'Arap Baharı' Suriye'ye nasıl gelecek?

NTV muhabiri Can Ertuna, “Arap Baharı”nın son halkası olarak gösterilen Suriye’de yaşanan durumu yerinde gözlemledi. İşte Ertuna’nın “iç savaş” yaşayan komşudaki izlenimleri...

Tunus, Mısır ve Libya’daki devrim ya da rejim değişikliklerinin ardından birçok kişi sıranın 5.5 aydır ayaklanmalarla çalkalanan Suriye’ye geldiğini düşünüyor. Ülkedeki gerilimin daha da tırmanmasına kesin gözüyle bakılıyor.


42 yıldır ülkeyi yöneten Esad ailesinin yetiştirdiği ikinci kuşak lider Beşar’ın verdiği reform ve demokratik seçim sözleri Suriyeli muhalifleri de uluslararası alanda Baas rejimiyle köprüleri atan hükümetleri de tatmin etmiyor.

Ancak tüm bu çevrelerin sorusu ortak Suriye’de nasıl olacak? NTV muhabiri Can Ertuna çok az sayıda yabancı gazetecinin girebildiği ülkede bu soruya yanıt aradı.

Suriye’deki ayaklanmalar, Tunus ve Mısır’dakilerden keskin bir şekilde ayrılıyor. Bu iki ülkede başkentlerin meydanlarında başlamıştı her şey. 23 milyon nüfuslu Suriye’de başkent Şam ise Esad rejiminin kalesi konumunda hâlâ. Ülke nüfusun yüzde 75’e yakını Sünni. Ülkeye diğer birçok Arap ülkesinden daha modern ve laik bir sistem kazandıran Esad ailesi, Alevi azınlığa mensup. Komuta kademesinin önemli bir bölümünü Alevilerin oluşturduğu Suriye ordusu, muhaliflerin sesini baskı ve şiddetle kısan rejime sadık.

Libya’daki gibi askeri safta çözülme, yakın gelecekte beklenmiyor. Batılı ülkelerin oluşturduğu “iktidarı bırak” korosu Tunus ve Mısır’dan aldıkları “devrimi yönetimi” dersiyle Libya’da olduğu gibi daha hızlı devreye girdi Suriye’de. Yalnız bu kez bir başka önemli fark var; Libya’da çekimser kalan Rusya, bu kez Esad yönetimine açıkça sahip çıktı. Çin ve Hindistan’ın da bu ülkedeki rejim müdahalesine hiç sıcak bakmadığı kesin. Şam yönetiminin Tahran’la yakın işbirliği ve Lübnan’da Hizbullah, Filistin’de Hamas’la ilişkileri gözönüne alınınca Suriye’de olayların kontrolden çıkması durumunda bölgesel bir savaş senaryosu üzerinde duranların sayısı da az değil.

PKK’nın kadrosunun önemli bir bölümünün Suriye kökenli olması, örgüt üyelerinin iki ülke arasında rahatça mekik dokuması Türkiye’nin Suriye sınırına yakın illerinde bu ülkedekine çok benzeyen etnik ve dini bir mozaiğin bulunması da komşudaki krizin ciddiyetini Türkiye için artırıyor. İşte tüm bu faktörler, Suriye’deki ayaklanmanın süreç ve olası sonuçları itibariyle diğer deneyimlerden farklı olduğunun göstergesi.

İKİ SURİYE
Roma, Osmanlı ve Fransız hakimiyetinin izlerini taşıyan yaklaşık 4 milyon nüfuslu başkent Şam’dan bakınca ülkede durum sakin. Mart başından beri sürmekte olan protestolara da, o gösterileri bastırmak için eli tetikte bekleyen güvenlik güçlerine de rastlamak güç bu mağrur başkentte.

Kentte cılız da olsa Esad karşıtı protestolar var. Ramazan’da teravih namazı çıkışı özellikle dış mahallelerde rejime karşı sesini yükseltenlerin sayısı artıyor belki ama Esad taraftarı gösteriler merkezde daha çok. Elbette bu gösterilere katılanlar arasında gönülden Esad taraftarları olduğu kadar, toplumun her hücresine nüfuz eden Baas partisi mensuplarınca katılımları “dikkatle izlenen” çok sayıda kişinin olduğunu söylemek de mümkün.

Mevcut durumu Esad kalsın mı? Gitsin mi? Şeklinde okumayanların sayısı da tahmin edilenden fazla. Hâlâ yönetimin reformlarla durumu iyileştirebileceğini düşünen çok sayıda Şamlı var. Ayrıca Libya örneğinden sonra, söylem düzeyinde olsa dahi dış müdahaleye yönelik tepkiler azımsanmayacak ölçüde. Esad yönetimini açıkça eleştirmekten kaçınmayan ve tonunu her geçen gün sertleştiren Türkiye’ye dönük tepki, “yandaş” gösterilerde sıkça dillendirilir olmuş. Türk Büyükelçiliği de iki kez saldırıya uğramış ancak faaliyetlerini sürdürüyor.

HAMA’NIN HAYALETLERİ
Dera, Hama, Hums ve Lazkiye... Suriye’de ateşli protestolara ve bunlara yönelik şiddetli müdahalelere sahne olan kentler. İnsan hakları örgütleri ölü sayısının 1700 ile 2000 arasında olduğunu belirtiyorlar. Başkent Şam’la birlikte sükunetin korunduğu bir diğer kent olarak anılan, Halep’te de artık halk sokağa dökülüyor.

Bu kentler içinde Hama’nın özel bir yeri var. Müslüman Kardeşler’in kalesi olarak bilinen bu kentte 1982 yılında bu kez baba Hafız Esad’ın rejimine yönelik bir ayaklanma olmuş -resmi olmayan- verilere göre yaklaşık 40 bin kişinin hayatını kaybetmesinin ardından durulmuştu olaylar. Hama bu kez de rejime karşı isyanın en güçlü yaşandığı kentlerden biri oldu. Başkent Şam’dan bu kente doğru giderken bir diğer isyan kenti Hums’tan geçiliyor. Şam’ı terk eder etmez görüntü değişiyor. Peşi sıra kontrol noktaları, yollarda asker sevkiyatları. Hama’ya girişte binaların duvarında üzeri boyalarla örtülen rejim karşıtı sloganlar dikkati çekiyor önce. Ardından neredeyse her köşede kum torbalarının arkasında mevzilenmiş askerler var. Merkezde sıkıyönetim altında zorunlu bir sükunet havası var. Ancak dış mahallelerden koyu kara dumanlar yükseliyor.

Halk yabancı gazetecilere konuşmaktan çekinmiyor, Şam’dan farklı olarak. Güvenlik güçlerinin uyguladığı şiddete dair öyküsü var pek çok kişinin. Kimi ölen kızını anlatıyor, kimi bacağındaki kurşun yarasını gösteriyor. Sadece protestocular ve güvenlik güçleri arasındaki çatışmalar değil, mezhepler arası şiddete dair de çok sayıda olay anlatılıyor.

Gözaltında “kaybolanların” öykülerini, ölü sayısı hesapları izliyor. Net bir rakam yok, yüzün üzerinde olduğunu söyleyen çok sayıda kişi var. Bizimle konuşan bir kişiyi, sivil giyimli ve muhtemelen ürperten bir şöhrete sahip istihbarat birimi “El Muhaberat”a mensup bir memur gözaltına almaya çalışıyor. Ancak o anda kalabalığın öfkesiyle karşılaşıyor ve linçten koşarak uzaklaşıyor. Tam o sırada asker dolu bir kamyon ıslıklar ve Allahü ekber nidalarıyla protesto ediliyor.

Ve ardından o çok tanıdık nakarat geliyor. Tunus, Mısır ve Libya’da da yankılanan: “Halk rejimin devrilmesini istiyor!”. Tüm bu olanlar Hama’daki sükunetin ne kadar yanıltıcı olduğunun bir göstergesi. Suriye’de sular durulmuyor ve bir süre daha durulmayacak. Rejimin kan kaybının süreceği ortada. Ancak Esad bedel ödemeye ve ödetmeye hazır. Herkesin merak ettiği ise bu bedellerin neler olduğu.

Sayfa Yükleniyor...