'Muhafetin ittifakı taktiksel  değil ideolojik'

Başbakan Erdoğan’ın en yakın danışmanlarından, 12 Haziran’da Meclis'e girmeye hazırlanan Akdoğan'a göre, muhalefet bir ittifak haline geldi. Ancak ona göre bunun nedeni taktiksel değil fikrî ve ideolojik kayma...

'Muhafetin ittifakı taktiksel  değil ideolojik'

Yalçın Akdoğan, pek çok siyasi figürün aksine kamuoyunca görece az tanınan bir isim. 12 Haziran seçimlerinden sonra ise adının daha fazla duyulması ihtimal dâhilinde. Yedi yıl boyunca Başbakan’ın Başmüşavirliği görevini yürüten 1969 doğumlu Akdoğan, Ankara 1. bölge 6. sıradan milletvekili adayı. AKP 2007’de bu bölgeden 8 sandalye kazanmıştı. O zaman 15 milletvekili çıkaran Ankara 1. Bölge’den bu sefer 16 kişi seçilecek. 
Gazeteci Faruk Bildirici, hakkında yazdığı portrede Yalçın Akdoğan’ı “Başbakan Erdoğan’ın yanından hiç ama hiç ayrılmayan, istisnasız bütün görüşmelerini, faaliyetlerini not alan danışmanı” diye tanımlıyor. Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarının pek çoğunda Yalçın Akdoğan’ın imzası var, zira Akdoğan 2-3 yıldır Başbakan’ın konuşma metinlerinden sorumlu 8-10 kişilik ekibin başında yer almaktaydı. Şimdi ise TBMM yolunda… 

-Sayın Akdoğan, sizi AKP’nin ideologu veya teorisyeni diye adlandırmamız mümkün müdür?

Partinin Siyaset Akademisi’nde dersler veriyorum partinin siyasi kimliği üzerine, Demokratik Açılım sürecinde yaşananlar üzerine vesaire. Tabii akademisyen olduğum için de daha teorik çerçevede konuşmalar yapıyorum. Muhafazakârlık üzerine de çok fazla konuşma yaptım. Bundan dolayı böyle yakıştırmalar yapılıyor işte ideologudur falan diye, ama bu öyle bir şey değil. Ben gelmeden önce, kuruluş aşamasında AK Parti’nin siyasi kimliği belirlenmişti. Biz onun kurumsallaşmasına katkıda bulunuyoruz. Bu tür şeyler benim dışımda gelişen yakıştırmalar…

-Kitaplarınızdan biri ‘AK Parti ve muhafazakâr demokrasi’. Muhafazakâr demokrasi sizin geliştirdiğiniz bir kavram mı, yoksa hazır mı buldunuz?

AK Parti kuruluş aşamasında bunu deklare etmişti. Muhafazakârlıkla ilgili tabii çok fazla çalışma yapıldı. Benim doktora tezim siyasal İslamcılık üzerine, Refah Partisi döneminde de ben Başbakanlık’ta görevliydim. Teorik olarak siyasal İslamcılık çizgisini eskiden beri çalışıyordum. AK Parti kurulduğunda kendini muhafazakâr olarak tanımladı. Biraz ben o çizgi nereden nereye geldi, bir kısmını da bildiğim için öncesiyle sonrasıyla, bunun üzerine bir takım konuşmalar yaptım, çeşitli yayınlar için de muhafazakârlıkla ilgili makaleler yazdım. Benim ürettiğim bir şey değil bu, ben sadece katkıda bulunmaya çalışıyorum. 

-Birkaç yıldır bu muhafazakâr demokrasi kavramı sanki biraz geri çekildi. Acaba böyle bir durum var mı, varsa da sebebi nedir? 2011 Haziranı itibariyle kendisini siyasi yelpazenin neresinde tanımlıyor partiniz?

AK Parti bu kimliğini vurgulamaya devam ediyor. Ancak siyaset ’de farklı bir eksene kaydı. Geçmişte sağ-sol kavramlarıyla anlamlandırmaya çalışıyorduk. Sonra merkez-çevre kavramlarıyla anlamlandırmaya çalıştık. Şimdi siyaset biraz daha değişim ve dönüşüm süreçlerine endekslendi. Yani ’nin AB’ye üye olmasını isteyenler, küresel sisteme katılmasını isteyenler, değişim/dönüşüm sürecini destekleyenler ve bunların karşısında konumlananlar şeklinde bir eksene kaydı.

Yelpazede bu iki kutupta farklı siyasi eğilimlerden insanlar yan yana gelebiliyor. Mesela MHP ile CHP’nin yan yana gelmesi. Biri diğerine komünist diyordu, öbürü ona faşist diyordu, karşı kutup gibiydiler. Şimdi yan yana gelebiliyorlar. Veya AK Parti’nin lokomotifliğini yaptığı değişim bloğunda çok farklı siyasi eğilimlerden insanlar olabiliyor. İşte liberal, sosyalist, ülkücü gibi… En son 12 Eylül referandumunda gördük, ortada bir anayasa değişikliği paketi vardı ve onu destekleyenler veya ona karşı olanlar farklı siyasi eğilimlerden insanlardı.

Değişim ve statüko blokları olarak tanımlarsak, sadece taktiksel olarak bir araya gelmiyorlar. Zaman içerisinde bir fikrî kayma da, ideolojik kayma da yaşandığı görülüyor. Özellikle MHP’nin ben klasik milliyetçi-muhafazakâr çizgiden biraz daha laikçi-ulusalcı çizgiye kaymasını, CHP ile yakınlaşmasını öyle izah ediyorum açıkçası.

Burada tabii AK Parti kendini muhafazakâr demokrat olarak deklare etti ama AK Parti bir katı ideoloji partisi değil, insanları da bir ideolojiye davet etmiyor. İdeolojiyi değil hizmeti ön plana çıkaran bir yapısı var. Böyle olunca çok farklı siyasi kimlikten insanlar AK Parti’yi destekleyebiliyor. Bugün AK Parti’yi destekleyen insanların hepsi sadece bir ideolojiyi desteklediği için oy vermiyor. 2002 seçimlerinde de “AK Parti’nin başarısı İslamcılığın başarısı değil” demiştim. İslamcı bir hareket değil AK Parti zaten, o başarı da İslamcıların başarısı değildi.

Geçen seçimde yüzde 47 aldık, bu seçim için de benzer şeyler söyleniyor. Bu kitle bir ideolojiye mi oy veriyor? Çok farklı sebeplerle oy kullanıyor. Dış politikasını beğenen var, yatırım ve hizmetlerini beğenen var… Bu yüzden AK Parti’nin biraz da siyaset tarzı kendisini büyüttü. Yani kimlik siyaseti yapmadı, sadece bir kesimin belli bazı sorunlarını çözmek için siyaset yapmadı.

Yani Alevilerin partisi, Kürtlerin partisi, İslamcıların partisi gibi, bir kimliğe odaklanarak siyaset yapmadı. Bütün kesimleri önüne koydu. İşte mesela Açılım tam da bunun örneğiydi. Hangi toplum kesimi varsa problemi olduğunu düşünen; Kürt olabilir, Alevi olabilir, Roman olabilir, Çerkes olabilir; bunların hepsinin problemi benim meselemdir ve genel bir demokratikleşme içinde herkesin meselesini çözmek istiyorum dedi. Kimlik siyaseti bir yanıyla özgürleştiricidir ama Türkiye şartlarında bu çatışmacı, kutuplaştırıcı, “öteki” üreten bir yapıya da savrulur.

-AKP’nin kimlik siyaseti yapmadığını belirtiyorsunuz. Peki bir gözlem olarak şunu söylemek mümkün mü; Başbakan’ın Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliğini miting meydanlarında çok sık hatırlatma ihtiyacı hissetmesi ve biraz daha Sünni kimliğe hitap eder bir tarzda, Müslüman-milliyetçi bir söylem…

Öyle bir şey yok çünkü Alevi çalıştaylarını biz yaptık. Aslında bu Kılıçdaroğlu’nun, biraz ikiyüzlülük mü denir buna veya bir takım şeyleri perdeleme çabası mı denir, mesela niye çıkıp da açık açık, bugün bunu konuşamıyorsun… Mesela uzun süre Kürt demedi, Alevi diyemedi. Bunların sen ismini söyleyemeden meselelerini nasıl masaya yatıracaksın? Bu, bunu vurgulamak için söylenmiş bir şey. Yoksa ayrımcılık olsun diye söylenmiş bir laf değildir.

“CHP DEVLETTE BELLİ YERLERE ALEVİLERİ DOLDURDU”
Türkiye’de sol veya CHP Alevi kesimi arka bahçesi gibi görüyor. Sürekli onlardan oy aldı ama Aleviler için ciddi bir adım atmadı. Uzun dönem iktidar oldu, niye atmadı? Alevilerin bir sürü talebi veya sorunu var. Sadece devlette belli yerlere o kökenden insanları doldurmayı o kesimle ilgilenmek sandı. Sadece devlet dairelerine doldurmak ilgilenmek değil ki. Onların kimlik talepleriyle ilgili ne yaptın, önemli olan bu. Alevi çalıştaylarını Türkiye’de başlatan, yani devlet nezdinde bunu ifade eden, kabullenen… Yok sayan, bastıran değil; kabullenen ve onlarla empati kuran, bütün o grupları toplayıp meseleniz nedir diyen AK Parti oldu.

Müfredatta bir takım değişiklikler yapılması, kitaplara bir takım şeylerin eklenmesi-çıkartılması, Alevilikle ilgili bazı yayınlar; bunları hep AK Parti yaptı. Bunları da oy hesabıyla yapmadı. Oy verirler veya vermezler, doğru olan budur diye yaptı.

-Siz Alevilerin talepleri meselesine girmişken şunu sorayım; Alevi örgütlerinin pek çok ortak talebi var; cemevlerine ibadethane statüsü verilmesi, Madımak’ın müze yapılması, zorunlu din dersinin kaldırılması vs. gibi. Sizce AKP hükümeti bu talepleri karşılamak konusunda gerekli adımları attı mı?

Birçok toplantı yaptık. Ama bu toplantılarda Aleviler tek ses olarak hareket edemediler. Çok farklı klikler, hizipler, anlayışlar var. Bir taraftan birbirleriyle çok ciddi problemler yaşıyorlar. Özellikle diasporada olanlar için Türkiye’deki pek çok Alevi grubu “bunlar ateisttir” diyor. Biri diğerini fazla politize olmakla veya belli partilerin arka bahçesi olmakla suçluyor. Hadi önünüze bir çözüm projesi getirelim dediğimizde çok farklı sesler çıkıyor.

Buna rağmen AK Parti yapılabilecekler konusunda önemli işler yaptı. Ama tabii bu süreç bitmiş değil. Açılım süreci devam ediyor. Bunlar yine seçimden sonra da değerlendirilecektir, neler yapılabilir neler yapılamaz… Bir de mesele şu; Kürtler bir takım şeyler isteyebilir, Aleviler bir takım şeyler isteyebilir. Ama çözüm denilen şey sadece bir kesimin isteklerine, taleplerine bağlı değil ki. Bir de bütün Türkiye’nin psikolojisi, algısı böyle mi? Diğer insanlar ne düşünüyorlar? Kabul edilebilir bir çözüm projesinin olması gerekiyor. Kürt meselesinde de öyle.

Yani sadece BDP’nin veya PKK’nın söylemleri midir burada baz alınacak olan? Türkiye’nin diğer kesimlerince bunlar nasıl algılanıyor? AK Partili Kürtler ne düşünüyor? Diğer Kürtler ne düşünüyor? Kürtlerin dışındaki insanlar ne düşünüyor? Hükümet adım atarken Türkiye’deki algıyı yönetmek durumunda.

-AKP’nin, Kürt sorununda son birkaç yıldır; yani belki 2009’dan beri, belki referandum döneminden beri yahut bu son seçim döneminde; daha önce durduğu yere göre daha milliyetçi bir yerde durduğu eleştirisini nasıl karşılarsınız?

Ben doğru bulmuyorum onu. Yani burada milliyetçilikten kastedilen nedir onu bilmiyorum. Hangi olay bunu göstermiştir? Bunlar biraz propaganda…

-Mesela şöyle bir örnek var; 2005’te Başbakan Kürt sorununun adını koydu, 2011’de “Kürt sorunu yoktur, Kürt vatandaşlarımın sorunu vardır” dedi… 

Şimdi şöyle algılamak lazım… O süreçten sonra çok önemli adımlar atıldı. Şimdi Kürt sorunu dediğimiz şey 100 yıllık bir sorun. PKK son 30 yılında var bunun. Geçmişte bir takım Kürt isyanları olmuş, bir takım olaylar olmuş. Geçmişten bu yana onlarca Kürt raporu yayınlandı. Bunların içinde toplasanız 100 tane konu varsa, bunların 95’i yapıldı zaten. Özellikle AK Parti döneminde çok önemli adımlar atıldı. Bu sorunun siyasi ayağını aslında ayrımcı, inkârcı, dışlayıcı zihniyet oluşturuyor. AK Parti bunu değiştirdi. Paradigmayı değiştirdi. İnkârcı, ayrımcı, dışlayıcı zihniyeti ortadan kaldırdı. 

“BİZ KÜRT SORUNU DERKEN AYNI ŞEYİ KASTETMİYORUZ”
Sayın Başbakan’ın dediği biraz bu; “bu meseleyle ilgili biz önemli adımlar attık, işin siyasi paradigmasını değiştirdik. Ama Kürtlerin bir sürü sorunu var. Biz şimdi bunları çözmek için uğraşıyoruz” diyor. PKK’nın Kürt sorunu dediği şeyle bizim Kürt sorunu dediğimiz şey veya çözümden anladığımız şey aynı değil ki. Herkes başka bir şey konuşuyor. Mesela biz ne yaparsak yapalım BDP tatmin olmayabilir. PKK tatmin olmayabilir. Yani burada çözüm PKK’nın siyasi projesini hayata geçirmek midir? Değildir.

Burada önemli olan şu; demokratik ülkelerde hangi hak ve özgürlükler varsa Türkiye’de de herkes bunlara sahip olsun. Kimse dışlanmasın. AK Parti bunun için mücadele ediyor. Ama onların Kürt sorunu dediği biraz PKK’nın siyasi hedefleri. Yani etnik milliyetçilik temelinde, özerk, otonom vesaire bir siyasi statü elde ederek bir yapı oluşturmak… Peki bunu Türkiye toplumu kabul eder mi?

BDP hadi demokrasi içerisinde bu tür afakî taleplerde bulunabilir. Siz buna tahammül etmek durumundasınız. Siyasi rekabet… Oy alırsa alır, almazsa almaz. Ama sen bunu dayatırsan, “sen benim çözüm projemi kabul etmezsen ben teröre başvuracağım” diye, terör tehdidiyle bir dayatmaya gidersen bu kabul edilemez.

-Siz Demokratik Açılım diye adlandırıyorsunuz, bu konuda bir kitabınız da var, Başbakan’a göreyse Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi… Somut olarak ne yapıldı bu süreç boyunca diye bakıldığı zaman, o meşhur Habur’dan girişler dışında, yani onca toplantılara ve görüşmelere rağmen pratikte bir şey yapılmamış gibi bir izlenim doğuyor. Mesela TRT-Şeş deniyor ama bu kanal daha yerel seçimden evvel yayına başlamıştı, Ocak 2009’da…

Açılım dendi, ama bu süreç o zaman başlamadı. Bu süreç başından beri zaten vardı. Hükümet birçok adım attı ama bir süreç olarak adlandırılması, bir çerçeve içine alınması sonradan oldu. Yoksa Açılım süreci konuşulmadan önce de hükümet bu konuda çok işler yaptı. Açılım’dan sonra da yapıldı. Nasıl ki bu sorun Açılım’la beraber ortaya çıkmadıysa, çünkü bazıları “Açılım yapıldı başımıza bunlar geldi” diyor, yani Açılım’dan önce 40 bin insan öldü, bir sürü olaylar yaşandı… Adı konmadan önce de hükümet hak ve özgürlükler konusunda birçok adım attı. Atmasaydı o zemin ortaya çıkmazdı zaten. 

-25 Mayıs’ta katıldığınız bir televizyon programında şu ifadeleri kullanmışsınız: “CHP, MHP, BDP ve PKK işbirliği var ortada. Şu anda statüko bütün adamları toplayıp AK Parti’ye karşı işbirliği yaptırıyor”. Üç büyük muhalefet partisinin bir araya geldiğine dair partinizden pek çok üst düzey yetkilinin, Başbakan dâhil, görüş belirttiğine tanık olduk. İki sorum var. Birincisi; onca seçim başarısı, Balyoz ve Ergenekon gibi yargısal süreçler ve referandumda çıkan ‘evet’ kararının ardından hâlâ elle tutulur bir “statüko”dan söz etmek mümkün mü? İkincisi; CHP, MHP ve BDP’nin bir arada hareket ettiğine dair iddialar sizce kamuoyu tarafından ne ölçüde inandırıcı bulunuyor?

Statüko dediğimiz şey sadece darbeci anlayış, vesayetçi anlayış değil ki. Derin devlet gibi kendini konumlandıran illegal yapılardan bahsetmiyoruz. Siyaset düzleminde statüko diye bir şey var; değişime, dönüşüme sürekli engel olan. Şimdi CHP son günlerde çok şey söylüyor demokrasi adına ama daha birkaç ay öncesine kadar AK Parti ne yapmak istiyorsa engel olan CHP’ydi. Yıllardır da CHP engeldi, Anayasa Mahkemesi’ne 170 defa gitmiş. Statüko CHP’nin genlerine işlemiş durumda. Yeni bir Genel Başkan geldi, popülist bir takım vaatlerde bulunuyor diye CHP statükoculuktan değişimci bir partiye evrilmedi bence. Özgeçmişine baktığımızda sabıka kaydında bunları görüyoruz. 12 Eylül referandumunda bunu çok net gördük. CHP ile MHP “hayır” dedi, BDP onlarla aynı safta görünmemeye çalıştı ama dolaylı destek verdi boykot kararı alarak. İnsanlar sandığa gitmesinler, “evet” demesinler istedi. Çünkü bölgede insanlara “hayır” dedirtmek mümkün değil. Kürtler böyle bir Anayasa değişikliğine hayır diyebilirler mi? 

“KILIÇDAROĞLU GİDİNCE PKK TÜM ENGELLERİ KALDIRDI”
Daha önce dolaylı destek veriyorlardı birbirlerine, bugün daha doğrudan veriyorlar. Ben orda PKK’yı söylerken, şöyle bir şey var… Başbakan gittiğinde tehdit edeceksin, kepenkleri kapattıracaksın, her türlü engellemeyi yapacaksın. CHP lideri gittiğinde PKK tüm engellemeleri, baskıyı ortadan kaldıracak. BDP’li belediyeler harekete geçecek, o da yetmiyor siz gidip meydanı dolduracaksınız. Şimdi bu işbirliği değil midir? Düne kadar sen CHP’yi bu statükonun mimarı olarak görüyordun, inkârcı zihniyetin temsilcisi olarak görüyordun ama bugün onunla birlikte hareket ediyorsun. Ne oldu da birlikte hareket ediyorsun?

Veya CHP’liler gidiyor MHP’nin büro açılışına katılıyor, MHP’liler CHP’lileri alkışlıyor. Yani karşılıklı bir yakınlaşma ve işbirliği var. Bu noktada ben işte onu statüko bloğu olarak adlandırıyorum. Yani terör örgütünü sayarken, bu çok dolaylı bir şey… Yoksa hep beraber oturdular, organik ilişki içindeler anlamında söylemiyoruz biz bunu.     


Sayfa Yükleniyor...