Çelik'ten 50+1 açıklaması: AK Parti'nin geriye gidiş ajandası yoktur

SON DAKİKA HABERİ:AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, MYK toplantısına ve gündeme ilişkin açıklama yaptı. Çelik, 50+1 oy tartışmalarıyla ilgili olarak, "AK Parti'nin gündeminde herhangi bir değişiklik yok.  Faruk Çelik kendi kişisel görüşünü söylemiş. Vatandaşın onayından geçeni değiştirme çabasında olmayız. AK Parti'nin geriye gidiş ajandası yoktur."  dedi.

Çelik'ten 50+1 açıklaması: AK Parti'nin geriye gidiş ajandası yoktur

AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında parti genel merkezinde, Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısı devam ederken gazetecilere açıklamalarda bulundu, gündeme ilişkin soruları yanıtladı.

AK Parti'nin geleneksel istişare kampını hafta sonu yapacaklarını hatırlatan Çelik, toplantıya MYK, MKYK ve Bakanlar Kurulu üyeleri ile genel merkez organları, milletvekilleri, kurucu üyeler, kurucu milletvekilleri, kadın ve gençlik kolları MKYK'ları, bakan yardımcıları, birim başkan yardımcıları olmak üzere 561 kişinin katılacağını belirtti.

Toplantının Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hitabıyla başlayacağını, gün içinde de hem genel merkezin hem de ilgili bakanların sunumlarının olacağını dile getiren Çelik, iç politika, dış politika, kültürel, ekonomik konular ve illerle ilgili kapsamlı değerlendirmelerin yapılacağını söyledi.

Genel değerlendirmenin Erdoğan başkanlığında yapılacağını, Erdoğan'ın hitabıyla kampın sona ereceğini anlatan Çelik, "Her kamp süreci kapsamlı değerlendirme yapmak, politikaların üzerinden geçmek, bir önceki kamptan buraya kadar olan süreci değerlendirmek için önemli bir fırsat oluyor." diye konuştu.

Çelik, TBMM'nin açıldığını hatırlatarak, siyasetin önünde artık iyi değerlendirilmesi gereken bir dönemin olduğunu söyledi.

"GÖNLÜMÜZ, DUAMIZ HER ZAMAN ONLARLA BERABER"

Çelik, Diyarbakır'da evlatları için nöbet tutan annelere de değinerek, onların vicdani isyanının dünyanın her tarafından duyulduğunu, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu vesilesiyle Amerika Birleşik Devletleri'ne yaptıkları ziyaret esnasında da oradaki vatandaşların da annelerin vicdani isyanını yakından takip ettiklerini gördüklerini ifade etti.

Toplumun geniş kesimlerinde yankı bulan teröre karşı evlatlarına sahip çıkma çağrısının dünyanın her tarafından duyulup, sahiplenilmiş gözüktüğünü vurgulayan Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Toplumumuzda da her geçen gün artan bir sahiplenme duygusuyla annelerimizle birlik beraberlik içinde bir olma duygusu içinde pek çok vatandaşımız onlara destek vermeye devam ediyor. Evlatlarının hasretiyle bu vicdani isyanı, teröre karşı bu duruşu, en asli çağrı olan evlatlarına sahip çıkma çağrısını ortaya koyan bu annelerimize buradan bir kere daha selamlarımızı ve saygılarımızı iletiyoruz. Yüreğimiz, gönlümüz, duamız her zaman onlarla beraber."

ABD ZİYARETİ

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD ziyaretinde kapsamlı temaslarda bulunduğunu anlatan Çelik, Erdoğan'ın Genel Kurul'a hitap ettiğini, bu konuşmanın dünyada ve 'de yankılandığını ifade etti.

Çelik, diğer liderlerin konuşmalarını da imkan elverdiği ölçüde dinlediklerini dile getirerek, "Herkes kendisi açısından belli parçalara değinirken dünyadaki küresel gidişatla ilgili, temel sorun alanlarıyla ilgili en kapsamlı ve bu sorun alanlarından hiçbirini atlamayan bir konuşma sadece Cumhurbaşkanımız tarafından gerçekleştirilmiştir." diye konuştu.

Her türlü prensibin aşındığı bir dünya tablosuyla karşı karşıya olduklarını vurgulayan Çelik, "Cumhurbaşkanımızın getirdiği öneriler hem bu prensiplerin yeniden hatırlatılması, önümüzdeki dönemde bu prensiplerin yaşayabilmesi için kurumlarda reform yapılması ve dünyanın temel problemlerine karşı sesi duyulmayanların sözcüsü olmak bakımından son derece kıymetli mesajlar içermektedir." dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Nefret Söylemiyle Mücadele Toplantısı'na da iştirak ettiğini hatırlatan Çelik, "Nefret Söylemiyle Mücadele önümüzdeki dönemin en büyük gündemlerinden birisi olacak. Nefret söylemi çeşitli dinleri istismar ederek, çeşitli sembolleri ve duyarlılıkları istismar ederek dünyanın her tarafını kuşatmaya devam ediyor." ifadelerini kullandı.

Çelik, Erdoğan'ın kapsamlı görüşmeleri içinde ABD'deki Müslüman toplum temsilcileri, Türk vatandaşları, Yahudi kuruluş temsilcileri, Amerika Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu ile bir araya geldiğini anımsatarak, şunları kaydetti:

"Bu temaslarla ilgili bir tanesini öne çıkarıp böyle sanki ilk defa oluyormuş gibisinden garip komplo teorilerini içeren garip birtakım yorumlar zaman zaman görüyorum. Halbuki bütün bu temaslar kapsamlı bir şekilde Cumhurbaşkanımızın Amerika ziyaretlerinde gerçekleştirdiği farklı kimliklere saygıyı ve farklı kimliklerle diyaloğu önemseyen diyalogların bir parçasıdır."

Erdoğan'ın EastWest Enstitü'de Türk dış politikasına dair dış politika uzmanlarının sorularını cevaplayan kapsamlı bir değerlendirme yaptığını anlatan Çelik, TÜRKEN Vakfı'nın toplantısında yabancı ve Türk öğrencilerin sorularını yanıtladığını, onlarla sohbet ettiğini hatırlattı.

ile ABD arasında 100 milyar dolarlık ticaret hacmine ulaşabilmek için çeşitli istişare toplantıları yapıldığını söyleyen Çelik, Erdoğan'ın Türk-Amerikan İş Konseyi'nin 10'uncu Türkiye Yatırım Konferansı gala yemeğinde de yatırımcılara hitap ettiğini anımsattı.

Çelik, şöyle devam etti:

"Netice itibarıyla bu Genel Kurul marjında hem dünyanın gidişatına dair Kudüs'ten Arakan'a kadar, Suriye'den diğer meselelere kadar mazlum coğrafyaların sesini duyuran hem kurumlara dönük reform çağrısını gündeme getiren hem de ilkelerin ve prensiplerin aşınmasına karşı ilkeleri ve prensipleri hatırlatan ve bunların hangi kurumsal reformlarla yaşayacağını gösteren kapsamlı bir konuşma söz konusu oldu."

KAŞIKÇI CİNAYETİ

Erdoğan'ın konuşmasında gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın katledilmesine dönük dünyanın gösterdiği sessizliğe de güçlü bir tepkinin bulunduğunu dile getiren Çelik, olay gerçekleştiği zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuya ilişkin bir soru üzerine, "Her ne olursa olsun bizzat devlet başkanı olarak bu süreci takip edeceğim ve bu cinayetin aydınlatılması için elimden gelen gayreti göstereceğim." dediğini aktardı.

Çelik, şunları kaydetti:

"O günden bugüne bu konuda en ilkeli tavrı Türkiye Cumhuriyeti'nin gösterdiği açıktır. Herkes çeşitli gerekçelerle, çıkar hesaplarıyla burada yan çizmeye çalışırken Türkiye doğrudan vicdan, ahlak esasında katledilmiş birinin katillerinin ortaya çıkarılması, adaletin tahakkuku için son derece ilkeli bir süreç yürütmüştür. Cumhurbaşkanımız her türlü riski göze alarak, bazılarının çıkar hesaplarını kendi elinin tersiyle iterek bu konuyu gündemde tutmuş ve en son Birleşmiş Milletler konuşmasında da buna değinmiştir."

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman'ın verdiği bir röportajda cinayetin sorumluluğunu üstlendiğini ancak emri kendisinin vermediğini söylediğini aktaran Çelik, şöyle konuştu:

"Şimdiye kadar yürütülen soruşturmanın herhangi bir şekilde hukuk prensiplerine uygun bir soruşturma olduğunu söylemek mümkün değil. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği tarafından haziran ayında açıklanan 101 sayfalık raporda Cemal Kaşıkçı'nın Suudi yetkililerinin, kimse bu yetkililer emriyle taammüden ve kasten öldürüldüğü açık bir şekilde söyleniyor. Burada sorumlu tutulan kişiler var, bu rapor üst düzey kişilerin soruşturulması için güvenilir kanıtlar olduğuna işaret etmiştir. Dolayısıyla ayrıca tamamlayıcı bir kriminal soruşturma için Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'ni göreve çağırmıştı. Yani Suudi Arabistan'daki soruşturmanın tamamen yetersiz olduğunu ifade ederek tamamlayıcı bir soruşturma için Genel Sekreteri göreve çağırmıştı."

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Cemal Kaşıkçı cinayetiyle ilgili Washington Post gazetesine bir makale yazdığını anımsatan Çelik, şöyle devam etti:

"Cumhurbaşkanımız bu olayın 21. yüzyılın en tartışmalı olayı olduğunu ifade etti. Maalesef dünyanın sessizliği bu konuda halen devam etmektedir. Türkiye, elindeki kanıtları Arabistan ile paylaştı. Amerika, Rusya, Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık'ın aralarında olduğu ülkelerle de paylaştı. BM Özel Raportörü'nün yürüttüğü soruşturmaya Türkiye en güçlü katkıyı vermiştir. Cumhurbaşkanımızın makalesinde de belirttiği gibi uluslarası toplumun kurullara dayalı olarak işlemesi hassasiyetimizin bir devamı olarak bu meseleye sahip çıkmaya devam ediyoruz."

Kaşıkçı cinayetinin Türkiye'de işlendiği için Türkiye'ye karşı da bir saygısızlık yapıldığına işaret eden Çelik, bundan dolayı cinayeti takip etmek için daha doğal bir nedenin olamayacağını vurguladı.

Çelik, cinayet ile ilgili "Birileri bunu Türkiye ile Suudi Arabistan arasında ikili mesele haline getirmeye çalışıyor. Bu kesinlikle söz konusu değildir, Krala, Suudi Arabistan halkına ve devletine yönelik bir tavır değildir. Kral ve tabii ki Suudi Arabistan halkı bütün bu tartışmaların dışındadır. Suudi Arabistan dost ve müttefik bir ülkedir." dedi.

"MUHAKKAK SÜREÇ AÇIĞA ÇIKARILMALIDIR"

Türkiye'nin dostluğa ve müttefikliğe önem verdiğini belirten Çelik, şöyle devam etti:

"Ama Suudi Arabistan İstanbul Başkonsolosluğunda bir gazetecinin katledilmesi karşısında devletin içine yuvalanmış bu çetenin ortaya çıkarılması, bu emri kim vermiştir, bu katliamı gerçekleştirenler kimlerdir, bütün bunlar son derece önemlidir ve muhakkak süreç açığa çıkarılmalıdır. Şimdiye kadar süreç şeffaflıktan uzak bir şekilde yürütüldü, duruşmalar kapalı kapılar ardında yapıldı. Hatta suçlanan bazı kişilerin illegal olarak serbest bırakıldığına dair çeşitli duyumlar alındı.

Dolayısıyla hem Suudi Arabistan ile dostluk ve müttefiklik açısından ilişkimize verdiğimiz önemin bir neticesi olarak, ayrıca ülkemiz topraklarında gerçekleyen bu eyleme karşı duyarlılığımızın bir göstergesi olarak, ayrıca bir gazetecinin öldürülmesine karşı duruşumuzun bir göstergesi olarak tüm bu süreci takip ediyoruz. Suç İstanbul'da işlendiği için uluslararası gözlemcilerin gözetiminde İstanbul'da uluslararası bir yargılama yapılması gerektiğini tekrar ifade ediyoruz. Şu ana kadar Suudi Arabistan yetkilileri bu çağrılarımıza bir cevap vermemiştir. Dost ve müttefik Suudi Arabistan'ın bu süreçten dolayı yara almasını da istemiyoruz, bu süreçten dolayı ortaya çıkan eleştirilerin ve yıpratıcı süreçlerin dışında kalmasını arzu ediyoruz. Bunun en iyi yolu, bahsettiğimiz soruşturmanın İstanbul'da gerçekleştirilmesidir. BM tarafından yürütülen soruşturma sürecini de bu çerçevede destekliyoruz."

"AB MÜLTECİ MESELESİNDE SINIFTA KALMIŞTIR"

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Avrupa Birliği'ne (AB) mülteciler konusundaki mükellefiyetliklerini yerine getirmemesi nedeniyle "Biz burada bu yükü tek başımıza taşımak durumunda değiliz. Taahhütlerinize uymuyorsunuz, gereğini yaparız" açıklamasınının ardından Avrupa'dan pek çok açıklama geldiğini ifade eden Ömer Çelik, şunları kaydetti:

"AB mülteci meselesini yönetme konusunda sınırları kapayan, duvarları ören bir tutumla ortaya hiçbir yönetim modeli koyamadan sınıfta kalmıştır. Türkiye ise dünyadaki standartları yükselten bir şekilde bu meseleyi yönetmektedir."

İçişleri Bakanlığının meseleyi yönetirken AB ve uluslararası kurumların kriterlerinin çok üstünde uygulamalar yaptığına dikkati çeken Çelik, sahadaki çalışmaların da dünyada örnek alınması gereken referans sistemini değiştiren uygulamalar olduğunu vurguladı.

Çelik, mülteci çocukların eğitiminin, terör örgütlerinin insan deposu olarak kullanılmasını önlediğini vurgulayarak, "Örneğin mülteciler için dünya genelinde ilkokullarda okullaşma yüzde 61 iken Türkiye'de yüzde 96,3'tür." dedi.

Türkiye'nin Avrupa'daki bazı ülkelerin nüfusunun yarısı kadar mültecinin yükünü tek başına çektiğini ifade eden Çelik, "Bu geri göndermeme ilkesine insani sebeplerle bağlıyız ama netice olarak bu yükü sonsuza kadar çekmek gibi bir kapasiteye sahip değiliz. Dolayısıyla ölümden, yokluktan, yoksulluktan kaçan bu insanların kendi ülkelerine sağsalim, güvenli bir şekilde dönebilmeleri için çözüm burada güvenli bölgenin kurulmasıdır." diye konuştu.

"GÜVENLİ BÖLGE, GÖÇ BASKISINDAN KURTARACAKTIR"

Türkiye'nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarıyla ortaya koyduğu sonuçların 54 bin Suriyelinin ülkelerine dönmesini sağladığını belirten Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Demek ki, güvenlik sağlandığı zaman bu insanların dönmesi mümkün olmaktadır. Bu hem Türkiye'nin üzerindeki yükü alacaktır hem AB ve diğer ülkeleri göç baskısından kurtaracaktır. En önemlisi de Akdeniz'de rastladığımız insani faciaların ortaya çıkmasını önleyecektir, Akdeniz'deki ölümleri durduracaktır. Güvenli Bölge uygulamasının hayata geçirilmesi için herkesin elini taşın altına sokması gerekir. Cumhurbaşkanımız bunu ifade ettikten sonra AB'deki bazı odaklar, Türkiye'nin demografik yapıyı değiştirmek istediği yaklaşımına giriyorlar. Bu baştan aşağı yalandır."

Çelik, bölgedeki demografik yapıyı değiştiren unsurlara da değinerek, şunları kaydetti:

"Olayın başlangıcında itibaren bakıldığı zaman oradaki demografik yapıyı değiştiren unsurlar bir rejimin saldırıları, iki PYD/YPG terör örgütünün saldırıları, üç DEAŞ'ın saldırıları gibi uygulamalardır. Asıl demografik yapıyı değiştirenler bunlardır. Örneğin YPG'nin olduğu bölgelerde doğrudan Arap, Türkmen nüfuslarının olduğu yerlerden göç ettirilmesine dönük bir gayret söz konusu olduğu gibi kendilerinden olmayan Kürtlerin de o bölgelerden sürülmesine dönük bir gayret söz konusudur, Hristiyanların o bölgelerden uzaklaştırılmasına dönük bir gayret söz konusudur. YPG/PYD başta olmak üzere terör örgütleri asıl demografik yapıyı değiştiren unsurlardır, demografik yapıya karşı mütecaviz davranan unsurlardır ve orada homojenleştirmek için terör devletçiği kurmak için bu uygulamalara imza atıyorlar.

Türkiye'nin bu güvenli bölge ve orada yerleşim birimleri kurmakla ilgili önerisi gündeme geldiginde 'Bu Türkiye'nin bir demografiyi değiştirme çabasıdır' diyenler asıl rejimin, YPG/PYD terör örgütünün ve DEAŞ terör örgütünün oradaki demografik yapıyı değiştirme gayretlerine örtülü bir destek verdiklerini iyi düşünmelidirler. Bu uzun vadeli ve kalıcı bir istikrarsızlığa yol açabilecek bir durumdur. Güvenli bölgenin, herkes hangi bölgede oturuyorsa o bölgenin asıl sahiplerine teslim edilmek suretiyle kurulması en önemli meseledir."

AVRUPA BİRLİĞİ

AB'nin bazı yetkililerince Türkiye'ye mali yardımın artırılması gerektiğine ilişkin açıklamalar yapıldığını belirten Çelik, şöyle devam etti:

"Mali yardımın artırılması, AB'deki ülkelerin bir lütfu değildir, Türkiye'ye yaptıkları bir jest değildir. Türkiye'ye verdikleri sözü tutmalarının bir gereğidir. Sözlerini tutmadıkları gibi tutmadıkları sözün ortaya çıkardığı tablonun sonuçlarından kaçmak için Türkiye'ye ek mali yardımdan bahsediyorlar, bu bir rüşvet siyasetidir. Son derece yakışıksız bir durumdur. Türkiye herhangi bir ülkenin ya da bölgenin mülteci kampı değildir, insan deposu değildir."

Çelik, Türkiye'nin insani sebeplerle, tarihten getirdiği kadim değerler etrafında insani ve siyasi hassasiyetlerle bu kişilere sahip çıktığını vurgulayarak, "Birileri Türkiye'nin bu sahip çıkmasını 'Türkiye'yi kendimizden mültecileri uzak tutmak için bir mülteci kampı gibi kullanabiliriz.' siyasetine çevirmek istiyorsa buna karşı da en güçlü tepkiyi vereceğimizi bilmelidirler." diye konuştu.

Birilerinin "Türkiye'yi göçmen anlaşmasına uymaya" çağırdığını ifade eden Çelik, şunları kaydetti:

"Esasen, söz verip de tutmamak bir AB teamülüne dönüşmüş durumdadır. Esas anlaşmaya uymayan AB tarafıdır. Mesele sadece mali yardım değildir. Göçmen Anlaşması'na baktığımız zaman bir sürü paket içeriyordu, vize serbestliğini içeriyordu. Bu konulardaki hiçbir sözünü yerine getirmediği gibi, yani anlaşmanın zaten onda dokuzunu ihlal ediyorlar, kalan onda bir konusunda da Türkiye'ye karşı rüşvet siyaseti gütmeye gidiyorlar. İnsani açıdan büyük bir sınıfta kalmadır bu. Bu rüşvet siyasetine de diğer siyasetlere de kapalı olduğumuzu ve en güçlü tepkiyi vereceğimizi bilmelerini isteriz.

Göçmen Anlaşması bu haliyle işlemiyor. Bunu işletmeyen taraf da AB tarafıdır. Türkiye, bununla ilgili tedbirlerini alacaktır. AB, mükellefiyetlerini yerine getirmemekten doğan insani ve siyasi açığı Türkiye'ye daha çok para teklif ederek gidermek gibi bir yola giriyor. Bu, başlı başına yanlış bir yaklaşımdır. Zaten bu paralarla yapmanız gerekenleri yapmadınız, zaten daha fazlasını yapmanız gerekiyor. Gelinen noktada göç baskısını azaltacak, göç krizini yönetebilecek formül Cumhurbaşkanımızın teklif ettiği Suriye içinde güvenli bölgenin kurulmasıdır. Güvenli bölge gerçekleştikten sonra orada konutların yapılarak insanların kendi ülkelerine dönmesinin güvenli bir şekilde sağlanmasıdır. O sebeple AB'de karar vericilerin esas bu meseleye odaklanmasının meselenin kökten çözümü ve birtakım tartışmaları geride bırakmaları açısından anlamlı olacağını düşünüyoruz."

"CHP İÇİN FAYDALI BİR KONFERANS OLMUŞTUR"

CHP tarafından düzenlenen Suriye Konferansı'na ilişkin de Çelik, daha önce parti sözcülerinin "Ortadoğu meselelerini Ortadoğulular çözsünler" gibi ilkel bir oryantalizm içerisinde olduğunu, bir konferans düzenleyip meseleyi ele alarak bu tavırdan çıkmalarını sevindirici bulduğunu söyledi.

Konferansa "Türkiye'nin kuracağı Güvenli Bölge'nin soykırım koridoru olduğunu" ifade eden bir kişinin de çağrıldığını belirten Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bu bilerek mi yapıldı bilmeyerek mi yapıldı biz bilmiyoruz. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi, çıkan haberlere rağmen, bununla ilgili açıklama yapmıyor. Cumhuriyet Halk Partisinde Dışişlerinde görev yapmış ya da bu konularla ilgili pek çok kişi var. Şimdiye kadar bu konuda sessiz kalmalarını da not ediyoruz ve bunun altını çiziyoruz. Türkiye'nin kuracağı Güvenli Bölge'ye 'soykırım koridoru' diyen birisinin konferansa davet edilmesi ve arkasından sessiz kalması ibretlik bir durumdur.

Esas mesele şu. 'Ne yapmalıyız?' başlığı altında gerçekten şaşırtıcı birtakım tekliflerde bulunuyorlar. Cumhuriyet Halk Partisinin insanları şaşırtma kapasitesindeki yükseklik gerçekten hayret verici. Zaten yapılan işleri tek tek sayaraktan ne yapmalıyız diye birtakım önerilerde bulunmuşlar."

Çelik, bu önerilerden birinin "Suriye'nin geleceğine Suriye halkının karar vermesi" şeklinde olduğunu dile getirerek, şunları kaydetti:

"Bu zaten en başından beri Hükümetimizin yaptığı vurgu, Cumhurbaşkanımızın konuşmalarında defalarca geçen bir melese, Astana ve Cenevre süreçlerinde bunu vurguluyoruz. Bu süreçleri pekiştiren Anayasa Komitesinin oluşumundaki vurgumuz, yine bunun üzerindedir. Suriye'nin geleceğine Suriyeliler karar versin, dar bir grup karar vermesin diye zaten başından beri Suriye'nin toprak bütünlüğünü savunuyoruz."

Bu konferansın, CHP'nin için faydalı olduğunu ifade eden Çelik, şöyle devam etti:

"Daha önce muhalefeti aşağılayan ve sadece Esad'a itibar pastasından dilim ayıran bir siyaset, bugün daha kucaklayıcı bir Suriye tablosuna vurgu yapan bir noktaya gelmiştir. 'Diplomasiyi daha çok kullanmalıyız.' diyorlar. Bu konuyu hiç mi takip etmiyorlar, yoksa bunları yazarken nasıl bir zihin dünyası içerisindeler doğrusu gerçekten hayret ediyoruz. İran-Rusya ile üçlü zirve, Almanya-Fransa ile dörtlü zirve, Türkiye gerçekleştiriyor bunları. Astana ve Cenevre süreçleri, Soçi'de varılan mutabakat, Suriye sorununa insani diploması açısından bakmak, diplomasiyi güçlü kılmak bakımından en temel referans alanlarıdır ve Türkiye bütün bu süreçlerde başat aktördür.

'Sığınmacıların geri dönüşümü sağlanmalı' diyorlar. Zaten güvenlik operasyonlarına güçlü bir şekilde destek verseler bugün bu cümleyi söylemek durumunda kalmayacaktı. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı Operasyonları bunun için yapılmıştır. Nitekim Güvenli Bölge konusundaki ısrarımız da bunun içindir, güvenli dönüşün sağlanması içindir. Netice itibarıyla, Suriye sorununu ve gerçeğini anlaması bakımından bu konferans CHP'ye faydalı olmuştur. Memleket için bir faydası var mı, yok. Memleketin tamamı bunu biliyor, bilmeyen sadece CHP idi. CHP için faydalı bir konferans olmuştur diye düşünüyorum."

"GELENLER BELLİDİR, GELMEYEN KİM BELLİDİR"

AK Parti Sözcüsü Çelik, İstanbul'daki depreme ilişkin de çeşitli polemiklerin yürütüldüğünü söyledi.

"Her türlü taraf ve her türlü kesim toplantılara davet ediliyor." açıklamasında bulunan Çelik, "Bugün burada yapılan toplantıda yarın da burada olacağız.' denildikten sonra her kesim oradayken, gelenler bellidir, gelmeyen kim bellidir. Bunun üzerinden günlerdir saçma sapan polemik yürütülmeye çalışılıyor. Esas mesele, vatandaşımızın ihtiyaçlarına odaklanmaktır, esas mesele karşı karşıya bulunduğumuz deprem tehlikesi karşısında vatandaşımızın can ve mal güvenliğini sağlanması için yapılması gerekenleri yapmaktır. Ama iş üretmek yerine kişisel konularla gündeme gelmek gibi tutum içerisinde olanların, bu süreç içerisinde herhangi bir fayda üretmeleri beklenmiyor." diye konuştu.

Çelik, bütün tarafların, bütün kesimlerin ellerini taşın altına koymasını arzu ettiklerini dile getirerek, "Hep beraber bu yükü göğüsleyelim, bu tehlikeye karşı vatandaşımızın can ve mal güvenliğini sağlayacak bütün tedbirleri, şimdiye kadar alınmış ve onun üstüne yenilerini de koyarak daha hızlı bir şekilde yerine getirilmesini sağlayalım." dedi.

"17 YILDA TOPLAM 1 TRİLYON 215 MİLYAR LİRA HARCAMA YAPILMIŞTIR"

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, "İstanbul'daki muhtemel deprem için toplanan paraların nerede olduğu" yönündeki sorusunun hatırlatılması üzerine Çelik, "Bunu parti sözcüleri de gündeme getirdi. Deprem olduğundan beri deprem meselesiyle ilgili açıklama yapmaktan çok deprem paralarıyla ilgili açıklama yapıyorlar. Enteresandır, hangi cevabı verirseniz verin, hangi rakamı verirseniz verin paralel bir evrende yaşıyorlar ve o evrende söylediğiniz hiçbir şeyi duymuyorlar, itiraz da edemiyorlar. Böyle bir durum var." değerlendirmesinde bulundu.

Ömer Çelik, sözlerine şöyle devam etti:

"Söylenilen rakamın çok çok üstünde bir harcama... Şimdiye kadar sıfırdan yapılan yapılar, depreme dayanıklı yapılar yapılması, tedbirlerin alınması, depreme dayanıklı olmayanların güçlendirilmesi, altyapı ve üst yapının güçlendirilmesi bakımından son 17 yılda toplam 1 trilyon 215 milyar lira harcama yapılmıştır. Bunun içinde yenilerin yapılması, mevcutların güçlendirilmesi gibi pek çok proje vardır. Aynı şekilde depreme dayanıklı okul ve hastanelerin yapılması, adalet saraylarının, kamu binalarının, vatandaşlarımızın güvenli bir şekilde oturacakları binaların inşa edilmesi, bir kısmının güçlendirilmesi, bu harcamanın içerisindedir.

Bütün ulaştırma altyapısı depreme dayanıklılık açısından gözden geçirilmiştir. Şehir altyapılarının depreme dayanıklı olması için projeler yürürlüktedir. Nitekim okul binaları başta olmak üzere sadece eğitim alanında 2003-2019 yılları arasında toplamda 2019 yılı fiyatlarıyla 221 milyar tutarında bir yatırım yapılmıştır. Aynı dönemde benzer şekilde yeni yaptığımız ve güçlendirdiğimiz hastaneler başta olmak üzere 105 milyar lire tutarında sağlık için yatırım yapılmıştır."

"DEPREME DAYANAKLI ULAŞIM AĞI OLUŞTURULDU"

Depreme dayanıklı ulaşım altyapısının en önemli meselelerin başında geldiğinin altını çizen Çelik, "Bu çerçevede toplam 488 milyar yatırımla depreme dayanıklı ve güvenli bir ulaşım ağı oluşturulmuştur." dedi.

Çelik, TOKİ vasıtasıyla tamamı depreme dayanıklı 641 bin konut inşa edildiğini, yaklaşık 96 milyar liralık yatırım gerçekleştirildiğini aktararak, şunları kaydetti:

"Dün CHP Sözcüsü'nün, bugün Genel Başkanı'nın grup konuşmasında söylediği, bahsettiği rakamlar, bunların yanında çok küçük rakamlardır. Burada katbekat fazlası... Sanki depremden toplanan vergiler başka yere harcanmış gibisinden bir hava oluşturmaya çalışıyorlar. Bu konuda cumhuriyet hükümetlerinin neredeyse yapamadığı, yapmadığı şeyler, AK Parti hükümetleri tarafından gerçekleştirilmiştir."

Çelik, afet ve acil yardım kapsamında bugüne kadar toplamda 20 milyar lira harcama yapıldığını belirterek, "49 bin 515 afet konutu, 25 adet lojistik yapı, 59 adet cep depo, 773 arama kurtarma aracı, bin 56 deprem istasyonu yatırımı yapılırken, 12 milyon kişiye de afet eğitimi verilmesini sağladık, 50 bin 921 kişiye de yaklaşık 267 milyon liralık acil durum ödemesi yapılmıştır."

İktidarları boyunca meydana gelen depremlerden sonra yapılanlara değinen Çelik, "Van'da 25 bin 742 konut, 3 bin 194 ahır ve 428 iş yeri yapılmasını sağladık. Yapılan yatırımlarla deprem bölgesi olan Van'dan 47 kilometre uzaklıktaki kaynaktan 50 yıllık içme suyu ihtiyacı karşılanmaktadır. Van'a yönelik ortaya konulan performans, dünya standartlarına girecek bir performanstır. Bırakın yıkılan yapıların güçlendirilmesini, neredeyse şehir baştan yapılmıştır ve bu 6 aylık kısa bir sürede yapılmıştır. Daha önceki depremleri hatırlıyorsunuz Yalova'da ve Düzce'de devlet 6 ay kendine gelememişti. Buradaysa ilk günden itibaren hükümetimiz gereken tedbiri almış hemen inisiyatif ortaya koymuştur." diye konuştu.

Çelik, afetler için toplanan vergiler konusundaki iddialara yönelik, "Şimdiye kadar bahsedilen paraların çok üstünde harcamalar buraya gerçekleştirildi ve harcandı bundan sonra da yapılacak. Devletin sahibi vatandaştır, devletin imkanları tabii ki vatandaşımızdır. Saklanan ve gizlenen bir şey yoktur. Tam tersi bütün imkanlar vatandaşımız için vardır. Saklama gizleme geleneği bizim siyasetimiz değil arkadaşlar." ifadelerini kullandı.

50+1 TARTIŞMALARI

Eski bakanlardan Faruk Çelik'in cumhurbaşkanı seçiminde yüzde 50+1 barajının düşürülmesine yönelik açıklamalarının hatırlatılması üzerine Ömer Çelik, şunları söyledi:

"AK Parti'nin gündeminde böyle bir mesele yok, bunu size çok açık ve net bir şekilde ifade edebilirim. Faruk Çelik değerli bir arkadaşımız beraber siyaset yaptık, halen beraberiz, kendi kişisel görüşünü söylemiş ve bunun üzerine bir tartışma ortaya çıktı. Zaten Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin bir yıllık performansı değerlendirilirken herkes görüşlerini söylesin demiştik. Çeşitli kesimler görüşlerini söylediler, bunların bir kısmı kişisel görüşler, bir kısmı birtakım partilerin ya da sivil toplum örgütlerinin görüşleri olarak ortaya çıktı. AK Parti'nin böyle bir görüşü yok.

Burada temel mesele şudur, referanduma götürülmüş bir sistem değişikliği var. Vatandaşımız bu sistem değişikliğine güçlü bir şekilde destek vermiş. Dolayısıyla bu bir yapboz tahtası değil, AK Parti millet iradesine ve halkın iradesine saygıyı en üst seviyede tutan bir partidir, varlık sebebimiz budur. O sebeple vatandaşımızın onayından geçmiş bir şeyi bu kadar kısa bir zamanda herhangi bir toplumsal talep, herhangi bir ihtiyaç söz konusu değilken tekrar değiştirmek gibi bir tasarrufun içerisinde olmayız."

"ŞAKA OLARAK DEĞERLENDİRİYORUZ"

Çelik, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu'nun konuya ilişkin açıklamalarına da değindi.

"Çıkmış 'Yüzde 40'a indiriyorlar yarında baraja takılmamak için yüzde 10'a ihtiyaç duyacaklar' gibisinden bir şey söylemiş." diyen Çelik, Karamollaoğlu'nun bütün açıklamalarını şaka olarak değerlendirdiklerini belirtti.

Çelik, "Kötü espriler yapıyor. Bizden gelmeyen bir açıklamayı bize mal edip ondan sonrada onun üzerine argüman kuruyor. Kendi partisiyle uğraşmasında daha büyük bir fayda olduğunu değerlendiriyoruz." dedi.

CHP'nin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçildikten sonra çağdaş parlementer sistemi savunan bir parti haline geldiğini anlatan Çelik, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Parlementer sistem varken yargı vesayeti ve askeri vesayetin arkasına saklananlar Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçtikten sonra çağdaş parlementer sistem savunucusu haline geldi. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin öyle bir demokratikleştirici etkisi var ki, CHP'nin vesayetçi tek parti rejimini savunmaktan çağdaş parlementer sistemi savunmaya getirecek kadar güçlü bir etki üretti. Bu bakımdan da bir faydası olduğunu değerlendirebiliriz."

"TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ DEMOKRASİYE BAĞLI BİR KURUMDUR"

Çelik, Emekli Amiral Atilla Kaya'nın "Seçim barajını yüzde 10'a çıkaran Kenan Evren ile bugün seçilme barajını yüzde 40'a düşürmeye kalkan kişi arasında hiçbir fark yoktur, sonları da benzeyebilir." açıklamalarına yönelik, şu görüşlerini paylaştı:

"Amirallik yapmış bu şahıs, kendi ülkesinin devlet başkanını belli bir sonla tehdit edecek kadar şuurunu kaybetmiş. Bir siyasi tartışma yapıldığı zaman bunlar nasıl zihniyetlerdir ki hemen siyasi cellatlığa soyunuyorlar. Şimdi biri çıkıp kendisini Türk ordusunun bir mensubu olduğunu unutup birtakım Nazi subaylarına benzetmeye kalksa bu ne kadar yakışık alırsa kendisinin yaptığı açıklama Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı'na ve Devlet Başkanı'na karşı yaptığı açıklama bu kadar yakışık alır."

Kaya'nın siyasi cellatlık yapmaya, Cumhurbaşkanı'na bir son biçmeye çalıştığını belirten Çelik, "O son biçmeye çalışanların karşılığını bu millet 15 Temmuz'da verdi. Bu kadar ahlaksız, bu kadar izandan yoksul ve bu kadar gayri insani bir şey olabilir mi? Türk Silahlı Kuvvetleri bütün subaylarıyla bütün komuta kademesiyle ve Mehmetçik'i ile demokrasiye bağlı bir kurumdur. Demokrasi dışında herhangi bir düşünce içerisinde olması düşünülemez." değerlendirmesini yaptı.

Sayfa Yükleniyor...