'Dün hepimizi sildiler'

Ergenekon tutuklusu Ahmet Şık'ın yazdığı "İmam'ın Ordusu" ile ilgili dün İthaki Yayınevi ve Radikal gazetesine yapılan baskınlar köşe yazarlarının konusu oldu.

Ergenekon tutuklusu gazeteci Ahmet Şık'ın yazdığı ve yayımlanmamış olan "İmam'ın Ordusu" kitabı hakkında yayın yasağı getirilmesi ve kopyalarının toplanması için İthaki Kitapevi ile Radikal gazetesine yapıla polis baskınları bugün bazı köşe yazarlarının da yazılarına yansıdı.

Eyüp Can (Radikal): Dün ne oldu?
Arama yok…
İnceleme yok…
Basılma yok…
Peki ne var?
2011 yılında savcı kararıyla bir yayınevinde,
bir ofiste, bir evde ve bir gazetede
‘basılmamış bir kitap avı’ var…
Dijital çağda basılmamış bir kitaba mahkeme kararıyla yasak var...
Başka söze gerek yok!

Murat Yetki (Radikal): Basılmamış kitaba yasak o...
Savaşa katılma kararının bu kadar apar topar alındığı bir dönemde, gazeteci Ahmet Şık’ın daha basılmamış ‘İmamın Ordusu’ kitabı yüzünden tutuklanması üzerine, önceki gece matbaanın basılıp kopyaya el konulması, bilgisayar diskinden silinmesi, sonra Radikal’in basılıp Ertuğrul Mavioğlu’na okuyup görüş bildirmesi için gönderilmiş taslağa, Genel Yayın Müdürü Eyüp Can Sağlık’ın odasında el koyulması yadırganmalı mı?

Cevap: Evet. Bu koşullarda da yadırganmalı ve reddedilmeli. Yayımlanmamış bir kitabın, hiç yayımlanamasın diye bütün kopyalarının tek tek ‘avlanması’ ve bir de yayımlanmamış kitaba ‘gizli örgüt belgesi’ diye yayın yasağı getirilmesi olacak iş değil. Bu yapılan baskı dönemlerini andıran bir sansürcülük örneği.

Erdal Güven (Radikal): Dün hepimizi sildiler!
Dün polisler geldi bu gazeteye… Bugüne kadar hep içimizden birileri giderdi emniyete, savcılığa, mahkemeye. Bu kez onlar geldi ellerinde bir tebligatla. İlk kez...

Niye mi? Aramızdan birinin, Ertuğrul Mavioğlu’nun bilgisayarından, bir dönem aramızdan biri olmuş ve şu anda Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu bulunan Ahmet Şık’ın yayımlanmamış kitabının kopyasını silmek için!

Dolanıp durduk işlemin yapıldığı odanın içinde, etrafında. ‘Kapı gibi’ bir mahkeme kararı vardı ellerinde. Başka ne yapacaktık?

Daha da vahimi, aynı karar uyarınca, önceki gün ve dün söz konusu kitabı basmayı planlayan yayınevi iki kez basıldı. Ve orada da aynı silme işlemi yapıldı.

Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmasıyla Ergenekon soruşturması bir kez daha rayından sapmıştı. İki gündür bir yayınevinde ve dün de

Radikal’de yapılan işlemlerse, soruşturmada bir ‘fikri sıçrama’ya, daha doğrusu bir ‘fikri düşme’ye işaret ediyor.

Şaka değil. Çıkmamış bir kitap ‘terör örgütünün propaganda malzemesi’ sayılıyor, yayınevine baskın düzenleniyor. Yetmiyor ‘kitap avı’na çıkılıyor, iz sürülerek kopyaları da imha ediliyor.

Mehmet Y. Yılmaz (Hürriyet): Sonunda bir kitabı da tutukladılar!
Eskiden kitapları toplamak, yazarını hapse tıkmak için kitabın yayınlanması beklenirdi, artık beklenmiyor! Yayınevini basıp, yayımlanmamış kitabın “çıktısını” tutuklayan ve bilgisayardaki kopyasını silen polisler, bunu Ergenekon Soruşturmasını yürüten özel yetkili savcının talimatıyla yaptıklarını belirtmişler.

Meğerse 12. Ağır Ceza Mahkemesi, savcının talebiyle kitap için “yayın durdurma ve yayın basma yasağı” koymuş. Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın sadece savcının bildiği deliller ile tutuklanıp, hapse konulmaları yetmiyor, basılmış ya da basılması olası kitaplar da hedefe konuluyor. Böylece yayınevlerinin “terör yuvası”, kitapların da “terör silahı” olarak değerlendirildiği bir döneme de girmiş oluyoruz.

Şimdi ben de düşünüyorum haliyle: Acaba, kafamın içinde yazmam için sıra bekleyen yazılar da tutuklanabilir mi? O yazılar için ben de tedbir olsun diye hapse tıkılabilir miyim?

İsmet Berkan (Hürriyet): Ergenekon’un gerçekten düşmana ihtiyacı yok!
Keser döndü, sap döndü, sonunda Deniz Baykal gibi düşünenlerin kendilerini daha da haklı saymalarına yarayacak şeyler üst üste gelmeye başladı.

Son örnek, Ergenekon üyeliği iddiasıyla tutuklanan gazeteci Ahmet Şık’ın henüz yazmakta olduğu kitabı yayınlayıp yayınlamamayı düşünen yayınevinin basılıp aranması.

Daha fenası şu: Henüz yazılması tamamlanmamış, basılıp basılmayacağı bilinmeyen, adı bile konmamış bir kitap hakkında bir mahkememizin ‘yayın durdurma’ kararı almış olması.

Daha da fenası var: Polisin yayınevi baskınında kitabın elektronik kopyalarını bilgisayarlardan silmesi.

En en en fenası: Ahmet Şık’ın eşi dahil ilgili herkesten kitabın kopyalarının istenmesi, aksi halde hepsinin ‘Terör örgütüne yardım yataklık’la suçlanacağının söylenmesi...

Biz bu memlekette bunların yabancısı değiliz.

Ahmet Hakan (Hürriyet): Darbe gibi bir şey
Önce Ahmet Şık ile Nedim Şener’in evleri basıldı. Biz “Yanlışlık olmuştur, düzelir” dedik.

Sonra Ahmet ile Nedim gözaltına alındı. Biz “Tutuklama kararı çıkmaz” dedik.

Sonra Ahmet ile Nedim’i tutukladılar. Biz “İlk itirazda serbest kalırlar” dedik.

İlk itirazda serbest kalma durumu olmadı. Ve biz de tuttuk gösteri yaptık.

Bu arada hükümet yanlısı cepheden şu tür sesler yükseliyordu:

“Haber yaptıkları için, kitap yazdıkları için tutuklanmadılar... Onlar gazeteci değil, silahlı terör örgütü üyesi... Bekleyin, neler çıkacak neler...”

Bekledik.

Çıka çıka yayınevi baskını çıktı.

Önceki gün “İthaki Yayınları” basıldı.

Ahmet Şık’ın henüz yayınlanmamış kitabı toplatıldı.

Ve böylece...

Ahmet’in kitabı, “ Cumhuriyeti tarihinde henüz basılmadan polis tarafından toplatılan ilk kitap” unvanını almış oldu.

Melih Aşık (Milliyet): Wikileaks Çözdü
İthaki Yayınevi’nde polis arama yapıyor, Ahmet Şık’ın yazdığı “İmamın Ordusu” adlı kitabın bilgisayardan kopyasını alıyor, kalanı imha edip gidiyor. Sonra yine geliyor, ikinci aramayı yapıyor. Aynı saatlerde Radikal Gazetesinde de kitap aranıyor. AĞır Ceza Mahkemesinin kararı var; Bütün kopyalar toplanacak. Davanın avukatlarına tebligat yollanarak ellerinde kitabın nüshası varsa vermeleri bildiriliyor.

Yayınlanmış kitap toplatılır ama daha yayımlanmamış kitap için yayınevi basıldığı ve sürek avı başlatıldığı 12 Eylül’de bile görülmemişti... İçinde ne varsa!

Ahmet Altan (Taraf): Ahmet Şık ve sivil itaatsizlik
Ben sivil itaatsizliği yazmayı düşünürken polis Radikal Gazetesi’ni basıp, Ertuğrul Mavioğlu’nun bilgisayarında Ahmet Şık’ın kitabının kopyasını aradı. Ardında mahkeme, Şık’ın kitabına yayın yasağı getirdi.

Ne oluyoruz? Neden Şık’ın kitabı engellenmeye çalışılıyor? Emre Uslu, polisin “kitabın kayıp yüz sayfasını aradığını” söylüyor ama “kayıp sayfaları” aramakla, kitabın yayınının yasaklanmasının ne ilişkisi var? O “kayıp sayfalarda” ne bulacaklarını umuyorlar ki Radikal Gazetesi’ni basıp Mavioğlu’nun bilgisayarına el koyuyorlar?

Ergenekon davasına, başladığından bu yana en büyük zararı veren “Ahmet Şık operasyonunu” yapan polislerle savcı için o kitapta bu kadar “önemli” ne bulunabilir? Bütün davayı toplumun gözünde “değersiz” kılmayı göze aldıracak ne yazılmış olabilir Şık’ın kitabında?

Ne yazılmış olursa olsun bir kitap yasaklanamaz. Hiçbir neden bir kitabın yasaklanmasını açıklayamaz. Kitabın yasaklanmasının ne hukuki, ne de mantıki bir zemini var. Polis, kayıp yüz sayfayı arıyorsa, zaten o yüz sayfayı kitap yayınlandığında görecek.

Yok, aradıkları sayfalarının yayınlanmayacağını, saklanacağını düşünüyorlarsa, o zaman da kitabın yasaklanmasının dayanağı ne?

“Ergenekon sanığı olduğu için yasaklıyoruz” derlerse, herhangi bir davanın sanığının kitabını yasaklatacak bir madde yok. Kaldı ki Ergenekon sanıklarının epeycesinin kitabı yayınlandı. Hatta, “Ahmet Şık’a emir verdirip kitap yazdırdığı” iddia edilenlerin bile kitapları piyasada ve öyle de olmalı.

Niye Ahmet Şık ve kitabı diğerlerinden farklı?

Bu baskın ve bu yasaklama hiçbir yanından tutmuyor. Benim görebildiğim iki ihtimal kalıyor geriye.

Ya Ahmet Şık’ı “kuvvetli deliller” olmadan tutukladılar ve şimdi o delili bulabilmek için uğraşıyorlar… Ya da o kitapta, bu soruşturmayı sürdürenleri korkutan bir şey var. Bu iki ihtimalin hangisi doğru olursa olsun, Ergenekon soruşturmasına zarar verir.

Emre Uslu (Taraf): Savcılık kayıp 100 sayfanın mı peşinde
Ergenekon yapılanmasının medya ayağına yönelik olarak Odatv’ye yapılan baskında bulunan Ahmet Şık’ın İmamın Ordusu adlı kitabında ilginç noktalar tespit edildi. Soruşturmacıların tespitlerine göre Şık’ın kitabı kolektif bir ekip tarafından yazıldı. Buna göre Odatv’den çıkan Ahmet Şık’ın kitabının 189 sayfalık ilk bölümü aralık ayının ilk günlerinde Odatv’ye geldi. Odatv’de yaklaşık on gün üzerinde çalışıldıktan sonra kitaba yapılması gereken ekleme ve çıkarmalar üzerine notlar alınmış. Bu notlardan anlaşıldığına göre kitapta en az üç kişinin müdahil olduğu görülüyor. Bunların arasında kitapta nelerin yapılması gerektiğine ilişkin direktif veren kimse de var.

Odatv’de yapılan düzeltmelerde 17 aralıkta son defa kaydedilip üzerinde yapılması gereken notlar yazıldıktan sonra kaybolan kitap daha sonra şubat ayında Ahmet Şık’ın bilgisayarında 301 ve 302 sayfalık şekilde iki farklı dosya olarak kaydedilmiş halde bulunuyor. Soruşturmacıların verdiği bilgilere göre Ahmet Şık’ın kitabında bulunan 300 sayfalık kitabın ilk kaydedildiği tarih şubat ayının ortalarını gösteriyor. Bu durumda soru şu: 17 aralıkta 189 sayfa olarak Odatv’de kaydedilen kitap nasıl oldu da şubat ayında 300 sayfa olarak Ahmet Şık’ın bilgisayarında bulundu. Arada geçen süre içerisinde kitabı Ahmet Şık yazdıysa hangi bilgisayarda yazdı yazmadıysa kim yazdı? Sanırım soruşturmacıların araştırdığı ve anlamaya çalıştığı temel soru bu.

Reha Muhtar (Vatan): Ahmet Şık’ın kitabı ‘örgütsel dokiman mı?..’
Bu kitabı tek başına mı yoksa Soner Yalçın veya bir başkasının yardımıyla mı yazdığı bilinmiyor...

Soner Yalçın “Ergenekon örgütü üyesi olması iddiasıyla” tutuklanıyor...

O tutuklandıktan sonra, onun talimatlarıyla “bu kitabı yazdığı, kitapta onun direktifleri doğrultusunda değişiklikler ve eklemeler yaptığı” iddia edilerek Ahmet Şık da tutuklanıyor...

Dün de esasen bu yazılanların “bir kitap” olmadığı, suç örgütünü övmeye, olayları çarpıtmaya dönük, henüz yayınlanmamış bir “örgütsel doküman” olduğu söyleniyor...

Ergenekon savcısının elindeki bütün kanıtları bilmiyorum... Mahkemenin kararına neden olacak gelişmeleri de tam bilmiyorum... Kamuoyu da bilmiyor...

Bu olayda “kafama oturmayan” noktalar var... Kamuoyunda da benim gibi bir sürü kişinin kafasına oturmadığını biliyorum...

Şöyle ki; Diyelim ki Ahmet Şık, kitabı Soner Yalçın’ın eleştirileri, önerileri, hatta istekleriyle yazıyordu... Bir insanın, o sırada hakkında herhangi bir suçlama bulunmayan tamamen özgür bir kişinin telkinleriyle, istekleriyle, eleştirileriyle ve hatta yönlendirmeleriyle hareket etmesi “suç mudur?..”

Ahmet Şık nereden bilecek Soner Yalçın’ın bir örgütün üyesi olduğunu?.. Alnında mı yazıyor bu Soner’in?..

Güngör Mengi (Vatan): Yazıklar olsun!
Ergenekon kapsamında tutuklanan gazeteci Ahmet Şık’ın “İmamın Ordusu” adlı kitabının taslağına ve “tüm nüshalarına” örgütsel doküman sayılarak el konulmasına karar verildi.

Ana muhalefet partisi “Hitler ve Musollini faşizminde bile bir kitap daha yayınlanmadan suçlu ilân edilmemiştir” diye tepki gösterdi. Gerçekten de bizdeki örnek daha berbat!.. Çünkü basılmamış bir kitabın taslak hali yazarı bir yana kopyasını elinde bulunduranları bile hedef yapıyor.

Türkiye Yazarlar Sendikası ve Yayıncılar Birliği “Henüz basılmamış bir kitabın kopyasına el konulmasını düşünce ve ifade özgürlüğünü engelleyici çok tehlikeli bir girişim olarak değerlendiriyoruz” dedi. Gerçekten de kitaba yapılan muamele Türkiye’deki ifade özgürlüğünü İnsan Hakları Beyannamesi’nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ve Anayasa’nın bile koruyamaz duruma düştüğünü gösteriyor.

Keşke bu olay hiç yaşanmasaydı. Sansürün karanlık tarihine böyle bir katkı ülkemize sadece utanç getirecektir.

Oray Eğin (Akşam): Ben iyice korktum
Dört yıldır, bütün Ergenekon süreci başladığından beri ilk kez önceki gece çok korktum. Ne baskınlar, ne tutuklamalar, ne yürütülen komplolar, ne tehditler. Hiçbiri Ahmet Şık'ın yazdığı kitaba el konması, imha edilmesi, yayınevinde arama yapılması kadar ürkütmedi beni.

Ergenekon davası başladığından beri 'Hadi canım bu kadarı da olmaz' dedirten bir süreçte ilerliyor. Siz ne kadar 'Bu kadarı da olmaz' derseniz her seferinde birileri biraz daha eli arttırıyor. Ve giderek bu soruşturma çığırından çıkıyor.

Sayfa Yükleniyor...