Tuğluk: Denk gelmesi manidar

DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk, ''Demokratik Özerkliğin ilanının o güne denk gelmesi talihsizliktir. Ancak, operasyonun o gün ve o saate getirilmesi de bizim kafamızda farklı kuşkular ve kaygılar yaratıyor” diye konuştu.

DTK Eş Başkanı ve Van Bağımsız Milletvekili Aysel Tuğluk, Demokratik Özerkliğin ilan edildiği günü, beklentileri ve son süreci NTV Temsilcisi Nizamettin Kaplan’a değerlendirdi.

Demokratik özerkliğin yeni konuşulan bir şey olmadığını belirten Tuğluk, şöyle dedi:

“Demokratik özeklik konusu Kürtlerin bir statü talebi. Çok uzun süredir tartışılan, 2005 yılından beri gündemimizde olan bir konuydu. Ve 14 Temmuzda biz bunu yaptığımız yoğun tartışmalar sonucunda kamuoyuna duyrulmasını uygun gördük. O güne denk gelmesinden dolayı üzgün olduğumu da ifade ettim.(13 askerin Silvan kırsalında şehit edildiği günü kastediyor) En nihayetinde şöyle bakıyorum. Bütün acılar bizim acılarımızdır. Yani acılarımızı ayrıştıramayız. Sonuç itibarıyla bu coğrafyada yaşayan ve herkes gibi onlarda yaşamayı hak eden insanlarımızdı.

Onları kaybetmek herhalde bir siyasetçi olarak hem büyük bir üzüntü verir hepimize, hem de bunları önlemek için biraz daha çaba sarfetmeyi gerektirir. Biraz onu ifade etmeye çalıştım. O gün olması, o güne denk gelmesi talihsizlik oldu. Fakat şunu da söyleyeyim; Demokratik Toplum Kongresi'nin toplantısını yaptığı güne böyle bir operasyonun denk getirilmesi çok manidar geliyor. O saatlere denk getirilmesi de bizim kafamızda farklı kuşkuları ve kaygıları yaratıyor. Biliyorsunuz çok geniş çaplı bir operasyonun sonucunda bu çatışma gerçekleşti. Acaba birileri bu toplantı vesilesiyle de bunu biraz farklı bir noktaya çekmek için mi bu operasyonu gerçekleştirdi diye düşünmekte gerekiyor.”

BAŞBAKANIN TUTUMU BARIŞA DAİR UMUTLARI GÜÇLENDİRMİYOR
Tuğluk, bölgede güvenliğin yeniden özel harekat timleriyle sağlanması düşüncesini de eleştirdi. Tuğluk’a göre, ‘Bu durum barış değil, savaş arayışı hazırlığı’. Tuğluk, bu konuda şöyle dedi:

“Özel harekat timi üzerinden yeniden düzenlemeye gidilmiş olması bir barış arayışı değil, bir savaşa hazırlık arayışını ifade eden bir durum. Ve bu bölgedeki hava açısından iyi bir algılama yaratmıyor. 30 yıldır yapılan buydu zaten. 30 yıldır bu çerçevede güvenlik eksenli bakış açısı; vururuz, ezeriz, öldürürüz, bitiririz yaklaşımının bizi getirdiği nokta, geride bıraktığı şeylere bir bakalım... Devasa acılar, devasa kayıplar... Her açıdan sadece bu savaşın maliyeti parayla falanda ölçülecek bir maliyet değil. İnsan kaybı paranın dışında bir maliyet... Sonuç ne ? Bu mesele bitmedi. Bu mesele tam aksine daha da büyüyerek devam etti. Dolayısıyla bu denenmiş ve çokça derslerle dolu geçmiş yöntemleri yeniden uygulamaya dönük tehditkar tutum, özellikle sayın Başbakan'ın bu tutumu hiç de çözüme hizmet etmiyor, hiç de barışa dair umutları güçlendirmiyor. Tam aksine umutları kırıyor.

Bir ülkenin Başbakanı barış umutlarını kıracak bir siyaset tarzı ve dili kullanıyor. Bunun hiç bir yararı yoktur. Kürtleri hizaya getirmekse amacı böyle bir politika üzerinden gidiyorsa bende buradan söylüyorum Kürtler hizaya gelmiyecektir. Kürtler haklı ve meşru talepleri konusunda ne pahasına olursa olsun ki çokça dillendiriliyor bu arada çokta kaybedecek bir şeyimiz yok diyor toplum , halk bunu söylüyor. Dolayısıyla buna karşı kendi demokrasi ve özgürlük mücadelesini yürütmeye devam edecektir. Yani Başbakan'ın bu tarzı çok müzakereye davet eden, birlikte çözüme davet eden bir yaklaşımı göstermiyor. Bundan vazgeçilmesi gerekiyor. Dediğim gibi bu tarz bu yöntem karşı tepkiyi doğurur ve buda iyi sonuçlar vermez. Hepimiz açısından bu ülkenin çok acil bir şekilde barışa ve çözüme ihtiyacı var. Bu sorunu hak ve özgürlükler çerçevesinde çözmeye ihtiyacı var.”

ÖLENLERDEN SİYASETÇİLER SORUMLUDUR
Son dönemde artan çatışmaların kaygı verici olduğunu belirten Tuğluk, her şeye rağmen fırsatın kaçmadığını dile getirdi. Tuğluk şöyle devam etti:

“Çok iyi şeyler göremüyoruz malesef.dün, önceki gün hep ölüm haberi duyuyoruz. Yine çatışmalar, yine operasyonlar devam ediyor. Bütün bunlar barışa dair umutları güçlendirici şeyler değil malesef. En büyük sorumluluğu da burada ben siyasetçilerde görüyorum. Onu ifade etmeye çalıştım. Siyaset barışa dair cesur, kararlı, bu sorunun çözümüne dair kararlı adımlar atabiliseydi, bu konuda bir işbirliği bir dayanışma içerisinde, bu meseleleri açıkça, cesurca ortaya koyup bunun çözümlerini ortak bulabilselerdi bu çatışmalar bu ölümler bugün olmazdı. Dolayısıyla ölen her kim olursa olsun sorumluluğu bize aittir, siyasetçilere aittir. İktidarıyla muhalefetityle hepimize aittir. Hiçbirimiz kendimizi bunun dışında göremeyiz. Bu coğrafyanın bu toprakların çok acil bir şekilde barışa ihtiyacı var. Yeteri kadar acı yaşandığını düşünüyorum. Artık toplum bu mesele bitsin ve bu sorun çözümlensin diyor. Dolayısıyla siyasetçi toplumun bu talebini, bu isyanını aslında arık siyasete dönüştürmek zorundadır. Bunu bir iradeye dönüştürmek zorundadır bunu yapmıyorsa en az o tetikleri sıkanlar kadar sorumluluğu vardı.

Kürt sorunu kendi çözümünü dayatan aslında çözüm sürecine girmiş bir sorundur. Öyle ya da böyle bu sorum çözümlenecektir. Çatışmalı geçerek mi bir sonuca ulaşacaktır yoksa, barış ve uzlaşı yoluylamı bir sonuca ulaşılacak ? Bu henüz belirsizliğini koruyor. Hangi seçeneğin öne geçeceği konusu henüz net değil. Dolayısıyla bu konuda kötü durum senaroları çok hızlı gelişirler. Yani bir kıvılcım bile bu çatışmaların, kinin nefretin hızlı gelişmesine yolaçabilir. Ama iyi durum dediğimiz barışçıl çözüm, demokratik çözüm konusu ise çok zaman alır, ama çok sabırlı olmak gerekir. Barışı sağlamak açısından iradeli ve sabırlı olmak gerekir. Ben bu konuda malesef koşullar, zemin, toplumun böyle bir talebi olmasına rağmen iktidarın, hükümetin böyle bir yaklaşım gösterdiğini düşünmüyorum. Hala bir tasviye politikası üzerinden bir güvenlik eksenli bakış açısı üzerinden yeni bir sindirme, bastırma, bir güçten düşürme yoluyla kendini ce öngördüğü bir çözümü gerçekleştirmeye çalışıyor. Biz de diyoruzki bu sorun bütün toplumu ilgilendiren bir sorundur. En başta Kürtleri ilgilendiren bir sorundur. Bu sorunu çözecekseniz Kürtlerle birlikte çözeceksiniz., Kürtleri muhatap alacaksınız. Sayın Başbakan'ın böyle bir de mokrasi anlayışı yok malesef. Sayın Başbakan yüzde 50 oyu bir güce dönüştürüyor ve bu gücü kullanarak ta bir bütün olarak muhalefeti, toplumu kendi anlayışı çerçevesinde kendi siyasal tarızıyla tabi kılmaya çalışıyor. Bu sorun eninde sonunda çözülecek bir sorun. İstiyoruz ki yeniden acılar, ölümler yaşanmadan bir çözüme ulaşılsın.Çünkü yeniden bir çatışmalı süreç herkesi için bir felakettir, herkesin kaybedeceği bir süreç demektir. Oysa günümüzde bu sorunları çözmenin karakteri, kazan kazan siyaseti uygullamaktır. Yani hiç kimsenin kaybetmeyeceği, herkesin kazanabileceği bir yol bulmaktır.Maalsef sayın Başbakan bu yolu çok tercih ediyor görünmüyor. Ama fısatın kaçtığını düşünmüyorum. Bu meselede, barışçıl çözüm konusunda fırsat vardır, bu fırsatı hep beraber değerlendirebiliriz. Biz Barış ve Demokrasi Partisi olarak buna hazırız. Birlikte bu meseliyi çözme konusunda bize düşen özveriyi, çabayı göstermeye hazırız. Yeter ki siyasi iktidar bu konuda somut adımlar atsın, somut bir program üzerinden bir uzlaşma arayışına girsin.

Sayfa Yükleniyor...