Kaymak ve Ben

Duvarlarında dergi, gazete küpürlerinde “kaymak ustası Pando” nun tanıtıldığı çerçevelenmiş yazılar vardır. Zaten bu yazılardan amcanın isminin Pando olduğunu öğrenmiştim. Hiç konuşmayan bir sahibi vardır dükkanın. En azından ben çocukken öyle sanırdım.

Kaymak ve Ben

Bu sabah öksürük ve boğaz ağrısı şikayeti ile uyandım. Polikliniğe giderken vakit erken olduğu için kahvaltı etmek için arada bir uğradığım kaymakçıya gittim. Burası Beşiktaş çarşısında çok eski, mermerleri kırık masaları ile hizmet eden en az 40 yıllık bir dükkandır. Bilenler bilir, görünüşe önem vermeyip içeriğe bakanların tercih ettiği bir yerdir. Özellikle sabah saatlerinde nefis kaymak yanında sahanda yumurta, zeytin, peynir ve karşıdaki fırından sıcak alınmış ekmekle kahvaltının tadına doyulmaz.

Duvarlarında dergi, gazete küpürlerinde “kaymak ustası Pando” nun tanıtıldığı çerçevelenmiş yazılar vardır. Zaten bu yazılardan amcanın isminin Pando olduğunu öğrenmiştim. Hiç konuşmayan bir sahibi vardır dükkanın. En azından ben çocukken öyle sanırdım.

Çocukken annem günlük yumurta olsun diye ondan alışveriş yapardı. Yıllar geçerken ben uzun sure o dükkana gidemedim. O dükkanı, ben çocuk sahibi olup da taze yumurta ararken hatırladım ve böylece arada bir sabah kahvaltılarına gitmeye başladık.

Gele gide Pando amcanın nasıl bir tarzı olduğunu daha iyi gözlemledim. Öylesine ben farketmeden olmuş bir farkındalık öyküsü anlatacağım size.

Bugün hastayken o dükkana gitme isteğimle idrak ettim. Dükkanda gidenleriniz bilirler, gidecekler de göreceklerdir. Dükkanda gelen müşteriler de konuşmaz , konuşmamanın bir nimet olduğunu algılarsınız. Herkes yerine oturur, bekler. Oturur dedimse zaten hepi topu 4 masadır, beşinciyi iyi havalarda dışarı koyar. Bir masada bir kişi varsa, otomatikman buyrun deyip köşeye çekilir, kıvrılırsınız masanın diğer yanına.

Pando amca tek başınadır serviste, sütü kaynar önünde, içeride de bir yardımcısı vardır, bazen eşi, bazen büyük oğlu, bazen de başka biri.

Oranın müdavimleri bilirler ki kaymağa ulaşmanın yolu, oturup beklemektir. Pando amcanın dükkanına gitmeye karar verdinse zaten baştan kabullenirsin, bir nevi meditasyondur. Oraya gideceğim ve sabırla bekleyeceğim dersin. Sıran hiç şaşmaz. Pando amca , geldiğin sıraya uygun ekmeğini koyar masaya, siparişini alır ve arada süreç iyileştirmeleri dışında kimsenin sırasını şaşırmadan hak geçirmeden servisini yapar. Yemeğini bitirirsin, kalkarsın paranı ödemek istersin, eğer servis edilecek kişi kalmışsa, paranı ödemek için de sıranı beklersin.

Kimse itiraz etmez. Edemez mi bilmem.

Çok ilginç değil mi? İstanbul şartlarında kırmızı yeşile dönme eğilimi göstermeden arkadan dıtlayan şoförlerin olduğu bir şehirde bunu yapabilmek.

Bu arada, bozuk para bulundurmanız da gerekir yanınızda . Büyük banknot hoş karşılanmaz Pando amca tarafından. Bunu da düşünerek gitmeyi bir iki kez gidince anlarsınız.

Bazen biri çıkar -bu sabah olduğu gibi- “Siz yanınıza birini daha alsanız” diyecek olur kibarca çok beklediğini anlatmak için. Pando amca :”böyle iyi” der. Kız terbiyelice, “hani çok yoruluyorsunuz da “der, Pando amca “Yooo ben dinleniyorum” der.

Bankalarda sıralarda bağıran insanlar, ellerinde otomotik makineden aldıkları kağıda göre sıralarını kaçırmamak için bekleşirken telaş içinde olan insanlar ve Pando amcanın dükkanındakiler.... Sabah Pando’da kahvaltı edebilen ama bankada bir saniyeyi tolere edemeyen insanlar. Aradaki farkı neyin yarattığını Pando amcaya sormak lazım.

Benim için açıklama şöyle: Bana “anı yaşa” egzersizi yaptırıyor. Sadece yemek yemekle ve çevremi incelemekle geçiriyorum zamanı orada. Sessiz bir dükkan, kimse yüksek sesle konuşmaz. Konuşamaz mı bilemiyorum.

Pando amca, bir vaha “Beşiktaş Çarşı”da sabır egzersizi veren ve “anı yaşa” diyen. Oradan çıktığımda sütüme karıştırdığım balla kendimi iyi hissediyordum. Polikliniğe gitmedim. İşe gittim. 

Saygılarımla,
Özlem Balkan

balkanoz@gmail.com

Sayfa Yükleniyor...