Bülent Arınç röportajının tam metni

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Kürt açılımı, 3. Ergenekon İddianamesi ve darbe planları, HSYK krizi ile göndemin diğer önemli maddeleri hakkında NTV'nin sorularını yanıtladı.

MURAT AKGÜN: Sayın Baykal, “DTP ile görüşmek, İmralı ve PKK ile görüşme sayılır” dedi. Bahçeli de “Teröristbaşının yol haritasının krokisini elde etme çabasındalar” dedi. Bu eleştirilere yanıtınız nedir?

BÜLENT ARINÇ: Tabii böyle bir yakıştırmayı Sayın Baykal’dan beklemezdim. Tamamen yanlış buluyorum. Bir defa ben Sayın Başbakan’ın DTP temsilcileri ile görüşmesini olumlu buluyorum. Geçmişte de bunu söylemiştim. Anayasa hükmünce, demokratik-siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları siyasi partilerdir. Bunun isminin DTP olması AKP olması çok önemli değil. Siyasi partiler halkımızı temsil ediyorlar. Farklı görüş, düşünceler olabilir. Bunlar halktan oy alır, aldıkları oy kadar da parlamentoda temsil edilirler. Bugün DTP’nin hakkında kapatma davası açılmış olsa bile, hatta kapatılacağına büyük ihtimalle karar veriliyor olsa bile bir düşünce böyledir. Bu parti diğer partiler kadar meşru ve ayasaldır. Dolayısıyla onlarla görüşmek demokrasinin ve Anayasamız’ın gereğidir. Düşüncelerini yanlış bulabilirsiniz; konuşmalarından hiç hoşlanmıyor olabilirsiniz ama bir siyasi partidir ve saygıya layıktır. Dolayısıyla o siyasi partiyi hasım gibi görerek onun bulunduğu bir yerde bulunmamanın bile yanlış olduğunu düşünenlerdenim. Halkın seçtiği insanlara saygı göstermek zorundayız. Dolayısıyla Sayın Başbakan’ın uzun bir aradan sonra DTP temsilcileri ile görüşmesini olumlu buluyorum. DTP ile görüşmeyi, Kandil’le görüşmek, PKK ile görüşmek olarak vasıflandırmak o kadar yanlıştır ki tarif etmekte zorlanıyorum. Hatta böyle bir şey vaki olsa bile bunu bir siyasetçinin ifade etmesini çok yanlış buluyorum. Söylemleri ve yaptıkları bizim de itirazımızdır ama bunu bir terör örgütü ile özdeş hale getirmek bir siyasetçiye yakışmaz. Teröristle bölge halkı arasında bir ayrım yapmadıktan sonra; Kürt eşittir PKK’lıdır söylemini 'de bazı deliler yapabilir ama bunu bir siyasetçinin yapması yanlış olmuştur. Sayın Bahçeli’ye gelince öncelikle bu konudaki çabaları ihanet olarak vasıflandırdı. Bu yanlıştır. İkincisi bu konuda görüşlerini ifade eden bir takım yazarları, bir takım bilim adamlarını, köşe yazarlarını, 12 kötü adam olarak vasıflandırdı; bu da yanlıştır. İmralı’nın Öcalan’ın güdümünde onun tasarımı olarak bu girişimde bulunanları suçlamasını da doğru bulmuyorum. Sorumluluğumuzun gereği olarak bu açıdan yapılabilecek açıklamaların bizi birbirimize hasım hale getirmemesi lazım. Bu konudaki iyiniyetli çabaların önünü kesmek yıllardır çektiğimiz sıkıntıların giderilmesine yönelik iyiniyetli insanların, bir iktidar olabilir, bir devlet projesi olabilir, bir toplumsal barış projesi olabilir; bunları peşin hükümlerle yaftalamanın 'ye hizmet etmeyeceğini düşünüyorum.

Kürt açılımı konusunda hükümet ne zaman somut adımlar atacak? Muhalefet daha baştan böyle tavır koyduğuna göre muhalefetin dahil olmadığı bir sürecin başarı şansı ne olacak?

Pek çok temel konuda olduğu gibi Siz de Sayın Baykal’dan sorularınızın cevabını alamadınız, ben de beklediğimi bulamadım. Peşin hükümlerle suçluyor. İki, “DTP ile görüşür müsünüz?” diyorsunuz, kendisinin bir şekilde görüşmek istemediğini ifade ediyor. Net ifadelerle değil. Ama geçmişteki konuşmalarında “Başkaları görüşebilir bizim adımıza” diyor. “Madem ki Hükümet’in bu açılımını yanlış buluyorsunuz, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?” dediğinizde de ne düşündüğünü çok açık ve net olarak ifade etmiyor. Yılmaz Ateş’in ROJ TV’ye konuşmasını sordunuz; bunu yanlış bulduğunu ifade etti. Şimdi Sayın Baykal bu sorunun varlığını inkar etmiyor ama bu sorunun çözülmesi gerektiğini geçmişte düşündü. Pek çok raporlar yaptılar ama bu raporlar kendi parti meclislerinde ya okundu ya da hiç tartışılmadı. Geçmişte söylediklerine de bugün sahip çıkmıyorlar. Çünkü iktidarda AKP var ve yapacağı tüm hizmetlere peşinen karşı olmak gibi bir stratejileri var. Bu çözümsüzlüğe Türkiye'yi kilitlemektir ve AKP’nin başarılı olmasını engellemektedir. Sayın Baykal tabii, hayatı boyunca sadece kısa süreli birkaç bakanlığı dışında Başbakanlık görevi olarak Türkiye'nin birikmiş sorunlarına hiç bir zaman çözüm aramadığı için muhalefetin dayanılmaz kolaylığı ile meşgul olmaya devam ediyor. CHP, yani ana muhalefet partisi bu sorun konusunda şunu düşünüyor, demeliyiz. Bir genel başkan olarak, yarın, ilerde iktidar sorumluluğunu belki alabilecek insan olarak, Türkiye'nin bu çözülmesi mutlak gerekli konuları konusunda ne düşünüyorsun; biz bunu bilmiyoruz. Sayın Beşir Atalay usul ve yöntem konusunda bir açıklama yaptı. Sadece ekonomik tedbirler değil; ekonomik tedbirler konusunda ne yapılacaksa bugüne kadar yapıldı. Bundan sonraki adımlar toplumsal barıştır, siyasidir askeridir, yönetseldir ve diğerleridir. Dolayısıyla biz buna bir Kürt sorunun çözülmesi konusu olarak bakmıyoruz demokratik bir açılım olarak bakıyoruz. Bu bir Türkiye projesidir. Bunu sadece AKP iktidarı başaramaz. Sorumluluk bizde ülkeyi yöneten bizi iktidar olarak ama bu sorunun çözülmesi sadece AKP iktidarının atacağı kendine ait adımlarla mümkün değil ki çözülebilsin. Mutlaka bir siyasi mutabakata ihtiyacımız var. Parlamento içindeki partilerle olduğu kadar parlamentoda temsil edilmeyen partilerle de olabilir. CHP Türkiye'de çok önemli bir siyasal kuruluş ve ana muhalefet partisidir. Bugünkü özgül ağırlığının dışında ayrıca bir ağırlığı vardır. Onlarda zaten zaman zaman sıkıştıklarında tarif ederken biz cumhuriyeti kuran partiyiz biz Atatürk’ün partisiyiz diyorlar. Yani laiklik konusunda rejim konusunda asker siyaset ilişkileri konusunda CHP’nin kendi özgül ağırlığının dışında bir katma değeri de vardır. Dolayısıyla aslında bu tür sorunların çözülmesine ilk adımı o partiden beklemek, hele hele sosyal demokrat iddialarını devam ettiriyorlarsa, onların atacağı adımların iktidarın takibinde olması önemlidir. Düşüncelerini söylemiyorlar, adım atmıyorlar, düşüncelerini söyleyen kendi partililerine de sıcak bakmıyorlar. MHP önemli bir partidir. Kürt meselesi konusunda Türkiye'nin duyarlılığı olan beşli odakların dikkat ettiği bir siyasi partidir ve önemlidir. Ben Sayın Bahçeli’yi, Sayın Baykal’dan bir adım daha önde görürüm şahsen. Toplumsal barışı özleyen, Türkiye'de terör sorununun mutlaka bitmesi gerektiğini düşünen bir insandır. Biliyorsunuz 1999-2002 arasında MHP, DSP ve ANAP’la birlikte üçlü koalisyon hükümeti kurdu. Bu koalisyon döneminde en şok anayasa değişikliği yapılmıştır. Tam 36 madde, hem de en önemlileri MHP’nin katkısı ile yapılmıştır. O zaman Avrupa Birliği’nden sorumlu hükümet içindeki Sayın Yılmaz, Sayın Nejat Arseven, ve saire arkadaşlarımız vardır. Ama bağrına taş basmıştır Sayın Bahçeli. Öcalan’ın yakalanması ve idama mahkum edilmesinden sonra dahi, Avrupa Birliği sürecine katkı sağlamak adına ölüm cezasının kaldırılmasına oy kullanmıştır. Aynı katkıyı böyle bir proje içinde yapmamasını ben düşünemiyorum. Yanlış adımları şimdiden önlemek için söylenmiş sözler olarak kabul ediyorum. Ben onun davranışlarını iyi niyetli düşünmek durumundayım. Sayın Bahçeli’ye proje aynen nakledildiği zaman lütfen kapısını kapatmasın. Türkiye'de 71 buçuk milyon insanı doğrudan ilgilendiren bir konu, geleceğimizi karartan bir konu. Bu sorun çözüldüğü zaman Türkiye uçar diye sevinen insanların ümitlerini kırmamamız lazım. Onunla da konuşacağız, diğer partilerle de konuşacağız. İkincisi, şüphesiz bunun devletin diğer kurum ve kuruluşlarıyla da ilgisi var, MGK toplantısıyla da ilgilisi var, askerle de ilgisi var, yargıyla da ilgisi var. Bir taraftan medya ile mutlak ilgisi var, sivil toplum kuruluşlarıyla, kanaat önderleriyle ilgisi var. Ana başlıklarını tespit ettik neredeyse. Biz şimdi bir taraftan gazetecilerle, yazarlarla toplantılar yaparak, bir tarafta bilim adamlarıyla toplantılar yaparak, bir tarafta da bu konuda katkı verebilecek herkesle ki özellikle bu konuda İçişleri Bakanımız görevlendirildi. Biz de kendi adımıza çalışmalar yapıyoruz. TRT’den Sorumlu Bakanım; RTÜK’ün, vakıfların, bunun içinde mutlaka katkıları olacak. Herkes kendine düşeni yapacak; ondan sonra da ortak sorumluluk içinde bu projeyi şekillendireceğiz.

Tüm bunlar yapılırken CHP ve MHP’nin görüşleri alınarak sürece başlanması daha doğru olmaz mıydı?

Şüphesiz doğru. Biz her gün bir çalışmanın içinde olmalıyız. Sayın Baykal’ın bu söylemleri ile bizi kabul edebileceği veya bizimle konuşabileceği bir ortamı sağlamamız gerekir. Peşinen kapıların kapatıldığı bir yerdeyiz. Yani biz; ben olabilirim, Sayın Beşir Atalay olabilir, Sayın Başbakan olabilir; mutlaka görüşülebilir. Sayın Bahçeli kapıları kapatma noktasına geliyor; bunları aşmak zorundayız. Ama onları aşacağız diye günlerce, aylarca beklemek yerine elimizdeki bütün işleri görmek mecburiyetindeyiz. Bu süreç için fazla bir zamanımız da yok. Aslında biz iktidar olarak çok büyük bir risk alıyoruz. İki sene sonra seçimler var, bu seçimlerin sorucunu etkileyebilecek en önemli iş, bu demokratik açılım projemizdir. Siyasal kavgalara, çatışmalara bakarsanız CHP’nin de MHP’nin de tek amacı siyasal anlamda yoksa Türkiye'yi düşündükleri noktada elbet katkı vereceklerdir. Ama siyasal anlamda iktidarı bu proje ile başarısız kılmak ve 2011 seçimlerinde kendi partilerine daha çok yol açmak istiyor olabilirler. Biz bu riski göze alıyoruz. Yani bu riskin bir tarafında 2011 seçimlerinde AK Parti’nin başarısız olması varsa, biz Türkiye adına bu projenin altına elimizi koyacağız. Ama başarılı olmak mecburiyetindeyiz ve başarılı olursak biz de, CHP de, MHP de, bütün siyasi partiler de kazanacak çünkü Türkiye'nin kazandığı yerde onlar da kazanır. Ama MHP’nin bir sorumluluğu yok şu anda. CHP’nin de bir sorumluluğu yok. Onlar sadece katkı verirlerse verecekler ama bizim sorumluluğumuz yüzde yüz. Somut adımlar bu son üç ay içinde net bir şekle gelecek. Biz bölge bir proje ile ortaya çıkıyor ve adımı atıyoruz diyeceğiz. Yani yasama dönemi başlayacak çünkü yapacağımız çalışmaların bir bölümü Anayasa değişikliklerini, yasal değişiklikleri de içeriyor. Bunlar Ekim’de başlarsa herhalde yıl sonuna kadar bir sonuç verebilecek. Hükümet geçtiğimiz dönemde iki büyük projede başarı sağladı. Bölünmüş yollarda Köydes projesinde ve Belde projesinde. Biz bunları yaparken doğu, güneydoğu, batı, kuzey, güney diye ayırmadık. Diyarbakır’ın 400’den fala köyüne su geldi. Bitlis’in, Siirt’in, Van’ın, Hakkari’nin, Şırnak’ın, Şemdinli’nin, bütün köylerin yolları yapıldı. Biz bunu Kürtler’e yönelik bir proje olarak düşünmedik. Türkiye'nin bütününde Köydes projesiyle biz 4 buçuk katrilyonu, köy yollarına, köy sularına harcadık ki 70 milyon insanımız yıllardır ihmal edilen bu hizmetlere kavuşsun diye. GAP projesini hayata geçirmek için yaptığımız çalışmalar 12 katrilyonluk bir yatırımla Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu artık yeniden ihya etmenin yolarında da Hükümet çok büyük bir başarı sağlamıştır. Bugün ekonomik tedbirler açıklıyoruz demeyeceğiz artık, sosyal siyasi ve toplumsal projelerimizi ortaya koyacağız. Askeri yönü de var tabii. Şu anda operasyonlarıyla teröre karşı mücadelesi ile silahlı kuvvetlerimiz ve güvenlik güçlerimiz görevini yapıyorlar; bunu yapmaya devam edecekler. Terörle mücadeledeki kararlılığımız devam edecek. Ancak biz insanımıza yönelik yeni projelerle yola çıkmak istiyoruz. Şüphesiz silahlı kuvvetler de bu projenin içinde önemli unsurlardan birisidir. Onların düşünceleri onların yol göstermeleri onların bu proje içinde davranışları ve tavsiyeleri bizim için önemlidir. Önümüze başka konular gelir mi gelmez mi bilmiyorum ama öncelikli konumuz budur. Birileri 15 Ağustos’u dillerine dolamış durumdalar. Bizim 15 Ağustos, 15 Eylül, 28 Ağustos, böyle bir tarihle ilgimiz yok. Biz kendi işimize bakıyoruz. Öcalan’ı zaten bugüne kadar pek çok açıklamaları oldu, pek çok şeyler söyledi. Biz o tarihlere bağlı değiliz o gene yazar, gene çizer ama bugün değilse ne zaman noktasındayız. Tüm medyada yüzde 70, bütün gazeteler, televizyonlar, böyle bir projenin böyle üslup ve yöntemle ortaya konmasında destekleyici yayın yapıyorlar. Onların lojistik desteğine ihtiyacımız var.

3. İddianameyi nasıl buldunuz?

Bu kapsamda yapılan soruşturmalar bazı isimlerle bazı olaylar birleştirilip iddia şekline geliyor. Bu isimleri tanıyoruz bu isimlerle ilgili iddiaları da daha önce basında yayınlanan şekliyle biliyoruz. Önemli olan yargılama sürecinin mükemmel bir yargılama olarak devam etmesi ve sonuçlanmasıdır. Yani benim gönlümden geçen, bu isimlerle ilgili iddialar, inşallah sübuta ermez, inşallah beraat ederler. Ama bu Türkiye için çok önemli bir yargılama; bunun sonunda suçları sabit görülüp mahkum edilenler olursa geçmiş yılların karmaşasından kurtulmuş olarak daha parlak şekilde Türkiye'nin yolunu açar.

Sayın Hilmi Özkök’ün kulağına, hatta eline bir şeyler gelmiş ama işlem yapmamış; bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Onun ifadeleri önemlidir. Olayların içinde yaşayan çok önemli bir şahsiyet olarak onun bilgi ve düşüncelerinin iddianame içinde önemli yer tutacağını biliyorum ve öyle bir şahsiyetin de mutlaka doğruları konuştuğuna peşinen inanmak zorundayım. Aynı dönemde ben Meclis Başkanı’ydım, kendisi de Genelkurmay Başkanı’ydı. Bugün içerde bulunan pek çok komutanla da biz görev itibari ile birlikte olduk. Bugün konuşulan pek çok hususu o dönemde görev yapan insanların ucundan kenarından bildiklerine ben de inanıyorum.

Darbe planlarından o zaman sizin haberiniz olmuş muydu?

Sayın Özkök’le biz bunları hiç konuşmadık. Ama daha evvel ben televizyonlarda, gazetelerde söylemiştim. Bu toplantıların, bu niyetlerin, bu düşüncelerin varlığından benim de şahsen haberim vardı. Ama biz o zaman bunları hiçbir şekilde dışarı söylemedik. Bir tarafta TSK var, bir tarafta Meclis var, bir tarafta Başbakanlık var ve Silahlı Kuvvetler Başbakan’a bağlı. Bunların dışarıda konuşulması bu ilişkileri zedeleyebilirdi; Türkiye karışabilirdi. Bulduğumuz konuları Sayın Başbakanla zaman zaman konuştuğumuzu biliyorum ama sükunet içinde meselelerin çözülmesi temin edildi. TSK başında da Sayın Genelkurmay Başkanı da bildiklerini, gördüklerini, demokrasi içinde ve kendi kurumlarının disiplin anlayışı içinde çözmeye çalışmıştır.

Duyduğunuzda ne yaptınız?

Üzüldüm.

Bir plan var mıydı ortada; “Bunlar gerçekleşme yoluna giderse, Hükümet de şöyle yapacak” diye?

Hiç onları düşünmedik. Biz Türkiye'nin son 50 yılını, 60 yılını çok iyi biliyoruz. Türkiye'ye biz Mars’tan, Satürn’den gelmedik. 28 Şubat’ı bizzat yaşamış bir insanız. Bunların ne yapmak istediğini, nasıl yapmak istediğini, durumdan nasıl vazife çıkardıklarını, hangi anlayış, hangi kalıplar içinde olduklarını, hangi yanlışlara doğrularmış gibi sarıldıklarını biliyoruz ama bunlar zaman içinde çözülecek konulardır. Ve Türkiye'nin karışmasına, Türkiye'nin güçsüzleşmesine hiç izin vermedik. Kendimiz bedel ödemeyi göze aldık ama Türkiye'nin huzurunun bozulmasına fırsat vermedik.

Sayın Özkök’ün ifadesinde mesela diyor ki “Darbe girişimleriyle ilgili önüme bir takım slaytlar geldi.” Halbuki MİT’in açıklamasına göre iki kez kitapçık olarak kendisine bildirildi bir takım şeyler. Ne dersiniz, bir daha mı ifadesi alınması gerekecek bu şartlar altında?

Mahkeme lüzum görürse dinleyebilir. Herkes TSK gibi önemli, şerefli, ciddi bir kurumu korumak amacıyla hareket etmiştir. Her kurumun içinde yanlış yapanlar olabilir. Hükümet’in içinde olduğu gibi Silahlı Kuvvetler’in, yargının, medyanın içinde de olabilir. Bütün kurumu suçlamak, kurumu alaya almak, kurumu küçültmek, kurumu yıpratmak hiçbir zaman doğru değil. TSK Türkiye için önemli bir kurumdur. Kurumun bütünlüğüne yönelik linç kampanyasını ben hiç bir zaman doğru bulmadım.

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda Ergenekon savcılarının değiştirilmek istendiği basına yansıdı. Ardından da Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu ile Adalet Bakanlığı arasında bugüne kadar alışık olmadığımız karşılıklı açıklamalar geldi. Sizce bütün bunlar normal miydi?

Türkiye'de işlerin yerli yerine oturması için sanıyorum kulağı tırmalayan bazı tartışmaların da olması gerekiyor. Şimdi HSYK ile ilgili başka konulara girmeyeceğim. Ama Suat Ertosun benim bir defa hemşerim; hakim olarak kendisini biliyorum. Beni de bir kısım medya suçlamak için hatırlattı. Kendisine Cezaevleri Genel Müdürü iken yaptığı başarılı hizmetleri sebebi ile devlet, Övünç Madalyası vermişti; ben de orada hazır bulunmuştum; belki madalyayı ben takmıştım. Bir defa cezaevlerindeki fecaati ben yaşadım o tarihlerde. Giderilmesi için devletin bir şeyler yapması gerekiyordu. O iyi yapıldı, kötü yapıldı, doğruydu yanlıştı bilmem ama cezaevlerine huzur ve sükunetin gelmesi için, acı olan işlerin de yapılması için devlet bir karar alabilir. Ben meclis başkanlığımın ilk günlerindeydim; Sayın Cemil Çiçek beni aradı; “Böyle bir madalya vereceğiz, Sayın Ertosun sizin hemşeriniz; katılmak ister misiniz?” dedi. Sayın Ertosun aradı; annesi, eşi ve çocukları da gelmişti. Ben memnuniyetle gittim orada kendisine madalya takılması konusunda hazır bulundum. Bunu yanlış ya da suç olarak görmüyorum. Çünkü Sayın Ertosun’a devletin verdiği bir madalyayı takmak, benim için ayrıca bir zevk olmuştu. Daha sonraları da görüşmelerimiz devam etti. O günkü açıklamalarını izledim; iki konuda kendisini yanlış buluyorum. Görüşme imkanım olmadı ama mutlaka görüşeceğiz. Açtığınız için söylüyorum: Bir, Engin Aydın isimli birisi ile memuriyet itibari ile birlikte çalıştıklarını söylüyor ve onunla Ergenekon sanığı olduktan sonra da görüşmesinde bir mahsur görmüyor; bu yanlıştır. Anadolu’da hakimlik yapan insanlar sokağa bile çıkmazlar bazen; birisinin dükkanında oturmaz, birisinin çayını bile içmezler. Eskiden böyleydi, şimdi bilmiyorum. Yanlış anlaşılmamalara yol açmamak için yapmazlardı. Şimdi sanık veya şüpheli olarak ifadesi alınmış ve isminden de medyada çokça bahsedilen bir insanla, bırakın mesai arkadaşı olmayı, akrabanız bile olsa, sizin bir araya gelmemek; onunla gülümser fotoğraflar vermemek yönünüz var. İkincisi, 3. Ergenekon iddianamesinde Kent Otel toplantılarından bahsediliyor ve katıldığını söylüyor. Ve korumalarıyla birlikte katıldığını söylüyor. “Biz orada tarımdan bahsettik, bilmem neden bahsettik” diyor. Belki ondan bahsettiniz ama nereden bileceğiz; belki de başka şeylerden bahsettiniz?.. Biz dışarıdan algılamaya bakıyoruz. O toplantılara katılanlar belli isimler ve o isimlerle ilgili olarak da bir iddia var. Yani ben sizin tarımla, küresel ısınma ile ilgili konuştuğunuzu nereden bileceğim? Bizim dışarıdan tespit edebildiğimiz kadarıyla bu tür noktalarda biraz daha hassasiyet göstermemiz gerekebilir. Dolayısıyla, yaptıklarının hatalı olmadığını kabul ederek konuşmasını, kendisi fevkalade bir rahatlık olarak görüyor ama ben yanlış görüyorum. Bir siyasetçinin bile, bırakın hakim olmayı, herkesle ilişki kurarken belli bir mesafeyi ortaya koyması lazım. Dolayısıyla HSYK’nın da, hepsinin hazır bulunduğu bir toplantıda bütün bunlara destek verir şekilde açıklama yapması bence Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun da itibarını, onurunu zedelemiştir. Yargıtay’da bir usul vardır; istifaya davet edilir; bu kadar da kibarca bu iş götürülür. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu konusu aslında bir yargı reformu konusudur ve bunu Türkiye ciddiyetle ele almalıdır.

Askere sivil yargı yolunu açan düzenlemede Anayasa Mahkemesi’nin gündeminde. Orada Cumhurbaşkanı’nın Hükümet’e kaygıların giderilmesi yönünde bir uyarısı olmuştu. Bu konudaki adım atılmadan evvel Anayasa Mahkemesi’nin kararını mı bekleyecek Hükümet; yoksa o karar gelmeden de bir adım atacak mı?

Bu konuda yapılan yargılama kanunun yapılış tarzına, içeriğine uygundur. Şu anda pek çok teğmen, pek çok yüzbaşı, yani hala muvazzaf olmasına rağmen sivilde yargılanmak ve kendileri hakkında soruşturma yapılmak durumundadır. Anayasa Mahkemesi de bu gerçeği bildiği için yürütmeyi durdurma kararı vermeden davanın esasının incelenmesine karar vermiştir. Burada CHP’nin acınacak bir durumu var. O akşam ben o noktada değildim ama önce 71 maddeli bir torba kanun denen bir kanun vardı; arkasından iki-üç maddelik bir kanun vardı. Gece ben 1 buçukta ayrıldım. Ama onlar 2 buçuk, üçe kadar devam ettiler ve biliyorum ki hiç birisinin itirazı olmadı. Orada kalan üç-beş kişi; onlar da evet oyu kullandılar. Ama sabah öğleye doğru kendilerine bir haber gelince muhalefet etmek ihtiyacını duydular. Bu haberin de nereden geldiğini biliyorum; burada söylersem çok ayıp olacak. Yani Sayın Baykal’ın; “Biz orada el kaldırmadık, buna muhalefet ettik” demesi, bir Genel Başkan olarak, artık yaşını başını almış bir Genel Başkan olarak, doğrusu çok gülünç kaçıyor.

Nereden geldi bu haber efendim?

Ben size daha sonra söyleyeyim o zaman; burada söyleyecek noktada değilim. Ama bizde öğleden sonra muhalefeti diye bir kavram vardır. Bazı siyasetçiler öğleye kadar yatar, yer, içer, spor yapar; öğleden sonra gazeteleri açar önüne; gazete başlıkları neyse ona göre muhalefet yapmak ihtiyacını duyar.

Şu anda Hükümet ile askeri kanat arasında bir gerginlik var mı? Bunu sorarken; Sayın Başbakan’ın bir aya yakındır Sayın Başbuğ’la görüşmemesi de çeşitli yorumlara yol açıyor.

Gerginlik var mı yok mu, birbirlerine soğuk mu davrandılar, Anıtkabir’de birisi çok önden yürüdü de öbürleri arkada mı kaldı gibi, böylesine gülünç benzetmeler; asker-sivil ilişkilerini yorumlamak yani, üçüncü dünya ülkelerinde olacak şeyler. Geçmişte biz de Sayın Sezer’le bir araya gelirdik; çok fazla da konuşmazdık doğrusu ama fotoğraflar biz başka taraflara bakarken çekilirdi. “Birbirlerine sırtlarını döndüler, tek kelime konuşmadılar” derlerdi. Bunlarla Türkiye meşgul olmamalı; bunları artık konuşmamalı. Sivil-asker ilişkilerini demokratik ülkelerde olduğu gibi normal seyrine koyabilmek Türkiye'de çok kolay değil. Ama bu hiçbir zaman olmadığı kadar da iyi bir noktada şimdi. MGK’ya ilk defa katılan bir üye sıfatıyla bunu bizzat gözlemlemek durumunda kaldım. Eskiden MGK’lar Türkiye'de bir karabasan gibiydi. Şimdi herkes fikrini rahatlıkla söyleyebiliyor ve sonunda alınan bir karar varsa o da bildiriye yansıyor. Dolayısıyla bizim kendi askerimize veya üst kademesine karşı her zaman saygılı, her zaman da dürüst ilişkileri önceleyen bir tavır içinde olmamız lazım. Yani her şey bir düzen içine girdi; birisi tatildedir, birisi bilmem nerededir... Bizim açımızdan çok olağanüstü bir durum yok yani.

Manisa Turgutlu’da Nikel madeni çıkarılması için çok sayıda ağacın kesildiği haberleri geliyor. Siz maden açılması için çevreye zarar verecek şekilde faaliyetlerde bulunulmasını tasvip ediyor musunuz etmiyor musunuz?

Ben programınızın ikisini de izledim; çok başarılıydı. Bu tür şeylerde, mesela altın madenciliği konusunda, nikel ve diğer konularda iki yaklaşım oluyor. Biri ideolojik yaklaşım; buna doğrudan karşı çıkanlar vardır; altında siyasi sebepler görebilirim. Bir tanesi de çevreci yaklaşım; bu dürüst bir yaklaşımdır. Ben Turgutlu’daki yaklaşımın dürüst, iyi niyetli bir yaklaşım olduğunu biliyorum. Sivil toplum örgütleriyle konuştum, hem geçmiş Çevre Bakanımız, hem bugünkü Çevre Bakanımız, Manisa’da, Turgutlu’da, en az 4 defa toplantı yaptılar; topluma açık toplantılardı bunlar. Biz o zaman bunun insana, çevreye, doğaya zarar verip vermeyeceği konusunda bakanlığımızı defalarca ikaz ettik. Bu konuda Çevre Bakanlığını ÇED raporları çok önemli. Böyle bir işe ruhsat verilmesi konusunda en önemli kıstas ÇED raporlarıdır. Onun tam açılımı ‘çevresel etki değerlendirmesi’. O konuda sivil toplum örgütleri ve ilgililer, Manisa İdare Mahkemesi’ne bildiğim kadarıyla iki dava açtılar. Bu iki dava da reddoldu. Dolayısıyla belki bu yılın başında, Çevre ve Orman Bakanlığı, ‘Madem ki ÇED raporları mahkeme kararıyla kabul edildi, biz de işletme ruhsatı verebiliriz’ noktasına geldi. 2006 yılından beri de bu raporlara ilişkin bakanlığın denetimi var. Dolayısıyla sülfürik asit kullanılacak, çok miktarda su kullanılacak, ağaç kesilecek. Bunların hepsini karşılayacak; o bir İngiliz şirketidir bildiğim kadarıyla ve çok önemli bir maden. Aynı zamanda Göldes’te Zorlu’nun da bir madeni vardır; onlar başka yöntemlerle çıkarıyorlar, bunlar başka yöntemlerle çıkarıyor. Dolayısıyla ÇED raporlarına uygunluğu kanıtlanmış bir işletmenin faaliyete açılmasında bakanlık bir zarar görmedi. Eğer bunların yanlışlığı daha sonra ortaya çıkarsa, bakanlık gereken tedbirleri alacaktır.

Cihan Paçacı aramış, onun açıklaması var: “Abdullah Öcalan’ın idam cezası tartışılırken tek muhalefet eden bizdik, el kaldırmadık” demiş.

O tarihte, MHP Milletvekili’ydi; ben 1999-2002 arasında Grup Başkan Vekili’ydim; dolayısıyla bu tartışmaların hepsini, çok iyi biliyorum. Orada biz AKP grubu olarak da 51 kişiydik. Diğer arkadaşlarımız Saadet Partisi’nde kalmışlardı. Biz de Abdullah Öcalan hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası uygulansın, diye, ilk gelen öneriye karşı çıkmıştık. Orada ölüm cezasının kaldırılması Hükümet ortaklarının oylarıyla geçmiş olabilir. Ama o koalisyonun bir ortağının da MHP olduğunu da unutmayalım ve Adalet Bakanlığı’nda bekleyen idam cezasının Başbakanlığa, Meclis’e gelmemesi konusunda da MHP’nin çok katkısının olduğunu söylemeliyim. Suçlama amacıyla değil, MHP o zaman doğruyu yaptı Türkiye'nin önünü açtı. Biz onu belki siyaseten eleştirdik; “İdam edeceğiz dediniz de ne yaptınız” anlamında... Seçim meydanlarında söylenmiş bir söz olabilir ama söyledim; bağrına taş bastı, ölüm cezasının kaldırılmasına destek verdi; çünkü koalisyonun bir ortağıydı. O yüzden koalisyonu bozmadı. Daha sonra sayın Ecevit’in rahatsızlığı sebebiyle bozdu.

Sayın Şahin, Meclis Başkanı seçildi. Kendisi Toptan’ın aksine muhalefetin desteğini alarak Meclis Başkanı seçilmedi.

Sayın Şahin başarılı olacaktır. Geçmişten bu yana tanıdığımız bir arkadaşımızdır. Devlet tecrübesi var, parlamentoda siyasi tecrübesi var. Ben Grup Başkanı’ydım, Grup Başkan Vekilim olarak birlikte çalıştım. Akıllı, kabiliyetli, birikimli bir arkadaşımızdır. Sayın Baykal’ı bu noktada da kınıyorum; güya uzlaşma talep etmiş Sayın Toptan konusunda; biz onu kabul etmemişsiz. Sayın Toptan’a bundan önceki seçimde destek verdikleri bir gerçek. MHP vermedi, kendi adayını çıkardı. Aslında doğru olan bugün yapılandır. Her parti kendi adayını çıkarır; ikinci turda kazanması muhtemel olana nezaketen destek olurlar. Sayın Baykal, Toptan’ın uzlaşmacı kişiliğine oy vermiş de iki sene boyunca Toptan’a kaç gramlık katkı sağlamıştır? Uyum komisyonu kuralım dedi, vermedi; şu işi yapalım dedi, vermedi; hatta Toptan’ı eleştirdi... Şimdi hiçbir katkı vermediği bir insan için “Tekrar seçilirse, ben ona destek olacağım” demesi doğru değil. MHP için bir şey söylemiyorum. MHP dün de bugün de kendi adayını çıkardı ve oy verdi. Sayın Şahin iki yıllık dönemde mutlaka Köksal Toptan’a iki yıllık dönemi başarı ile tamamlamış bir arkadaşımızdır. Ama AKP’den birisinin Meclis Başkanı seçileceğini herkes biliyordu. Aslında parlamentoda şöyle bir teamül vardır; milletvekili sayısı çok olan partinin Meclis Başkanı olur. Bunu 96’da çiğnediler. Refah Partisi birinci partiydi. Sayın Aydın Menderes’i aday göstermiştik o zaman. ANAP’tan, üçüncü partiden oldu. Çünkü bizim adayımızı seçmediler; sonra bu sistem bozuldu. Ama AKP tek başlına iktidar olunca, ben önce 369 ve 381 oyla seçildim, iki dönem; Sayın Şahin de 338 oyla seçildi. Yani Sayın Baykal diyet borcunu her gün isteyebilmek adına uzlaşma talep etmişse, bu siyaseten yanlış bir şeydir. İşte 338 oy: TBMM’nin neredeyse üçte iki çoğunluğuna yakın ve işte Meclis Başkanımız.

Sayfa Yükleniyor...