2007 yapımı kitap uyarlaması “Gossip Girl”de yaşıtlarına görece boylu poslu bir kız hemen kendini gösterdi. Dizi 5 yıl sürdü. Ne dedikodular, ne aşklar, ne savaşlar. Zenginin kendiyle, başka bir zenginle ve orta hallilerle savaşını izlemek ne büyük şerefti. Blake Lively aldı başını gitti tabi. Ve bu şöhret basamağı Woody Allen’in bu yılın Cannes Film Festivali’ni açan filmi “Cafe Society”e kadar uzandı. Aksiyondan, drama, diziden filme her rolün altından kalkan Lively ülkemde hafta sonu vizyona giren “Karanlık Sular”da - köpekbalığı konusunda teknolojiden yararlandıkları için ve diğer 3-5 oyuncunun figüranlıktan öteye gidememesi dolayısıyla - tek kişilik bir performans sergiliyor. Tıp fakültesinde okuyan, sörfçü kızımız Nancy’nin, Meksika’nın ıssız denizinde verdiği hayat mücadelesi gözlerime banyo yaptırdı. 1.40 boyunda 80 kilo bir kadın, köpekbalığı için sağlam bir ziyafeti temsil ediyor olabilir, önemli olan bir gişe filminde izleyicinin göz zevkine hitap etmekse, Lively doğru tercih diyebilirim.
HAYAT BAZEN KÖPEKBALIĞIDIR
“The Shallows” bizdeki adıyla “Karanlık Sular” Liam Neeson’la “Gece Takibi” “Non-Stop ve “Kimliksiz”de çalışan gerilim ve aksiyon filmlerinin parlak yönetmeni İspanyol Jaume Collet-Serra’nın elinden çıkma. Gerilimse gerilim, mücadeleyse mücadele. Yönetmen bu anlamda işini biliyor. Hem göze, hem kalbe hitap ediyor. Kocaman bir denizin ortasında sörf yaparken bir köpekbalığı tarafından ısırılıp hayatta kalma mücadelesi vermek pek de tercih edeceğimiz bir durum değildir sanırım. Üstelik bu mücadele kıyıdan biraz uzakta, küçücük bir kayanın üstündeyse ve sular birkaç saat sonra yükselecekse. Yani deniz, köpekbalığı ve sen. Deneyimlerinden, okuduğun okuldan, karakterinden besleneceğin bir survivor hadisesi. Filmin rehavetine kapılmış giderken, kulağımda hayalimden çaldırdığım Beyonce’nin “Survivor” şarkısıyla tezahürata başladım: Hadi Nancy! Sen tıp fakültesinde okuyan, hızlı yüzebilen, aşırı iyi niyetli bir kızsın. Rahmetli annenin sörf yapmaya geldiği ve çok sevdiği bu denizde ölemezsin. Hem köpekbalığı ufak bir ısırık da aldı senden. Acısına tanıdıksın yani. Artık hayatın içinde, güzelliği başına dert olan, köpekbalıklarına karşı savaşan, yalnız ama güçlü kadınların temsiliydi Nancy. Ben de bir köpekbalığı filminden çıkarabileceğim en büyük dersi çıkarmanın vicdani rahatlığını ve entellektüelistliğini yaşadım tabi. Görün derim ben. Kalbiniz dalgalar gibi alçalıp yükselsin!
“KENDİ YAŞAMIN GİBİ BUYUR ÇEKİNME”
Güçlü olmaktan ve kadından bahsetmişken, Sibel Baykam’ı da analım dedim. Ressam Bedri Baykam’ın eşi. İlk romanı “Kendi Yaşamın Gibi Buyur Çekinme”yi okuyucularla buluşturdu. Adı gibi hissettiriyor okurken. Belki cümle cümle örtüşmüyor hayatlar ama duygu çok benziyor. Ben de yaşamıştım diyorum, ya da ben de kurmuştum buna benzer bir cümle. Kısa kısa hikayelerin anlatıldığı kitapta kadın veya erkek sınırlamasına da gitmiyor Baykam. Bir hikayede çapkın bir erkek oluyor, diğerinde aşıdan korkan küçük bir kız çocuğu. Sayfaların tamamına sirayet eden duyguysa tabi ki aşk. Ellerine sağlık Sibel Baykam. Evet, bir film izleyelim, bir kitaba başlayalım bu hafta. Ve ruhumuzun tamamına yayılan duygu aşk olsun.
- Etiketler :
- Haberler