Türkmen: Akil adamlık iddiam yok

Cumhurbaşkanı ve hükümetten ‘kürt açılımı’yla ilgili gelen açıklamalar ve ardından muhalefetin tepkileri NTV’de konuşuldu.

Türkmen: Akil adamlık iddiam yok

Eski Dışişleri Bakanı İlter Türkmen, Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Vedat Bilgin, DTP Milletvekili Sırrı Sakık ve NTV Siyaset Danışmanı Ruşen Çakır, Kürt sorununda 'yeni bir fırsat'ı 'Neden'de konuştu.

İLTER TÜRKMEN
İlk olarak şunu belirtmek isterim ki; akil adam sıfatını sahiplenmiyorum (Hasan Cemal'in Murat Karayılan ile görüşmesinde Türkmen ismi bu şekilde geçmişti)

Bence bir fırsat var, neden fırsat var? Çünkü bir düşünce modelini değiştiriyoruz? Mesela Cumhurbaşkanı kalkıyor diyor ki; 'nin en önemli meselesidir. Ben bir şey daha söyleyeceğim; cumhuriyetin de en büyük başarısızlığıdır. Bu meseleyi çok daha önce halledebilirdik. Müthiş fırsatlar kaçırıldı. Cumhuriyetin ilk yıllarında, belki İkinci Dünya Savaşı’na kadar bir asimilasyon politikası yürüyebilirdi. O zamanlarda demokrasi de yoktu, sadece bizde değil dünyada da çok azdı demokrasi. Bu işi başka ülkeleryaptı, Fransa bunu yapmıştı. Biz yapamadık, olmadı. Bugün artık çok geride kalmış bir konsept asimilasyon, olsa olsa entegrasyon. İşte onun için çalışılıyor, entegre edebilecek miyiz?

Fırsattır, çünkü insanların algılamaları değişiyor. Genelkurmay Başkanı ne dedi; halkı. Bu, ‘Kürt kimliğini kabul ediyorum’ demek. Bir kaç kimlik var dedi. Bu büyük bir aşama.

‘Genelkurmay Başkanı niye siyaset yapıyor?’ deniyor. Burası Türkiye, burada Genelkurmay’ın büyük ağırlığı olduğunu hepimiz biliyoruz. Genelkurmay Başkanı bunu söylüyor, sonra ‘terörist grubunu indirmek lazım’ dedi, ‘mevcut kanunların daha iyi uygulanması lazım’ dedi. Demek ki o da sadece askeri değil yan tedbirlerle de desteklenecek bir süreç üzerinde duruyor.

Kaçırdığımız fırsatlara tekrar dönmek istiyoruz. 1999’da Öcalan yakalandığı zaman, gayet iyi hatırlıyorum, askerler dediler ki ‘bizim işimiz bitti, artık bu siyasilerin işidir.’ Hiçbir şey yapılmadı. 1999’la 2005 arasında PKK da bir operasyon yapmadı. O büyük fırsatı biz kaçırdık, sadece bu mesele değil başka meselelerde de fırsatlar kaçtı. Çünkü geleneksel olarak bir zamanlama kavramında cehalet yapıyoruz.

Bakın hep bunu söylüyorum; Atatürk büyük zaferi kazandı, hemen bunu kayda geçirmek istedi. Lozan’da acele etti, hatta bazı konularda sonuna kadar ısrar etmedi, Neden? Çünkü bu iş uzarsa daha kötü olacağını biliyordu. Bu işleri uzatmamak lazım. O bakımdan, bu yaklaşım bence son derece yerindedir.

Tabi şunu da bilmek lazım ki; bence bu mesele PKK ile DTP ile müzakere yoluyla veya ortak akil adamlar komisyonuyla halledilmez. Bu meselenin çözümünde esas unsur Türkiye devletinin alacağı tek taraflı önlemlerdir.

SIRRI SAKIK
Hocam 1999 dedi ama aslında 1993’te bu fırsat yakalandı. O gün ne hikmetse bu engellendi. O dönemde bir ateşkes süreci vardı, talepler çok uygundu, hatta biz Şam’a kadar gitmiştik ikinci kez ateşkes sürecini uzatmak için. Özal’ın ölüm haberini aldık. O gün bu gün bir çıkmaz sokaktayız.

1999 yılı önemliydi. Öcalan’ın yakalandığı ve İmralı’ya hapsedildiği günden sonra PKK silahlı güçlerini Öcalan’ın önerisi üzerine Türkiye'nin sınırlarının dışına çekti ve o süreç içerisinde büyük bir kayıp verdi. O kayba rağmen PKK bir saldırıya geçmedi, 500 tane üst düzey yöneticisini kaybetti ama barış sürecini tekrar kana dönüştürmemek için bir karşılık vermedi. O süreçten 2004’e kadar bütün yöneticiler busüreçte günahkardırlar ve herkes seyirci kaldı. Bugün yeni olan ne var dersek; uluslararası bir konjonktür var. İstesek de istemesek de böyle bir süreç var. Bizim tercihimiz tabiki iç kamuoyunun, iç dinamiklerle bu sorunun çözümüdür. Burada da değişiklik var. Bu işin siyasal aktörlerini alın, yani başta sayın Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’a kadar, zaman zaman Genelkurmay’a kadar Kandil’e ve İmralı’ya kadar uzanan süreçte bir ortaklaşma var.

90’lı yıllarda, bağımsız birleşik bir Kürdistan talebi var ama bugün PKK’nın geldiği noktada iddiasından vazgeçen, sorunu üniter yapı içerisinde çözmeye talipli olduğunu, yani federasyon yok... Başka bir şey yok, ülkeyi bölmek yok. Biz dilimizi, kültürümüzü ve yerel yönetimlerin daha da güçlenmesi gerektiğini söylüyoruz; Sayın Cemal’in yazısında da bunları gördük. Bu bizi ortaklaştırıyor. Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarını izlerken; geçmişte tabiki bu tür açıklamalar Diyarbakır’a, Kürt coğrafyasına gidilirken veya uluslararası arenada bulundukları dönemlerde yapılıyordu. Bu bizi zaman zaman, dışarıda söylenen veya havada söylenip havada kalan bir söz değerlendirmesine götürüyordu. Ama bugün ‘devletin değişik kurumlarıyla görüşüyoruz’ tezi bizi umutlandırıyor. Artık bu kanın, bu şiddetin durması gerekir.

Ankara’nın tepki göstermesi, siyasi partilerin ihanetle suçlamaları çok haksız bir itham. Çünkü bunların yüreği yanmıyor, bunların çocukları o coğrafyada ölmedikleri için... Sürekli bu barışın önünde engeller oldu ama bir ortaklaşma varsa bizim ne yapmamız gerekir, Türkiye'de herkesin ne yapması gerekir?

Kandil’den söylenen; bizimle görüşmüyorsanız İmralı’yla görüşün, İmralı’yla görüşmüyorsanız DTP ile, DTP olmuyorsa akil adamlar veya biz akil adamlar yerine akil insanlar diyelim. Çünkü hanımefendiler buna tepki gösteriyorlar. Böyle bir süreçte hepimizin, ortak bir platformda buluşmamız gerektiğini söylüyoruz. Bence ortak zemin var. Korkmadan, hep birlikte bunu ete kemiğe büründürebiliriz. Bunu yapmak tabiki siyaset dünyasının işi.

VEDAT BİLGİN
Birkaç konuşmayı üst üste koyarsak, sayın Cumhurbaşkanı’nın söylediğini, sayın Başbakan açık bir şey söylemiyor henüz. Sayın Genelkurmay Başkanı’nın açıklamalarında sizin de hatırlattığınız hususlar var. Devlet içinde bu yaklaşım var ama bunu bir konjonktür içinde anlamak lazım diye düşünüyorum. Nerede çıktı bu, orta yerde hangi konularda bir uzlaşma, daha doğrusu hangi konuda bir fırsat doğdu ki böyle bir eğilim, bir uzlaşma eğilimi ortaya çıktı.

Uzlaşma, ‘nerede uzlaşıldı?’ sorusu henüz cevaplandırılmış değil. Ben meseleyi biraz konjonktürün analiziyle ilgili değerlendirmek istiyorum. Çünkü durup durup bu olay nereden meydana geldi, bu tartışmanın arka planında ne var? Genelkurmay Başkanı’ndan Sayın Cumhurbaşkanı’na kadar uzanan sürecin arkasında ne var?

Hepimizin bildiği bir şey var; Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’taki başarısızlığı uluslararası kamuoyunda ayyuka çıkmış durumfa. Bu vahşetin sürdürülemeyeceği ve bunun daha fazla taşınamayacağı, Amerika’daki başkanlık değişiminin de bunun Amerika için bir fırsat olduğu... Amerika Birleşik Devletleri’nin kendi kamuoyunda da çok ciddi sorunları var.

Bütün demokratik dünyada bu konuda çok ciddi tepkiler var. Bir politika değişikliği var. Süper devletler çok sayıda alternatif ve çok sayıda strateji geliştirirler ve onun için A planı, B planı sunarlar. Öyle anlaşılıyor ki, Amerika Birleşik Devletleri, Ortadoğu siyasetinde başka bir plan uygulayacak. Bu plan içerisinde Irak’a da farklı bir şekilde bakacak. Çünkü Irak’ta bir taraftan çok güçlü bir Şia eğilimi var, daha dar, daha küçük bir sünni gruplar var. Bu Şia gruplarının içerisinde Türki gruplar var. Sünni grupların içerisinde çeşitli etnik kimliklerden gelen topluluklar var.

Ben bu açılımı konjonktüre bağlıyorum. Bu konjonktürün içerisinde Amerika Birleşik Devletleri yeni bir oyun stratejisi geliştirdi ve bunun içerisinde Türkiye'ye yeni bir yol vermek istiyor. Şimdi burada sorun şudur; Türkiye kendine verilen ya da verilmek istenen rolü kabullenecek mi, yoksa kendi stratejisiyle, kendi sorununu çözecek, bölgeye yeni bir yaklaşım geliştirecek, bölgedeki ilişkileri yeniden düzenleyecek bir aklı mı olacak? Sorun bununla ilgili...

RUŞEN ÇAKIR
Ben hiç heyecanlanmadım. Bir kere fırsat olduğuna eminim, bunu biliyorum. Şunu da biliyorum; Abdullah Gül bu sözleri ilk olarak İran’a giderken uçakta söylemişti, o soruyu da ben sormuştum.

Şimdi onun tarif ettiği bir realite var. Türkiye'de ne zamandan beri özellikle İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanı olduğundan beri devletin en üstünde Kürt sorunu konusunda, PKK, terör ne

derseniz deyin burada bir koordinasyon var. Eskiden biliyoruz değişik dönemlerdebirinin yaptığını diğeri çok sık bozabiliyordu ve insanlar arkalarını kollamaktan doğru dürüst mücadele edemedikleri dönemlerler yaşadı.

Bu konuda Cumhurbaşkanı Gül’ün en çok altını çizdiği husus bu. Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bir fırsat yakalamış durumda, ilk defa ortak olarak bir şeyler üzerinde kafa yoruyorlar. Saatlerce tartışıyorlar, MGK dışındaki ortamlarda da tartışılıyor. En son yapılan müsteşarlık gibi yeni uygulamalar da var. Bu anlamda devletin yakalamış olduğu bir fırsat var. Konjonktür anlamında yakalanmış bir fırsat var, uluslararası konjonktür olarak da var.

Ben de İlter Bey gibi bununçözümümün esas olarak içeride olduğunu düşünüyorum ama yine de Washington’un ve Erbil’in bu konuda Ankara’ya daha fazla yakınlaşmış olmasını hiç yabana atmamak lazım.

Bir diğer aşama; olayın öteki tarafında, PKK ve genel olarak Kürt hareketi diye baktığımızda da bir fırsat var. PKK artık tıkandı, yani silahlı eylem çizgisinin getirdiği bir tıkanıklık var ama öte yandan son seçim sonuçlarının da gösterdiği, siyasi olarak Kürt hareketinin da önünün açık olması var. Yani bir taraftan bir yerde tıkanma, bir yerde de açıklık var. Bütün bunların hepsini birleştirdiğiniz zaman elverişli bir durum oluyor, özellikle Türkiye bu işi kendi içerisinde çözmek istiyorsa, böyle bir durum var. Bu anlamda Hasan Cemal’in röportajı çok önemliydi, çok işlevseldi ve halen konuşuyoruz, daha da konuşacağız.

Ancak burada bence çok önemli bir fırsatı Murat Karayılan bilerek ya da bilmeyerek heba etmiş durumda. Çünkü Murat Karayılan yeni bir hiçbir şey söylemedi ve alttan alta yine tehdide devam etti. Nedir o? ‘İstemeyiz ama en kötü durumada hazırız.’ Hatta bazı yerlerde Hasan Cemal de uyarıyor, mesela devrimci karargah örgütünden bahsederken ‘çocuklar geldiler biz ne yapalım’ diyor. Bu bir nevi gözdağı gibi. Yani ‘Bir takım başka çocuklar da gelebilir.’ Diyor.

Ne yapabilirdi? Bence PKK 93’te ve 99’da Abdullah Öcalan’ın risk alarak, feragat ederek birkaç kere yaptığı adımlar vardı; güçlerini geri çekmek gibi. Hatta 99’da örgütün üst düzey yöneticileri de dahil bir grup teslim oldular. Odönemlerdeki konjonktürde devlet yapısı, uluslararası yapı bu adımlara cevap vermedi hatta suistimal ettiği de söylenebilir. Bence bugün o adımların fazlasının atılabileceği elverişli bir zemin var ancak biz Karayılan’dan bunu görmedik. Karayılan bize Abdullah Öcalan’ın 10 yıldır söyleye söyleye ilgililerin bıktığı şeyleri tekrarlamaktan öteye bir şey söylemedi. Mesela güçlerinin bir kısmını sınır dışına çekmek gibi bir şey söylemiş olsaydı biz çok daha farklı bir şey tartışıyor olacaktık. ‘PKK gücünün bir kısmını geri çekecekmiş, acaba buna devlet ne cevap verir? Bunlar geri çekilirken saldırıya uğrarlar mı, uğrarlarsa ne olur?’ gibi. Çok daha somut bir şey konuşuyor olacaktık. Şimdi somut bir şey konuşamıyoruz. Aslında Karayılan böyle yaparak çok önemli biz kozunu kaybediyor. Çözümün adresi her ne kadar kendisini telaffuz etse de somut olarak heyecanlandırıcı bir şey söylemediği için çözümün adresini kendisinden çıkartıp yine bir takım başka odaklara transfer ediyor. Açıkçası benim beklentim, ileride de konuşuruz ama, Öcalan’ın yine İmralı’dan galiba bir avukat görüşü var; eğer avukatların hepsi tutuklanmadıysa.

Öcalan’ın daha kapsamlı, daha somut bir takım önerilerle, adımlarla ortaya çıkma ihtimali var. Günlerce konuştuğumuz o röportajdan Türk kamuoyunun, Türk devletinin ‘gerçekten bir şeyler oluyor, onlar da artık silahtan vazgeçiyorlar’ı anlatabilecekleri bir noktaya henüz gelmedik. Ama gelme ihtimalimiz bence var.

Sayfa Yükleniyor...