'Destek olmadan Esad'ı yenemezler'

Suriye'de devam eden iç savaş, son dönemde Esad'ın lehine dönmüş görünüyor. Kendi aralarında bile birleşmeyi başaramayan muhalifler Suriye'nin geleceğinde nasıl bir rol oynayacak? Ankara'nın mevcut politikası Türkiye'ye ne getirecek? Bu soruları dış politika denilince akla ilk gelen isimlerden biri olan Dr. Şükrü Elekdağ yanıtladı.

'Destek olmadan Esad'ı yenemezler'

Emekli Büyükelçi, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı ve son iki dönem CHP Milletvekili Dr. Şükrü Elekdağ, NTVMSNBC’ye Suriye krizine ilişkin son gelişmeleri ve krizin ile Ortadoğu bölgesi üzerindeki etkilerini değerlendirdi. Dr. Elekdağ’a sorduğumuz sorular ve aldığımız yanıtlar şöyle:

ile Suriye arasındaki kriz ülkemiz açısından ciddi riskler oluşturan bir boyut kazandı. Sizinle söyleşimizde krizin ne şekilde gelişebileceğini ve Türkiye ile bölge açısından ne gibi sonuçlar doğurabileceğini değerlendireceğiz İlk sorumuz BM ve Arap Ligi Özel Temsilcisi Lakhdar Brahimi’nin ateşkes girişimiyle ilgili… Taraflar sürekli bir ateşkese yanaşmıyor. Öte yandan yenişemiyor ve pes de etmiyorlar. Bu durumda Suriye’de iç savaş nasıl durdurulacak? Kalıcı bir barış nasıl sağlanacak?

Ş. Elekdağ: İlk bakışta, ne Esad rejiminin, ne de silahlı muhalefetin ateşkesi değerlendirmeye yanaşmaması, her iki tarafın da bu savaşı kazanacağı hususunda umut ve güvene sahip olduğu gibi bir izlenim yaratıyor. Şu anda iki taraf da geri adım atmıyor. Önce Esad rejiminin durumuna bir göz atalım. Aylar önce Başbakan Erdoğan’ın “Esad’ın günleri sayılı” demesine rağmen, Esad rejiminin yapısı çökmedi, ordudaki Sünni askerler kopup saf değiştirmedi, orta sınıf Suriye halkı da kitlesel olarak Esad’a karşı cephe almadı. Yani Ankara’nın öngörüleri tümüyle yanlış çıktı. Hatta son aylarda Esad’ın elinin kuvvetlendiğine işaret eden gelişmeler var. Bunlara örnek olarak bazı Sünni aşiretlerin Esad tarafına geçtikleri, saf değiştiren bazı üst düzey subayların Suriye ordusuna dönmeleri ve Suriye halkının direnişçileri - aralarındaki cihatçı Selefi gruplar nedeniyle - her şeyi yakıp yıkan teröristler olarak görmesi ve onlara mesafeli durması gösterilebilir. Muhalefetin durumu ise hiç de iç açıcı değil. Silahlı muhalefet dağınık ve çok parçalı. Hür Suriye Ordusu (HSO) bu dağınık silahlı grupları bünyesine entegre ederek disiplinli ve hiyerarşik bir düzen oluşturabilmiş değil. Rejime karşı savaşta, dünyanın her tarafından cihat çağrısıyla gelen El Kaide ile bağlantılı cihatçı radikal Sünni gruplar öne çıkmış durumdalar. O kadar ki, bu durumdan endişelenen ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton. “ Radikal unsurlar Suriye devrimini çaldı” demek zorunda kaldı. Bu nedenle, şimdi ABD’nin inisiyatifiyle Suriye Ulusal Konseyi’nin tasfiye edilmesi ve Doha’da yapılacak toplantıda yerine yeni bir yapılanma oluşturulması öngörülüyor. Yani halen Suriye’de Esad rejimini devirecek siyasi ve askeri bir güç mevcut değildir ve askeri denge Esad lehinedir.

Peki, HSO’ya gerekli ağır ve etkin silahlar sağlanarak Suriye ordusuyla rekabet edecek güç ve kapasiteye getirilse, bu suretle Esad rejiminin devrilmesi sağlanamaz mı?

Ş. Elekdağ: Burada çok ciddi iki sorun var. Birincisi, ABD ve diğer Batılı ülkeler, verecekleri silahların cihatçı militanların eline geçeceği ve yarın kendilerine karşı kullanılacağı endişesiyle hareket ediyorlar. ABD Suriye’nin kaderine cihatçı Sünni Selefi grupların hakim olmasını kesinlikle istemiyor. Bu endişe nedeniyle silahlı muhalefet yeterli şekilde teçhiz edilmiyor. İkinci sorun da, bugünün şartlarında direnişçiler ne kadar silah alırlarsa alsınlar, Libya’da olduğu gibi dışarıdan kuvvetli bir hava desteği olmadıkça veya kendilerine Suriye topraklarındaki operasyonlarını asgari zayiatla uygulama imkanı sağlayacak ve zora geldiklerinde sığınacakları bir güvenli veya tampon bölgeden yararlanmadıkça Esad kuvvetleri karşısında erimeye mahkûm olacaklardır. Bu süre zarfında Esad da rejimini korumak için kitlesel kıyımlarını sürdürecektir.

BM Güvenlik Konseyi’nin duruma askeri müdahalesini veya bir tampon bölge kararı alınmasını Rusya ve Çin’in veto ettiğini biliyoruz. Bundan başka başvurulacak bir uluslararası müdahale yöntemi yok mu?

Ş. Elekdağ: Başka bir seçenek mevcut … Bu da 1999’da Yugoslavya ve Kosova’ya uygulanan askeri müdahale yöntemidir. Bu vakıalarda ABD, Rusya’nın veto hakkını kullanarak müdahale yolunu tıkayacağını bildiğinden BM Güvenlik Konseyi’nden karar çıkarılmasını “by-pass” etti ve kendi önderliğinde bir gönüllü devletler koalisyonu (coalition of the willing) oluşturdu, sonra da NATO’nun askeri imkân ve kabiliyetlerinden yararlanarak, insanlığa karşı suç işlendiği gerekçesiyle söz konusu iki ülkeye müdahaleyi gerçekleştirdi. Bu yöntem Suriye’de de uygulanabilir. Ancak, ABD Suriye’de can ve para fedakârlığı yapılmasını gerektirecek ölçüde bir ulusal çıkar önceliği görmediğinden bu seçeneğe yanaşmıyor. ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey bu konuda yaptığı açıklamada Suriye’de “uçuş bölgesi yasağı” veya “tampon bölge” kurmanın Suriye’nin hava savunma sistemleri dikkate alındığında ABD’nin ve NATO’nun askeri kapasitesini zorlayacağını ve bu yola başvurmanın bedelinin ağır olacağını vurguladı. Kanımca Suriye’nin hava savunma gücünün kapasitesi fazla abartılıyor. ABD tarafından takviye edilecek NATO kuvvetleri bu gücü kolayca bertaraf edebilir. Mesele, bugünün koşullarında ve ulusal çıkarları ışığında Washington’un Suriye’ye askeri müdahalede ön almak istememesi.

Halen, Ankara savaş riskini göze alarak Suriye sınırı boyunca topçu ateşiyle bir güvenli bölge kurma çabası içinde görünüyor. Bununla ne sağlanacak?

Ş. Elekdağ: Bu beyhude bir çaba…. Silahlı muhalif güçler içinde El-Kaide bağlantılı gruplar olması nedeniyle ABD ve diğer Batılı devletlerin HSO’ya silah teslimatına kısıtlamalar getirmesi muhalefet kuvvetlerinin Suriye ordusu karşısında eriyip gitmesi tehlikesini ortaya çıkardı. Çok acil olmasa da bu tehlike mevcut. Bu durumda AK Parti Hükümeti, Türkiye sınırından itibaren Suriye sınırları içinde genişçe bir şerit oluşturarak muhalif güçler için bir güvenli bölge oluşturma çabası içine girdi. Esad yönetiminin, birliklerini, Türk tarafına mermi düşmemesi için dikkatli olmaları ve Türkiye tarafından ilan edilen “angajman kurallarını” dikkate alarak Suriye hava kuvvetlerine Türkiye sınırına 10 km’den fazla yaklaşmamaları hususunda talimat verdiği hususunda haberler var.. Eğer bu böyleyse, resmen ilan edilmemiş olsa da dar bir güvenli bölge şeridi kendiliğinde oluşmuş olacak… Ancak, bu inisiyatif silahlı muhalefete moral verse de Esad’ı düşürecek bir konuma gelmelerini sağlamaz.

Bu durum Suriye meselesinde Türkiye’nin ciddi bir çıkmazda olduğuna mı işaret ediyor?

Ş. Elekdağ: Evet, Türkiye gerçekten vahim bir durumla karşı karşıya. Biraz önce Esad cephesinin çökeceğini ve ordusunun dağılacağını gösteren bir işaret bulunmadığını ve muhalif grupların silahlandırılsalar dahi Esad rejimin ağır silahlarla mücehhez seçkin birliklerini yenme kabiliyetine sahip olamayacaklarını belirttim. Bu ortamda direnişçiler ne kadar silah alırlarsa alsınlar, dışardan güçlü bir hava desteği olmadıkça ve Suriye toprakları içindeki operasyonlarını asgari zayiatla uygulayacakları bir güvenli bölgeden yaralanmadıkça Esad kuvvetleri karşısında erimeye mahkûm olacaklardır. Bu koşullarda, Türkiye’ye karşı kurulan “Suriye-İran-Irak koalisyonu” da PKK’ya azami destek sağlayarak Türkiye’ye elini Suriye’den çekmesi için baskı yapacak ve Türkiye’de terör ve şiddet ortamını körükleyecektir. Öte yandan da Suriye’de ülkeyi kan gölüne dönüştürecek ve galibi olmayacak iç savaş devam edecektir. Bu tabloda, AK Parti iktidarı, tahrik ederek körüklediği, sonra da seyirci kaldığı Suriye’deki insanlık trajedisinin sorumlusu olarak görülecektir. Suriye Kürtlerinin de bu toz ve dumandan yararlanarak kendi siyasi kimliklerine sahip çıkmaları ve Kuzey Irak’taki gibi özerk veya federal bir yapı oluşturmaları kaçınılmazdır. Kuzey Suriye’deki bu yapıya PKK’nın bir uzantısı olan PYD’nin egemen olacağı besbelli. Bu gelişmenin Türkiye’nin PKK/Kürt sorununu çok daha ağırlaştıracak bir işlevi olacağı açıktır. Neresinden bakarsanız bakın Suriye’ye hesapsız kitapsız müdahalesiyle AK Parti iktidarı Türkiye’nin başına büyük bir bela sarmıştır.

Ancak Hükümet’in görüşüne göre, Türkiye’nin dış politikası ülkemizin tarihinden ve coğrafyasından doğan sorumluluklarından kaçınamaz ve bu nedenle de yanı başında insanlık suçu işlenirken Türkiye insani ve ahlaki nedenlerle Suriye halkına yapılan zulme sırtını dönemez.

Ş. Elekdağ: Temelde dış politikanın görevi ulusal çıkarları korumak ve bu amaçla dostları artırmak ve düşmanları azaltmak veya etkisiz hale getirmektir. Oysa, AK Parti Hükümeti atacağı adımların yaratacağı ağır güvenlik risklerini hesaplamadan ve yaşamsal nitelikteki dış politika ve güvenlik önceliklerini dikkate almadan Suriye’ye müdahale etmek suretiyle Türkiye’nin bölgede boğazına kadar bir düşmanlık batağına batmasına ve başının çevresindeki her devletle belaya girmesine yol açmıştır. İnsani ve ahlaki sorumluluklar dış politikada dikkate alınır. Fakat ulusal çıkarlar daima önde gelir. Dünyada insaniyet ve ahlakilik uğruna milli çıkarlarını tehlikeye atan tek bir devlet gösteremezsiniz. Bir noktanın altını önemle çizmek isterim. Başbakan Erdoğan’ın Suriye ile köprüleri erken atarak kendini Esad’ın amansız düşmanı ilan etmesi çok yanlış olmuştur. İç savaşı körükleyecek girişimler de yapılmamalıydı. Başbakan sabır ve teenni ile hareket etseydi, Suriye’de çok daha az kansız bir dönüşüm için katkıda bulunabilirdi .

Hükümet’in yarattığı ağır güvenlik risklerinden ve gözardı ettiği yaşamsal nitelikteki dış politika ve güvenlik önceliklerinden söz ettiniz. Bunları açar mısınız?

Ş. Elekdağ: Ağır güvenlik risklerinden başlayayım. Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi Ortadoğu’da yeni bir tablonun ortaya çıkmasına yol açmıştır. Kuzey Irak’ta Barzani’nin başkanlığında kurulmuş olan Bölgesel Kürt Yönetimi’nden, sonra kuzey Suriye’de de yeni bir aktör, yeni bir Kürt yapılanması meydana çıkmıştır. En azından bir özerk bölge niteliğinde olacak bu yeni aktör kendi yönetim yapılanmasını kendisi saptayacaktır. Kuzey Irak’taki yapılanma bünyesinde PKK’yı beslemektedir. Buna Kandil modeli yapılanma deniyor. Kuzey Suriye halen PKK’nın bir uzantısı olan PYD (Kürdistan Demokratik Birliği) kontrolündedir. Suriye’deki Kürt partileri arasında tek silahlı grup olduğuna göre PYD’nin hakimiyeti devam edecek ve Kuzey Suriye’de ikinci bir Kandil modeli oluşacaktır. Tek Kandil yapılanmasıyla başa çıkmakta zorlanan Ankara bundan böyle çifte Kandil yapılanmasıyla mücadele etmek durumunda kalacaktır. Bu şekilde büyük güç kazanan PKK’nın bundan böyle İran, Irak ve Suriye’den ileri silah ve donanımlar ile yoğun siyasi destek de sağlayacağı düşünülürse, AK Parti iktidarının Suriye politikasının ne denli basiretsiz ve özyıkıcı (self destructive) olduğu anlaşılır.

Bir de dış politika ve güvenlik önceliklerinden söz ettiniz. Bunu da açar mısınız?

Ş. Elekdağ: Bir devletin dış ve güvenlik politikasının öncelikleri tehdit değerlendirilmesine göre şekillenir. Bunda hata yapılması ülke açısından hayati tehlike yaratır. Ankara’nın bu konuya bakışı akıl ve mantıkla bağdaşmıyor. Şimdi soruyorum size: Türkiye’nin öncelikli sorunu Suriye midir? Yoksa PKK/Kürt sorunu mudur? Tabii ki PKK/Kürt sorunu. Türkiye’nin ulusal ve toprak bütünlüğü PKK’nın oluşturduğundan daha ağır bir tehdide maruz mu? Tabii ki değil. O zaman Türkiye’nin tüm imkanlarıyla bu tehdidin yok edilmesine odaklanması gerekmez mi? Esad’a gösterilen tepkinin terörün kaynağı olan Kuzey Irak’a ve PKK’ya yataklık yapan Barzani’ye neden gösterilmediğinin akılcı bir izahı var mı? PKK’nın askeri karargâhı, lojistik ikmal merkezi ve güvenli üsleri Barzani’nin kontrolünde olan topraklardadır. PKK’nın Hakkari/Şemdinli’de kurtarılmış bölge kurmaya yeltendiği zaman TSK’ne karşı gösterdiği direnç ve Türkiye içinde cinayetlerini tırmandırabilmesinin nedeni Türkiye-Irak sınır boyunca bir dizi PKK üssünün bulunmasındandır. Türkiye sınırından itibaren 5 ile 25 km genişliğinde bir şerit boyunca sıralanmış olan Haftanin, Metina, Zap, Avaşin, Başyan, Hakurk üsleri PKK tarafından Türkiye’ye saldırı için bir tramplen olarak kullanılmaktadır. Türkiye’nin PKK terörünü tasfiye etmesinin ve Kürt meselesine kalıcı çözüm getirmesinin ilk şartı bu terör yuvalarını imha etmektir. AK Parti iktidarı, Türk toplumunu tehlikeli biçimde ayrıştıran ve kutuplaştıran mezhepçi bir siyaset güderek Suriye belasını hiç yoktan Türkiye’nin başına sararak ülkeyi savaşın eşiğine getireceğine, uluslararası hukukun kendine bahşettiği hakları kullanarak Kuzey Irak'taki terörist yuvalarını temizlemeliydi.

Son bir sorumuz olacak. Türkiye’nin bu krizden çıkmasının yolu nedir?

Ş. Elekdağ: Önce Hükümetin Suriye politikasının hatalı olduğunu kabul etmesi lazım. Dışişleri Bakanı Davutoğlu bunu esasen Faruk Şara’nın Esad’ın yerini almasını öngören önerisiyle yapmış oldu. Gerçekte bu önerinin yapılması, AK Parti iktidarının Suriye politikasının tam bir fiyasko olduğunu ilan etmekten başka bir şey değildi. Şimdi bakınız, Hükümet, Esad’ın devrilmesini ve Suriye’ye demokrasi ve özgürlük getirilmesini hedef olarak ilan etti, Suriye muhalefetini ve HSO’yu örgütledi, ülkedeki isyan hareketini körükledi, ülkede oluk oluk kan akmasına neden oldu, ondan sonra da işin içinden çıkamayacağını anlayınca, zulmün ve katliamın sorumlusu olan Baas Partisinin üst düzey yöneticisi ve Başbakan Yardımcısı Faruk Şara’nın Esad’ın yerini almasını çözüm olarak önerdi. Söylediklerim yanlış anlaşılmasın. Kaos’un ve ülkenin parçalanmasının önlenmesi için bir noktada Baas rejiminin ve temsilcilerinin muhatap olarak alınması, Müslüman Kardeşlerin ve diğer muhalif grupların da katkısıyla bir koalisyon oluşturulup yumuşak bir geçiş için zorunlu olabilir. Ben buna karşı değilim. Vurgulamak istediğim, bu önerinin bizzat Davutoğlu tarafından yapılmasının AK Parti’nin Suriye politikasının iflas ettiğinin göstergesi olduğudur. Ankara’nın bundan sonra yapacağı Brahimi’ye azami ölçüde yardımcı olmaktır. Mısır Cumhurbaşkanı Mürsi’nin öngördüğü, Türkiye, İran, Mısır ve Suudi Arabistan’dan oluşan dörtlü inisiyatif kanımca çözüm için bir şans olamaz. Rusya bu inisiyatife muhakkak dahil olmalıdır. Çözüm safhasında BM barış gücü gönderilmesi söz konusu olabilecektir. Bu bakımdan tüm BM Güvenlik Konseyi üyelerinin de bu gruba dahil olmaları önem taşıyor. Suriye krizinin Türk kamuoyunun iki geçeği görmesine yardımcı olacağını umut ediyorum. Birincisi, AK Parti iktidarının “Türkiye’yi bölgesel aktör yaptık, küresel oyuncu haline getirdik” şeklindeki böbürlenmelerinin ne kadar kof olduğunun anlaşılmasıdır. İkincisi de, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, Ziya Paşa’nın şiirindeki gökte yıldız ararken önündeki çukura düşen tecrübesiz müneccimden (yıldızbilimci) pek bir farkı olmadığıdır.

Sayfa Yükleniyor...