Gül'den yeni anayasa mesajı

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "Anayasa aracılığıyla milletin farklı siyasi çizgilerini zapturapt altına alma, devlet ve millet arasında bir gerginlik oluşturma zihniyetinden uzak durmalıdır" dedi.

Gül'den yeni anayasa mesajı

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Anayasa Mahkemesi'nin 50. kuruluş yıl dönümü törenindeki konuşmasında, yeni anayasa hazırlanmasının uzun süredir 'nin gündeminde yer aldığını, bu konunun artık çok kök saldığını, herkesin de bunu içselleştirmeye başladığını ve sahiplendiğini belirtti.

Halkın büyük çoğunluğunun, yürürlükteki anayasanın ihtiyaçlara cevap vermemesinden, 'nin demokratik olgunluk ve çeşitliliğini kısıtlamaya çalışmasından, milletin zenginliklerini yok saymasından rahatsızlık duyduğunu anlatan Gül, son genel seçimin ardından katılımcı ve temsili demokrasi kriterleri bakımından meşruiyeti yüksek bir Meclis tablosunun ortaya çıkmasının, halkın yeni anayasa beklentilerini yükselttiğini ifade etti.

Yeni anayasa çalışmalarının Türkiye tarihinde ilk kez TBMM Başkanı liderliğinde, toplumun birçok kesiminden temsilcinin doğrudan katılımıyla yürütüldüğünü anlatan Gül, şöyle konuştu:

''Aziz milletimizin önünde, 1921 ve 1924 Anayasalarından beri ilk defa, doğrudan millet tarafından bir anayasa yapılması fırsatı bulunmaktadır. Daha önce pek çok vesileyle ifade ettiğim üzere yeni anayasa sürecinde, millet olarak özgüven içinde bulunmamız için sağlam sebeplerimiz mevcuttur. Güçlü bir devlet geleneğine ve pek çok imparatorluğun miras ve reflekslerine sahibiz. Böyle bir mirasa sahip milletlerin temel vasıfları özgüvenli, dirayetli, geniş ufuklu ve hoşgörülü olmalarıdır. Tüm bunlara ilave olarak, 1808 Sened-i İttifak ile başlayan 200 yılı aşkın bir anayasa ve demokratikleşme süreci tecrübemiz var.

Bundan yüz küsur yıl önce Yemen'de, Hicaz'da, Şam'da, Selanik'te halkın önüne seçim sandığı koyarak, o zamanın şartlarına göre halkın demokratik tercihlerine başvurmuş bir milletiz. İlk anayasasını 1876'da ilan etmiş, ilk parlamentosunu 1877'de toplamış, ilk çok partili çoğulcu seçimleri 1908'de gerçekleştirmiş bir ülkeyiz. Ülkemizin işgaline karşı çıkan ve Kurtuluş Savaşımıza öncülük eden örgütün adını 'Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri' olarak koyacak kadar istiklal ve istikbalini, hukukta arayan bir halkız.

Bu süreçte elbette çok acı tecrübelerimiz de oldu ancak bu acı tecrübelerden çıkarılacak dersler dahi yeni bir anayasa yapma sürecimizde bizlere ışık tutacaktır. Bizzat Gazi Mustafa Kemal'in riyaset ettiği Meclisimizin hazırladığı 1921 ve 1924 anayasalarımızdan sonra yapılan tüm anayasalar, maalesef, demokrasimizin, dolayısıyla milli iradenin askıya alındığı ara dönemlerin ürünüdür. Darbe ürünü olan 1961 anayasasıyla Cumhuriyetimizin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün öncülük ettiği millet iradesine dayanan 1924 Anayasası lağvedilmiştir.

Yine böyle bir dönemin ürünü olan ve halen yürürlükte bulunan 1982 Anayasası da son yıllarda yapılan çok kapsamlı reformlara rağmen iç sistematiğini yitirmiş, artık milletimizin ulaştığı demokratik ve ekonomik seviye nazarı itibariyle dar gelmeye başlamıştır. Çünkü 1982 anayasası, o dönemin ruhunu taşıyan, darbe ürünü, vesayetçi, bürokratik-otoriter niteliği olan bir anayasadır. Bu nedenle yeni bir anayasa yapılması artık bir zaruret halini almıştır. Ayrıca millet olarak darbelerle yüzleşmeye başladığımız bir dönemde, hala bir ara dönem anayasasıyla yönetiliyor olmak, ülkemizin ulaştığı demokratik seviyeyle de derin bir çelişki teşkil etmektedir.''

Cumhurbaşkanı Gül, anayasaların tepkisel saiklerle hazırlanmaması gerektiğinin altını çizerek, sadece bir önceki dönemin hatalarını düzeltmeye çalışan anayasaların, toplumları ileriye taşıyamayacağına dikkati çekti.

Siyasi tarihin, Peloponez Savaşı'ndan beri Atina'da, Roma'da, Fransa'da, Almanya'da ve pek çok ülkede demokratlarla otokratlar arasında yaşanan mücadeleyi, sadece yeni anayasa yapmak suretiyle kazanan olmadığını gösterdiğini anlatan Gül, şöyle devam etti:

''Bizim anayasal hareketler tarihimizde bu durumun acı örnekleri çoktur. Anayasa aracılığıyla bir önceki dönemin 'mağdurlarını', 'muktedir ve mağrur kılma' çabası da hep menfii neticeler doğurmuştur çünkü anayasalar yalnızca bugünün güç dengelerine ve ihtiyaçlarına göre dizayn edilemez. Anayasalar, toplumun gelecekteki ihtiyaçlarını karşılayacak, gelişmesine izin verecek sadelik, esneklik ve tutarlılık içinde olduğu takdirde kalıcı olabilirler. Bana göre, İngiliz ve Amerikan anayasa geleneğinin başarısının ardında yatan gerçek budur.

Tabiatıyla, her anayasanın temel bir felsefesi ve ruhu olacaktır. Ancak daha önce anlattığım mahzurları nedeniyle anayasalar, hiçbir özel fikrin, partinin, ideolojinin ve doktrinin mührünü taşımamalıdır. Dolayısıyla anayasalar, toplumun tüm kesimlerinin hak, özgürlük ve beklentilerini bugün ve gelecekte teminat altına alacak nitelikte olmalıdır. Bu da ancak toplumsal mutabakatın mümkün olduğunca 'asgari müşterek payda'da oluşacağı anlayışıyla kaleme alınan anayasalarla sağlanabilir. Unutmayalım ki bugün güçlü olduğumuzda bizi kendi gücümüzden koruyacak bir anayasal kural, yarın zayıf düştüğümüzde bizi başkalarının haksızlığından da korur.''

'YENİ ANAYASA ÖZGÜRLÜKÇÜ OLMALI'
Gül, anayasaların bugüne kadar, özgürlükler konusunda şüpheci ve katı, sınırlamalar konusunda ise geniş ve esnek bir dille formüle edildiğini belirterek, ''Yeni anayasamız esnek ve özgürlükçü bir karaktere sahip olmalı, anayasa aracılığıyla milletin farklı siyasi çizgilerini zapturapt altına alma, devlet ve millet arasında bir gerginlik oluşturma zihniyetinden uzak durmalıdır'' dedi.

Gül, modern demokratik devlet anlayışını ruhunda ve lafzında taşıyacak yeni anayasanın evrensel ilkeleri düstur edinerek, temel hak ve hürriyetleri, herkes için her yönüyle eşit vatandaşlık temelinde güçlendirmesi ve teminat altına alması gerektiğini vurguladı.

Cumhurbaşkanı Gül, ''Yeni anayasa, 200 yıllık anayasa ve demokratikleşme çabalarımızın kazanımlarını pekiştirmeli, millet olarak mutabık olduğumuz, birlik ve bütünlüğümüzle demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyetimizin temel ilkelerinden taviz vermemelidir. Devletin, milletin hizmetinde olduğunu unutmamalı; vesayeti örtülü bir şekilde başka organlar aracılığıyla sağlamak yerine çağdaş demokrasilerde olduğu gibi açık bir şekilde halka tevdi etmelidir'' diye konuştu.

Modern demokrasilerin şeffaflık ve hesap verilebilirlik kavramlarını, güçler ayrılığı ilkesiyle de fren ve denge sistemlerini içinde barındırması gerektiğini belirten Gül, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığıyla basın, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün en fazla özen gösterilmesi gereken konular olduğuna işaret etti. Gül, ''Netice olarak, yeni anayasada zor olarak gördüğümüz konuları, imparatorluk mirasına sahip olan bir ülkenin refleks ve tecrübelerini özgüven içinde kullanarak aşabiliriz. Böylece adaleti bütün veçheleriyle tecelli ettirecek ve Türk demokrasisini kurumsallaştıracak yeni bir anayasaya ulaşabilir, devirlerden, şahıslardan, iktidarlardan bağımsız, kalıcı, sürdürebilir ve tutarlı bir adalet ve demokrasi ortamı oluşturabiliriz'' dedi.

'UZUN TUTUKLULUK SÜRELERİ ÇÖZÜLMELİ'
Cumhurbaşkanı Gül, yeni anayasa sürecinin son derece zor ve zaman alacağının farkında olduğunu dile getirerek, Türkiye'nin önünde duran ve çözüm bekleyen acil hukuki meselelerin, daha fazla vakit kaybetmeden çözülmesi gerektiğini kaydetti.

Gül, bu meselelerin başında, sık tartışılan, adaletin tecellisini geciktiren, uzun tutukluluk sürelerinin fiili cezaya dönüşmesine yol açan adli sorun ve uygulamaların geldiğini kaydetti. Hukuk devleti ilkesinin ve hukukun üstünlüğü idealinin nihai ürününün, adaletin tecellisi olduğunu yineleyen Gül, ''Bu doğrultuda, devletin bütün organları vazife ve sorumluluklarını layıkıyla yerine getirmelidir'' dedi.

Bu sorunların aşılması için hazırlanan hukuki düzenlemelerin ivedilikle ve el birliğiyle sonuçlandırılmasını görmekten duyduğu memnuniyeti dile getiren Gül, özellikle Yargıtay aşamasındaki dosyaların temizlenmesinin hızlandığını ve alınan tedbirlerle yüksek mahkemede birikme olmayacağını memnuniyetle takip ettiğini söyledi.



'ARAP BAHARI'NDAN AVRUPA MEMNUN OLMALI'
Cumhurbaşkanı Gül, insan hak ve özgürlükleriyle ilgili konuların artık devletlerin iç meselesi olmaktan çıkarak, uluslararası camianın ortak vicdanına ve mesuliyetine hitap eder hale geldiğini belirtti.

İnsan haklarının korunmasında dünyadaki en başarılı bölgesel insan hakları mekanizmasının, Türkiye'nin de kurucusu olduğu Avrupa Konseyi ve bünyesinde oluşturulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi olduğunu vurgulayan Gül, 10 yıl boyunca üyesi olduğu Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi'nde bu gerçeği bizzat gördüğünü kaydetti.

Avrupa Konseyi'nin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin, Türkiye'de hak ve hukukun korunmasında, özgürlüklerin genişletilmesinde büyük katkısı olduğunu dile getiren Gül, ''Bu itibarla, gerek konseyin, gerekse mahkemenin çalışmalarında ülkemizin son yıllarda sergilediği aktif tutumu takdirle karşılıyorum'' dedi.

Modern anlamda demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı gibi kavramların Avrupa'da doğduğuna ve küresel anlamda yayıldığına işaret eden Gül, bu nedenle, halkın demokratik dönüşüm talebiyle başlayan Arap Baharı'ndan en büyük memnuniyeti Avrupa'nın duyması ve destek vermesi gerektiğini söyledi.

Gül, şöyle devam etti:

''Aslında, demokratik halk hareketlerinin önemli bir kısmı, Avrupa medeniyetinin de beşiği olan Akdeniz havzasının güneyi ve doğusunda yaşanmaktadır. Bu itibarla, burada olup bitenler Türkiye'yi olduğu kadar, Avrupa ülkelerini de her açıdan etkileyecek tarihi gelişmelerdir. Böylesine önemli bir dönüşüm yaşanırken ve insanlığın ortak kültür anlayışı genişlerken, ayırımcı görüşlerin kulvarının da daralması umut edilir.

Ne var ki, bugün maalesef belirli bölgelerde farklılıkları, çatışma sebebi olarak gören aşırı görüşlerin hala zemin kazanabildiğini müşahede ediyoruz. Bu toleranstan yoksun aşırı akımların, insanlığa demokrasi ve insan haklarına saygı temelli devlet anlayışını hediye etmiş olan Avrupa kıtasındaki tezahür etmesi ise ayrıca üzüntü vericidir.

Avrupa'yı etkisine alan ekonomik krizle birlikte daha da artan ırkçılık, İslam-karşıtlığı ve yabancı düşmanlığından ciddi endişe duyuyoruz. Avrupa'da, göçmenleri, güvenlik, işsizlik, suç, fakirlik ve diğer sosyal sorunların ana sebebi olarak gösteren partiler oy oranları artmaktadır. Avrupa'daki ana siyasi akımlar ise oy kaygısıyla, bu radikal gruplara yaranmak için tavizler vermektedir. 

Eğer ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobi karşısında Avrupa değerlerini ve ortak vicdanımızı koruyamazsak, bu tehditler sadece Avrupa'yı değil, tüm dünyayı yaşanamaz bir hale getirir.''

Norveç'in başkenti Oslo ve Ütoya Adası'nda 77 kişiyi öldüren Anders Behring Breivik'in saldırılarının dikkatle incelenmesi gerektiğini kaydeden Gül, sözlerine şöyle devam etti:

''Breivik'in mahkemede soğukkanlılıkla anlattığı vahşet, yabancıları 'ötekileştirme', 'şeytanlaştırma'  ve 'insan görmeme' yolunda aşırı sağ gruplar arasında ciddi bir endoktrinasyon kampanyası yürütüldüğüne delalet etmektedir. Unutmayalım ki, Holocaust sırasında milyonlarca insanın toplama kamplarında imha edilmesine giden yolu da bu tür endoktrinasyon kampanyaları döşemiştir.

Burada tekrar hatırlatmak isterim ki, Batı'nın ırkçılık ve yabancı düşmanlığı gibi nükseden hastalıklarını tedavi etmek, Doğu'nun çoğu kez az gelişmişlikten kaynaklanan sorunlarıyla başa çıkmaktan daha çetin bir mücadele gerektirmektedir.

Dolayısıyla, Avrupa değerlerini muhafaza etmek için ırkçı ve yabancı düşmanı eğilimleri sorgulama cesareti göstermeliyiz. Özellikle hukukçuların bu tehditlere daha ciddi olarak eğilmesi elzemdir.''

Türkiye'nin politikalarının, ''insan haklarının ve demokrasinin gelişmesinin, barış, kalkınma ve sosyal adaletin tesisinde önemli rol oynayacağı'' ekseninde yürütüldüğünü ifade eden Gül, bu nedenle, geçen yıl Kuzey Afrika'da başlayan ve hızla diğer Orta doğu ülkelerine yayılan değişim ve demokratik dönüşüm hareketlerinin büyük bir heyecanla izlendiğini ve desteklendiğini dile getirdi.

Cumhurbaşkanı Gül, ''Arap Uyanışı, başta İslam dünyası olmak üzere, dünyanın çeşitli yerlerinde hak ve adalet özlemi çeken pek çok halk için bir ilham kaynağı olmuştur. Korku duvarlarının yıkılmasına sebep olan bu demokrasi dalgasının, önümüzdeki yıllarda dünyayı dönüştürmeye devam etmesi kuvvetle muhtemeldir'' dedi.

Arap Baharı'nın daha özgür, barışçıl ve müreffeh bir dünyaya ulaşma umudunun artmasına yol açtığını kaydeden Gül, ''Ancak bütün iyimser beklentilerimize rağmen, Orta doğudaki bu tarihi dönüşümün, barış, istikrar, demokrasi ve refaha tahvil edilmesi uluslararası camianın bugünden atacağı adımlara bağlı olacaktır'' değerlendirmesinde bulundu.

Arap Baharı'nın kazanımlarını konsolide edecek bölgesel düzenlemeler kapsamında, ilk aşamada gönüllülük esasına dayanacak Avrupa Konseyi benzeri bir ''bölgesel insan hakları mekanizması'' kurulması fikrini de yineleyen Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye'nin ve Avrupa Konseyi'nin deneyimlerinin bölge ülkeleriyle paylaşmasının yararına dikkati çekti.

Demokrasinin, bir ülkeyi huzurlu ve muktedir kılan en önemli güç vektörü olduğuna işaret eden Gül, dünyanın daha parlak bir geleceğe sahip olmasının, demokrasinin daha çok ülkede benimsenmesiyle gerçekleşebileceğini dile getirdi.

Demokrasiyi kurumsallaştıracak, adalet talebinin bütün boyutlarıyla karşılanmasını sağlayacak sağlam anayasaların yürürlükte olmasının önemine vurgu yapan Cumhurbaşkanı Gül, bu çerçevede millet adına anayasal denetimi sağlayan yüksek mahkemelerin rolüne dikkati çekti.

Gül, ''Anayasa Mahkememiz, bugün yarım asrı bulan geçmişiyle, artık örtülü vesayetlerin tahakkümünden kurtulmuştur. Yüce Mahkeme'nin, demokrasimizin ilerlemesi, adaletin layıkıyla tecellisi, kurumlarımız arasında uyumun sağlanması ve her şeyden önemlisi kişi hak ve özgürlüklerinin korunması ve genişletilmesine dair ulvi vazifelerini, daha nice yıllar layıkıyla yerine getireceğine yürekten inanıyorum'' diye konuştu.

Sayfa Yükleniyor...