Deniz fenerleri satıldı, bekçiler kapı dışarı

Deniz fenercisi 372 aile, on yıllarca ışığını söndürmedikleri, içinde doğup büyüdükleri, evlenip çoluk çocuğa karıştıkları dünyalarından kapı dışarı edildi...

Deniz fenerleri satıldı, bekçiler kapı dışarı

Deniz fenerleri; fırtınalı, sisli, karanlık sularda rotasını kaybetmiş, can telaşına düşmüş denizcilerin yol göstericisidir. Öte yandan deniz fenerleri bir şiir imgesidir, gemileri karaya vuranlar için de “yaşıyorsun, yalnız değilsin, umut var” diye yanıp sönerler.

İsa daha doğmadan çok önce Çanakkale Kumköy’de Sigeon feneri yanıp sönermiş. Osmanlı denizciler Helenistik dönemden Bizans’a intikal eden deniz fenerleriyle idare etmişler. 1562’de Kanuni Sultan Süleyman ilk feneri İstanbul Moda burnunda yaptırmış. Sonradan semte adını veren Fenerbahçe Feneri (20 m.) o tarihten beri var. İkincisini III. Osman 1700’lerde Ahırkapı’ya (29 m.) kondurmuş. Sonra Anadolu Feneri, Rumeli Feneri (30 m.) bütün Boğazı ışıl ışıl donatmışlar.

Cumhuriyet devrinde bunların sayısı 372’yi bulmuş. Deniz fenerleri o tarihlerde daha elektrik enerjisi yokken, gaz yağı, mazot, karpit, kömür, asetilen yakılarak ışıklandırılıyordu. Dolayısıyla başında 24 saat beklenmesi gereken çetin bir işti bu. Cumhuriyet döneminde fener bekçiliği özendirici bir meslek haline getirildi. Ana yerleşimden uzakta, yolu olmayan, çoğu zaman bir uçurumun burnunda yer alan fenerlere lojmanlar yapıldı. Ekip biçsinler diye fener civarında üç – beş dönüm arazi de bunlara tahsis edildi. Ayrıca mesleğin “babadan oğula” geçmesi sağlandı.

HER DENİZ FENERCİ FİLOZOFTUR
Böylece bir deniz fenerine tutunarak kuşaklar boyu bekçilik yapan aileler meydana geldi. En ücra yerlerde yapayalnız yaşamanın avantajları da var tabii; nitekim her deniz fenerci icabında kendi çapında bir filozoftur. Yolunuz düşmüşse Şile, Hoşköy, Hopa, Sinop deniz fenerlerinde siz de böyle filozoflarla tanışmışsınızdır. Bunların vaktini fenerin rutini belirler. Rutin iyi bir şeydir, insan o zaman kendine daha çok zaman ayırır. O yüzden fener bekçileri çok okur, çocuklarını da okuturlar, aydın insanlardır. Çok da alçakgönüllü olurlar, ailecek tek böbürlendikleri konu, görev yaptıkları süre içinde “feneri hiç karartmamak”tan ibarettir.

Deniz fenerleri satıldı, bekçiler kapı dışarı  - 1

İĞNEADA'DA BEKÇİLİK KADINLARA GEÇMİŞ
Bulgaristan sınırımızda Karadeniz kıyısında yer alan İğneada (doğrusu İneada) fenerinde böyle bir aile ile tanıştım. Bunların atası Fenerci Ali (Bahar), bölgeye muhtemelen Balkan Harbi sırasında asker kaçağı olarak gelmiş. Hep olduğu gibi oradan bir kızla evlenmiş ve nasıl denk düştüyse fener bekçisi olmuş. Ardından oğlu Osman Gündoğdu nöbeti almış. Ama zamansız ölünce iş karısı ve üç kızına kalmış. Önce Selvet Gündoğdu Hanım, sonra kızı Ülfet Hanım fener bekçiliği yapmış. Sıra ondan kızkardeşlerden Hamiyet’e (Topçu), ondan da Müzeyyen’e (Martin) devretmiş.

ARTIK SİZE LÜZUM KALMAMIŞTIR
İşte böyle ne güzel fener yanıp sönerken, hayat akıp giderken, Ankara’dan çok kaba bir mektup gelmiş: “Otomasyonun yaygınlaşması ve uydu haberleşme sistemlerindeki gelişmeler nedeniyle artık size lüzum kalmamıştır.” Aslında maksat kötü. Nitekim hemen o “muhteşem manzaralı” bütün fenerleri civarındaki arsayla beraber satışa çıkardılar. Bunlara ya yerel mafya yerleşti ya da daha “ağır abiler” çöreklendiler.

Böylece fener bekçileri on yıllarca ışığını söndürmedikleri, içinde doğup büyüdükleri, evlenip çoluk çocuğa karıştıkları dünyalarından hoyratça kapı dışarı edildiler. 8 bin 334 kilometre uzunluğundaki kıyılarımızı bekleyen 372 deniz fenerinde yaşayan 372 aile sessiz sedası bu kaderi paylaştı. Bu gün fenerler yine yanıp sönüyorlar ama saçtıkları ışık işte bu nedenle ruhsuz.

Sayfa Yükleniyor...