Yüz yılların acısı aynı çığlıkta buluştu

Bir mucize olsun istedim koltuğuma yapışmış, hipnotize olmuş gibi ona bakarken. Öyle bir mucize olsun ki, bütün duvarları patlasın Bostancı Gösteri Merkezi'nin...

Yüz yılların acısı aynı çığlıkta buluştu

Sezen Aksu, bir süredir hem yurt dışında hem yurt içinde müzikseverlerle buluşturduğu yeni "konser" projesi "Sezen Aksu Acoustic Band" ile cumartesi akşamı, nihayet İstanbullu seyircilerin karşısına çıktı. Aksu'nun daha çok yurt dışındaki konserleri için tasarlanan, Fahir Atakoğlu'nun müzik yönetmenliğinde ve dünyaca ünlü müzisyenlerin katılımıyla oluşturulan "Acoustic Band" 'deki seferine Anadolu'dan başlamıştı. Projenin İstanbul'u fethedişi de Anadolu yakasından, Bostancı Gösteri Merkezi'nden oldu. Hem de nasıl görkemli bir fethediş...

Her notası, her melodisi, her sözcüğü kılcal damarlara kadar akarak, içinizde oyulmadık, deşilmedik hücre bırakmayarak...Öyle derinden, öyle içinize işleyerek... Sadece bir konser değildi bu, bir sevgi ve dua ayiniydi. Baştan sona sihirli bir şey oldu. Sanki o kadın, geçmişten günümüze dünyanın bütün acılarını tek seferde kuşandı, aldığı her nefesi bin yılın hüznüyle aldı. Kederlere saldı, efkarlandı, içinden kor kor deli ateşleri çıkardı; aşkın ve acının en çıplak, en zor basamaklarına elimizi tutarak çıkardı, hayatın bütün hallerini, zamanın bütün yıllarını 3.5 saatte yaşattı. Bir çığlığıyla içimizin bütün camlarını indirdi, sonra parçalanan her şeyi bütün şefkatiyle yeniden yapıştırdı, açılan yaralarımıza ihtiyacı olan bütün pansumanları bizzat kalbiyle yaptı ve bir minik serçe gibi usulca kendi zamanına kanatlandı.

Bir mucize olsun istedim koltuğuma yapışmış, hipnotize olmuş gibi ona bakarken. Öyle bir mucize olsun ki, bütün duvarları patlasın Bostancı Gösteri Merkezi'nin. Sihirli bir el bizi alsın, yurdumun her köşesinde dolaştırsın. Herkes bizim yaşadığımız, hissettiğimiz gibi bu şarkıları, bütün kalbiyle gümbür gümbür dinlesin. Bu ağıtları, bu sessiz dokunuşları hissetsin. O an hepimiz el ele tutuşalım. Bütün acılarımızı unutalım, kendimizle, bizi bizden etmeye çalışan her şeyle, herkesle barışalım, birbirimizi anlayalım. Omuzlarımıza dokunalım, gözlerimizden öpelim. Bu zengin coğrafyanın bütün dilleriyle, kalpleriyle, sesleriyle, renkleriyle barışalım. Birbirimizi bu sefer gerçekten anlayalım. Affedelim, özür dileyelim, kucaklaşalım, bayramlaşalım. Ve deliler gibi ağlayalım. Öyle bir ağlayalım ki, bu son ağlamamız olsun, döktüğümüz son göz yaşları, akıttığımız son kan damlaları olsun.

Öyle bir mucize olsun ki, Tanrım bize öyle bir güç versin ki, en baştan başlasın Sezen söylemeye. Bütün şarkıları, bütün aşkları, bu coğrafyanın bütün acılarını en baştan söylesin. Gecelerce, günlerce dinleyelim. Şarkıların gücüyle, büyüsüyle üzerimize yapışan bütün kirleri, bedenimizi esir alan bütün her şeyi, aklımızı, kalbimizi yıkayalım. Kendimizi en başından başlayarak temize çekelim. O yıllardır ertelediğimiz her şeyi yapalım. Kendimizle yüzleşelim. Herkesten önce kendimizle barışalım. Bütün eski sevgililerimiz, küstüğümüz arkadaşlarımız, canını acıttığımız dostlarımız da olsun. Onlarla helalleşelim. "Seni hiç unutmadım" diyelim. "Seni hala çok seviyorum" diyelim. "Benden sonra çok mutlu ol" diyelim.

Ne varsa içimizde dökelim. Ne kadar kabuk tutan yara varsa yeniden kanatalım. Kanasın ki, bitsin ki bir daha kabuk tutmasın. Ve artık her şeyi halledip sevmeye başlayalım. Yeteri kadar zaman kaybetmedik mi? Yeteri kadar kayıp vermedik mi? Daha neyi anlamamız gerekiyor? Daha ne kadar acı çekmemiz gerekiyor? Ne zaman dank edecek kafamıza? Ne zaman düşecek pişmanlığı kalbimize?

Bu soruların eşsiz yalnızlığını, kanatan çaresizliğini çok iyi bildiği için söze "Lal" ile başlıyor Sezen. "Bir bulut olsam, yüklenip yağsam/ dökülsem damla damla toprağıma/ Bir deli nehir, bir asi rüzgar olup kavuşsam üzüm bağlarıma" Belki o deli yağmur yağsa, dökülse kalplerimizin orta yerine, bir deli nehir taşsa bütün acıların üzerine, bir asi rüzgar bozsa façamızı, o zaman anlar mıyız? O zamanlar da birbirimizi anlıyor, kenetleniyor, dünyanın en büyük güç birliğini yapıyoruz da peki ya sonrasına ne oluyor? Hemen nasıl unutabiliyoruz her şeyi?

Yüz yılların acısı aynı çığlıkta buluştu - 1

İstanbul'a hüzünlü saygı duruşu
Peşine "El Gibi" patlıyor tokat gibi gecenin yüzüne. Bir yabancı selama bizi muhtaç edenlere söylüyor Sezen. Kendi ellerimizle kendimizi saldığımız derin kederleri yüzümüze vuruyor. "Yok öyle güz gibi soğuk olma, güz ayrılık taşır" Aslında şunu söylemek istiyor: Artık bıkmadınız mı "oyuncak sevdalar"dan, gereksiz yere uzak durmalardan, buluşsanıza, diyor. Hayat zaten kısa ve her şey bir pamuk ipliğinde... "El gibi" dura dura, en yakını bile uzak belletmediler mi bize zaten? "Geri Dön" diyor sonra, gittiğin yerden. "İnsan her şeye alışabileceğini zannediyor da "vazgeçmek hep en zor, o tuhaf sıcaklardan"... Bırakın o arkasına saklandığınız gururları, "geri dön" demek, o kadar da zor değil aslında."

Sırada "İstanbul"a hüzünlü bir saygı duruşu var. Seyrü sefada siyaha yanan yıldızlara, pencereden sandallarla geçen hercai sevdalılara, saçlarını Yeditepe üzerinden dağıtan rüzgara, tüketilmiş, yaşanmamış hediyelik hayatlara, o pencerelere, o evlere, o sokaklara... Hepimizin her şeye rağmen bir arada olduğu o kardeş zamanlara... Öyle patlıyor ki her enstruman, öyle çağlıyor ki Sezen, kadın gibi, kısrak gibi, gerdanımızdan öpüyor, aradaki bütün mesafeleri kaldırıp direkt kalbimize söylüyor.

Yeri geliyor o İstanbul, oturtuveriyor hepimizi Kanlıca'nın orta yerinde bir taşa. Gözümüzün yaşını yüzdürürken Hisar'a, o denize sıfır durduğumuz bütün anların acısını söylüyor bu defa. En büyük yenilgi "aşk", en büyük zaafiyet o aşkı "geberiyorum" diye dillendirmek olsun... Yeter ki en büyük acı, bu olsun. Yeter ki biz duygularımıza kilit vurmayalım, yeter ki bağıra çağıra söyleyelim onu ne kadar çok istediğimizi... Çünkü sevmek de ayıp değil, aşktan sövmek de... Yeter ki "bir sır gibi, bir yemin gibi saklamasın kimse, kimseyi" Bağıra çağıra dile gelsin bütün duygular... Çünkü o dile getiriyor bütün aşklarını. "Seni Kimler Aldı’yı, Onno Tunç'a yazdım, diyor. Son Ankara konserinde de şöyle demişti sahneden: "Tam cinayet gibi bir ilişkimiz vardı. Haftada bir ben Londra'ya yerleşmeye karar veriyordum. O da beni sonuna kadar bırakmaya karar veriyordu. Bir türlü olamıyordu tabi, büyük bir tutku. Çok şükür Allah'ıma ki, böyle bir şey yaşadım. Sözlükteki karşılığı tam "aşk'ın aşk halini" yaşadım. Benim trafik polisi gibi olan bütün şarkılarımı ona yazdım. Git, git, gitme, oradan sola dön, geri dön, gidiyorum.. her defasında yazarken, bir de ikna etmeye çalışıyorum, bu defa kesin gidiyorum falan diye. Halbuki korkudan ne yapacağımı şaşırıyorum, ya giderse diye... "

'Aşk için her şeye değer'
Aslında Sezen, bütün serüveni boyunca en çok bunun için uğraştı. Herkesin rahatça bütün duygularını, saklamadan gösterebilmesi için... Ortada gerçekten aşk ve tutku varsa, gururun hiçbir işe yaramayacağını, bizzat tecrübe ederek aktardı hepimize. "Geri dön" diyebilelim istedi, "Beni Unutma" diyebilelim istedi. Balkonu açıp avaz avaz "Ben hiç kimseden gitmem, gidemem" diye bağırabilelim istedi. Karşısına geçip en yüzünü dökmüş halimizle "Unuttun mu beni, sildin mi bütün izlerimi/ O sahil, o ev, o ada, o kırlangıç da mı küs bana" diyebilelim istedi. Aşkta sevmek kadar, yeri geldiğinde sövmek kadar, utanmamanın da ne kadar önemli olduğunu anlatmak istedi. O bir kez daha bütün bunları hatırlatırken Bostancı Gösteri Merkezi'nde, ben hala ne zaman patlayacak bu duvarlar, ne zaman bütün kalpler ilahi bir güçle, birdenbire anlayacak bütün bunları diye üzülüyordum. O ise hala inatla, yaşadığı zor günlerin, yaşadığımız bütün zor zamanların inadına, toplayabildiği bütün gücüyle "Aşk için her şeye değer" diye bağırıyordu. Yeri geliyor hayat, "Kutlama" ile o kalabalık dost sofralarına, bir Ferzan Özpetek filmine boyanıyordu, yeri geliyor "yalnız geldiğimizi, yalnız gideceğimizi" yine o dillendiriyordu.

Bütün Sezen Aksu konserlerinde adettendir, olur. Şarkı aralarında seyirciler aşka gelip, sırayla istedikleri şarkıları haykırmaya başlarlar. Yine öyle oldu. Çünkü söylenenler hiçbir zaman yetmiyordu. Teknik olarak bütün şarkılarını söylemesinin imkansız olduğunu anlatmaya başlamıştı ki Sezen, kıramayacağı o istek geldi. Sözlerini Meral Okay’la birlikte yazdıkları “Adı Bende Saklı"... Orada hayat kısa bir süreliğine durdu, repertuvar değişti ve Meral Okay için kalbinin en kesik yarasından söyledi bu sefer. Konser sonrası kulise teşekkür etmek üzere girdiğimde, yakın dostu Mehmet Bilal Dede'ye anlatıyordu. Biz yaşadığımız büyüden bahsederken, onun aklıysa evinde bıraktığı Meral'inde kalmıştı.

Bis yapmak üzere tekrar sahneye Metin Altıok'un “Kavaklar”ıyla geldi. “Beni hoyrat bir makasla, ah eski bir fotoğraftan oydular” derken şarkı söylemiyordu artık, sessiz bir ağıt yakıyor, gözümüzün önünde içine içine ağlıyor, eriyordu. Şarkının sonunda sadece “Bu şarkı, Metin Altıok’a ve 37 aydınımızın ruhlarına gitsin” diyebildi.

Sonrasında; ona konser boyunca büyük bir aşk ve tutkuyla eşlik eden bütün müzisyen arkadaşlarını yanına çağırdı, herkes el ele tutuştu ve salondaki seyircilerle birlikte, yıllardır gelenekselleştiği üzere “Arkadaş” şarkısı söylendi. Oradan sessizce ayrılırken kalabalıklar, katran karası gökyüzü bir süreliğine aydınlanmıştı.

Sayfa Yükleniyor...