Ataların izinde, anayurda dönüş

Görmek için 6 bin kilometre yol katetmek gereken Orhun ve Tonyukuk Yazıtları, “Türk” sözcüğünün geçtiği ilk Türkçe metinlerdir. Bir ulusun varoluş öyküleri bu coğrafyada yazıldı; batıya doğru 1300 yıla yayılan uzun yolculuk burada başlamıştı. Ahmet Yeşiltepe, bozkırda unutulmaz bir zaman yolculuğunu NTV Tarih Eylül sayısında yazdı...

Ataların izinde, anayurda dönüş

Bozkırın ortasında, ucu bucağı görünmeyen yeşil-kahverengi bir denizin içinde hedefsizce kıyıdan uzaklaşıyorum. Kıyıda iki dev taş anıt duruyor. Uzaklaştıkça noktaya dönüşüyorlar. Farkediyorum ki, önümde duran kırık balbal taşlarının izini takip etmişim. Bu taşlar Orta Asya şamanlarının yadigarları. Günümüzde yaygın olmasa da binlerce yıllık bir gelenek; ölenin ardından öte dünyada ona hizmet edecek kişileri simgeliyorlar. Aralarında savaşta öldürdüğü düşmanları da var. Son araştırmalara göre birbuçuk kilometre uzunluğunda doğuya doğru uzanan bu balbal zincirinde 289 taş tespit edilmiş. Bu bölgede büyük bir mezarlık alanı, hatta içinde kutlu kişilerin yattığı gömütlerden biri olabilir!

Sonra, arkama dönüp ufukta noktalaşmış o dev anıt taşlara bir daha bakıyorum; burası, Köktürklerin ikinci kez devlet kurduğunda kağanlara yol göstermiş bilge bir devlet adamı, vezir Tonyukuk’un kendi adına diktirdiği yazıtların bulunduğu yer. Araştırmacılara göre, içinde temsilî kabrin bulunduğu bir külliye.

Başkent Ulaanbaatar’ın 60 kilometre güneydoğusunda; kömür madeninde çalışmak üzere bölgeye getirilen Kazakların yaşadığı Nalayh kasabasının yakınlarındayım. Bozkırın ücra noktalarından birinde... Anıtsal yazıtların bulunduğu noktadan epey uzaklaşmışım. Anlıyorum ki her iki metrede bir dikilmiş balbal görünümlü küçük taşlar beni bozkır denizinin ortasına taşımış. Ufka bakıyorum, ne bir yükselti, ne bir engebe... Ne hayvan, ne insan... Ne ev, ne çadır... Hiçlik ve sonsuzluk hissi bu bozkırın ruhunu en iyi anlatan sözcükler. Ve ağır bir sessizlik... Ortasında Tonyukuk’un öyküsü.

Üzerinde yürüdüğüm toprağın ufuk çizgisine kadar genişlemesi, daha önce hiç rastlamadığım bir resim. Moğolistan bozkırları yön duygunuzu köreltiyor, kaybolmuşlukla birlikte tuhaf bir başdönmesine yol açıyor. Kısacık otlar, bodur çalı ve çakırdikenleri ile kıraç toprağın verdiği kahverengi monotonluk. Temmuz ayı bozkırlara baharın ulaştığı dönem, bu yüzden otların yeşermesi ile ortaya nispeten yeşil bir manzara çıkıyor; bozkırlar devasa otlaklara dönüşüyor.

Bozkır imparatorlukları işte böyle zamanlarda kuruldu. Daha fazla otlak, daha fazla hayvan, daha fazla güç için boylar birlik olup dünya tarihinin akışını değiştirdiler. Hunlar, Köktürkler, Uygurlar, Cengiz ve ardılları... Bozkırın ortasındaki yalnızlık, savunmasızlık demekti. Ötüken ormanında güçlenen Köktürkler boy kavgalarına son verip birlik oldular, Kutluk önderliğinde MS 682’de ikinci kez “il”i (devleti/ulusu) kurdular. Kutluk Kağan, ilini yeniden derlediği için İlteriş adını aldı. Cengiz de kağanlığını benzer şekilde ilan etti; önce kendisine düşman Moğol aşiretlerine boyun eğdirdi, sonra 1206’da Merkitleri, Naymanları, Keraitleri ve Tatarları bayrağı altında topladı. Onları kurduğu düzenli ordunun çeşitli birimlerine dağıttı, güçlü oldukları konularda onların yeteneklerini değerlendirdi. Uygurlar da dost olarak Cengiz Han’a katıldılar. Bozkırda birlik olmak demek, güç olmak demekti.

Yazının devamı NTV Tarih Eylül sayısında...

Sayfa Yükleniyor...