoruz’ diyeceksiniz” diye tembihlemişti.

“Şerif” takma adıyla, bir gazeteci kimliğiyle gidiyordu. Yolda hastalandı. 15 gün İskenderiye’de yattı. Kasım sonu önce trenle Mısır’a girdiler. Çölü aşmak için bir süre atla, 8 gün deve sırtında seyahat ettiler. Develerin yükü artınca yaya yürüdüler. Geceleri çadırda kalıyorlardı. Mustafa Kemal fasulye ayıklıyor, Fuat pişiriyordu. Susuz, ağaçsız Mısır çölünü, rüyalarında Rumeli’yi görerek aştılar.

Son tren istasyonunda Mısırlı bir subay kimlik kontrolü yaptı. Arap kılığına bürünmüşlerdi, ama mavi gözleri Mustafa Kemal’i ele veriyordu. Yakalanacaklarını anlayınca, kimliğini açıkladı; Mısırlının dini duygularına hitap etti:

“Gâvurlara karşı kutsal cihada katılmaya gidiyoruz” dedi.

Sınırı böyle geçtiler. Üniformalarını giydiler; silahlarını gizledikleri yerlerden çıkarıp savaşa katıldılar.

Bir avuç gönüllü, şimdi Kuzey Afrika’daki son vatan toprağını savunacaklardı.

Sayfa Yükleniyor...