Çılgın Türk'e tasdikname

NTV Tarih dergisi, "Şu Çılgın Türkler"in yazarı Turgut Özakman’ın dergide yayımlanan “Dersimiz Atatürk” filmine yönelik eleştirilerine verdiği cevap sonucunda Özakman’ın tarihten kaldığını açıkladı.

Bütün tartışma NTV Tarih dergisinin senaryosunu Turgut Özakman’ın yazdığı “Dersimiz Atatürk” filmine yönelik hataları belirten, “Dersimiz Atatürk tarihten kaldı” isimli yazıyı yayımlaması ile başladı.

Filmde yapılan tarihi hataların belirtilmesi üzerine Özakman, Hürriyet gazetesinde NTV Tarih dergisine yönelik bir yazı yazdı.

Tartışmaya son nokta ise NTV Tarih dergisinden geldi.

"Dersimiz Atatürk" filmini eleştiren Ahmet Kuyaş, Necdet Sakaoğlu ve Derya Tulga, yazdıkları yazıda, Turgut Özakman’ın neden tarihten kaldığını belirtirken, “belgelere inat” bir tarih yazıcısı olunamayacağını söylüyor.

Ahmet Kuyaş, Necdet Sakaoğlu ve Derya Tulga’nın yazısını yayımlıyoruz;

“NTV Tarih’in cevabı

Turgut Özakman, Atatürk’ü yüceltmek amacıyla “belgelere inat” bir tarih yazıcısı olduğunu açıkça ve övünerek söylüyor. Mustafa Kemal’in büyüklüğü, tarihçi bile olmayanların belge zorlamasına kaldıysa, orada bir sorun var demektir.

NTV Tarih için izlediğimiz “Dersimiz Atatürk”e yönelik değerlendirmelerimizi sayın Özakman haksız, isabetsiz, yanlış, birkaçını da doğru bulmuş.

Özakman kendi filmini bir defa da -bizim gibi- tarafsız bir gözle izlese, takılacağı daha pek çok ayrıntılar mutlaka olacaktır. Nitekim, ilk meclisin açılışını yapan en yaşlı üyenin kimliğinin ve görüntüsünün, Atatürk’ün sofrasının doğru verilmediğini onaylıyor. Rahatsızlığı nedeniyle çekimlere katılamadığını da belirtiyor. Bundan, çekimler sırasında müdahalede bulunamadığı anlaşılıyor.

Özakman, neden “Veda”yı ve “Dersimiz Atatürk”ü izleyip de “Mustafa”yı izlemediğimizi ve yazmadığımızı merak etmiş. Açıklayalım: NTV Tarih yayın hayatına başladığında (Ocak 2009 sonu) Mustafa filmi vizyona gireli çok olmuştu. Bununla birlikte, aynı adı taşıyan kitabın provasında saptadığımız kimi hataları yeniden değerlendirilmesi için ilgililere bildirmiştik.

İDDİALARA YANIT
Sayın Özakman’ın karşı iddialarını yanıtlayalım:

1. Kaba burunlu, yüzü saçı yapıştırma maskeli, hareketleri Atatürk’ün çevik dinamik kişiliğine, giyim kuşamına ters düşen canlandırmayı eleştirmiştik Atatürk üzerine eserler yazan sayın Özakman demek ki böyle yapay bir tiplemeyi beğenmiş.

2. Özakman “Sivas Kongresi sonrasındaki Meclis-Mebusan evresi atlanmış” eleştirimiz için, “laf ola torba dola” deyimini kullanmış. Sorun şu: Erzurum ve Sivas’ta Cumhuriyet, yani yeni bir devlet kurmak için çalışılmıyordu. Osmanlı meşrutiyetine dönme çabası veriliyordu. Cumhuriyet yoluna -o da bir tek Mustafa Kemal Paşa ve bazı yakın arkadaşlarının kafasında olmak üzere- ancak Ankara’ya geçildikten sonra gidilmiştir. Ama Özakman için tarih, Mustafa Kemal Paşa’nın aklındaki plan olduğu için, yani Samsun’dan beri Cumhuriyet kurulmak istendiği için, Osmanlı meşrutiyeti atlanmıştır.

3. Özakman “Sakarya Savaşı’nda Yunan ordusu tek başınaydı...” için, “ben de aksini söylemedim” demeye getiriyor. Lafı fazla uzatmadan söyleyelim: 14 Nisan 1921 Perşembe günü İngiliz hükümeti Yunanistan’a kesinlikle tarafsız olduğunu bir nota ile bildirdi. İtilaf devletleri ise 18 Mayıs 1921’de bu savaşta tarafsız olduklarını resmen ilan ettiler. “7 düveli benzettik” mealindeki mesajlar ancak körpe beyinleri zedelemeye yarar. Mustafa Kemal’in başarısı, Yunanlıları müttefiklerinden izole ettikten sonra yenmesidir. Özakman, o dönemde Fransızlarla arayı bozmamak için Çukurova milislerine ancak üstü kapalı yardım edildiğini de, Mondros Mütarekesi’nin BMM tarafından her fırsatta geçerli olduğunun ilan edildiğini de sakın unutmasın.

4. “Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a ordu komutanı olarak değil, ordu müfettişi olarak yollanması” konusunda Sayın Özakman, “ha ordu komutanı, ha ordu müfettişi ne fark eder” demeye getiriyor, ama hemen arkasından ordu komutanlığının savaş, ordu müfettişliğinin barış zamanlarında kullanıldığını açıklıyor. Demek ki M. Kemal Paşa’ya barış zamanı görevi verilmiş. Kendisi, Nutuk’ta “ordu müfettişi” olarak yetkisini açıklıyor. Ayrıca barış zamanında bir ordu komutanının valilere ve kaymakamlara emir verebilmesinin mümkün olmadığını Özakman da biliyordur mutlaka.

5. “Mustafa Kemal Paşa’nın görev arkadaşları veya din adamları ile kucaklaştığı ileri sürülebilir mi, böyle bir fotoğraf da yoktur” demiştik. Özakman “bunların fotoğrafı olması gerekmez; Atatürk üstü çamurlu köylüyü de kucaklar; Büyük Taarruz’un da neredeyse hiç fotoğrafı yok, o zaman yaşanmadı mı diyeceğiz” demeye getiriyor. Bu eleştiriyi hem Atatürk’ün genel tavrına ve mizacına hem de dönemin görgü ve protokol kurallarına uymadığı için yaptık. Bununla birlikte en azından sinemasal yoruma açık bir konu olduğunu kabul ediyoruz; Özakman’ın “köylü kucaklama” anekdotu doğru.

6. Özakman “1930’lu yıllarda her okulun bir cumhuriyet kalesi” olduğunu vurgularken, “başına sarık koymadan din adamlarının Cumhuriyet bayramı kutlamalarına katıldıklarını nasıl anlatabilirdim” diye soruyor. Peki, bir de şöyle soralım: 1930’larda öğretmenlere koşut, kadrolu aylıklı, hem de fesli sarıklı köy hocaları var mıydı?

7. Özakman “Atatürk’ün 23 Nisan’ı çocuk bayramı olarak çocuklara armağan ettiği doğru değildir ve belgesi de yoktur” eleştirimize, “Bazı konularda belge aranmaz. Bazı gerçekler olayların akışından anlaşılır. Çocuk Esirgeme Kurumu’nun, böyle bir kararı Atatürk’e danışmadan, onayını almadan verebileceği düşünülemez” buyuruyor. Bu “bazı şeylerin belgesi olmaz” mantığı, Özakman’ın kitaplarından da bize tanıdık geliyor. Ama belgesiz oluşturulan metinlerle tarih değil, ancak menkıbe yazılabiliyor.

8. “Ülke padişahındı milletin oldu” formülüne itirazımızı da Özakman laf kalabalığına getirerek karşılıyor. Doğrusunu bir kez daha söyleyelim: Ülke, 1909 Anayasa değişikliğiyle milletin olmuştu; bunu Vahdettin geri aldı. Millet de 1922’de, asıl sahibi olduğu ülkeyi tekrar elde ederken, 1909’da yaptığı gibi bir padişah değişikliğine gitmekle yetinmeyerek, padişahlığı tümden kaldırdı.

9. Atatürk’ün sofrasının düzenini de, o sofrada bulunanların görüşlerini, eleştirilerini belirtmelerine açık olduğunu ve birer klasik sempozyum havasında olduğunu bilecek kadar okumuşluğumuz var. Çünkü o sofrada salt meze tabakları, şişeler kadehler değil, kağıtlar, kalemler, notlar, kitaplar da bulunurdu. Atatürk’se çoğunca konuşan değil, tartışmaları, sunumları dinleyen, sorular yöneltendi. “Sofranın çevresindekilerin tek görevleri efendimiz isabet buyurdu” demekten ibaret değildi, hazırol vaziyetinde oturuşlar, Çankaya sofrasının pek uzağına düşüyor” dememizden Özakman’ın çıkardığı anlam şu: “Bu sofra hakkında pek az şey biliyormuşuz ve hep eğlence veya tartışma, çatışma sofrası sandığımız” anlaşılıyormuş. Bu da cahillik, başarısızlık, zavallılık, yetersizlik, akıl fukaralığı eseri imiş.

10. Mustafa Kemal’in askerlik mesleğine Sakarya Savaşı sonrası değil öncesi döndüğünü yazmıştık. Özakman’a kalırsa Mustafa Kemal, Sakarya Savaşı’nda BMM ordularına sivil olarak kumanda etmiş. Özakman’a göre, Mustafa Kemal 5 Ağustos 1921 tarihli Başkumandanlık Yasası’nın çıkmasından sonra hâlâ bir sivildi ve bu kimliği ile de 23 Ağustos-13 Eylül 1921 tarihleri arasında Sakarya Savaşı’nı yönetmişti. Kendisi Paşa’nın diktirdiği Müşir (mareşal) üniformasını, Erzurum Kongresi’nden beri giydiği ilk üniforma sanmakta. Mustafa Kemal, Sakarya savaşı sırasında askerdi.

Görülmektedir ki Turgut Özakman, Atatürk’ü yüceltmek amacıyla “belgelere inat” bir tarih yazıcısı olduğunu açıkça ve övünerek söylüyor. Mustafa Kemal’in büyüklüğü, tarihçi bile olmayanların belge zorlamasına kaldıysa, orada bir sorun var demektir. Ayrıca kendimizi bildiğimiz için, filmi tarihsel gerçekler bağlamında ele aldık. Özellikle çocuklar için hazırlandığı belirtilen bir filmde, onlara savaşın bir oyun ve eğlence şeklinde sunulmasından açıkça rahatsız olduk. Filmin bu söylemini ve padagojik eleştirisini, uzmanlarına bırakıyoruz. Neticede İstiklal Harbi’nin gerçek kahramanlarının, torunlarına “Savaş güzel bir şey mi ki anlatmamı istiyorsun” demelerinin yaşayan şahitlerindeniz.

NTV Tarih adına

Ahmet Kuyaş, Necdet Sakaoğlu, Derya Tulga"



ÇILGIN TÜRK’TEN NTV TARİH’E TARİH DERSİ
Turgut Özakman’ın Hürriyet gazetesinde yayımlanan ve NTV Tarih’i eleştiren yazısı ise şu şekildeydi;

“Sayın gazetenizin 2 Nisan günlü sayısının 4. sayfasında, Sayın Sefa Kaplan’ın ‘Dersimiz Atatürk de tarihten sınıfta kaldı’ başlıklı bir yazısı yer almıştı. Yazar, NTV tarih dergisinde yayımlanan yazının özetini yapmış. Bir kısım eleştirileri aktarmış. Yazısının başlığında da NTV tarih dergisindeki yazının başlığını güçlendirerek kullanmış. NTV’deki başlık şöyle: Dersimiz Atatürk tarihten kaldı.

Hürriyet internette bu haber üç-dört gün art arda yayımlandı.

Yazının çıktığı gün Eskişehir’e gittim, dün akşam döndüm. Yanıtım bu yüzden gecikti.

Bakalım Dersimiz: Atatürk sahiden tarihten sınıfta kalmış mı? Yoksa sınıfta kalanlar başkaları mı?

Filmi izleyip yanlışları saptayanlar ve ortak imzalı bir yazı yazan sayın yazarlar şunlar: Ahmet Kuyaş, Necdet Sakaoğlu ve Derya Tulga. Atatürk filmleriyle ilgilenmeye Veda filmi ile başlamışlar, Dersimiz: Atatürk ile devam ediyorlar. Daha önce gösterilen Mustafa filmindeki olay, olgu ve bilgi yanlışlarıyla ilgili olarak ben kısa bir kitap yazıp yayımlamıştım. Bu üç sayın yazarın Mustafa’daki yanlışlar hakkında görüşleri yok. Varsa, görmedim, özür dilerim.

Sayın yazarlar NTV dergisinde Dersimiz: Atatürk filminde buldukları 12 yanlışı (!) sayıyorlar. Önce birkaçına değineyim:

İddialarına göre meğerse “M. Kemal Paşa, askerlik mesleğine Sakarya Savaşı sonrası değil, ondan evvel dönmüş.” Böyle yazıyorlar, Milli Mücadele tarihine ve Atatürk biyografisine müthiş bir buluş ekliyorlar. Sakarya Savaşı’ndan sonra askerliğe döndüğünü söylemek yanlışmış.

Doğrusu: M. Kemal Paşa 8 Temmuz 1919 gecesi askerlikten istifa etmiş ve Başkomutan olarak yönettiği Sakarya Savaşı zaferi üzerine Büyük Millet Meclisi’nin 19 Eylül 1921 tarihli kararı ile kendisine Mareşal rütbesi ve Gazi sanı verilmiştir. M. Kemal Paşa böylece askerlik mesleğine dönmüş, ilk kez üniforma diktirmiş ve giymiştir. Bu böyle.

FİLMİ NASIL İZLEMİŞLER
Diyorlar ki:

‘...Sakarya önlerine gelen Yunan ordusu tek başınaydı. “Bütün dünyayı yenmiş olmak” gibi bir durum olmazdı, olamazdı.’

Filmi seyretmeyen de filmde ‘Sakarya önlerinde dünyayı yenmek’ gibi bir iddia var sanır. Böyle bir iddia, ifade, diyalog, anlatım, sözcük, hece söz konusu bile değil. Filmi nasıl izlemişler, anlamadım. Uyduruyorlar demeye terbiyem engel, zihinleri karışmış demekle yetineceğim. Bu da böyle.

Diyorlar ki:

‘M. Kemal Paşa Samsun’a ordu komutanı olarak değil, ordu müfettişi olarak yollandı.’

Arada fark var sanıyorlar galiba. Ordu komutanlarına, barış zamanlarında ordu müfettişi denirdi. Yetkiler aynı, sadece unvan değişiktir. Bu Osmanlı usulü, cumhuriyet döneminde de bir süre yürürlükte kalmıştır. Müfettiş deyince ordu komutanlığından farklı bir görev sanan yazarlar var. Kolay ve doğru anlaşılması için komutan dedim. Üstelik uzun bir tarihi özetleyen bir film bu. Tarih kitabı değil. Müfettiş yerine komutan deyince nasıl önemli bir tarihi yanlış meydana geliyor acaba?

Bu da böyle.

'DERSİMİZ ATATÜRK' TARİHTEN KALDI
Bu yılın ikinci Atatürk filmi “Dersimiz Atatürk”te, “Veda” filmindekiler gibi maddi, tarihî hatalar var. Özellikle çocuklara yönelik olarak yapıldığı iddiası olan film, Atatürk’ü yüceltelim derken “göz çıkaran” sahneleriyle de dikkati çekiyor. Ahmet Kuyaş, Necdet Sakaoğlu ve Derya Tulga’nın değerlendirmelerinde öne çıkanlar...



Atatürk’ün “filmsel” şanssızlığı bu yapıtta da devam ediyor. Keşke aktörlerini kaba bir burunla ve yapışık saçlı bir maske giydirerek Atatürk’e “benzetmek” istemeseydiler. Keşke dönemin bolca bulunan fotoğraflarına dikkatli bakarak giyim kuşam konusunda iri kıyım yanlışlar yapmasaydılar.

Sivas Kongresi sonrasındaki Meclis-i Mebusan evresi, çocuklar için yapılan film bahanesiyle olsa gerek, atlanmış ve hemen Ankara'ya geçilmiş.

TBMM’nin ilk oturumunu açan en yaşlı üye, Sinop mebusu Mehmed Şerif Bey sarıklı değildi. Meşrutiyet dönemi maarif müdürlerindendi. Mülkiye (bürokrat) sınıfından olduğu için “bey” sanını taşıyordu.

2. İnönü muharebe-sinden sonra müttefikler tarafsızlıklarını ilan ettiklerinden, Sakarya önlerine gelen Yunan ordusu tek başınaydı. “Bütün dünyayı yenmiş olmak” gibi bir durum olmadı, olamazdı.

Atatürk askerlik mesleğine tabii Sakarya savaşı sonrası değil, ondan evvel döndü. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a “ordu komutanı” olarak değil, ordu müfettişi olarak yollandı.

1921’de kabul edilen bir yasayla Hâkimiyet-i Milliye (Ulusal Egemenlik) Bayramı ilan edilen 23 Nisan’ı, “Atatürk’ün çocuk bayramı da olarak çocuklara armağan ettiği”ni, gerçi “yüksek tarih bilgilerine sahip yöneticiler” her yıl yineliyorlar. Bu filmde de aynı şey vurgulanıyor. Oysa Atatürk’ün armağan ettiğine ilişkin bir belge yoktur. 23 Nisan’ın, “Çocuk Bayramı” olarak Hâkimiyet-i Milliye Bayramı ile aynı gün kutlanması, 1929’da Himaye-i Etfal (Çocuk Esirgeme) Cemiyeti’nin kararıyladır.

Atatürk’ü bir hocayla ya da bir başkasıyla kucaklaşıp öpüşürken gösteren bir fotoğrafı yoktur.

Atatürk’ün sofralarının iki enstantanesi NTVT Mart sayısında yayımlandı. Filmdeki abur cubur donatılmış dar düdük sofranın çevresinde, tek görevleri “efendimiz isabet buyurdu” demekten ibaret, hazırol oturuşlu zevat, Çankaya sofralarının pek çok uzağına düşüyor.

1933’te Onuncu Yıl'ı okul avlusunda kutlayanlar arasında fesli sarıklı hoca da var. Devrim yasaları gereği din görevlileri, dinî kıyafeti salt ibadethane içinde giyebilir. Bu yasa o zaman ödünsüz uygulanıyordu.

Atatürk’ün cenaze törenine ilişkin verilen görüntülerin aralarına, parça parça “1953 yılında Etnografya Müzesi’nden Anıtkabir’e nakil” görüntülerinin konmuş olması büyük bir yanlış.

“Ülke padişahındı, milletin oldu” cümlesi 2. Meşrutiyet’i yok sayıyor.

Sayfa Yükleniyor...