Ömer Çelik: "Bir arada yaşama iradesine suikast girişimidir"

AK Parti Sözcüsü Çelik, "Hiç kimse Türkiye'nin herhangi bir yerinde farklı bir rejim, 'rejimi fiili yönetim olarak ilan ettim' diyemez. Bu Türkiye'nin bir arada yaşama iradesine dönük büyük bir suikast girişimidir" dedi.

Ömer Çelik: "Bir arada yaşama iradesine suikast girişimidir"

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik, "'de demokrasi çerçevesinde her şey konuşulur ama hiç kimse gidip de 'nin herhangi bir yerinde farklı bir rejim, 'rejimi fiili yönetim olarak ilan ettim' diyemez. Bu Türkiye'nin bir arada yaşama iradesine dönük büyük bir suikast girişimidir" dedi.

Çelik, AK Parti Genel Merkezi'nde düzenlediği basın toplantısındaki konuşmasına terörle mücadelede üstün fedakarlık göstererek canlarını ortaya koyan şehitlerimize Allah'tan rahmet, ailelerine başsağlığı dileyerek başladı. 

Bugün fedakarca mücadeleyi ortaya koyanların Türkiye'nin demokrasisini, hukuk devletini, vatandaşın yaşama hürriyetlerini koruma konusunda tarihe geçecek bir rol oynadıklarını ifade eden Çelik, "Şehitlerimizin bu fedakarlığı, kuşkusuz ki ebediyen hatıraları bizimle olacak. Bu fedakarlıkları Türkiye'nin korunması, Türkiye'nin daha iyiye götürülmesi konusunda her zaman bizler için rehber olacaktır" diye konuştu. 

Genel Başkan Yardımcısı Çelik, yarından itibaren Türkiye'de önemli bir gündem başladığına işaret ederek, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun yeni anayasa temelinde partilere ziyaret takviminin başlayacağını belirtti. 

Yeni anayasa meselesinin özellikle AK Parti'nin kurulduğu dönemlerden beri ve özellikle 2011 yılından sonra çok yoğun bir şekilde Türkiye'nin gündeminde yer aldığını anlatan Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:

"2011 seçimlerine giderken, çok iyi hatırlıyoruz, neredeyse köy köy AK Parti adayları, ekonomiden, siyaset meselelerinden çok yeni anayasa meselesini konuştular. Yeni anayasa meselesi toplumumuzda büyük bir talebe, büyük bir kabule ve bu çerçevede de büyük bir gündeme sahip oldu. Bu çerçevede 2007 yılında tartışmalara zemin olması için bir anayasa taslağı hazırlamıştık. Fakat bazı çevrelerin 'anayasa taslağını siz hazırlamayın, hep beraber oluşturalım' şeklinde eleştirileri oldu.

Kuşkusuz 2007 yılında hazırlanan anayasa taslağı da herhangi bir şekilde dayatma olarak değil, tartışma zemini olarak AK Parti'nin duruşunu gösteren bir metin olarak ortaya konulmuştu. Fakat bu çerçevede eleştiriler gelince, 2011 yılına doğru giderken AK Parti 2011 seçimlerinden sonra daha farklı bir temas trafiği yürütme, daha farklı bir yöntem belirleme konusunda tutum sergiledi."

Çelik, kendisinin başkanlığında oluşturulan bir heyetin 2011 yılında 28-29 Eylül'de CHP ve MHP'yi, 10 Ekim'de de HDP'yi ziyaret ederek yeni anayasa sürecini başlattığını hatırlattı. 

Süreç çerçevesinde her partinin eşit üyesinin bulunduğu bir uzlaşma komisyonu kurulduğunu ve komisyonun çalışmalara başladığını dile getiren Çelik, bütün maddelerin partilerin ortak iradesiyle geçeceği konusunda bir yöntemin ortaya konulduğunu kaydetti. 

AK Parti olarak yine kendisinin koordinasyonunda yürüyen yeni anayasa çalışmalarını desteklemek üzere 2011'den, 2014'e kadar çok sayıda toplantılar yapıldığını belirten Çelik, şunları söyledi:

"Yaklaşık olarak biz burada 23 tane kendi aramızda büyük toplantı yaptık, 15'e yakın da stratejik kararların verildiği Cumhurbaşkanımızın o zaman Başbakan olarak başkanlığında yapılmış toplantılar söz konusu oldu. Aynı şekilde uzlaşma konusunda da iyi bir performans sergiledi uzlaşma komisyonundaki AK Partililer. AK Parti temsilcileri, uzlaşma komisyonundaki temsilcileri AK Parti'nin görüşünü o zaman açıklanan takvime uygun bir şekilde gerek uzlaşma komisyonunun gerekse uzlaşma komisyonunun alt birimlerinin çalışma takvimine uygun bir şekilde, hiçbir ertelemeye başvurmaksızın zamanında ilettiler. En önemli olaylardan bir tanesi TOBB'un başkanlığındaki bir heyetin Anadolu'nun her tarafına giderek vatandaşımıza yeni anayasadan ne istediklerini sorması şeklinde aşağıdan yukarıya çalışmaların yapılmasıydı."

Çeşitli sivil toplum kuruluşlarının kendi anayasa tekliflerini ilettiklerini ve TBMM'nin sitesinde de vatandaşın tekliflerini iletmeleri için bir site oluşturulduğunu belirten Ömer Çelik, yeni anayasa konusunda konuşulmadık konunun kalmadığını, her meselenin konuşulduğu bir anayasa külliyatının ortaya çıktığını söyledi. 

Ancak uzlaşma komisyonundaki çalışmaların yeni anayasa yapmak üzere belli bir çerçeveye ulaşmadığının altını çizen Çelik, ancak vatandaşın yeni anayasa yapılması konusunda AK Parti'ye görev verdiğini ifade etti.

Türkiye'de her zaman askeri darbelerin ya da olağanüstü dönemlerin sonunda anayasalar ortaya çıktığını aktaran Ömer Çelik, "Türkiye'nin sivil bir anayasaya, halkın özne olduğu bir anayasaya ve sadece anayasa hukukçularının teknik çalışmasıyla sınırlı olmayan, halkın iradesiyle aşağıdan yukarıya yükselen bir anayasaya ihtiyacı, Türkiye'nin 2023 hedeflerini tutturması bakımından da, demokrasini daha yüksek standartlara ulaştırması bakımından da, ekonomisini daha büyük ileriye götürmesi bakımından da gereklidir" değerlendirmesinde bulundu. 

"TÜRKİYE'NİN SİVİL ANAYASAYA İHTİYACI VAR"

Önemli olanın halkın özne olduğu bir devlet yapılanmasının yazılımını üretmek olduğunu söyleyen Çelik, "Darbeler sonucunda çıkmış Anayasa, başka bir yazılım üretiyor ve sürekli olarak sivil siyaset bu Anayasa'nın ürettiği virüslerle çeşitli toplumsal ve siyasal sorunlarla bir takım antivirüs programlar üreterek mücadele etmek zorunda kalıyor. Hem sivil siyasetin enerjisini hem Türkiye'nin enerjisini boşa harcaması manasına geliyor. Halbuki Türkiye'nin baştan yazılmış, halkın özne olduğu sivil bir anayasaya ihtiyacı vardır" diye konuştu. 

Sivil anayasanın  askerlerin yapmadığı sadece sivillerin yaptığı bir anayasa manasına gelmeyeceğini vurgulayan Çelik, "Anayasa hukuki bir metin olduğu kadar siyasi bir metindir. Bu çerçevesiyle de ülkedeki güç dengesinin nasıl yapılanması gerektiğini ortaya koyan bir metindir. Bu bakımdan bakıldığında halkın özne olduğu, halkın iradesinin tartışılmaz olduğu bir devlet yazılımının ortaya çıkması, yeni anayasa perspektifinin esası olmalıdır" ifadesini kullandı.

Çelik, 1 Kasım seçimlerinden sonra yeniden Türkiye'de bir istikrar tablosunun oluştuğunu, yeni anayasayı gündeme almak bakımından da eşsiz bir fırsatın ortaya çıktığını kaydetti. 

Bu kapsamda Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun siyasi partilerden randevu istediğini anımsatan Çelik, şöyle devam etti:

"Bu çerçevede yarın başlayacak sürecin Türkiye'de yeni bir anayasanın ortaya çıkması için son derece önemli, altı çizilmesi gereken ve tarihi bir misyona sahip bir süreç olduğunu ifade etmek istiyoruz. AK Parti olarak yeni anayasa konusundaki tutumumuz artık anayasa değişiklikleriyle Türkiye'nin ilerleyeceği çok bir mesafe yoktur. Türkiye'nin artık yeni anayasaya kayıtsız şartsız ihtiyacı vardır. Bu, 2023 hedeflerini yakalaması bakımından da önümüzdeki bu yüzyıl içerisinde Türkiye'nin büyük siyasi rolünü oynaması bakımından da son derece gerekli bir durumdur."

"RANDEVU İPTALİNİN NE KADAR HAKLI OLDUĞUNU GÖSTERDİ"

 HDP randevusunun iptal edilmesi konusunda da görüşlerini bildiren Çelik, "Kuşkusuz biz özellikle de Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki her siyasi partiyi, vatandaşlarımızın oy verdiği partiler olarak, vatandaşlarımızın temsil verdiği partiler olarak, Türkiye'nin özellikle büyük meselelerinde muhatap almak ve onlarla ortak noktalar üretme noktasında ortak çalışmalar yapmak isteriz" ifadelerini kullandı.

Davutoğlu'nun randevu istediği bir süreçte, HDP'nin hemen bu randevu talebinin arkasından özellikle Rusya ziyareti çerçevesinde yaptıkları açıklamaları eleştiren Çelik, şunları kaydetti:

"Türkiye'nin bir başka devletle ihtilafının olduğu bir durumda başka bir devletin siyasi pozisyonunu tahkim eder, destekler bir biçimde Türkiye'ye dönük olarak eleştirel bir tutum alarak, devletler arası bir münasebette haksız yere Türkiye'nin içinden çıkmış bir siyasi oluşumun, Türkiye'yi eleştiren duruma düşmesi kuşkusuz son derece yadırganması gereken bir durumdur. Orada yaptıkları açıklamalar Sayın Başbakanımıza, Genel Başkanımıza dönük ifadeler, arkasından belli bir siyasi nezaket çerçevesinde karşılanması gereken randevu talebine karşılık, son derece saygı sınırlarını aşan, saygı sınırlarının dışına çıkan ifadeler kullanmaları ve Sayın Başbakanın yapacağı ziyareti, 'Bir çay içer ondan sonra da gider' şeklinde içini boşaltmaya çalışan bir tutumla değerlendirmeleri, tabii ki bu ziyaretin yapılmasını gereksiz kılmıştır."

Bu tür temaslarda asgari siyasi nezaketin korunması, geleneksel olarak misafirperverlik ilkelerine ve siyasi nezaket prensiplerine hassasiyet gösterilmesi gerektiğini ifade eden Çelik, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Bir parti asgari siyasi nezaketi korumak, iktidar partisinin genel başkanını ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanını misafir etmek hususunda gerekli hassasiyetlere sahip değilse kuşkusuz o ziyaretin herhangi bir şekilde yapılmasına gerek duyulmayacağı gibi anayasa gibi çok ciddi bir mevzuda yapılmasına da ihtiyaç yoktur. Anayasa gibi bu kadar ciddi bir mevzuda hemen her konuda, 'bizi muhatap alın' diyen bir siyasi hareketin, bu kadar gayriciddi bir tutum içine girmesi hiç bir şekilde kabul edilemez. Sayın Başbakanımıza, Sayın Genel Başkanımıza dönük ifadelerinden sonra özür dilemeleri gerekirken hala bu ifadelerin arkasında duran ve randevu iptaline yol açan o sözleri değerlendirmek yerine, o sözlerle ilgili de kendi kendilerine bir öz eleştiride bulunmak yerine hala o sözlerin arkasında duran bir siyasi tutum geliştirmeleri kuşkusuz ki bu randevu iptalinin ne kadar haklı olduğunu göstermektedir."

"MEŞRUİYET ZEMİNİNDE SİYASET YAPANLARLA MUHATAP OLURUZ"

Sık sık HDP'den "demokratik siyaset", "meşru zemin", "anayasal zemin" gibi ifadeler duyduklarını anlatan Çelik, "Bakın vatandaşlarımızın gözü önünde Cizre'de Sur'da, Silopi'de Nusaybin'de neler olduğu görülüyor. Bu siyasi hareket meşru bir siyasi zemin içinde hareket ettiği ve meşru bir siyaset dili kullandığı müddetçe tabii ki muhatap alınır, vatandaşlarımızın oy verdiği bir partidir ama meşru siyasi zemin içerisinde durmazsa, meşru siyaset dili kullanmazsa herhangi bir şekilde muhatap alınmalarına gerek yoktur. Çünkü biz meşruiyet zemininde siyaset yapan bir organizasyonuz ancak meşruiyet zemininde siyaset yapanlarla muhatap oluruz" şeklinde konuştu.

"Demokrasi, özgürlükler, temel hak ve hürriyetler" gibi bir takım yüksek değerleri dile getirip,  "öz yönetim" gibi bir takım fiili durumlara atıf yapanların, arkasından da teröristler eliyle oluşturulmuş hendek ve barikat siyasetini savunmalarının "meşru bir zemin" olmadığını belirten Çelik, "Hiç kimse mevcut siyasi ilkeler, demokratik hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde halkın genelinin karar vermediği bir sistem üzerinde fiili durum yaratamaz. Siz çıkıp da 'Ben ülkenin şu bölgesinde şunu ilan ettim, ben ülkenin şu bölgesinde öz yönetim ilan ettim, ben ülkenin bu bölgesinde şu tarz bir yönetim ilan ettim' gibi bir tutum içerisine girerseniz bu sadece siyasi bir durum olmaz, Türkiye'deki mevcut hukuk düzenini, mevcut toplumsal barış geleneğini zedelemeye, tahrip etmeye dönük bir siyasi suikast girişimi olur" şeklinde konuştu.

"Biz bir yerde özerklik ilan ettik, öz yönetim ilan ettik, bunu belediyelerimiz eliyle hayata geçireceğiz" gibi bir tutumun kesinlikle bir özgür siyasi tartışma temelinde değerlendirilecek bir tutum olmadığının altını çizen Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Biz bunu tartışıyoruz', demiyorlar. 'Biz bunu ilan etik' diyorlar, 'bunu uygulamaya koyuyoruz' diyorlar, 'biz bunu tahakkuk ettireceğiz' diyorlar, 'bunu belediyeler eliyle hayata geçireceğiz' diyorlar, kuşkusuz Türkiye'nin demokratik hukuk devleti refleksleri de Türkiye'nin siyaset gelenekleri de halkın iradesi de bunun karşısında olur."

Bu açıklamalar yapılırken sürekli olarak Kürt halkı adına bunu istediklerini dile getirdiklerini söyleyen Çelik, "Hiç kimse kendi gayrimeşru siyasetinin arkasına vatandaşlarımızın bir kısmının iradesini koymaya çalışmasın" dedi. 

Çelik, şunları kaydetti:

"Eğer siz bir yerlerde öz yönetim ilan ederek, hendek ve barikat siyasetini eli silahlı teröristlerin halk üzerinde baskı kurmasını, halk üzerinde oluşturdukları sözde mahkemelerle ret, inkar ve asimilasyon politikaları uygulamasını, vatandaşlarımıza genel olarak özellikle de Kürt vatandaşlarımıza dönük olarak terör örgütünün baskısını tahakkuk ettirmelerini savunursanız bu meşru bir siyaset zemini olmaz. Bunu hiçbir şekilde kabul etmeyiz, bunun karşısında da sonuna kadar dururuz." 

"BU BİR SUİKAST GİRİŞİMİDİR"

Terörle mücadeleyle ilgili sürekli "Bir çatışma ortamı var, ilçelerde olağanüstü bir durum var, ilçelerden silah sesleri geliyor" denildiğine işaret eden Çelik, durduk yere meşru güvenlik operasyonlarının başlamadığını, operasyonların başlamasının sebebinin, eli silahlı teröristlerin halk üzerinde baskı kurması olduğunu söyledi. Çelik, şöyle devam etti:

"O zaman 'çatışma ortamı dursun' diyorlar, peki şu sözü soralım biz, 'Şu anda sahneyi dondurduğumuzda oradaki hendek ve barikatlar ne olacak? İlçeler üzerinde böyle Stalinist birtakım getto yönetimleri şeklinde kurdukları yapılanmalar ne olacak? Vatandaşlarımız üzerinde kurdukları baskılar ne olacak?' Bunlara dönüp bütün söylediklerini, bütün yazıp, çizdiklerini değerlendiriyorsunuz, tek bir cümle yok. Yani demokrasi, radikal demokrasi retoriği adı altında bir Stalinist siyaset savunusu var ve bu iki yüzlülüğü artık Türkiye'nin açık bir şekilde görmüş olması, aslında bunların, bu tarz siyaseti savunanların, hem Türkiye'nin toplumsal barışına hem bir arada yaşama geleneğimize hem de Türkiye'nin bundan sonra elde edeceği demokratik kazanımlara karşı nasıl bir suikast girişimi içinde olduklarını net bir şekilde göstermektedir." 

Çelik, geçmişte bir takım devlet yetkilileri eliyle ve bazı hükümetlerin yanlış uygulamaları nedeniyle ret, inkar ve asimilasyon politikalarına tabi tutulan Kürt vatandaşların, AK Parti sonrasında bu politikaların sona erdirilmesiyle büyük demokratik kazanımlara sahip olduğunu belirtti.  

Ömer Çelik, "Türkiye Cumhuriyeti'nin yurttaşlarının tamamının ama o bölgelerde özellikle de Kürt vatandaşlarımızın demokratik kazanımlarının bu hendek, barikat şeklindeki getto siyasetiyle tahrip edilmesine, Türkiye Cumhuriyeti'nin Kürt vatandaşları üzerinde terör örgütünün baskısının bir takım siyasi retoriklerle savunulmasına asla müsaade etmeyiz. Bizim genel bakışımız budur. Türkiye'de demokrasi çerçevesinde her şey konuşulur ama hiç kimse gidip de Türkiye'nin herhangi bir yerinde farklı bir rejim, 'rejimi fiili yönetim olarak ilan ettim' diyemez. Bu Türkiye'nin bir arada yaşama iradesine dönük büyük bir suikast girişimidir" değerlendirmesinde bulundu. 

Türkiye'de biri hariç, muhalefet partilerinin hepsinden ve Türkiye'nin genelinden hendek ve barikat siyasetine karşı yükselen ses karşısında HDP'nin "meşru siyaset nedir, meşru siyaset zemini nedir?" çerçevesinde ciddi değerlendirmeler yapması gerektiğine işaret eden Çelik, "Özellikle de bu tam da sivil anayasanın konuşulacağı bir dönemde bu şekilde bir hendek, barikat siyasetini tahkim edecek şekilde bir tutum geliştirmelerinin aslında vatandaşlarımızın kazanımlarını kimler adına tahrip etmeye, imha etmeye çalıştıkları konusunda da ciddi bir sorgulamanın ortaya çıkması gerekmektedir" diye konuştu.

"ANADOLU'NUN BÜYÜK REFAHINI PAYLAŞALIM İSTİYORUZ"

Türkiye'nin, etrafındaki ülkelerde demokrasi ve halkın iradesine saygı duyulmasını istediğini vurgulayan Çelik, "Biz etrafımızdaki herkesle birlikte demokrasi olsun istiyoruz, herkesle birlikte güvenliğimiz olsun istiyoruz, herkesle birlikte bu Anadolu'nun, Mezopotamya'nın büyük refahını paylaşalım istiyoruz. Bu çerçevede etnik siyaset ve mezhebi siyaset temelinde bölge barışının tahrip edilmesine dönük prensiplerimiz açıktır. Bu konuda hiçbir kaygımız, bu tür siyaset tarzının yanlış olduğuna dair hiçbir kuşkumuz yoktur. Bu çerçevede özellikle komşumuz Suriye'de etnik ve mezhebi siyaset fanatizminin ne tür tahribatlara yol açtığını görüyoruz" dedi.

Türkiye'nin bu tahribatlar karşısındaki tutumunu bütün taraflarla paylaştığına işaret eden Çelik, PYD'nin Fırat'ın batısına geçmeye çalışarak oluşturmaya çalıştığı fiili durumu ve buradaki istikrarsızlığı daha da artırmasına dönük durumu, Türkiye'nin milli güvenlik açısından sıcak karşılık verilmesi gereken bir tehdit olarak algıladığını ifade ettiğini hatırlattı.

Çelik, konuyla ilgili teyit edilemeyen haberler geldiğini dile getirerek, "Suriye Demokratik Güçleri adı altında, en son bu PYD'ye bağlı YPG hareket ediyordu, bu Suriye Demokratik Güçleri'ne ait bir takım unsurların başka kaynaklarda Suriye'nin batısına geçtiği ya da geçmediği ne teyit edilebiliyor, ne reddedilebiliyor. Ama burada bütün bu tartışmanın içerisinde açık ve net bir şekilde söylüyoruz ki orada bu PYD'nin silahlı kolunun faaliyetlerinin de Kürt halkının kazanımları gibi sunulması ve arkasından Türkiye'nin bu silahlı güçlerin oluşturduğu tehdide tavır koymasının 'Türkiye Suriye'de Kürtler'in kazanımına karşı çıkıyor' gibi yalan propagandaya dönüştürülmesine de dikkat çekiyoruz" diye konuştu. 

Kendilerinin Suriye'deki tüm etnik ve mezhep gruplarının ortak kazanımlarını desteklediğini ve hiçbirinin diğeri karşısında fiili yönetim oluşturarak durumu daha da kötüleştirmesini istemediklerine vurgu yapan Çelik, şunları kaydetti:

"Dolayısıyla orada bir silahlı örgütün kazanımının Kürt halkının kazanımı gibi sunulmasının da bir yalan siyaseti olduğunun altını çiziyoruz. Bir kere daha ifade ettiğimiz gibi, hiç kimseyi bu şekilde Türkiye'nin milli güvenliğini tehdit edecek oluşumların içerisine girmemesi gerektiği, Suriye'nin bir geçiş dönemine destek vermelerini, bu geçiş dönemi temelinde meşru siyasi zeminde yer almasını, bu siyasi zemin çerçevesinde de hem halkın güvenliğinin korunmasını hem de Suriye'nin demokratik geleceğine bütün bu grupların hiçbiri dışlanmaksızın ortak karar vermeleri gerektiğini düşünüyoruz. Buradaki tek istisna terör gruplarıdır, onlar tabii ki dışlanacaklardır, tabii ki bu sürecin parçası olmayacaklardır.

Herkes bugün attığı adımlara bakarken bölgede, oradaki kaos ve aşırı hareketlilik ve günübirlik gelişmeler ışığında kendisine bir stratejik alan açıldığını düşünmesin. Uzun vadeli baksın, bölgede faaliyet gösteren birtakım güçlerin yarın pozisyon değiştirebileceğini unutmasın ve orta vadede ve uzun vadede bugün atılan bir takım aşırı adımların bir tsunami etkisi yaparak nasıl ters döneceğini de hesap etmeleri gerekir. Bu bakımdan herkesin Türkiye'nin buradaki mesajlarını Suriye halkının tamamına dönük dostane mesajlar olarak algılaması ve bu çerçevede değerlendirmesi gerektiğinin bir kere daha altını çiziyoruz." 

"SİYASİ PARTİ KAPATMALARINDAN YANA DEĞİLİZ"

HDP'ye yönelik bir kapatma davası gelip gelmeyeceği ya da bir partinin kapatılmasına yönelik siyasi düşüncelerinin sorulması üzerine Çelik, şöyle konuştu:

"Biz hiç bir şekilde siyasi parti kapatmalarından yana değiliz. Sivil siyaset zemininin korunması için siyasi partilerin kapatılmaması gerekir. Daha öncede söyledik, biz siyasi partilerin tamamen kapatılmasını engelleyen bir tutumla ortaya çıktık, maalesef HDP'nin o zamanki selefi olan organizasyon başta olmak üzere diğerleri çok fazla destek vermediler. Bu tablonun kökten değişmesi mümkün olmadı. Şimdi de siyasi partilerin kapatılmasına karşıyız, çünkü siyasi partileri halk kurar, halkın kurduğu bir siyasi partinin kapatılması doğru olmaz. Ama o siyasi partilerin içinde halkın kurduğu siyasi partilerin içinde meşru Anayasal düzene, meşru demokratik siyasete karşı olanlar varsa, onlar bunun bedelini ödemesi gerekir. AK Parti'nin siyasi partilerin kapatılması konusundaki görüşü açıktır, hiç bir şekilde bir siyasi partinin kapatılmasından yana değiliz."

Çelik, "Demokratik siyaset zemininde de kişilerle ilgili de şunu söylüyoruz; hiç kimse terörü övemez, hiç kimse terörist faaliyetleri övemez, hiç kimse terörist faaliyetlere destek veremez, bunu söylediği andan itibaren, hiç kimse fiili durum yaratamaz Anayasasal düzen içerisinde. Hiç kimse fili durumda belli bir yerde, Türkiye'nin yönetim şemasını değiştirdiğini ilan edemez. Bunun karşılığında mevcut hukuk neyse, işte savcılar, adalet mekanizması gereken refleksleri gösteriyor. Bu sebeple kişilerin kendi sorumluluklarını taşımaları gerektiğini, ama siyasi partilerin kapatılmasına karşı olduğumuzu bir kere daha ifade ediyoruz" dedi. 

"TERÖRE DESTEK VERMEK..."

Batı'da da özellikle İspanya örneğinde teröre destek veren siyasi partilerin kapatılmasıyla ilgili düzenlemelerin olduğundan bahseden Çelik, "İleri demokrasilerin dünyanın her tarafında 'kırmızı çizgileri teröre destek verilip, verilmemesidir. Onun dışında çok geniş bir özgürlük alanı vardır. Geçmişte de bir takım siyasi partilerin kapatılması bunlara dönük girişimler olması Avrupa'da da batı Avrupa'nın gelişmiş demokrasilerinde de mümkün olmuştur" diye konuştu.

Çelik, "Biz siyasi parti kapatmanın bir çözüm olmadığını düşünüyoruz, onun yerine teröre destek verenlerin meşru demokratik zemine karşı aldıkları bu tutum karşısında bu tutumlarının kişisel olarak karşılıklarını, adalet mekanizmasının kuralları ve yöntemleri içerisinde görmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu çerçevede bir değerlendirmemiz var" dedi.

Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun CHP'ye ve MHP'ye yapacağı ziyaretleri hatırlatan Ömer Çelik, şöyle devam etti:

 "Burada bir yöntemin ortaya çıkıp çıkmamasına göre, bir mutabakatın ortaya çıkıp çıkmamasına göre, bir mekanizma kurulacak mı? Bir istişare mekanizması ya da bir çalışma mekanizması, bunun nasıl işleyeceği ve bunun hangi takvimde işleyeceği bütün bu ziyaretlerin arkasından Genel Başkanımız ve Başbakanımız tarafından bir açıklama yapılacak. Bizim tabi ki kafamızda bir yöntem ve bir model var, Genel Başkanımız ve Başbakanımız bununla ilgili olarak bu süre içerisinde çok yoğun saatler süren toplantılar ve çalışmalar yaptı. Bu ziyaretlerde bu görüşlerimiz de kendileriyle paylaşılacak ve nerede mutabakat alınabiliyorsa ortaya konulacak."  

"Dikkat çektiğimiz bir husus şudur, biz Türkiye'de genelde bir takım etiketlerin tartışılmasından, içerik tartışılmasına geçilmemesinden dolayı son derece muzdaripiz" diyen Çelik, "Hemen bir takım ön yargılarla 'tartışmayız ya da şuna karşıyız' gibi bir şey, siyasetin kızamık hastalığıdır, çocukluk hastalığıdır, bunlardan uzak durmak gerekir" şeklinde konuştu. 

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Çelik, açıklamasını şöyle sürdürdü:

"Burada aradığımız şey şudur, Türkiye'de kuvvetler ayrılığını daha nasıl güçlendirelim, Türkiye'de parlamentoyu sistemin içerisinde daha çok özne nasıl yapalım, Türkiye'de temel hak ve hürriyetleri daha çok güvence altına alacak bir Anayasal düzenlemeyi nasıl gerçekleştirelim, Türkiye'de halkın özne olduğu ve halkın bu özneliğini hiçbir grup, kişi ya da oluşum tarafından hiçbir şekilde zayıflatılamadığı bir Anayasal sistemi nasıl kuralım, denge denetleme sistemlerini çağdaş demokrasilerde olduğu gibi mevcut işleyen zaaflarından da arındırarak daha güçlü hale nasıl getirelim, yani bütün bunlar çerçevesinde hangi sistemin iyi olduğuna, hangi sistemin bunu tahakkuk ettirebileceğine dair bir tartışma yürütürsek, içerikten başlığa doğru gidersek Türkiye'nin çok büyük şeyler kazanacağını düşünüyoruz."

Çelik, "Biz kuvvetler ayrılığının güçlü olduğu, denge denetim mekanizmalarının kuvvetli olduğu parlamentonun daha çok özne olduğu, yürütmenin daha hızlı karar alabildiği, halkın ülkenin yönetiminde en önemli ve tek özne olduğu en önemlisi de temel hak ve hürriyetlerin tam korumayla güvence altına alındığı bir Anayasal sistemi, nasıl hep beraber bir Anayasa yazılımı oluşturabiliriz. Bunun tartışması içerisinde bu önümüzdeki süreci değerlendirirsek faydalı olur diye düşünüyoruz" dedi. 

"BUNDAN VAZGEÇMİŞ DEĞİLİZ"

CHP ve MHP ile yapılacak görüşmelerde başkanlık sisteminin hemen gündeme gelip gelmeyeceği sorusuna ise Çelik, şöyle yanıt verdi:

"Başkanlık sistemi, geçen uzlaşma komisyonu çalışmaları sürerken AK Parti'nin zaten resmi görüş olarak uzlaşma komisyonuna sunduğu bir teklif ama mesele şöyle tartışılıyor, başkanlığa karşı olanlar, olmayanlar, parlamenter sisteme karşı olanlar, olmayanlar şeklinde. Biz diyoruz ki 'karşı olsanız da, buna yandaş olsanız da ya da parlamenter sistemle ilgili tarafgir bir tutumunuz olsa da reddiyeci bir tutumunuz olsa da gelin şunu tartışalım, bunun içeriğinde bu bahsettiğim içerik kalemlerini hangi sistem daha iyi tahakkuk ettirebiliyor, kuşkusuz AK Parti'nin resmi pozisyonu orada başkanlık sistemidir, bundan vazgeçilmiş değildir." 

Çelik, konuşmasını "Temel hak ve hürriyetler hangi sistemde daha çok güvence altına alınıyor, kuvvetler ayrılığı hangi sistemde daha çok güvence altına alınıyor. Parlamento hangi sistemde daha çok özne oluyor, çağdaş demokrasinin standartları temelinde sistemleri yargılayalım. Sistemler temelinde demokrasiyi yargılamayalım. Sistemler temelinde demokratik tutumumuzu, tarafgir bir takım yaklaşımlarla üretmeyelim, tam tersine içerik tartışmasından yola çıkarak sistemin adının koyulması tartışmasına gidersek, burada çok daha verimli sonuçlar alabileceğimizi düşünüyoruz" şeklinde tamamladı. 

Sayfa Yükleniyor...