Sansür kurulu talebine 'içerden' sert yanıt

Habertürk gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Altaylı, Yiğit Bulut'un 'gerçek' gazeteci olup olmadığını tartışmaya açtı.

Habertürk TV Genel Yayın Yönetmeni Yiğit Bulut’un Başbakan Erdoğan’dan ‘internet sansür kurulu’ talep etmesi, basın mensupları ve internet medyası dışında kendi yayın grubu içinde de sert şekilde eleştirildi ve eleştirilmeye de devam ediyor.


Habertürk gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı, önceki günkü yazısında ‘kanımı donduran öneri’ şeklinde nitelendirdiği sansür kurulu talebini bugünkü yazısında da dolaylı ve çok sert şekilde eleştirdi.

“Gerçek gazeteci böyle bir öneride bulunmaz” diyen Altaylı, böylece Bulut’un gazeteciliğini de tartışmaya açtı. Hıfzı Topuz’un Türk Basın Tarihi adlı kitabı üzerinden ’de sansürü tartışan Altaylı, Bulut’un bu kitabı okumaıs halinde önerisindeki ‘ayıbı’ farkedeceğini ifade etti.

Altaylı’nın yazısı şöyle:

“BASINA “denetim” istenmesi, çok zararlı sonuçlar doğurabilecek bir olaydır.
Hiçbir “gerçek” gazeteci böyle bir talepte bulunmaz, bırakın talepte bulunmayı, aklından bile geçirmez.
Hıfzı Topuz’un Türk Basın Tarihi adındaki kitabı, önümde duruyor.
Elimdeki nüsha çok önemli.
Hıfzı Topuz’un Selahattin Hilav’a “Daha özgür bir dünya için” diye imzalayıp verdiği ve Hilav’ın kızı Zeynep tarafından bana hediye edilen kitabın sayfaları çok şey anlatıyor.
Daha önce de yazdığım gibi, basına sansür sadece “baskı” dönemlerinde uygulanıyor.
İlk kayda değer dönem, Abdülhamid’in “istibdat” dönemi.
Abdülhamid çeşitli gerekçelerle basına sansür getiriyor.
Hıfzı Topuz şu başlıklarda ele almış meseleyi:

“Sansür
Gazetelerin kapatılması
Gazetecilere çıkar sağlanması
Yabancı basının satın alınması
Haberleşmenin engellenmesi"

1878’de Sıkıyönetim Nizamnamesi ile basına sansür başlıyor.
Bugün de “birinin” istediği gibi bir kurul oluşturuluyor ve bu kurul, gazetelerde yer alacak ve yer almayacak haberleri belirliyor. Haberlerin bu kurul tarafından okunduktan sonra gazetelere girmesine izin veriliyor.
Bununla ilgili olarak “Matbuatı Hariciye Müdürlüğü”, “Meclisi Kebiri Maarif” ve “Tetkiki Müellefat” kurulları basını denetliyor, haberleri kesip biçip yontuyordu.
Yasaklı kelimeler, ifadeler, tanımlar liste halindeydi ve yazılarda bunların kullanılması yasaktı.
Sonrasında 1923 yılında gazeteciler, bu kez İstiklal Mahkemeleri’nin hedefindeydiler.
1954 yılında, yani Demokrat Parti döneminde de basın yine namlunun ucuna alınmıştı.
“Neşir yoluyla işlenecek cürümler hakkında kanun tasarısı” o dönemde büyük gürültülere yol açmıştı. Basına ağır cezalar getirilmişti.
İlginç olan “işlenen” değil “işlenecek” suçlara ceza getirilmesiydi.
Tam da bugün “birilerinin” istediği gibi.
1955 yılında ise basın özgürlüğü tam anlamıyla yok edilmişti.
1961 Anayasası ile sıkıntıların bir bölümünü atlatan basın, 1971 Muhtırası’ndan sonra yine hedefteydi ve yine bugün istenilen gibi bazı kısıtlamalarla eli kolu bağlanmıştı.
Askerlerin desteğini arkasına alan Nihat Erim, Anayasa değişikliğiyle basına ciddi kısıtlamalar getirdi.
Türk basın tarihi, ülkeyi yönetenler ile basın arasındaki çekişmelerin tarihidir.
Biri hep özgür olmak istemiş, diğeri ise hep kısıtlama getirmekten yana olmuştur.
Ancak bugün garip olan, kısıtlamayı ve yasakçı zihniyeti isteyenin “basından” çıkmasıdır.
Bunu talep eden herkese, Hıfzı Topuz’un “Türk Basın Tarihi” kitabını tavsiye ediyorum.
227 sayfalık bu kitabı okurlarsa, isteklerindeki “ayıbı” belki idrak ederler.

Sayfa Yükleniyor...