Erdoğan'dan basına tepki: Savcının şehit edilmesine ortak oldular

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Savcı Mehmet Selim Kiraz'ın şehit edildiği olayla ilgili yayınlar yapan basın kuruluşlarına tepki gösterdi. Erdoğan, konuşması sırasında kendisi için "Türkiye muhtarı" ifadesini kullandı.

Erdoğan'dan basına tepki: Savcının şehit edilmesine ortak oldular

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Sarayı'ndaki altıncı kez muhtarları ağırladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle konuştu:

“(Fenerbahçe kafilesine yapılan saldırı) Şiddetin, hele hele silahlı saldırının olduğu yerde spor bitmiş, yerine vandallık gelmiş demektir. Futbolu bahane ederek vandallık yapanlar, sadece kendi takımlarına değil tüm ülkeye, tüm millete ihanet ettiklerini bilmelidirler. Bu tür hadiselere karşı gerek kulüplerimizin gerekse ilgili tüm kurumlarımızın gerekli tedbirleri en kısa zamanda alacaklarına ve en etkili şekilde uygulayacaklarına inanıyorum.

Ben, 40 yılı bulan siyasi hayatımın tamamını milletimle birlikte geçirdim, aynı şekilde yoluma devam edeceğim. Burayı bir hizmet makamı olarak görüyorum, bir hakim, otorite makamı olarak asla görmedim, görmüyorum. Milletimle arama hiçbir zaman aracı koymadım, bundan sonra da koymayacağım.

'nin ihtiyacı, köşesine çekilip hiçbir şeye karışmayan değil tam tersine çalışan, koşan, terleyen bir cumhurbaşkanıdır. Türkiye'nin içeride ve dışarıda tüm meseleleriyle ilgilenmek, görüşlerimi, tekliflerimi, eleştirilerimi ifade etmek benim milletime karşı hem taahhüdümün hem sorumluluğumun gereğidir.

Sizin de hesap verdiğiniz bir makam var değil mi? Bu makam İçişleri Bakanlığı, Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı değil. Bu makam millet, halk. Mahallesiyle, mahalle halkıyla irtibatını kesmiş bir muhtar düşünülebilir mi? Mahallenin ihtiyaçları için gerekiyorsa kaymakamlığın, valiliğin, belediyenin kapısına dayanmayan, taleplerini ifade etmeyen, bunların takibini yapmayan muhtara muhtar denir mi? Mahallesindeki garipleri, fakirleri, muhtaçları tespit etmeyen, bunların dertlerine derman olmak için çalışmayan bir muhtar olabilir mi? Sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği içinde mahallenin esnafı, eşrafıyla dayanışma içinde, hizmet üretmek için çaba göstermeyen bir muhtar, bulunduğu yerin hakkını verebilir mi? Dargınları, küskünleri barıştırmanın gayreti içinde olmayan muhtarın sözü dinlenir mi?

"TÜRKİYE MUHTARIYIM"

Mahallesinde hangi evin bacası tütmüyor, hangi evde yas, hangi evde düğün var, bunu bilmeyenden muhtar olur mu? İşte ben de tüm bunları, bir nevi Türkiye muhtarı olarak ülke çapında yapmanın mücadelesindeyim. Bunun için beni eleştireceklerse varsın eleştirsinler. Ne diyor atalarımız, 'Meyve veren ağaç taşlanır'.

"SAVCIMIZIN ŞEHİT EDİLMESİNE ORTAK OLDULAR"

Bu alçakça saldırıda şehit edilen Savcımız Mehmet Selim Kiraz’a Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum. Bu olay birçok bakımından üzerinde hassasiyetle durulması, dersler çıkartılması, ibret alınması gereken bir hadisedir. Bir kısım basın yayın kuruluşlarının en başından itibaren bu hadiseyi insanlığa, ahlaka, vicdana, hakka, hukuka sığmayacak şekilde verdiklerini ifade etmek isterim. Mağdurun değil teröristlerin yanında yer alan bu basın yayın kuruluşlarını şiddetle kınıyorum. Sayfalarını ve ekranlarını teröristlerin propagandalarına sonuna kadar açan bu kuruluşlar, bana göre savcımızın şehit edilmesine onlar ortak olmuşlardır.

Teröristlerin amacının intikam olmadığı ortadadır. Bu saldırının amacı saldırının karanlıkta kalarak, propaganda olarak kullanılmasını sağlamaktır. Basın kuruluşları da aynı amaca hizmet ediyorlar.

"KAPILARINA KİLİT VURULUR"

Demokrasinin hak ve özgürlüklerin beşiği olarak kabul edilen batı ülkelerinde böyle bir duruma asla şahit olamazsınız. Bu ülkelerde terörün ve teröristin propaganda aracı haline dönüşen basın yayın kuruluşlarının kapısına anında hukuk eliyle kilit vurulur.

Savcımızı öldürmenin, şehit etmenin, eyleme konu edilen olayın aydınlığa kavuşturulmasına hizmet etmeyeceği de ortadadır, açıktır. Tam tersine bu saldırının amacı, hadisenin karanlıkta kalarak terör örgütünün ve onlarla aynı çizgideki tüm kesimlerin meseleyi bir propaganda olarak kullanılmasını temin etmektir. Teröristlerin propaganda aracı olarak hizmet veren basın yayın kuruluşları da bilinçli olarak aynı amaca hizmet ediyorlar.

Dedim ki adalet saraylarına giren tüm insanlar buna avukatlar da dahil hepsi aranmalıdır. Düşünebiliyor musunuz, vakanın olduğu günde hemen örgüt, o örgütle dayanışma içinde olanlar, adalet sarayına cübbeleriyle girerken, 'bizi arayamazsınız, çantalarımızı arayamazsınız' gibi ifadeler kullanmaya başladılar ve hemen bağlı oldukları baro ve barolar, 'asla biz buna müsaade etmeyeceğiz' dediler. Bu yargının susturulmasıdır, bu avukatların susturulmasıdır' dediler.

"HERKES ARANACAK"

Çok açık ve net olarak söylüyorum. Evet herkes aranacak, aranmalıdır. Danıştayda yaşanan olay olduğu zaman, bunlar kıyamet koparmadılar mı Ne dediler: 'Mürteciler, Danıştay mensubumuzu şehit ettiler.' Sonra arkasından yine bunlar çıktı. Bizler bir şeye inanıyorsak, bunun hakkını vereceğiz. Sen avukat mısın Dürüst müsün, tamam niye aranmaktan çekiniyorsun Çantanı da göster, X-Ray'den geçsin. Sen de X-Ray'den geç, iş olsun bitsin. Çünkü yarın vatandaş 'güvenlik güçleri görevini yerine getirmedi, aramadı' diyor. Hakikaten öyle. Sahte bir cübbe koltuğunun altında, bir diğeri de elinde şemsiye, düşünebiliyor musunuz içeri giriyorlar, 6 kat yukarı çıkıyorlar, savcımızın odasına girmek suretiyle bu fiili işliyorlar.

BARO BAŞKANI'NA TEPKİ

Şimdi sormak lazım ey Baro Başkanı; Sen de telefonla görüştün bu teröristlerle, hangi neticeyi aldın? Senin sözün çok dinleniyor, bir netice alsaydın... Bu terörist, terörist. Bunu diyeceksin ve sen de bulunduğun makam sebebiyle gazetelere böyle çarşaf çarşaf ilanlar vermek suretiyle kimseyi ürkütemezsin. O senin yaptığın hareketler, eski Türkiye'deydi. Artık eski Türkiye yok, şimdi yeni Türkiye var. Sen de tüm avukatları temsil etmiyorsun, bunu bil, bir. İki yargı olayının da sen üçte birinin şu anda ancak bir bölümünü temsil ediyorsun. Adeta yargı adına da konuşuyorum havasına girme. O da ayrı bir konu. Bunları milletçe çok iyi bilmemiz lazım. Eğer bunları milletçe çok iyi bilirsek, işte böyle ikide bir bunlar ortaya çıkmak suretiyle bizlere kan ağlatmazlar.

"TERÖRİSTE TERÖRİST DİYEMEYEN..."

Açık söylüyorum. Teröriste terörist diyemeyen teröristin ortağıdır. Bu eyleme terör eylemi diyemeyen herkes, terörün açık destekçisidir. Kimi CHP milletvekillerine, HDP milletvekillerine bakıyorsunuz, teröriste terörist demedikleri gibi müdahale eden güvenlik güçlerini suçlayan, onları devlet terörü ile itham eden görüşler sarfediyorlar. Yani savcımızı öldüren terörist masum, onlara müdahale eden güvenlik güçleri ise güya devlet terörü uygulayan suçlular. Ben o güvenlik görevlilerimizi tebrik ediyorum, kutluyorum, onlar görevlerini yaptılar.

"BİR BARDAK SU İÇMEDİ"

Savcımızın ağzını bantlıyorlar, bütün vücudunu koli bandıyla bağlıyorlar. O şekilde orada 8 saatlik bir süreç yaşatıyorlar. Buna karşı 8 saat her yola güvenlik güçlerimiz başvurdu değil mi Baro Başkanını getirtti, babayı getirtti, onlarla görüştü. Ama hiçbir netice alınamadı. Niye Bunların bağlı oldukları yerler vardı. Ama ne kadar onurlu ne kadar şahsiyetli bir savcı ki onların elinden bir bardak suyu dahi almadı, içmedi.

İster parti genel başkanı olsun, ister milletvekilleri olsun, ister şu veya bu kurumun başkanı olsun hiç farketmez. Hiç kimse sıfatı gerçekte terör yardakçısı, terör şakşakçısı, terör destekçisi olduğu gerçeğini ortadan kaldıramaz. Elinde silahıyla, sadece görevini yapan savcımızı öldürenlerin olduğu gibi onları destekleyenlerin de sıfatı aynıdır: Terörist. Bunlara siyasetçi demek, bunlara şu kurumun temsilcisi demek, bunlara şu medyanın mensubu demek yanlıştır. Bunlar teröristlerle kol kola yürüyen, dökülen tüm kanlar ellerine, alınlarına bulaşmış alçaklardır, hainlerdir.

İktidar partisinin genel başkanı dışında ve halef selef olduğumuz Cumhurbaşkanı'nın dışında, geçmişten gelen böyle bir temsilci yoktu. Meclis Başkanımızın dışında yoktu. Acaba neden gelmediler, çok hayati bir şeyleri mi vardı Bir yanda şehit savcımızın muhterem babasının oğlu Muhammed'in ve ailesinin tevekkülü vardı, diğer tarafta işte bunlar vardı. Milletimiz hepsini görüyor. Hepsini de irfan defterine kaydediyor. Ama artık 'şu ne der bu ne der' kompleksini bir tarafa bırakarak yasamanın, yargının ve yürütmenin de üzerilerine düşeni yapması gerektiğine inanıyorum.

"TÜYLERİ DİKEN DİKEN OLUYOR"

Yeni anayasa bir tercihten çıkmıştır, bir zorunluluk olmuştur. Krizlere fırsat vermeyecek bir sisteme ihtiyaç var. Başkanlık deyince birilerinin tüyleri diken diken oluyor. Niye? Neden Bunları gören de Türkiye 70 yıldır mükemmel bir parlamenter sistem tecrübesi yaşıyor, başkanlık sistemiyle bu kazanımdan vazgeçiliyor sanır. Niye o zaman 10 yılda bir bu ülkede affedersiniz, ihtilaller oluyordu. Neden? Demek ki bu iş sağlıklı olmamış. Şu anda G-20 ülkelerinin en ileri 10 tanesi başkanlık sistemiyle yönetiliyor. Bunlar o zaman, yani akıllarını mı yitirdiler de başkanlık sistemini kullanıyorlar.

"BU SİSTEMLE BURAYA KADAR"

Şu gerçeği görmek ve kabul etmek mecburiyetindeyiz. Mevcut sistemle buraya kadar, daha ileriye gitmek istiyorsak sistemi değiştirmek zorundayız. Aksi takdirde yeniden patinaj yapmaya, yeniden yerimizde saymaya, hatta Allah göstermesin gerilemeye başlarız. Meseleye bu açıdan baktığımızda hem dünyadaki mevcut uygulamalar hem de kendi devlet geleneğimiz bize başkanlık sistemini işaret ediyor.

Neymiş efendim, Türkiye'ye mahsus başkanlık sistemi olmazmış. Niçin olmasın? Kendimize bu güvensizlik niye Nihayetinde seçimi yapacak ve hesap verilecek merci millet değil mi? Millet. Burada, bir kez daha söylüyorum, başkanlık sistemine karşı çıkanlar aslında milletle, milli iradeyle yüzleşmekten korkuyorlar. Sıkıntı burada. Milletten alamadıkları veya alamayacakları desteği kanatları altına sığındıkları vesayet odaklarında bularak yıllarca gizli iktidarlarını sürdürenler başkanlık sistemiyle bu güçlerini yitirecek olmanın telaşı içerisindeler.

Sayfa Yükleniyor...