Oktay Ekşi'nin istifasını yazdılar

Oktay Ekşi’nin, kaleme aldığı yazı nedeniyle Hürriyet gazetesinden istifa etmesinin yankıları bugün de sürdü. Köşe yazarları, Ekşi’nin ardından yazdı.

Oktay Ekşi'nin istifasını yazdılar

Hürriyet Gazetesi Başyazarı Oktay Ekşi, İkizdere Vadisi’nin sit alanı ilan edilmesinin ardından kurulun yetkisinin alınarak Çevre Bakanlığı’na verilmesiyle ilgili bir yazı kaleme aldı.

Hükümeti hedef alan Ekşi, yazısının taşra baskısında "Bu zihniyet analarını da satar" ifadelerini kullandı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da, "Gazetecilik buysa ben bu zihniyetle mücadele etmem, savaşırım. Gereğini yapacağız zaten göreceksiniz" diye konuştu.

Ekşi, cumartesi günü “Ayarı kaçırmışım” başlıklı yazısında özür diledi, ardından da istifasını açıkladı.

Köşe yazarları bugünkü yazılarında Oktay Ekşi'nin istifasını değerlendirdi.

Oktay Bey'in en ağır sözü - Ertuğrul Özkök

...

Pazar sabahı kahvaltı için evine gittiğimde, torunu ile satranç oynuyordu.

Ona uzaktan baktım.

20 yıl haftada en az 3-4 kere yazıişleri masasına oturmuş, kahkahalar atmıştık.

Kimimiz için “Oktay Abi”ydi.

Benim için hep “Oktay Bey” olarak kaldı.

Yirmi yıl boyunca ağzından tek kelime küfür işitmedim.

En ağır sözü “Halt etmiş” olurdu.

Bir de sempatik bulduğu biri için gülerek “Eşekoğlueşek”.

Hafızamda kalan kötü ifadeler bunlardı.

Hep adil bir insandı.

Hep nazikti.

Hep prensip sahibiydi.

Gerektiğinde siyasetçilerle, gerektiğinde askerle uğraşırdı.

* * *

Pazar sabahı kendi için de en ağır ifadeyi kullandı:

“Halt etmişiz...”

Başkaları için kullandığı en ağır ifadeyi, kendinden de sakınmadı.

...

Hatalara gelince, bu meslekte hangimiz yapmıyoruz ki...

Böyle olaylarda ilk taşı atma hakkı hangimizde vardır derseniz.

Onlar arasında kolaylıkla Oktay Bey’i sayabilirim.

En günahsızımız diyemesek de, en az günahkârlarımızdan biri diyebilirsiniz.

Zaten en günahsızımız var mı?

Siyasette, medyada, sporda, iş âleminde; orada burada etrafınıza bir bakın.

Görürseniz bana da söyleyin.

Oktay Usta’dan ekşili köfte tarifi Yılmaz Özdil-Hürriyet

Hükümet, gıda kolisi dağıtıyor.

Gazeteler, yemek kitabı.

Uyumlu ikili.

Tabakları çoktan vermiştik zaten.

Tencereleri de.

Çatal kaşığı düzmüştük.

E bi de tarif verelim bari.

Bütün halde duran HSYK’yı dilimleyin, küp küp doğrayın, kendini bırakıncaya kadar haşlayın, ince ince kıyıp, bir diş müsteşarı ilave edin. Danıştay serttir, kabuğunu sıyırın, iyice kazıyın, ortadan bölüp, püre haline gelene kadar rendeleyin. Yargıtay’ın kökleri saplıdır, ayıklayın. Başsavcı zaten komple sap, komple atın, bir baş soğan koyun onun yerine... Sayıştay’ın çekirdeklerini çıkarıp, kaşığın tersiyle, olmazsa, elinizin tersiyle, ezin. Anayasa Mahkemesi’ni yıkayın, yağlayın, daldırın parmaklarınızı, pembeleşene kadar yoğurun. Pirinci çene suyunda ıslatın. Püf noktası... Siyah taşları ayıklıyormuş ayaklarına yatıp, pirinç kılığındaki ak taşlara dokunmayın, ki, lezzeti kaçmasın... İki çorba kaşığı hamaset ekleyip, bi tutam davul tozu minare gölgesi serpin. Koyun hepsini bi kaba, ak’laşana kadar boooolca unlayın, her tarafına bulaştırın.

Avcunuzun içindedir artık.

İstediğiniz kıvama gelmiştir.

Ovalaya ovalaya yuvarlayın.

Nihai şekli verin.

Şimdi geldik terbiyesine...

Yumurtayı kırın. Ak’ını ayırın. Ekşi’yle ak yan yana olmaz çünkü... Ak’ı bozar. Sarısına damlatın. Başlayın çırpmaya.

Nerden geldiğini şaşırsın ekşi...

Terbiye olana kadar çırpın.

Kısık ateşte alıştıra alıştıra pişmeye bırakılan köftenin suyundan bi kaç kaşık yedirin ki, terbiyesi kesilmesin... Tam terbiye olsun, ekşime yapmasın.

Hazmı kolay olsun.

Boca ediverin artık üstüne...

Cümleten afiyet olsun.

Ekşili köfte de derler buna.

Siz sakın demeyin.

Terbiyeli olun.

Terbiyeli köfte deyin.

Uslu uslu yiyin.

Şeyini şeyettiğimin... Can Dündar-Milliyet

Bazı sözler vardır; “kavgada söylenmez.” Oktay Ekşi’nin hükümet eleştirisine “analar”ı karıştırması ayıptı. Özür yetmedi, işinden oldu.

Ağır bir bedel! Ama sözün ağırlığı düşünüldüğünde ödenmesi gerekiyordu, ödendi.

Bedelin ne kadarı “ayıp ettim, çekileyim” düşüncesiyle ödendi, ne kadarı “şimdi bunu bahane edip hepten grubun üzerine gelirler” denilerek ödetildi; bunu geçiyorum.

Asıl üzerinde durmak istediğim hakaret konusundaki çifte standartlar...

Bugün haklı olarak isyan edenlerin, hakaret eden ve edilen yer değiştirdiğinde aynı hassasiyeti göstermemesi...

* * *

Mesela Bülent Arınç, “Hürriyet’ten istifası yetmez” diyor ama biz Arınç’ın Meclis Başkanı olduğu dönemde yine bir resepsiyon krizinde “eş durumu”nu soran gazeteciye “Şeyini şeyettiğimin şeyi...” dediğini hatırlıyoruz.

Sokaktan herhangi bir erkeği çevirin, bu hitaptaki “şey”ler yerine ne yazılabileceğini sorun, Ekşi’nin cümlesindekinden farklı bir cevap almazsınız. Orada özür de yoktu üstelik...

Bu hatırlatma Ekşi’nin gafının ağırlığını azaltmaz; sadece hakaret konusunda genel bir standarda ve bedel ödemede eşitliğe ihtiyacımız olduğunu kanıtlar.

* * *

Oktay ağabeyle son karşılaşmamızdan bir anıyla bitireyim:

Uçaktaydık. O, eski bir bakanla yan yana oturuyordu. Eski bakan, yıllar önce cumhurbaşkanı ile yaptıkları Bakü gezisinden söz ediyordu.

Resmi karşılamada Azeri yetkili lafa şöyle girmiş:

republikası prezidenti, Türk dönyasının ileri gelen pez....klerindendir.”

Bunun Azericede “önder” anlamına geldiğini bilmeyenler şok olmuş.

Kıssadan hisse:

Hakaretin tanımı, dilden dile, ülkeden ülkeye, kişiden kişiye, hatta dönemden döneme değişebiliyor.

Oysa bizim hakaret konusunda çifte standart içermeyen, herkes için geçerli kurallara ve karşılıklı saygıya ihtiyacımız var.

Yoksa “İktidardakilere hakaret yasaktır; öbürlerine atış serbest” gibi anlam çıkıyor.

Oysa herkesin anası aynı kıymette, öyle değil mi?

Oktay Ekşi... Melih Aşık-Milliyet

...

Oktay Ekşi ertesi günkü yazısında uzun uzun özür diledi..

Ama yararı olmadı... Başbakan silahı çoktan çekmişti:

“Eğer gazetecilik buysa ben bu zihniyetle mücadele etmem, savaşırım. Gereğini yapacağız zaten, göreceksiniz...”

Doğal olarak savaşı Oktay Ekşi kaybetti... Başbakan’ın elinde devletin ipleri, Ekşi’nin elinde ise sadece bir kalem vardı.

Oktay ağabey veda yazısında habbenin (damlacığın) ısrarla kubbe yapıldığını yazdı: “Gerçeği olduğu gibi anlatmam anlamak istemeyenlere yetmedi” dedi.

Eğer kendiliğinden istifa etse mesele yoktu. Öyle uygun görmüş der geçerdik. Ama istifa etmeye mecbur bırakılmıştı. Sarf ettiği iki kelime gerçekten ağırdı. Ancak demokrat bir ülkede bu suçun karşılığı hakaret ve tazminat davası açılmasıdır. Başbakan tarafından işten attırılmak değil. Odatv’nin yorumu isabetliydi:

“Oktay Ekşi yazdığı makalesindeki bir cümleden dolayı kapı önüne konulmadı. Kimse kimseyi kandırmasın:

Oktay Ekşi 58 yıldır savundukları yüzünden kurban edildi.”

Bakalım sırada kim var?



Oktay Ekşi'nin istifası ve basının gerçekleri... Mehmet Barlas-Sabah

...

Oktay Ekşi "Bunlar analarını satarlar" sözünü nasıl yazıya döktü anlayamıyorum.

Üzüldüm... Çünkü onu 1950'li yıllardan beri tanıyorum.

Aşırı ifadeler
Mesela Ergun Babahan'la girdiği polemikte "Onu doğduğu yere kadar kovalayacağım" ifadesini kullandığı zaman da hem şaşırmış, hem üzülmüştüm.

"Başyazarlıktan istifa" meselesine gelince...

Artık o eski anlamı ile "Başyazarlık" yok artık.

Gazetenin hem sahibi hem de başyazarı olan eski büyük isimlerin çağı geride kaldı. Ayrıca onlar bile her akıllarına geleni yazamazlardı.

1975-76 yıllarında Günaydın'da yazarken, dönemin iktidarı olan 1'inci Milliyetçi Cephe koalisyonunu ve Başbakan Demirel'i kıyasıya eleştiriyordum.

Gazetenin sahibi Haldun Simavi bir gün beni odasına çağırdı...

-Babam Sedat Simavi de senin gibiydi... İsmet İnönü ile tutturmuştu. Onun yazılarını koymazdım gazeteye. Sen de şimdi Demirel'e takmışsın. Devletle uğraşmak çok ağır bedeller getirir. Bırak yazı yazmayı, gel Günaydın'ın yöneticisi ol, dedi.

Ben de istifa ettim.

Sedat Simavi'ye sansür

Daha sonra Simavi ailesinin emektarı rahmetli Tahsin Öztin'e "Gerçekten Haldun Bey, babasının yazılarını gazeteye koymaz mıydı" diye sordum.

Tahsin Öztin "Evet, Haldun Bey babası Sedat Simavi'nin yazısını okur, yazı çok sertse yırtar atardı. Sonra da Sedat Bey, yazısını niye kaybettik diye bize çıkışırdı. Ona yazıyı oğlunun yırtıp attığını söyleyemezdik" diye anlatmıştı o günleri.

Şimdi Başyazarlık, bir nevi kıdemli yazar olmanın ötesinde bir anlam taşımıyor.

Eğer aynı zamanda Genel Yayın Yönetmeni iseniz, yazınız gazetenin izlediği siyaseti de yansıtabilir. Başyazar olmak ise, diğer yazarlardan biraz daha fazla sorumluluk yükler insana.

Gazetenin çizgisini daha dikkatli izler, üslubunuza daha fazla önem verir ve hem fazla uyumsuz olmamaya hem de günceli kaçırmamaya çalışırsınız.

Tabii başyazar da yazar da olsanız, gazeteye karşı sorumluluk duyarsınız.

12 Eylül askeri rejimi döneminde Milliyet'in başyazarıyken gazetenin sahibi Aydın Doğan'la bu konuları konuşurken şöyle söylemiştim:

Gazeteye karşı sorumluluk

-Eğer hüner gazeteyi kapattırmak ise, bunun için gazeteci olmaya gerek yok. Tophane'de gemilere yük taşıyan bir işçiye yazı yazdırırsanız, gazete sık sık kapatılabilir. Hüner hem eleştirmek, hem de gazeteyi açık tutmaktır.

Neticede eski Ertuğrul Özkök'ün de şimdiki gibi olmadan önce yazdığı gibi "Köşeler babamızın malı değildir."

Ne yazık ki Aydın Doğan'ın yazarlarından bazıları bunu unuttular.

Aydın Doğan da, AK Parti iktidarı ile 1991- 2002 arasındaki koalisyonların kararsız günlerini karıştırdı.

Tayyip Erdoğan'ı, Tansu Çiller zannetti.

Aydın Doğan, Çiller'in televizyondaki konuşmasına telefonla girip "Üç Kulhüvallah bir Elham okuyabilirsen kendimi Taksim'de asarım" demişti.

Şimdi gazetesinin başyazarının meslek yaşamının arkasından hatim indirmek durumunda.

Dün Yeni Şafak'ta Salih Tuna'nın argo hakkında yaptığı hatırlatma hepimizin kulağına küpe olmalı.

Argo Cemil Meriç'e göre "kanundan kaçanların dili" ve Hulki Aktunç'a göre de "dilin gizli örgütü"ymüş.

İki skandal Nuray Mert-Hürriyet
Lamı cimi yok, iktidar, muhalefet meselesi de değil, adab meselesi! Oktay Ekşi konusunu ben böyle görüyorum.

Radikal gazetesinde yazı yazarken de, aynı gazetede yazan bir yazar konusunda benzer tavır takındığım için, kendisi ile mahkemelik olmuştum. Şimdi, söz konusu olan kişi, bir ‘basın büyüğü’ diye, farklı tavır takınmam söz konusu değil. Bu gezetenin okurlarının birçoğunun bu tavrı yadırgıyacağını biliyorum. Ancak, her meselenin ‘eğrisi, doğrusu’ üzerine kalem oynatan insanlar olarak bizler de, şu veya bu gerekçeyle, ilkeli davranmaktan imtina edersek, lafımızın ne değeri kalır? İktidarlarlara biat etmeyi eleştiriken, o veya bu ‘çevre’ye biat etmeyi kabul edilir bulmak mümkün olabilir mi?

Kimse kusura bakmasın, bu kez, bir yazarın istifa etmek durumunda kalmasını, ‘basın üzerinde iktidar baskısı’ olarak gören veya ima edenlere, hak vermem mümkün değil. Dahası, önemli olan hakaretin muhatabının iktidar olması değil, kim olursa olsun, hakaret ve en önemlisi ‘analı, avratlı’ bir dil kullanımı hiçbir şekilde mazur gösterilemez.

...

Bugün Oktay Ekşi’yi doğrudan olmasa da, dolaylı yoldan madur ilan edip, kalem oynatanlar, zamanında, şu anda tartıştığımız meseleye benzer bir konuda mücadele adına, canından olmuş bir mücadele adamının ardından bu kadar vahlanmadılar. Beş yıl önce, avukat Cihan Eren, Karadeniz sahil otoyol’unun Rize Fındıklı sahilinden geçmesine karşı verdiği mücadele esnasında, 18 Nisan 2005’de, silahlı saldırıya uğramış ve üç ay sonra hayatını kaybetmişti. Katil, ‘meşhur olmak için öldürdüm’ ifadesi verdi, olay kapandı. Olaydan sonra, mahkemeler açılan davalar sonucu, 3. Dereceden Sit alanında otoyol geçmesi hakkında, yürütmeyi durdurma kararı verdi, ama adamcağız bu kararları göremeden can vermiş oldu.

Cihan Eren’i hatırlayan kalmadığı gibi, şimdi, onun verdiği mücadelenin devamını getirecek zeminler de bir bir ortadan kalkıyor. Onurlu basın anlayışının gereği, eşe dosta, her durumda destek çıkmak değil, bu türden davaların peşinden koşmak olmalı diye düşünüyorum.

Oktay Ekşi'yi de vicdanlar susturmalıydı Nagehan Alçı-Akşam

Bir tek kez karşılaştım Oktay Ekşi ile. Geçtiğimiz yıl bu zamanlar. Hürriyet'teki odasında röportaj yapmak için randevulaşmıştık. Müthiş zarifti Oktay Bey. Yaklaşık iki saat süren sohbetimizde 'Siz okunmayan bir yazarsınız' dediğimde bile yaptığı esprileri, beyefendiliğini, alçak gönüllüğünü unutamam. Birçok yazısına hiç katılmasam da, Ahmet Kaya'yı, Mehmet Ali Birand'ı, Akın Birdal'ı hedef gösterişini unutamasam da o akşam odasında sohbet etmeyi sevdim Oktay Bey'le. O nedenle bu yazı vicdanım ve duygularım arasında kaldığım ve duygularıma yenik düşmemeye çalıştığım bir yazı...

Ekşi'nin 'Bunlar analarını da satarlar' ifadesi, kimsenin savunmaya kalkamayacağı kadar ağır bir ifade. Ancak... Hepimiz biliyoruz ki Ekşi, tek başına bu ifadeden dolayı istifa etmek zorunda kalmadı. O, yıllarca vicdanları yaralayan, halkı küçümseyen ve ayrımcılık içeren yazılarından dolayı zaten kredisini tüketmişti. 'Analarını satarlar' lafı sallanmakta olan bir çınarı devirdi.

Ben bu çınarın bu şekilde devrilmesini içime sindiremiyorum. Bekir Coşkun'un Habertürk'teki yazılarına son verildiğinde gösterdiğim gerekçeyle aynı gerekçeyi gösteriyorum burada da: Bence Oktay Ekşi'nin yazılarını zamanında vicdanlar susturmalıydı. Aydın Doğan değil! Meslektaşlarını hedef gösterdiğinde, Ahmet Kaya için 'Bugün PKK'lılar para dağıtsa PKK'lı, yarın travestiler dağıtsa ondan..' diye yazdığında, Ergun Babahan'a 'Bacaksız seni doğduğun yere kadar kovalayacağım' dediğinde... Tüm bu nefret suçlarını işlediğinde neredeydi bu kamuoyu? Neredeydi bu duyarlı insanlar? Cumartesi akşamı Mehmet Barlas'ın evinde küçük bir grup ile yemek yerken gördüm ki bu ülkenin ilkeli ve vicdanlı aydınları da bu soruları soruyorlar birbirlerine. Geç kalmış bir vedanın cevabını arıyorlar.

Benim şimdi vicdanım sızlıyor, çünkü yine güce ve iktidara tapınılarak bir vicdansızlığa son verildi. Hak ve adalet arayarak değil.

Benim şimdi vicdanım sızlıyor, çünkü zamanında bedel ödeyen Akın Birdal'lar, Birand'lar, yaşamını yitiren Ahmet Kaya'lar için hesap sorulmadı.

Benim şimdi vicdanım sızlıyor çünkü ırkçılık, ayrımcılık değil, namus belası, bu ataerkil toplumun kadına hastalıklı bakışının ürünü olan bir söz koydu noktayı!

Bir lafım da teslim olduğu halde Ekşi'ye ısrarla kurşun sıkmaya devam eden Taraf gazetesi yazarı Rasim Ozan Kütahyalı'ya. Cuma günü Beyaz TV'deki programında yayına bağlanan Ekşi'yi adeta dövdü Kütahyalı! Bunu ona o gece de söyledim. Hele Dürzilerle ilgili o korkunç çıkışı! Konuşturmadı, şiddet dili kullandı Kütahyalı. Belki de bu şiddet dili Ekşi'nin istifasını hızlandırdı. Yani yine vurarak kırarak vardık sonuca...

Fikirleri sakıncalı da olsa Ekşi çalışkan, fırsatçılıktan uzak ve prensipli bir gazeteciydi. Vurulup, kırılarak adeta kovularak gitmeyi hak etmedi. Ama ülkenin en önemli gazetecilerinden biri olmayı da hak etmedi...

Sayfa Yükleniyor...