90'larda Güneydoğu'da çocuk olmak

iki genç araştırmacı Funda Danışman ve Rojin Canan Akın'ın, 90'lı yıllarda çocukluğu Güneydoğu’da geçmiş Kürt gençleriyle yaptıkları on dokuz söyleşiyi bir araya getirdiği 'Bildiğin Gibi Değil' kitapçılarda.

90'larda Güneydoğu'da çocuk olmak

Metis Yayınları'ndan çıkan Bildiğin Gibi Değil, iki genç araştırmacı Funda Danışman ve Rojin Canan Akın'ın, 90'lı yıllarda çocukluğu Güneydoğu’da geçmiş Kürt gençleriyle yaptıkları on dokuz söyleşiyi bir araya getiriyor.

Söyleşi yapılan gençler yoğun bir şiddet ortamında geçen çocukluklarını ve ilkgençlik yıllarını anlatıyorlar: "Kışlaya benzeyen okullarda" geçen, Türkçe bilmedikleri için bir çok trajikomik olay yaşadıkları, öğretmenlerden gerizekâlı muamelesi gördükleri, zaman zaman ajanlık teklifleri aldıkları eğitim hayatlarını... Babalarının, analarının, kardeşlerinin, arkadaşlarının gözlerinin önünde dayak yediği, öldürüldüğü, koruculuğa zorlandığı, evlerinin kurşun yağmuruna tutulduğu, "sevdikleri, değer verdikleri insanların tek tek kaybolduğu", kaybettikleri yakınlarının kavurucu özlemiyle dolu aile hayatlarını... Sokaklarda, "yanı başlarında sürekli birilerinin öldürüldüğü" bir ortamda, mayınların arasında oynadıkları ya da BM mülteci kamplarında geçen gündelik hayatlarını anlatıyorlar bize.

''Funda ile Rojin de çocuklukları o yıllara denk düşen, o bölgeden iki genç kadın. Hayran olunası bir sadakat ve sabırla, sağ kalan kardeşlerini dinlemişler, bize sunuyorlar.

On dokuz kadın ve adamın hayatta kalma hikâyelerini okurken bunların hepsinin bizim hikâyemiz olduğunu unutmamalı. Babaları gözleri önünde öldürülen, anneleri dayakla felç edilen, kardeşlerinin ölüsü bir koyakta bulunuveren, hayal gücünü zorlayan işkencelerden geçen, cinsel tacize uğrayan, durmadan üniformalı öğretmenlerden, askerlerden, polislerden dayak yiyen bu çocuklar artık büyüdü.

Hepsinin ilk hatırladığı, ölüm. Çoğunluk bir yakınlarının paramparça edilmiş bedeniyle karşılaşmışlar daha birer çocukken.

Devletimiz, kirli sarı bir yılışıklıkla "kardeşimiz" dediği insanların bir kuşağını öldürüp bir kuşağının çocukluğunu nasıl yaralamış. Belki de ancak o üveylerin ağzından dinlediğimizde anlayacağız Kürtleri, isyanı, o toprakların acısını, dağların uğultusunu.

Wanbetan'ın anlattığı, "Sanki gözleri yırtılıyor" gibi bakan suskun kız çocuğu Hazal'la tanışın. Babasını konuşturmak için gözleri önünde dokuz kişi tarafından ırzına geçilen, layık görüldüğü zulüm karşısında lal olan Hazal'ı.

"Hazal'dan sonra nasıl yaşayabiliriz?"i düşünelim sonra. Hep birlikte. Hazal'ı sağaltacak bir dünyanın harcı nasıl atılır? Duyduğumuz derin tiksinti ve utançla, insan kalarak nasıl baş edebiliriz? Şu an, hayatımızın en acil sorusu budur.'' (Sunuş: Üvey Kardeş Dilinden, Yıldırım Türker)

Politik söylemler tek tek insanların ne yaşadıklarını gizliyor, örtüyor. Bildiğin Gibi Değil, bu Kürt gençlerinin Batı'daki, büyük şehirlerdeki akranlarına bir iç dökmesi olarak okunmalı. Binlerce insan "çocukluğum sorulduğunda aklıma açlık, rezillik, sefalet, perişanlık, bombalar, savaş uçakları geliyor" diyecek haldeyse, bu gençlerin hemen hepsi "bana yaşatılanları affetmem mümkün değil ama barış mümkün, barış istiyorum" diyorsa, politik kaygılara değil vicdanlara hitap edecek gerçek bir barış ortamı kurabilmek için bu kitaptaki seslere kulak verilmeli.

Sayfa Yükleniyor...