RTÜK, mücvere kabak ve pişik kremi....

Genel seçimler kapıda, yayın yasaklarının anlatıldığı Radyo Televizyon Üst Kurulu, toplantısındayım. Kurul başkanı konuşuyor, salonda kurumlarını temsil eden televizyon habercileri var. Ön sıralarda ağır bir protokol. Seçim yasakları hafife alınacak konu değil. Seçim Kanunu'nun şu maddesinin bu fıkrasındaki bir alıntının, Türkçe mealini anlamaya çalışırken, cep telefonuma bir mesaj geliyor...

Gözüm Seçim Kanunu'ndan telefonun üstünde beliren mesaja kayıyor: ''Kabak yok, mücveri yapayım mı?''

Ağzım açık, bir mesaja bir kürsüdeki RTÜK Başkanı'na, bir yanımdaki Haber Müdürü'ne, bir elimdeki Seçim Kanunu'na bakıyorum. Tümünün, mücver gezegeninden çok uzakta bir hali var.

''Kabaksız, mücver'' konsepti, Seçim Kanunu'ndan bile çok kafamı karıştırsa da konuyu, normalde yapacağımız gibi, enine boyuna tartışacak eksileri ve artılarıyla masaya yatıracak durumum pek yok. Lado, sadece mücver şeklinde olursa sebze yiyor. ''yap'' yazarak yolla tuşuna basıyorum, tekrar etrafımı çevreleyen takım elbiseli kravatlı gerçek dünyaya bakıyorum. Ağzımdan istemsiz; ''tövbe tövbe'' sözleri dökülüyor. Toplantıdan aklımda; ''Seçimlere bir hafta kala, kabaksız mücver tarifi yayınlanamaz'' minvalinde bir şeyler kalarak ayrılıyorum.

''Esra son biiiiiiirrrrrrr'' Stüdyo Şefi bağırıyor. Bu çığlık, yayına girmemize tam  bir dakika kaldığı anlamına geliyor. Yani şu anda adam öldürüyor olsam da bir dakika sonra kamera karşısındaki yerime oturup, vatandaşa NTV Haber Merkezi adına mutlu günler dilemem gerekiyor. Tam bir dakika, ne önce ne sonra.

Kaybedecek vakit yok. Tıss tıss diye çalışıp duran dev pompayı ayak parmağım marifetiyle kapatıyorum. Pompa uçlarını memeden kurtarıp, kablo yığının arasına fırlatıyorum. İlk iki düğmeyi ayağa kalkarken ilikleyip, gerisini stüdyo ekibiyle olan samimiyetimi bir adım öteye götürme pahasına, yayın masasına koşarken kapatıyorum. Ve işte oradayım, tam bir dakika sonra NTV Haber Merkezi'nden herkese mutu sabahlar diliyorum.

Zihnim, bu anıyı şizofren hayatımın doruk noktası olarak kaydediyor. Nedeni teknik bir arıza. Sabah 4.30'da işe gelmişim, süt sağma odasında duran pompa çalışmaz olmuş. Memeler on iki saatlik sütle kalakalmış. Altıda yayın başlamış, yedi gibi sütü boşaltamadığım için; ağrı, acı, sızıntı... Üstelik memelerden biri diğerinden daha fazla büyüyor! Bir şekilde evden pompa isteniyor. Yedi dakikalık reklam arasında, dekorun arkasındaki kablo yığınının yanına çökmek suretiyle bir tür kurtarma operasyonu yürütülüyor. Gün kurtuluyor, hayat deliliğe bir adım daha yaklaşıyor.

Merkez Bankası, faiz oranlarını düşürmüş, Yunanistan ekonomisi filan olmuş, Euro bölgesi feşmekan... Karşımda bir ekonomi profesörü, saçım topuz, suratta bandana gibi bir karış makyaj, üstümde havalı ceketimle konuşuyorum. Günün son yayını. Yarım saat sonra evdeyim. Kapıdan içeri giriyorum ki Lado'nun suratta malum İfade. Kaşlar yakınlaşıyor, surat kızarıyor. Sanırsın Naim Süleymanoğlu dünya rekoru kırıyor. Otomatik ve doğal hareketlerle kucağıma alıp yere yatırıyorum. Bezini açıyorum, ıslak mendilleri bir bir çıkarıp, dünyanın en normal şeyi gibi başlıyorum henüz sistemden çıkmış sıcak kakayı temizlemeye. Elime bulaşıyor, kokuyor,  içinden havuç parçaları çıkıyor. Gene de  yaşanan bu foseptik çukuru insan yakınlaşması bana normal geliyor. Ta ki kafamı kaldırıp karşı duvardaki aynada kendimi ve yaşananları görünceye kadar. Topuz hala kafada, makyaj hala suratta duruyor. Afallamış,  bu sahneye ait gözükmeyen aynadaki kadına bakarken, keskin bir kokuyu müteakiben elime hoş bir sıcaklık yayılıyor.

Durumum iyi değil farkındayım. Yaşadığım şizofren hayat beni zorluyor. Bende sorun yok. Hayatımın akıl sağlığı yerinde değil. Şüpheyle etrafımdaki diğer çocuklu kadınlara bakıyorum. Gözlerinde bir delilik, davranışlarında bir tutarsızlık, arada ağızlarından kaçan manyakça bir söz arıyorum; bulamıyorum. Belli ki onlar bu mücver- RTÜK denkleminde rahatlar. İki gezegen arasında gidecek kestirme bir yol bulmuşlar, rahatça gidip geliyorlar. ''Hişş hişşt nerden gidip geliyorsunuz?'' diye sorarsım var. Elleri Desitin, pişik kremi, kokuyor mudur diye bir merak sarıyor içimi, sapık sanmasalar gidip iki koklayıp geleceğim. İstemsiz kendi ellerim burnuma gidiyor, ve tabi ki Desitin kokuyor. Sanki ne kadar yıksam da artık geçmiyor.


Sayfa Yükleniyor...