Yazarlar Vogue Türkiye için neler yazdı?

Vogue Türkiye'nin Paris’teki partisinde, ünlü yazarlar bakın neler yazdı?

Yazarlar Vogue Türkiye için neler yazdı?

Paris, modanın 117 yıldır ‘kitabını’ yazan Vogue’un, ’de yayın hayatına başlaması şerefine verdiği davete ev sahipliği yaptı.


Modacılar, sanatçılar, gazeteciler, yazarlar... Dünyanın en ünlü isimleri buluşturan, 900 kişinin katıldığı davette şıklık yarıştı.

Hakan Yıldırım imzalı kırmızı bir elbise giyen Vogue Genel Yayın Yönetmeni Seda Domaniç partiye gelenleri tek tek karşılayarak yakından ilgilenendi.

Bu özel gecede neler yaşandı? Kim, neye şaşırıp kaldı? İstanbul'dan beri en çok konuşulan ve merak edilen şey neydi? Hangi detaylar göze çarptı.

Davete katılan yazarlar kaleme aldı...

İşte çarpıcı yazılar... 

İstanbul’dan beri en çok konuşulan şey: Efsane editör Anna Wintour partiye gelecek mi, gelmeyecek mi?  
Anna Wintour nedense herkesi bütün ünlülerden daha fazla heyecanlandırıyor. Oscarlara katılmak için Milano Moda Haftası’ndan erken ayrılacağını açıkladı diye moda haftasını üç güne indirdiler. Oysa Anna Wintour Paris’te. Bir gece önce La Société’de akşam çorba içerken görülmüş.

Anna Wintour partiye geliyor, Seda Domaniç’i tebrik edip iki dakika içinde partiden ayrılıyor. Hadi brüt beş dakika diyelim. Geldi mi? Geldi. Gecenin en cool ismi oldu mu? Oldu. Kendisi yaşına rağmen son derece formda. Kıyafetine bakıp hayvan desenlerinin bu sezon çok moda olduğunu bir kez daha anlıyoruz.

Lindsay Lohan’dan Hamish Bowles’a kadar önemli isimler partiye geliyor. Tam Max Mara Türkiye’nin sahibi Ahmet Tarkan “Dün gece Arte kanalında Dice Kayek, Ece Ege İstanbul’u tanıtıyordu” diye anlatırken Ece ve Ayşe Ege geliyor. 30 Mart’ta Paris’te bir sergileri olacak. İstanbul’dan ilham alan elbiselerle tanıtıma devam edecekleri için heyecanlılar.  

Biz çıkarken Roberto Cavalli içeri giriyor. Artık gerilmekten ürkütücü hale gelmiş yüzünü görünce Roberto Cavalli giyeceğiniz varsa da giymezsiniz. Zaten Türk davetliler Roberto Cavalli’ye Fashionable İstanbul’daki defilesinde eski tasarımlarını sergilediği için hâlâ  kırgın.

Biz Hotel Crillon’dan çıkarken elinde davetiyesiyle sırada bekleyenler seviniyor. Çünkü biri çıkmadan bir başkası içeri alınmıyor, izdiham yaşanmaması için. İnanılmaz, ama partiye 900 kişi katılıyor. Parti sonrası Mehmet Y. Yılmaz önderliğinde La Cantine’e geç bir yemeğe gidiyoruz. Bir yandan Vogue’un, bir yandan Elle’in başarısını kutluyoruz. Sonra da Marie Claire’in yayın yönetmeni Gülen Yelmen aramıza katılıyor.

Bu gezinin en ilginç yanı moda dünyasının yanı sıra Türk medyasını buluşturması oluyor. Vogue herkesi bir araya getirmeye güzel bir vesile oluyor. Tabii bunda Ferit Şahenk, Erman Yerdelen, Cem Aydın ve Neyyire Özkan’ın etkisi çok büyük."

Ayşe Arman - Hürriyet
Paris’te Vogue macerası
"Neeeee! Vouge Türkiye lansmanı mı? Paris’te mi? Hüseyin Çağlayan defilesi mi? Gece de partisi mi var?
Kim istemez. Tamam geliyorum. Zamanın rüzgârı bu. İnsanlık için küçük olabilir ama Türkiye için büyük adım.
Da... Ben şimdi ne giyeceğim? Can alıcı soru bu.  
Bazen sırf bu yüzden erkek olmak istiyorum, işleri çok kolay, bir takım elbise, bir havalı gömlek, bir de kravat, tamamdır, kim tutar seni... Kadınsan vah haline!
O kadar ürkütücü geliyor ki bu kıyafet meselesi, bunalıyorum, acaba vazgeçsem mi diye bile düşünüyorum. Ha gayret, yeni bir elbise alayım bari...
Orijinal olmalı ama çok iddialı ve süslü olmamalı, çok fazla heves yapmış gibi görünmek de istemem. Hem dikkat çekmeli, hem olağan durmalı. Rengi de siyah olmamalı, herkes siyah giyiyor.
“Benimle Harvey Nichols’a gelir misin?” diyorum sevgilime. Öldürsem daha iyi, hiç istemiyor ama beni kırmıyor, tabii sonra bir kamyon laf ediyor, dört saati bir alışveriş merkezinde geçmiş de, ne günahı varmış, o gelmese olmaz mıymış?
Giy çıkar, giy çıkar, 30 tane elbise giydim. Bu iyi, şu dar, diğeri bol, o şişman yaptı, bu demode, bunun rengi tenine uymadı derken...
Bir Lanvin elbisede karar kıldım. Ama nasıl pahalı, sevgilim, “Güzel oldu, al” dedi ama ben bu ay bisiklet almak istiyorum, vazgeçtim, altın sarısı bir Cavalli elbisede karar kıldım, o daha ucuzdu.
Giyip gideceğim... Ama tedirginim de... Çünkü Paris, Vogue, Moda Haftası, Hüseyin Çağlayan defilesi, Anna Wintour, uçuşan markalar, top modeller, uzun boylu incecik kızlar, partiler insanı korkutuyor... “Ben geri mi kaldım?” korkusuna kapılıyorsun. Orası her şeyin göbeği ya...
Üzerimdeki kıyafet tamam mıdır, doğru mudur, oldu mu, derdindeyim ama kalabalıkla ilk temasımda anladım ki, o pırıltılı dünyada herkes aynı durumda...
Beşinci şampanyaya kadar herkes birbirini süzüyor. Sonra... Sonra hayat, normale dönüyor... Bir geyiktir gidiyor...

Ben en çok neyi merak ettim biliyor musunuz?
Tamam Vogue önemli, büyük marka, yıllar sonra Türkiye’ye gelmesi olay, neresinden bakarsanız bakın yeni bir soluk getirecek, belki kadın ve moda dergilerinin okuyucusu bile değişecek.
Ama benim merakım farklı... Kişisel.
Hani eski kocan gider biriyle evlenir, yollarınızı tatlı tatlı ayırmışsınızdır ama merak edip durursun, acaba şimdi nasıl, kimle evli, o nasıl bir kadın, benimle olduğundan daha mı mutlu, daha mı mutsuz?
Çıldırırsın, kendi gözlerinle görmek, kulaklarınla duymak istersin.
Benim olayım da budur.
Binlerce yıl birlikte çalıştığımız Neyyire Özkan şu anda Doğuş Dergi Grubu’nun tepesinde, Vogue’da da inanılmaz emeği var, yepyeni bir ekiple çalışıyor, bizimle olduğundan daha mı iyi, yoksa tersi bir durum mu söz konusu...
Görmem lazım. Ki... Gayet hain bir şekilde kendi kendime, “Ya işte bak! Orada mutsuz! Yaptığı iş onu kesmiyor, kesmez!” diyebileyim.
Bizim ekibe kim benzer? Kim elimize su dökebilir? Ama ne yazık ki onu orada, yeni ekibiyle gördüm. Hepsini tek tek tanıştırdı ve itiraf ediyorum, çok parlak tipler. Ve mutlular.
Tuhaf, tarifi zor bir kıskançlık hissettim. Ama onun için de sevindim.
Herkes benim biricik arkadaşımı el üstünde tutuyor. Takılmadan da duramadım. “Sen amma da süslü olmuşsun! Vogue seni değiştirmiş. Bu bileğindeki bilezik ne? Bu topuklular ne?” diye bütün gece dalgamı geçtim, Ali Kiremitçioğlu şahidimdir.


Bir diğer gözlemime gelince...
Doğuş Grubu erkeksi bir grup, bütün markaları erkeksi...
En azından bana öyle geliyor... NTV, dergiler, programlar, banka, iş dünyası, otomotiv... Hep “erkek enerjisi” hâkim... Ve işte Vogue’la ilk defa bunu kırmışlar, bütün gruba bir “kadın enerjisi” girmiş...
Haliyle de çok gururlular.

Paris’te 24 saatten az kaldım ama izlenimlerim bir ton.
Önce Hüseyin Çağlayan...  Müthiş adam. Modaya felsefe sokan adam. Şimdilerde, Vogue’a “Vögg” dediği için konuşuluyor, ama onun umuru bile değil. Defilesi çok alkış aldı ama ben itiraf edeyim, çok beğenmedim, daha önce aklımı başımdan alan işleri vardı, bu öyle değildi.
Defileyi en ön sıradan izledim. Meğer bu da çok önemli bir şeymiş, Seda Domaniç ve Fatoş Yalın’la (Vogue ve Marie Clair dergileri Yayın Yönetmenleri) oturdum, artık rahatlıkla moda konusunda ukalalık edebilirim, acayip şeyler öğrendim. Yabancı moda yazarlarını bile tanıttılar bana. Hepsi çok meşhur. Meşhur olmaya çalışan blogger’lar da var, dikkat çekmek için enteresan kıyafetler giyiyorlar ve kucaklarımdaki küçük laptop’larıyla, izlenimlerini direkt blog’larına yansıtıyorlar.
Tek olumsuz şey, Hüseyin Çağlayan kilo almış. Biraz. Ama almış. Yaşlanmanın en kötü yanı bu, yaşlanıp da kilo almayan insan çok az, bu da çok sinir bozucu."

Serdar Turgut  - Akşam Gazetesi
Her şey güzeldi ama...
Normal insanlar açısından VOGUE Türkiye için Paris'te düzenlenen bir dizi etkinliğe katılmak olağanüstü güzel bir deneyim olmuştur herhalde. Fakat ben ne yazık normal değilim de, ben bunları yaşamadım, genel eğilimin dışında kaldım, farklılığımı ortaya koydum.

... Hafta sonundaki Paris gezim bendeki tüm potansiyel aksaklıkları tetikleyecek unsurlar içeriyordu. Bir defa ben çok fazla güzel kadının bulunduğu ortamlarda strese girerim. Gayet tabii ki bu durumdaki bir insanın VOGUE dergisi etkinliği için moda haftasının sürmekte olduğu Paris'e gitmesi katiyen akıllı bir iş değildi. Akıllı bir davranış yapmam benden beklenmediği için eleştirilmekten korkmadan gittim oraya.

... Doğuş Medya Grubu'nun davetlileri, Paris Moda Haftası'na katılabilecek diğer insanlardan daha şık ve güzel görünmeye kararlıydılar. Anlayacağınız etrafımda çok fazla sayıda şık ve güzel insan olmasından kaynaklanan klostrofobim alanda başladı, uçakta artarak sürdü ve Paris'te zirveye çıktı çünkü orada kafilemize ilave güzel kadınlar ve şık adamlar da katılmışlardı.

... Gece Paris'te Hotel Crillon'da VOGUE-Türkiye'nin partisi vardı. Her şeye rağmen büyük bir inatla bu partiye de gittim ve kendimi zerre kadar tanımadığım ortaya çıktı. Kapının girişinden itibaren insanlar bana bakmaya başladılar. Herhalde Paris'te üstelik bir moda haftası zamanında benim tipimdeki bir insan herhalde Neanderthal dönemden bu yana görülmemiştir. Salonun kapısında VOGUE Türkiye'nin Yayın Yönetmeni Seda Domaniç'in şıklığını ve güzelliğini gördüğüm an oradan aslında hemen uzaklaşmam gerekiyordu. Çünkü gecenin güzel kadınlar ablukası altında geçeceği belliydi ama yine de kaçma güdümü baskı altına aldım ve salona girdim.

Paris, Paris olalı böyle kalabalık bir toplantıyı belki sadece Fransız devriminin yıldönümü kutlandığı gece görmüştür. Doğal olarak insanlar birbirleriyle ayaküstü sohbetler ediyorlardı. 10 dakika sonra içimde bazı duygular kabarmaya başladı. İçerideki insanların beni toplu halde öldürmeye teşebbüs edeceklerini düşündüm. Salonun duvarları üzerime doğru gelmeye başladı. Ayrılmak için izin istemem gereken  insanların hepsi şık ve güzeldiler ama buna rağmen tüm cesaretimi toplayıp onlara yaklaştım ve hem de konuşmayı ben başlatarak hasta olduğumu ve gitmem gerektiğini söyledim ve otele döndüm.

Kaçışımdan sonra Anna Wintour davete katılmış. Hakkında daha önce çok yazı yazdığım Amerikan VOUGE'un yayın yönetmenini görme şansını hastalığım yüzünden kaçırdım. Olsun buna da çok üzülmedim çünkü davetten önce Hüseyin Çağlayan'ın defilesinin başlamasını beklerken Jonathan Winehouse ile tanışmıştım. Soyadından da anlaşılacağı üzere o patron. Bu gibi durumlarda ben daima patronla tanışmaya daha önem veririm.

BÜYÜK DÜŞÜNEN PATRON
Ferit Şahenk herhangi bir alanda büyük olmak için büyük düşünmek gerektiğini medya sektöründe de gösteriyor. Conde Nast ile anlaşma, VOUGE dergisinin çıkarılması ve Paris'te verilen davet Doğuş Medya Grubu'nun patron sayesinde ne kadar da büyük düşünebildiğini gösterdi bana. Tavırları ve profesyonellikleriyle beni hem gururlandırdılar hem de çok mutlu oldum.

Ali Saydam  - Akşam Gazetesi
Katalog mu dergi mi?
"Öncelikle Vogue Dergisi hayırlı uğurlu olsun. Hedef kitlesi nezdinde inanılmaz ses getirdi. Her toplantıda veya iş yemeğinde şu sıra konuların arasında ilk sıralarda... İletişimin her ayağı çok başarılı yönetildi. Zaten derginin yayın hakkını alabilmek, Türkiye ekibini oluşturmak ve bu operasyonu bu kadar başarılı yapabilmenin ne kadar zahmetli, emek isteyen bir iş olduğunu yıllarını dergi yayıncılığına vermiş biri olarak çok yakından bildiğimi söyleyebilirim. O yüzden sadece 'Vogue'un 1. sayısı çıkmış' diye değil, öncesini, sırasını ve sonrasını da düşünerek yazıyorum bunları...

Hüseyin Çağlayan'ın seslendirdiği reklamını da farklı ve başarılı bulduğumu, Çağlayan'ın doğru bir tercih olduğunu, reklamda Çağlayan'ın derginin adını 'vöööög, vöuuğğ' olarak telaffuz etmesinde dalga geçilecek değil, takdir edilecek bir yan aranması gerektiğini de belirtmeliyim.

Orijinal Vogue'la bizimki arasında belki niceliksel değil ama niteliksel bir fark olduğu çok açık. Katalogla dergiyi birbirinden ayıran temel fark da bu zaten... Dünyada dergi yayıncılığı konusunda yayınlanan ve doğrudan dergi yöneticilerini hedefleyen Folio: dergisi bir makalesinde dergiyi oluşturan beş unsurdan birini 'okunacak malzeme' olarak vermiş ve eklemişti: 'Bir dergide %35 oranında okunacak malzeme olmalı bakılacak değil'.

Yeni dergi, ilk sayı, özel sayı diyebilirsiniz. Ben de öyle diyorum... Ama bir sonraki sayıda Vogue'la daha uzun süre haşır neşir olmak için özel ve dikkat çekici konular bekliyorum..."

Hakan Çelik - Posta Gazetesi
Ferit Şahenk'in marka yönetim stratejisi
"... Pek çok alanda dünya ile yarışır hale gelen Türkiye dergi yayıncılığı konusunda oldukça gerilerde. Türk okurunun yıldızı dergilerle pek barışık değil. Bu güçlüğü aşabilmek için kaliteli bir ürün hazırlayıp, iyi bir pazarlama tekniğiyle doğru bir hedef kitleye yönelmek gerekiyor. Doğuş Holding bu yolda önemli bir adım daha attı. Doğuş Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk, Amerika’nın yayıncılık devi Conde Nast ile anlaşıp ünlü Vogue dergisini Türkiye’de yayınlamaya başladı.

Paris’teki davette kimler vardı?
Ferit Şahenk, Vogue Türkiye dergisinin lansmanı için aralarında gazetecilerin de bulunduğu 100’e yakın misafirini Paris’e davet etti. Türk Hava Yolları’ndan kiralanan özel uçakla cumartesi günü Fransa’ya hareket eden davetliler pazartesi gününe kadar Paris’te kaldı. Doğuş Yayın Grubu’ndan Erman Yerdelen, Cem Aydın, Neyyire Özkan, Seda Domaniç gibi isimlerin rehberliğinde gerçekleşen davete katılan misafirler Paris’in ünlü oteli The Four Seasons - George V’te ağırlandı. Derginin lansmanı ise Paris’in görkemli Concorde Meydanı’ndaki tarihi Crillon Otel’de gerçekleştirildi.

Bu davete katılmak için pazar günü televizyon programımı bitirdikten sonra THY uçağıyla Paris’e hareket ettim. Benden bir gün önce Doğuş’un kiraladığı uçakla Paris’e giden misafirler Couvent des Cordeliers’te Kıbrıslı Türk modacı Hüseyin Çağlayan’ın defilesini izleme imkanı buldular. Pazar akşamı Crillon Otel’deki büyük lansman partisinde hem Türkiye’nin hem de Avrupa’nın tanınmış modacıları vardı. Atıl Kutoğlu, Bahar Korçan, Hakan Yıldırım oradaydı. Davette kimler yoktu ki? Son yıllarda bu kadar şık kadını bir arada gördüğümü hatırlamıyorum. Diana Şahenk’in siyah elbisesi çok etkileyiciydi. Suna Vidinli, Atıl Kutoğlu tasarımı beyaz bir kıyafetle gelmişti. Ayşe Arman’ın seçimini de beğendim. Şahenk’in davetlisi olarak Paris’e gelen Güneri Cıvaoğlu, Serdar Turgut, Mehmet Y. Yılmaz, Erdal Şafak, Tayfun Devecioğlu ve Eyüp Can Sağlık da oradaydı. İngiltere’nin eski Ankara Büyükelçisi Peter Westmacott şimdi Paris Büyükelçisi olarak görev yapıyor. Davete o da eşiyle birlikte katıldı.

Ferit Şahenk’in İstanbul’dan davet ettiği isimlerden biri de Türkiye hazır giyim sektörünün önde gelen iş adamlarından, Damat Tween ve D’S markalarının sahibi Süleyman Orakçıoğlu’ydu. Fakat Orakçıoğlu İngiliz vizesi için başvurduğu İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosluğu’nun pasaportunu zamanında vermemesi nedeniyle Paris’e gelemedi. Orakçıoğlu gibi İngiltere’de yatırımı bulunan, çok sayıda kişiye istihdam yaratan bir iş adamı bile bunlarla karşılaşıyorsa vize sorunu çok vahim bir noktaya ulaştı demektir. Şikayetlerin giderek arttığı bir ortamda İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi David Reddaway’in artık bu sorunlara el atması gerektiğini düşünüyorum."


Melis Alphan - Hürriyet
Bu partide kuyruğa kaynak yapamıyorsunuz 
"Pazar akşamı Paris'ten naklen yayın yapan NTV'ye kısa bir süreliğine konuk olduk Mehmet Y. Yılmaz'la. NTV kameramanı akıllı tabii, Vogue partisinin düzenlendiği Hotel Crillon'un balkonuna kurmuş kamerayı, arkada muhteşem Concorde Meydanı, Luksor Dikilitaşı, ışıl ışıl Eyfel, Allah ne verdiyse...

Arka plana diyecek yok, kameraman işi biliyor da kameranın önündekilerin vay haline! Hava eksi derecelerde seyrediyor, ayaz soldan soldan vuruyor. Ben elde olmaksızın, partiyle ilgili iki güzel laf etmem için mikrofonu uzatan Ece Sükan'a yayında  “Aman da donduk, kamerayı kurmuşsunuz buraya, olacak iş mi, parti bu gece olunca Oscar'ların kırmızı halısını da kaçırdık” gibi memnuniyetsiz cümleler kuruyorum. Neyse ki Mehmet Y. Yılmaz iyi polislik yapıyor ve güzel cümleleri o sarf ediyor.

Hüseyin Çağlayan orada, babası orada, Roberto Cavalli orada, daha buraya isimlerini sığdıramayacağım ve gözden kaçırdığım kimler kimler...

Kıyafetler tam seyirlik. Muhteşem olanlar da var, sirk maymunu gibi dolaşanlar da.

Seda Domaniç; Hakan Yıldırım'dan kırmızı, seksi bir elbise giyiyor. Üç günlük organizasyon sırasında hep farklı farklı Türk tasarımcıların tasarımlarını giyiyor, iyi yapıyor.

Crillon'daki Vogue partisine gece boyunca 900 kişi girip çıkıyor. Biz şehirde geç bir yemek yemek üzere dışarı çıkarken insanlar ellerinde parti davetiyeleriyle upuzun kuyrukta bekliyor. Yani davetiyeniz olsa bile Paris Moda Haftası'nın geleneksel Vogue partisine girmeniz kolay değil. İçeriden birileri çıktıkça sırada bekleyen diğer konukları alıyorlar çünkü.

... “Hüseyin Çağlayan çok iyi bir insan” diyor organizasyonu yapan Bernaylafem'den Şebnem. Türkiye'den gelen konuklar için Paris Moda Haftası kapsamındaki defilesinde 80 sandalye ayırmış. Bu görülür şey değil, kimse yapmaz.

Yerini alıp moda yazarları gibi işin ritüelini yerine getirmek üzere bloknotuna not alan Serdar Turgut'u takdir ediyor ve izlenimlerini bekliyoruz.

Defile öncesi 15-20 dakika mekanda otoban gürültüsü yankılanıyor, defile “Vög” sözcüğünü Türkçemize kazandıran Hüseyin Çağlayan'ın hoparlörden yankılanan konuşmasıyla açılıyor. Çağlayan konuşmasında, kısa süre önce hayatını kaybeden tasarımcı Alexander McQueen'e övgülerini sunuyor.

Çağlayan'ın yine rafine, sade kalıpları dikkat çekiyor, kruvaze ceketler bu tarzın da becerildiğinde iyi resim vereceğini gösteriyor. Vatkalı saten bluzlar Sue Ellen'ı hatırlara getiriyor.

Durmadan müzik de değişiyor, tarzlar da... Tasarımcının kafası epey karışıktı herhalde diye düşünürken öğreniyoruz ki koleksiyon Amerika'nın farklı bölgelerini anlatıyor. Yani bir nevi çok kültürlülüğü. Ha şunu baştan bileydik.  

Sayfa Yükleniyor...