Gerçek, dünyanın ucunda!

''Keşke bu korkunç gerçeği hiç öğrenmemiş olsaydım...'' Birkaç adam, bir simülasyon yaratırlar. İlk bakışta yaşadıkları 'gerçek' dünyadan hiçbir farkı yoktur. Ama bir süre sonra 'gerçek' bir sürprizle karşılaşırlar. Kötü bir gerçekle...

Gerçek, dünyanın ucunda!

Not: Bu yazı filmle ilgili bazı gelişmelerden bahsetmektedir.

90'lı yılların sonunda çekilen 'Existenz', 'Matrix', 'Ghost in the Shell', 'Dark City', 'Fight Club', 'The Truman Show' gibi birkaç film, net ve önemli bir resim ortaya koydular. Bu resim; varoluşçuluğu merkeze alırken, sistemin ezdiği bireyi öne çıkardı. Resmi önemli kılan ise; birbirlerinden tema/tür açısından farklı olsa bile, aynı sorunu dert edinerek geliştirilen alt metinlerdi. Hepsinin 'sistem'le sorunu vardı ve sistemi deşifre etmeyi ya da en azından sorgulamayı başlangıç noktası kabul ettiler. Tekil olarak baktığımızda 90'ların en iyileri arasında da yer alan bu filmler yan yana geldiklerinde de - birbirlerinden tamamen bağımsız olsa da - kendiliğinden güçlü bir sistematik yapı oluşturdular. Bu filmler arasında daha gerilerde kaldığından, çok sözü edilmeyen Josef Rusnak imzalı '13th Floor' (13. Kat) için bu sistematik yapıyı en sade şekilde gösteren film diyebiliriz.

1930'larda Los Angeles'ta başlar hikaye. Yaşlı bir adamı takip ederiz. Bir gece kulübünde, genç bir kadınla yataktadır. Ama gerçeği öğrenmiştir ve ''...bu korkunç gerçeği hiç öğrenmemiş olsaydım'' diyerek bir dostuna mektup yazar ve mektubu ona iletmesi için barmene verir. Ardından kulüpten ayrılır evine gider, yatağına girer ve gözünü kapatmak üzereyken seyirci yaşlı adamla birlikte bir gökdelenin 13. katında uyanır. Biraz önce izlediklerimiz bir simülasyondur, Harmon Fuller adlı yaşlı adam kendi hazırladığı simülasyon dünyaya bir yolculuk yapmıştır. Ama uyandıktan sonra mektupta yazdığı sırrı 'gerçek' dünyada birine anlatamadan öldürülür. Bir numaralı şüpheli olarak ise Hannon'un mektubu yazdığı dostu ve teknoloji şirketinin ortağı Douglas Hall gözükmektedir. Dedektif Larry McBain, Paris’ten gelen gizemli Jane, simülasyonu bilen üçüncü kişi Whitney filmin az sayıdaki diğer karakterleridir.

Yukarıda bahsetiğimiz, sistemi deşifre eden yapı, '13. Kat'ın saklamaya çalışmadığı, karmaşıklaştırmadığı hikayesiyle kolayca beliriyor. Birkaç adam, bir simülasyon dünya yaratırlar. İlk bakışta 'gerçek' dünyadan hiçbir farkı yoktur. Ayırt etmek imkansızdır. Ama yarattıkları 'simülasyon' küçük çaplı olduğu için o dünyanın yeşil çizgilerle bittiği yerler vardır. Sonuçta bilgisayarda yaratılmış bir dünyadır ve bittiği nokta da sanallığın deşifre olduğu yerdir. Ama orada yaşayanlar asla o noktaya gitmezler. Şehir çıkışlarında yol kapalı levhaları vardır, kimse de o levhaları yıkıp gerçeği öğrenmeye kalkışmaz! Çünkü Hannon'un filmin başında söylediği gibi; 'Cehalet mutluluktur'.

YARATANIN DA YARATICISI VAR MI?
Peki Hannon'un yaşadığı şok nedir? Blade Runner'da Deckard'ın, Matrix'te Neo'nun, Dark City'de Murdoch'ın öğrendiği, fark ettiği, hissettiği 'şey'le aynı: Gerçek. Hannon, aynen tasarladıkları dünya gibi kendi dünyalarının da simülasyon olduğunu öğrenir. Bu gerçek her şeyi alt üst eder. Varoluşsal bir sorundan daha büyük bir var mı! Yaşadığımız yer, aldığımız nefes, vücudumuz, her şeyimiz bir yalansa yaşamanın bir anlamı olabilir mi? Ya da bir yalanı yaşadığımızın farkına varırsak yaşamaya devam edebilir miyiz? Ünlü bilimkurgu yazarı Daniel Galouye imzalı 'Simulacron 3'ten uyarlanan (Adı geçen diğer filmlerin de referans aldığı bir başyapıt) '13 Kat' uyarlandığı muhteşem eser gibi alt metinler bakımından çok güçlü değil elbette. Ama ne kadar aksiyona meylederse meyletsin, yarattığı dünya ve kurduğu dramatik yapı seyredene bunları düşündürmeyi zorunlu kılıyor. Çünkü kitabın da en calıcı sorusu belli: Yaratanın da bir yaratıcısı var mı? Bu döngüsel, sonu gelmez sorunun yarattığı tahribat filme sirayet etmiyor ama başkarakter gerçekle sarsılmışken, 'gerçeği' aramaya devam ediyor. (Burada Marc Foster'ın yönettiği Stranger Than Fiction'ı hatırlamakta fayda var. Stranger Than Fiction'da kahramanımız bir kitap karakteridir ve dış ses olarak yazarın sesini duyar. Ve kitabın sonunda öldürüleceğini öğrenince yazara ulaşmaya çalışır. Bu gerçeküstü hikaye 'gerçek olmayan bir adamın gerçeğe ulaşmaya çalışmasını ve kaderine/kader mantığına karşı gelmeye çalışmasını anlatması bakımından 90'ların sonunda çekilmiş filmler arasına rahatlıkla eklenebilir.) Şayet, yaşadıkları dünya bir simülasyon ise o dünyayı bir yaratan da var. Peki onun dünyası nerede? Ulaşılabilir mi? Sarmal şeklinde iç içe geçmiş dünyaların bir sonu var mı?

''Kuklaların ruhu yoktur...''

Gerçek, dünyanın ucunda!  - 1

'13. Kat' sürprizleri bekletmeden seyircisine göstermesine rağmen hikayeyi son ana kadar diri dutmayı başarıyor. Finale doğru gittikçe sorular/sorunlar da artarak çoğalıyor çünkü. 30'lar ile 90'lar arasında gidip gelen hikayede 'gerçek' netleştikçe karakterler 'kader'i sorgulamaya başlıyor. Simüle edilmiş bir dünyada yaşıyorsak kukladan farkımız var mı? Bu, felsefenin en önemli sorunlarından biri olduğu kadar din-bilim çatışmasının da merkezinde yer alıyor. Beyazperdeye de sıkça uğrayan kaderini yenmeye çalışan adam motifi '13. Kat'ta farklı bir şekilde işliyor. Genellikle 'kendi kaderini yenmeye çalışan adam' tüm insanlığın da kaderini değiştirir. 13. Kat'ta ise Douglas Hall/Ferguson büyük bir hikayeye imza atamaz. O sadece gerçeği bir anda öğrenmiş bir 'kukla'dır. Ve kurtarabilirse kendini cinayet zanlısı olmaktan kurtarabilir ancak. Yani, ortada ne büyük bir kurtarış, ne de büyük bir hikaye vardır. Sadece 'gerçek' karşısında bir şey yapamayan insanlar. Bu acı gerçek tüm maceranın arkasında acıklı bir fon müziğidir adeta.

Film-noir'ı bilimkurguyla ustaca birleştiren '13. Kat' seyircisine çok gösterişli olmayan etkileyici bir görsellik sunuyor. Retro-future atmosferini etkili bir şekilde kullanarak, referans aldığı klasiklere bolca gönderme barındırıyor. Aynı dönemde çekilen Dark City ve Matrix ile yakın akraba sayılmalarının bir nedeni de bu görselliği ve tasarımları zaten- keza üç filmin bazı sahnelerinin, kamera açıları dahil birbirine bu kadar çok benzemesinin nedeni de ortak setleri kullanmış olmaları. Prodüksiyon tasarımı, en çok zamansal sıçrayışlar ve dönemsel farklarda işlevsel hale geliyor, ve Rusnak da, prodüksiyonu dramatik yapının bir parçası haline getirmeyi başarıyor.

Yukarıda adı geçen filmlerle kıyasladığımızda '13. Kat' daha basit bir film görüntüsü veriyor. Ama Rusnak, tam olarak bunu yaptığı için iyi bir filme imza atıyor kanımca. İç içe geçen dünyaları, olabildiğince düz bir hikaye haline getiriyor ve seyirciye basit bir şekilde sunuyor. Kitabın, en 'ağır' yerlerini atarak derinleşemiyor - ve bu açıdan çok iyi bir uyarlama değil belki - ama hem görselliğiyle hem de birkaç küçük dokunuşla kitabın ruhunu aktarmayı, dolayısıyla meselesini ortaya koymayı başarıyor. Ama kabul etmek gerekir ki, aksiyonun dozu biraz fazla ve bu doz finale zarar veriyor. Kitabın tersine soru işaretini koymayarak 'umutlu bir final' zorlamasına da yenik düşüyor. Fakat tüm bunlar bile '13. Kat'ı iyi bir film olarak nitelememizi engellemiyor. Değeri bilinmemiş iyi bir film.

Künye
The Thirteen Floor
Yön: Josef Rusnak
Senaryo: (Daniel Galouye romanından) Josef Rusnak
Oyuncular: Craig Bierko, Armin Mueller-Stahl, Vincent D'Onofrio, Dennis Haysbert, Gretchen Mol

Gerçek, dünyanın ucunda!  - 2
Gerçek, dünyanın ucunda!  - 3
Gerçek, dünyanın ucunda!  - 4
Gerçek, dünyanın ucunda!  - 5
Gerçek, dünyanın ucunda!  - 6
Gerçek, dünyanın ucunda!  - 7
Gerçek, dünyanın ucunda!  - 8

Sayfa Yükleniyor...