Güvercinin batıl inancı

Kara kedi... Merdiven altı... Yengeç suyu... Üfürük... Tükürük... Çoğu kez çocuksu bir inançmış gibi görünen batıl inançlar zaman zaman bütün hayatı yönetebilecek kadar güçlü olabiliyor.

Güvercinin batıl inancı

Batıl inanç sözlüklerde "Doğaüstü olaylara, gizli ve akıldışı güçlere, kehanetlere aşırı derecede bağlı boş inanç" olarak tanımlanıyor. Eğer bu tanımı ben yazsaydım bir de şunu eklerdim. "En inançsız insanı bile pençesine alabilecek kadar kudretli, baştan çıkarıcı, adeta şeytan tüyü taşıyan inanç." Çünkü inançla ilgili çok farklı, hatta aykırı fikirleriniz olsa bile hayatın bir anında batıl inancın tuzağına düşüverir, kendinizi onun cazibesine kapılmış bulursunuz.

Örneğin, bizim kültürümüzde "nazar değmesin" diyerek tahtaya vurmak, her türlü insanı tartışmasız ele geçiren en gözde batıl inançtır. Ya da evimizin bir köşesine, sevdiğimizin, sakındığımızın yakasına minicik de olsa bir nazar boncuğu iliştirivermek... Gerçi nazar kavramının bilimsel açıdan bir açıklaması olup olmadığı tartışılan bir konu ama batıl inancın ne olduğunu, daha doğrusu nasıl ortaya çıktığını Amerikalı psikolog Burrhus Frederic Skinner, güvercin örneklemesiyle şöyle açıklıyor:

Güvercin bir kutuya koyulur, o kutudaki belli bir noktayı her gagaladığında bir kapak açılır ve ona yem verilirse, tıpkı Pavlov'un köpeği gibi, güvercin gagaladığı zaman ödüllendirileceğini zamanla öğrenir. Ama eğer bir gün güvercin gagalamadığı halde aynı kapak açılır ve yem verilirse kuş buna önce şaşırır, sonra hangi hareketi sonucu bu ödülü hak ettiğini bulmaya çalışır. Sözgelimi o sırada kanat çırpıyorsa, her kanat çırpışında kapağın açılacağına ve yemi hak edeceğine inanır. Bu aşamadan sonra o kapak her otuz saniyede bir açılacak şekilde otomatik olarak ayarlansa bile güvercin kapağın açılmasının kanat çırpmasıyla ilgisi olduğuna inanır. Buna da "güvercinin batıl inancı" denir.

Skinner'ın deneyine benzer bir başka deneyi de 1987 yılında Gregory Wagner ve Edward Morris üç ve altı yaş arasındaki çocukların üzerinde yapmışlar. Bu deneyde bir palyaço 15 saniyede bir ağzından bir top çıkarır. Çocukların bazıları palyaçonun, topu, kendi yaptıkları göz kaş hareketleri sonucunda, bazıları da palyaçonun burnunu okşamaları sonucunda çıkardığına inanır; yani insanlar kuşlar gibi zamansal olarak eş düşen olgular arasında hemen bir bağlantı kurabiliyor, böylelikle olgulardan biri öngörülebilir ve kontrol edilebilir hale geliyor.

İnsanın çoğu kez çocuksu bir inanç gibi görünen ama bazen bütün hayatını yönetebilecek kadar güçlü bir inanca dönüşebilen batıl inançları, güvercinin batıl inancından farklı değil. Mekanizmanın düzeneğini anlayamayan kuşlar gibi hayatın matematiğini henüz çözememiş olan insan, bu çözümsüzlüğün karabasanına düşmektense kendi çözümünü üreterek rastlantılardan masalsı sonuçlar çıkarabiliyor ve kendine renkli bir batıl inanç dünyası yaratıyor.

İlk çağlardan bugüne uzanan dini inanç tarihi, sayısız inanç modelinin birbirini yıkıp yok ederek var olma çabasının örnekleriyle dolu. Batıl inançlarsa kendi dönemlerinin sürekli değişen sosyolojik, psikolojik ve teolojik verilerinden beslenerek, değil yok olmak, aksine sağlamlaşarak insanlık tarihi içinde kendine inşa ettiği yüksek kulede varlığını sürdürüyor.

Antropolojik açıdan bakılırsa, batıl inançlar eski inançlardan evrilerek günümüze ulaşmış. Birçok batıl inancın kökeni eski pagan inançlara dayanıyor. Bir zamanlar taşıdıkları anlamlar çoktan ortadan kalkmış ama varlıklarını sürdürüyorlar. Örneğin, pagan inancında bir tanrıça olarak kabul edilen Ay, bugün bizim için sadece dünyanın uydusu olsa da hâlâ Ay'la ilgili batıl inançlara sahibiz: Yeniay çıktığında dilek tutmak, sevdiğimiz insanın yüzüne bakmak ya da zenginlik getirsin diye altına el sürmek... Aynı şekilde at nalının uğurlu olduğu inancı da eski Avrupa topluluklarından Keltlerin atın kutsallığına inanmalarından kaynaklanıyor. Yine Pagan inancında hapşırıldığı zaman ruhun bedenden çıktığına inanılırdı. Bugün hapşıran kişiye "çok yaşa" denmesi de o inancın bir kalıntısı gibi görünüyor.

Devamını National Geographic 'nin Nisan 2012 sayısında okuyabilirsiniz.

Sayfa Yükleniyor...