"Lüfer" de tarih olmasın

"Bu aylarda yumurtalarını bırakmak üzere yolculuğuna başlayacak bu balığa boşuna denmemiş, Boğaz’ın sultanı diye. Kıyısında tutulup, taptaze yenilebilecekken, dokunulamayana dönüştü sayemizde..."

"Lüfer" de tarih olmasın

Yumurtasını bırakmak üzere önümüzdeki ay Ege’den Marmara’ya geçecek ve sonra da Karadeniz’e çıkacak lüfer, Eylül ayından itibaren hamsi ve istavrit sürülerinin peşi sıra Boğaz’a inecek. Bu balığın 10 cm’den küçüğüne “defne yaprağı,” 10-15 cm arasındakine “çinakop,” 15-20 cm arasındakine “sarıkanat,” 20-30 cm arasındakine “lüfer” ve daha büyüklerine de “kofana” adı verilir, diyor kaynaklar. Bu isimleri asırlardır nafakasını denizlerden çıkartmış balıkçılar vermiş. Ortak kaynaklarımızı devlet düzenlemeye başladığından bu yana, oysa, doğasını bilen, denizini bilen balıkçılar değil, mevzuatlar düzenliyor usulümüzü ve malesef bugünkü mevzuata göre 14 cm’den itibaren lüfer diye satabiliyoruz bu balığı tezgahta.

Ancak aynı balığın her boyuna bir isim verilmesinin işin doğasına uygun, pek haklı ve başka sebepleri var: 10 cm bile etmeyen bir yudumluk bebekliği defne yaprağıysa bu balığın; genç kızlığı sayılan --ilk yumurtasını bıraktığı- 15 cm’lık halinde ağırlığı hepi topu 30-35 gr; Karadeniz’de semirmiş, avının peşinde Boğaz’ı aşan 25 cm’lik halindeyse en az 150 gr geliyor. Boğaz’ın tarihinde yarım kiloluk lüferler yok değil. Aksine.

Anlayacağınız 14 cm’e lüfer demek işin doğasının çok ötesinde bir yanlış. Ama mevzuat izin verdiği, tüketici satın almaya devam ettiği sürece kim kimi nasıl durdurabilir ki?

Bir de, bu balık, hamsi, uskumru, kolyoz, istavrit, sardalye gibi sürü oluşturan balıkları yiyor. Yani mevzuata uygun davranıp av mevsiminin sona ermesini bekleyen, sonra da kazancını denizin doğasına göre değil de “hızlı hayat”a ayarlı planlayan balıkçının “fazla”dan avladığı her hamsi, her istavrit, her sardalya.. daha az lüfer olarak dönüyor tezgahımıza.
Bizse tezgahta tanesine 25 lira verdiğimiz bu balığı çocukluğumuzun balığı ile kıyaslamayı nasıl oldu bıraktık, bilmiyorum, fakat pek makul karşılıyor ve gittiğimiz balıkçıda masamıza ısmarlıyor, kesmeyince de, üzerine bir tabak hamsi kuşu istiyoruz!

Bu aylarda yumurtalarını bırakmak üzere yolculuğuna başlayacak bu balığa boşuna denmemiş, Boğaz’ın sultanı diye. Kıyısında tutulup, taptaze yenilebilecekken, dokunulamayana dönüştü sayemizde. Oysa, çok değil 30 yıl önce en “demokratik lüks”dü.


Sürdürülebilir bir tüketim biçimi değil bizimki.


Ancak “hızlı hayat” da bize düşünme fırsatı bırakmaksızın akıp, gidiyor. Lüfer de, nasıl diyorlar, arada kaynayıp gidecek korkarım..

Ama kimbilir belki, bu yıl siz devreye girersiniz. Tercih ettiğiniz lokantalara çağrıda bulunur, “aman, lüferi korumak için ne gerekiyorsa biz varız, menüyü ona göre kurun” dersiniz.


Der misiniz?

Kaynak: Fikir Sahibi Damaklar Blog


Sayfa Yükleniyor...