Mete Çubukçu yazdı: Alışarak barışmak

Yazının başlığını Diyarbakır sokaklarındaki akli selim sesler attı. Çıkılan yol Türkiye’nin geleceği açısında çok önemli. Kaybedilen yıllar, dökülen kan, ateşin düştüğü yeri yaktığı şehit cenazeleri, dağlarda hayatları sönenler.

Böyle bir durumda karar zarar hesabı yapmak; ’nin ekonomik olarak kayıplarını dillendirmek reel politikanın bir parçası olsa da gayri insani bir durum olarak çetelenin en sonunda yer alması gerekiyor.

Çözümü güç sorunlarda beklenti çıtasını çok yükseltmek hayal kırıklıklarını arttırabiliyor. Yapılması gereken pratik, somut, günlük hayata dair küçük adımlarla insanların güvenini kazanmak. 30 yılın acısını bir anda çözmek hiç kimsenin harcı değil. Bunu iddia etmek de doğru değil. Böyle bir şey insanları boş hayaller peşinde koşturmaktan başka bir işe de yaramaz. Kürt sorunun çözeceği derken tamamen içinden çıkılmaz bir hale sokabilir.

Bu yüzden 1 Eylül Dünya Barış günü ne kadar coşkulu, yeni açılım sürecinde beklentiler ne kadar yüksek olsa da ortada bir güven krizi olduğu muhakkak. DTP, AKP’nin dürüstlüğü konusunda şüpheli. AKP, DPT’ye ne kadar güveniyor belli değil. Bu durum doğal olarak sokaklara insanlara da yansıyor; kafalar karışıyor.

Kürt açılımı konusunda görünen, ne AKP ne de DTP’nin bir planı olduğu. Sanki herkes süreç içinde pozisyon belirleyecek gibi görünüyor. Bu tür süreçlerde sertleşmeler, aksamalar, duraksamalar olacaktır. Süreci engellemeye çalışanlar, ezberleri bozulanlar çıkacaktır. Çünkü her iki taraf da bugüne kadar kendi statükosu içinde hareket etti. Hala da böyle devam ediyor. Ancak eski tartışmaların geride bırakılmasını gerektiren yeni bir döneme giriliyor. Ama anlaşılıyor ki süreç daha çok yeni ve daha çok yol almak gerekiyor. Sanki herkes hazırlıksız yakalanmış havası hakim. En temel nokta ise her iki tarafın da kendi kitlesine değil herkese hitap etmesi, kendi kitlesini iknaya çalışırken diğerini düşünmesi. Çünkü tek taraflı bir çözüm çok zor görünüyor.

Ancak Diyarbakır’da, 1 Eylül Dünya Barış gününde “Onurlu Bir barışa Evet” ya da “Aşti yeke bi rumet” mitinginde daha önceleri rastlamadığımız bir rahatlığın yaşanmaya başladığı söylenebilir. Sürecin kesintiye uğrama ihtimaline karşı herkes geri dönüşün olmadığını, bir şekilde Kürt sorunun çözüleceğini düşünüyor. Herkesin beklentisi ise “birbirine saygı, kullanılan dile dikkat etmek ve küçük de olsa somut pratik adımlar atmak.” Daha ileri talepleri olan var ama bunlar tabii ki gerçekçi değil.

DTP’nin şüphesi, AKP’nin açık olmaması, plan hazırlamaması, gazeteciler, aydınlar STK’larla yapılan onca görüşmeye rağmen daha geri açıklamalar yapması. AKP ise DTP’yi daha ilk elden, en son tartışılması gerekenleri öne çıkardığı, yani arabayı atın önüne koştuğu için eleştiriyor. Yani muhataplık meselesi yüzünden. AKP net politika koymadıkça, DTP acele ettikçe, süreç tahminlerden önce kapanabilir. Dediğimiz gibi açılım bir anda tersine keskinleşen bir ayrışma sürecini beraberinde getirebilir. İşin tehlikeli yanı da bu.

DTP kendi başına bu işi başarabilir mi? İzlenimlerimiz bunun zor olduğunu gösteriyor. Ama daha fazla inisiyatif alması, kendi sözünü söylemesi mümkün.

İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın açıklaması bir çerçeve çizmekten ibaret kalsaydı; içinde “af yok anayasal değişim” yok cümleleri konmasaydı hava gerginleşmeyecekti. Çünkü söylediğimiz gibi çözüm yönünde beklenti çok yükselmiş durumda . Her şeye rağmen kimsenin bundan vazgeçmeye niyeti yok en azından halkın umudu bu yönde, umutlar hala taze. Bu umudu taze tutmak hepimiz için Türkiye için gerekli. Herkes hepimiz bazı şeyleri, istemediklerimizi duymaya alışmak durumundayız. Alışarak barışacağız.

Sayfa Yükleniyor...